Şafak Pavey’le kişisel hikâyesinden, acılarına, yaralarına ‘sığmayan-sıkışmayan’ mücadelesine bir söyleşi.
Şafak Pavey, 24 Mayıs 1996 tarihinde Zürih’te geçirdiği korkunç kazada bedenin yarısını bir trenin altında bıraktı. Ardından bu acıyı taşıyamayan eşi kendisini terk etti. Annesi Ayşe Önal’la birlikte yazdığı 13 Numaralı Peron kitabında “Kaderin, hayatı dişi bir öfkeyle yönettiğine inanıyorum ve bu öfkeye bilinçsiz bumeranglarımızın neden olduğuna da… Acı, bir yandan dünyaya gücenmek haklarımızı gasp ederken öte yandan sınırsız bir olgunluğun da öğretisini sunuyor” diyordu. Yıllar geçti “gücenme hakkı” geri plana düştü, “başkalarının acısına bakmayı” ve “başkalarının yarasını sarmak için mücadele ederken kendi yaralarını sarmayı” öğrendi.
Şafak Pavey, eğitimini London School of Economics’te yüksek lisansla tamamladıktan sonra BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde çalışmaya başladı. Engelliler, azınlıklar, çocuklar, şiddete uğrayan kadınlar, mülteciler, işkence mağdurları ve insan hakları çiğnenen mağdurlar, “aktif bir dünya yurttaşı” olarak temel mücadele alanı oldu.
Cezayir, Sahra, Mısır, Yemen, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Afganistan, Cenevre ve Washington’ta görev yaptı. Şu anda CHP İstanbul Milletvekili olarak TBMM’de. Genel kurulun ilk gününde “İmdat doğa” yazılı tişörtüyle HES eylemcilerine selam gönderdi. Pavey’le kişisel hikâyesine, acılarına, yaralarına “sığmayan-sıkışmayan” mücadelesini konuştuk.
– CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile karşılaşmanızı anlatırken “Genel başkan protez elimi tutunca ‘Tamam doğru yerdeyim’ dedim” açıklaması yaptınız. Engelli insanlarla birlikte yaşama konusunda bir beceriksizlik, acemilik var toplumda. Belki de sizin protez ayağınızla Meclis’e gelmenizle yaşanan asıl sorun; etek-pantolon değil, insanların engelli bir bedeni görmeye hazır olmamasıdır. Ne dersiniz?
– Toplumun her alanında kamusal yerler dahil olmak üzere engeller kaldırılmadığı için toplumun içine engelli vatandaşlarımızın girmesi de çok güç oluyor. Birlikte yaşamadığımız, birlikte okumadığımız, birlikte aynı mahallede olmadığımız için…
Doğduğunuz evde büyük bir günah sayılmanız, sokağa çıkarılmamanızla da başlayabilir, çıkarılsanız bile eve kapatılabilirsiniz, sonra okuldaki engellerle, sistemin engellerinin kilidinin açılmaması ile bir kere daha engellenebilirsiniz. İzole bir hayat yaşıyorsunuz. Öbür tarafta da sizi görmeden, duymadan, varlığınızdan haberdar olmayan insanlarla birden karşılaştığınızda herkes bir korku tüneliyle karşılaşıyor. Bunları aşabilmemiz için eğitimde çocuklarımızın birbirine değerek büyüyebilmesi çok önemli. Aynı sıralarda, zihinsel, fiziksel engelli, fakir-zengin tüm çocukları kavraştırıcı okullar olmalı, oysa okullar ayrıştırıcı. Böylece Meclis mecrasında bir araya geldiğimizde, birbirimizin farklılıklarından korkmadan bir arada olabiliriz.
Bacağımı sadece savaş alanlarında kapattım
Hrant Dink ile büyümüş, Agos’un ilk köşe yazarlarından biri olmuş Şafak Pavey. “Öldürüldüğünde İran’daydım. 15 gün önce yanıma gelmişti” diyor. Deniz Gezmiş de anne tarafından kuzeni. O doğmadan idam edilmişti Deniz Gezmiş ama “Evin içinde hep Deniz Ağabeyin adı geçerdi” diyor. Pavey de onlar gibi mücadeleci bir ruha sahip…
– Sizin protez bacağınız Meclis’te kadın milletvekillerinin pantolon giymesi konusunu güncelleştirdi. Bu konuda bir yasa önerisi var. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
– Benim etek giyme diye bir sıkıntım yok. Kadın milletvekillerinin özgürlüğünden yanayım. Kadın milletvekilleri nasıl daha rahat çalışabilirse ona varım. BM de resmi bir yerdi. Orada da hem pantolon, hem de etek giydim. İçtüzük benim konum değil, yasa önerisi benim önerim değil. Eteğimin ve bacağımın bu kadar konuşuluyor olmasını garipsiyorum. Protez bacağın bu kadar konuşuluyor olması engellilik konusunda konuşma dilimizin seviyesini de gösteriyor. Kadın milletvekilleri için rahat çalışma yolunu açacaksa ne güzel; ama bu tartışmaların çıkış noktasını bir daha gözden geçirip protez bacakla bu tartışmanın başlamasının garipliğini hatırlamak gerekir. Vücudumun bir parçası olan bir şeyden utanç, gocunma içinde değilim. Bacağımı kapattığım tek yer savaş alanlarında, protez bacak alamayacak insanların yanı olmuştur.
– Kandahar filmini izlediniz mi? Gökyüzünden protez bacaklar atılır…
– Evet, oradaki gibi protez bacakların gökyüzünden atıldığı yerlerde çalıştım. Her iki çocuktan birinin bir uzvunun kayıp olduğu yerlerde. Öyle bölgelerde çalıştıktan sonra, Meclis’teki tartışmaları dinlemek üzücü oluyor.
– Çok acı bir hikâye yaşamınız boyu sizi takip ediyor. 15 yıldır hep onunla anılıyorsunuz, size hep o günü soruyoruz. Bunu nasıl taşıyorsunuz?
– Hayatımda dönüm noktası olan olaylardan biri kaza, ama tek dönüm noktası da değildir. Çok önemli şeylere şahitlik yaptım. Savaş ve barış ortamı, doğa insan ilişkisini çok iyi anlatan tanıklıklarım oldu. Kaza da önemli bir şey. Duyarlılığımı, sorumluluklarımı arttırdı engellilik dünyasında. Sorulmasını yadırgamıyorum. Ama çoktan unuttum. Onun üstüne birçok da hayat yaşadım. Artık kazazede olarak değil, aktif vatandaş olarak anılmaktan daha çok mutluluk duyacağım.
– Kazadan sonra sizi terk eden eşinizin soyadını taşıyorsunuz. Bu zor bir durum değil mi, canınızı acıtmıyor mu?
– Benim için çok önemi yok hangi soyadını taşıdığımın. Çok teknik meseleden dolayı. Bütün diplomalarım, belgelerim… Yurtdışında yaşarken çok çileli şekilde değiştirilebiliyor. Bunun için kolları sıvadığımda büyük bir sıkıntıyla karşılaştım. Değiştirmekten vazgeçtim. Yurtdışında okumuş insanlar için denklik zaten çok zor, bir de soyadı meselesini düşünün. Eski eşimle anlaşarak ayrıldık. Bu bürokratik bir konu. Eşim hayatımda çok büyük hasara yol açmış biri değildir. O bana acıyarak bakmak yerine bir karar aldı. Paul’ün “Ona her baktığımda ona acıdığımı anlayacak, Şafak o kadar zeki bir insan” deyip, beni ziyaret etmemesi, bir araya gelmemiş olması aynı zamanda bir cesaretlilik. Bütün mahalle baskısına karşı konulmuş, bireysel bir seçimdir. Ona saygı duyuyorum. O zaman bu yüzden acı çektim mi? Evet, çekmiş olabilirim. Ama bütün hayatımda çektiğim acıların yanında çok büyük bir acı değil. Bir insanın zayıflığını kabul etmesini, bunu beceremeyeceğini baştan kabul etmesini saygıyla karşılıyorum.
– Kitapta “Biliyorum, biz çok karşılaşacağız eksiksiz bedenli, eksik yürekli kimselerle…” diyorsunuz… Beyoğlu’nda saldırıya uğradınız. Bu kadar vahşi bir saldırıda “eksik yürekli” insanlarla karşılaşmak ne düşündürdü sizde?
– İronisi şuradaydı. O sabah İsveçli bir medya grubuyla birlikteydim. Kadına karşı şiddeti, şiddetin gazetelerin üçüncü sayfasında değerlendirilmesini konuşuyorduk. O gece o olay oldu, ben ertesi gün 3. sayfadaydım. Saha çalışması gibi oldu. Acıklı olan şu; dünyanın her tarafında savunmasız bir kadın dövülebilir. Ama şu yaşadıklarım hukuk devleti misiniz onu anlatılıyor. Dövüldüm, kimse yardım etmedi, Londra’daki annemi telefonla aradım, yardım istedim. Emniyetten hiç kimse gelmedi. Daha sonra polis “Hem sakat, hem kadınsın bu saatte ne işin var” dedi. Gece 22.30-23.00 gibi. Protez bacağım kırıldı bu şiddet sonucunda. Saldırgan beraat etti. Mahkemede bir zarar görmediğime karar verdiler, protez bacağım vücudumun bir parçası sayılmadı. Darp sayılmadı. Kendi imkânlarımla tekrar yaptırdım, öylelikle tekrar yürüyebildim. Olaydan bir sene sonra arabulucu gibi birileri geldi, kapımı çaldı. Beni döven otoparkçı toplum içine çıkamıyormuş, engelli birini dövdüğü için. Ne yapmaları gerekiyorsa hazır olduklarını söylediler. Onu toplum önünde affetmem için ne yapmaları gerektiğini soruyorlardı. Ayıplandığı için dışlanıyormuş. Çelişkilerimiz burada. Hukukta bir şey çıkmadı. Ama toplumsal değerler nedeniyle o insan engelli bir kadına şiddet uygulaması yüzünden dışlanıyor. Toplumsal hapishaneye konuluyor. Hukuk ve değerlerimiz arasında bir boşluk var.
– Ne yaptınız?
– Nasıl affedebilirim?
– Agos’ta yazarlık yaptınız. Hrant Dink’i tanıyor muydunuz?
– Birlikte büyüdüm. Annemin çok yakın arkadaşı. Ustalarımdan biri, ağabeyim. Agos’un ilk köşe yazarlarındanım. Öldürüldüğünde İran’daydım. 20 gün önce İran’a benim yanıma gelmişti.
– Meclis’in ilk gününde “İmdat doğa” tişörtüyle çevre eylemcilerini selamladınız. Bu tür eylemler sürecek mi?
– Umuyorum, sivillerin sesi olmaya çalışacağım Meclis’te. Türkiye’nin dört bir köşesinde doğa mücadelesi verenlere Meclis’ten bir selam olsun istedim. Türkiye’nin dört bir yanında hapislere bile düşen insanların mücadelesine saygıyı sunabilmek istedim, fiziken orada olmasak da kalben orada olduğumuzu, o mücadeleyi veren sivillerin de sesi olduğumu göstermek istedim. Doğa bir haykırışta. Doğa bize emanet. Onun ev sahipliğinde yaşıyoruz.
Pozitif ayrımcılığa her zaman varım
– Belgeselciliğiniz de var. Hangi konularda belgeseller çektiniz?
– Çocuklarla yaptığım filmler var. Sahra çöllerinde yaptığım filmler, kadın haklarıyla ilgili filmler. İran’da Afgan mülteci çocuklarla bir film çalışmamız var. Lübnan’da mayınlarda hayatları parçalanmış insanlarla yaptığımız bir belgesel var. Orada çok çarpıcı bir anım var. Mayın temizleme çalışmasındayız. Bir bombadan 600 küçük parça çıkıyor. Her yere girebilir, pencere pervazında da, ağacın üstünde de olabilir. Çok çileli çalışma. Bir tarla temizlendi, bir adamın koşarak zeytin ağacının yanına gittiğini, ağlayarak “Seni özledim” diye konuşmasını dinliyorsunuz. Doğa ve insan ilişkisini görüyorsunuz.
– Fotomodellik de yapmışsınız, doğru mu?
– Fotomodellik yapmadım. Kazadan sonra toplumsal yargıları aşmak için yeni bedenimle görsel algımız alışsın diye bir çalışma yapmıştık. Fotoğraf çektirdim, Aktüel dergisinde kapak yaptılar. Görsel alışkanlıkları değiştirmek için İngiltere’de de engellilerle bir defile yapıldı, ona çıktım.
– Deniz Gezmiş de akrabanızmış…
– Evet.. Anne tarafından. Annemin kuzeni Deniz Ağa-bey. Ben daha doğmamıştım o dönemde ama evin içinde her zaman Deniz Ağabeyin adı geçerdi.
– Siyasette kadın hep ikincil bir konumda. Bu nasıl değişecek?
– Ben insan hakları yüksek komiserliğinden geliyorum. 9 tane insan hakları sözleşmesi var. Aslında insan hakları, kadın hakları, çocuk, engelli hakları. Bunlar sadaka politikalarının yapıldığı alanlar değil. Kadınların eşitliği nerede duruyor diye bakıyorlar dışarıdan. Çok ciddi çalışmamız lazım. Değerlerimizle niye oluyor, kotalarla niye olmuyor bakmamız lazım. İçini dolduramıyoruz. Pozitif ayrımcılığa her zaman varım, kota var ama önemli olan uygulanması. Engelli insanın, kadının kotasını doldurayım diye bir çaba hissetmiyor ki insanlar, cezasını ödemeyi tercih ediyorlar. Mesela Halkbank. Kotaya uymak yerine ceza ödüyor.
g