Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Henüz 30 yaşındasınız ve 5 dakika önce elinizde olan anahtarı nereye koyduğunuzu hatırlamıyor musunuz? Kendinizi genç hissedebilirsiniz, ama beyniniz çoktan yaşlanmaya başladı bile.

ABD’de Virginia Üniversitesi tarafından yapılan ve sağlıkla ilgili bir internet sitesinde yayımlanan bir araştırmaya göre, en fonksiyonel ve mükemmel haline 22 yaşında ulaşan insan beyni, 27 yaşından itibaren ”düşüşe geçmeye” başlıyor.

Araştırma, yaşları 18 ile 60 arasında değişen iyi eğitimli 2 bin kadın ve erkeğin, 7 yıl boyunca katıldıkları testlerin sonuçlarından oluşuyor.

Araştırma raporunda, katıldıkları testlerde 2 bin denekten her yıl görsel bulmacalar çözmeleri, anlatılan öykülere ilişkin bazı detaylar vermeleri, çeşitli kelime oyunları oynamaları, bazı rakam ve sembolleri hatırlamaları istendiği ve deneklerin herhangi bir sağlık sorunu yaşamadıklarına özellikle dikkat edildiği kaydediliyor.

Sonuçlar değerlendirildiğinde, 12 testten en az 9’unda en başarılı performansların 22 yaşında elde edildiği belirtilirken, görsel olarak neden sonuç ilişkisi kurma, bulmaca çözümü ve hızlı algılama alanlarında 27 yaşından itibaren belirgin gerileme olduğu gözleniyor.

ABD’de ”Nörobiyoloji” dergisinin son sayısında, ”Yaşlanmanın Nörobiyolojisi” başlığıyla yayımlanan araştırmaya göre, sağlıklı bir birey, 37 yaşına kadar hafızasını büyük ölçüde muhafaza ederken, kelime hazinesi ya da genel kültür gibi alanlarda hafızanın ortalama 60 yaşına kadar korunabiliyor.

Araştırma ekibinin başında bulunan Prof. Timothy Salthouse, ”sağlıklı ve eğitimli bazı yetişkinlerde idrake yörelik kayıpların 20’li, 30’lu yaşlarda başladığını” belirterek, ”sağlıklı beyinlerdeki kayıpları anlamanın, Alzheimer gibi ciddi hastalıklarda neyin yanlış gittiğini çözmeye yardımcı olacağını” kaydetti.

Aktif olmak beyni koruyor

Nöroloji Uzmanı Dr. Behiye Mungan, hafızayı korumayı sağlayacak çok belirgin bir formül olmamakla birlikte, kişinin olabildiğince uzun süre aktif kalmasının beyin fonksiyonları açısından da yararlı olduğunu belirtti.
İnsan beyninin aktif kalmasında çevreden aldığı sinyallerin etkili olduğuna işaret eden Dr. Mungan, belli bir yaş grubu üzerindeki kişilerin ya da Alzheimer hastalığının ilk evresinde olanların, ”uzun süre işe yarar kalmalarının” bazı fonksiyonların kaybını geciktirdiğini söyledi.

Dr. Mungan, fazla televizyon izlemenin beyin üzerinde olumsuz etki yapıp yapmadığına yönelik bir soruya ise şu yanıtı verdi: ”Bu, çok göreceli bir durum. Ben bazı kişilere, özellikle kadınlara televizyon dizilerini, oradaki olayların akışını izlemelerini öneriyorum. Televizyon izlemek bazı insanlar için gerileme olabileceği gibi, bazı insanlar için de bulundukları yerden daha ileri bir noktayı temsil eder. Köylerde konuşmayan, fiziksel aktivite dışında hiç bir şey yapmayan kadınlar var. Bir dizideki olay örgüsü, bu kişiler için bir algısal uyarıcı niteliği taşır.”

Dr. Mungan, küçük egzersizler, bulmacalarla beyni her zaman canlı tutmaya çalışmak gerektiğini kaydett

Diyetisyenler, aç kalarak yapılan diyetlerde metabolizma hızının düşmesi nedeniyle kilo vermenin zorlaştığını, bu nedenle az ama sık sık yemek yiyerek ve dengeli beslenerek kilo verilmesi gerektiğini söylediler.

Yazın gelmesiyle birlikte özellikle kadınlar hızlı kilo verebilmek için çeşitli diyet programlarını uygulamaya başladı. Diyetisyenler, aç kalarak yapılan diyetlerin metabolizma hızının düşmesine bağlı kilo vermenin de zorlaştığını, bu nedenle az ama sık yemek yiyerek ve dengeli beslenerek kilo verilebileceğini belirterek Bilinçsiz yapılan diyetler geri dönüşümü mümkün olmayan sorunlara yol açabilir uyarısında da bulundular.

Echomar Sağlık Grubu Özel Göztepe Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümünden uzman diyetisyen Yasemin Serintürk, diyetin, bireyin tüm ihtiyaçlarını yeterli ve dengeli bir biçimde karşılanmayı hedefleyen, kişiye, cinsiyete, yaşa, kültürel ve sosyolojik durumlara göre farklılık gösteren ömür boyu uygulanması gereken, tüm besin gruplarının yer aldığı sağlıklı beslenme biçimi olduğunu söyledi.

Diyet yapmanın aç kalmak anlamına gelmediğine dikkat çeken Serintürk, Aksine acıkmayı beklemeden yemek yemek demektir. Vücuda ihtiyacı kadar enerji alınması, sağlıklı ve doğru gıdaların tercih edilmesi, az az ve sık sık yemek yenilmesi diyet ve doğru beslenme için en anlaşılır tanımdırdedi.

Aç kalmanın kilo vermeye yardımcı olmayacağına dikkat çeken Serintürk, bireyin aç kalmasına bağlı olarak metabolik hızının düştüğünü ve kilo vermenin de zorlaştığını vurguladı.

Vücut kilo almaya ve alınan kaloriyi depolamaya daha eğilimli hale gelir. Çok düşük kalorili, aç bırakan diyetler, fazla yağ ağırlığının kaybına değil, su ve kas dokusunun kaybına yol açar ki bu da hiç istenmeyen tehlikeli bir sonuçtur uyarısında bulunan Serintürk, çeşitli haplar ve yöntemler ile mucize şekilde kilo vermenin de mümkün olmadığını kaydetti.

Doğru kilo verme yöntemleri

Kilo vermenin en bilinen ve medikal yöntemi, bir beslenme ve diyet uzmanı kontrolünde yanlış beslenme alışkanlıklarının saptanıp doğru olanlar ile değiştirilmesi ve bireyin hayat tarzında kalıcı değişiklikler yapılmasıdır.

Kilo vermeye yardımcı ve devamlılığı destekleyen takviyeler bulunmakla birlikte hiçbirisi mucize bir etki yaratmaz ve tek başına kullanıldıklarında da kalıcı, sağlıklı bir sonuç vermez.

Vücutta kilo olarak adlandırdığımız doku, yağ ağırlığının fazla olan kısmıdır. Kişi hangi bölgeden kilo alıyor ise beslenme değişikliği ile ilk olarak yine aynı bölgeden kilo kaybeder.

Diyet kişiye özeldir. Birey, kilo verme süresince en fazla iki haftada bir, en az haftada bir defa, diyet uzmanı ile bire bir görüşerek interaktif bir şekilde beslenme tedavisinin takibi yapılır.

Hedeflenen kiloya ulaştıktan sonra ise ayda bir takip ile kilo koruma süreci koordine edilir.

Sürekli aynı tarz besinlerin tercih edilmesi, diğer besin öğelerinin eksikliğine ve hastalıklara yol açabileceği gibi kişinin sağlıklı kilo vermesini de engelleyecektir.

Sanofi Aventis Grubunun aşı kuruluşu olan Sanofi Pasteur, kısa bir süre önce domuz gribi (A/H1N1) aşısını üretmek için gerekli olan virüs örneğini aldığını açıkladı.
Sanofi Pasteur’ün virüs örneğini almasıyla ”pasajlama” adı verilen üretim sürecine başlanacak, ardından da ürün örneği üretilecek.

”Pasajlama”, virüsün aşı üretim aşamasına en uygun hale getirilmesi süreci anlamına geliyor. Yaklaşık 2 hafta sürecek pasajlama sürecinin ardından kalite kontrol işlemleri yapılacak ve aşı firması endüstriyel bazda üretime başlayabilecek duruma gelecek.
Sanofi Pasteur, grip aşısı üretimini Swiftwater, Pennsylvania ve Fransa Val de Reuil’daki tesislerinde gerçekleştiriyor.

(A/H1N1) virüsünün son günlerde Dünya Sağlık Örgütü bölgesi içinde yer alan en az 2 ülkede insandan insana bulaşması sebebiyle örgüt, pandeminin 5. aşamasına geçildiğini duyurmuştu.

Sanofi Pasteur Yönetim Kurulu Başkanı Wayne Pisano konuya ilişkin yaptığı açıklamada, virüsün aşı üretim ortamında ne kadar verimli kullanılabileceğini tespit edip geniş ölçekli aşı üretimi için gerekli örneği hazırlamak üzere çalışmalara başladıklarını bildirdi.

Sanofi Pasteur, geçen yıl 1.6 milyar dozdan fazla aşı temin ederek dünya çapında 500 milyon dolayında kişinin bağışıklanmasını sağladı. Firma, 20 bulaşıcı hastalığa karşı koruma geliştiren aşı üretiyor.

Hayal kurmanın sanıldığı gibi vakit kaybı olmadığı ortaya çıktı. Kanadalı bilim insanlarının yaptığı araştırmalara göre, hayal kurmak beynin birçok bölümünün işlevini artırıyor ve bu sayede karmaşık sorunların çözülmesini sağlayabiliyor.

Hayal kurmak, beyni harekete geçirerek karmaşık sorunların çözülmesini sağlayabiliyor.

Kanada’daki bilim adamlarının yaptığı araştırma, hayal kurmanın beynin birçok bölümünün işlevini artırdığını ortaya koydu. Ancak araştırmanın en ilginç yanı, bir kişi düşüncelere daldığında, beynin karmaşık sorunların çözülmesini sağlayan bölümlerinin işlevinin yoğun şekilde arttığını göstermesi. Bugüne dek bu bölümlerin karmaşık sorunlar karşısında yavaşladığı sanılıyordu.

Araştırmaya imza atanlardan Profesör Kalina Christoff, hayal kurarken, bir işe olduğu kadar yoğunlaşılmasa da beynin birçok merkezine başvurulduğunu belirtti.

Christoff, araştırmanın birçok kişiyi algılarını gözden geçirmeye itebileceğini ifade ederek, insanların fikir almaya alışkın olduğunu ve hayal kurmanın iyi bir şey olmadığını sandığını ancak durumun bunun tam tersi olduğunu vurguladı.

Bilim adamı, insanların zamanın üçte birini hayal kurarak geçirdiğini belirterek, bilimin, hayatın bu büyük bölümünü gözardı ettiğine dikkati çekti.

Araştırma, Amerikan “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlandı.

Maymunların hatalarından ders çıkarabildiği bildirildi. “Science” dergisinde yayımlanan araştırmanın, insanlar gibi maymunların da ne yapabilecekleri, ne yapmak istedikleri ve ne yapmaları gerektiği duygusuna sahip olduklarının ilk kanıtı olduğu belirtiliyor.

ABD’nin Duke Üniversitesi’nden Ben Hayder ve ekibi, maymunları, bilgisayar ekranında yeşil bir kare gördüklerinde büyük ödül alacakları konusunda eğitti. 8 beyaz kareden hangisinin arkasında yeşil karenin gizlendiğini bulmaları gereken maymunlara başarılı olduklarında büyük bardakta meyve suyu verildi.

Maymunların, eylemlerin olası sonuçlarını ele almayı sağlayan insanlardaki soyut düşünce yeteneğine sahip olup olmadıklarını anlamak için araştırmacılar, başarısız olduklarında hayvanlara kaçırdıkları ödülleri gösterdi.

Maymunların beyninin, karar alma sürecinde önemli rol oynayan bölümündeki sinirleri inceleyen bilim adamları, sinirlerin ödülün değerine göre tepki verdiğini, ödül ne kadar büyükse tepkinin de o kadar fazla olduğunu belirledi.
Bilim adamları, maymunlara kaçırdıkları ödül gösterildiğinde sinirlerin aynı şekilde tepki verdiğini de gördü.

Araştırmaya imza atanlardan Michael Platt, sinirlerin iki rolünün olduğunu öğrenmenin önemli olduğunu çünkü maymunun her iki durumda aldığı bilgileri eylemine uyarlayabildiğini, bunun da maymunların daha iyi seçimler yapmalarını sağlayabildiğini ifade etti.

Platt, böyle bir mekanizmanın, başkalarının yeni birçok soyut bilgi yaydığı karmaşık sosyal çevrelerde son derece önemli olabileceğini kaydetti.

“Science” dergisinde yayımlanan araştırmanın, insanlar gibi maymunların da ne yapabilecekleri, ne yapmak istedikleri ve ne yapmaları gerektiği duygusuna sahip olduklarının ilk kanıtı olduğu belirtiliyor.

The Telegraph gazetesince Türkiye’deki “saklı hazineler”e ilişkin geniş haberinde Safranbolu için “amatör fotografçının rüyası” ifadesi kullanıldı. Haberde, “Eğer Dünyanın En Şirin Kenti için bir ödül olsa, Safranbolu aday olurdu” denildi

Türkiye’yi ziyaret etmenin tam zamanında olduğu belirtilirken Türkiye’de turistlerin genellikle gezmediği harika bir çok yerinin bulunduğuna dikkat çekildi. İngiliz The Telegraph gazetesi, Türkiye’deki “saklı hazineler”e vurgu yapıldığı geniş haberinde Safranbolu için “Eğer dünyanın en şirin kenti için bir ödül olsa, Safranbolu aday olurdu” denildi.

The Telegraph gazetesi, euro bölgesinin İngiliz turistleri için çok pahalı hale geldiği için Türkiye’nin çekici bir tatil yeri hale geldiğini belirtirken “Türkiye’nin saklı hazineleri”ne dikkat çekti. Bu çerçevede Edirne ve Ankara gibi çeşitli bölgelerin turistlerin hoşuna gidecek tarihi ve turistlik yerleri üzerinde durulduğu haberde UNESCO tarafından Dünya Mirası’nın bir parcası ilan edilen Safranbolu’ya dikkat çekti.

“Safranbolu, Türklerin beton tutkusu olmasa Türkiye’nin nasıl görüneceğini gösteren yerdir” diyen gazete, “1970 yıllarında ülkenin Osmanlı mirasının önemli bir bölümü yıkılarak blokların insa edildiği sıralarda Safranbolu, mimari vandalizm çılgınlığından uzak kalmayı tercih etti ve kendisini korumaya yöneldi. Otuz yıl sonra sonuç bir amatör fotografçının rüyasıdır: taşlı sokaklar, şahane Osmanlı konakları, 17. yüzyıldan kalan bir hamam, kökne ahşap evler, demirciler sokağı.. Eğer dünya’nın en şirin kenti için bir ödül olsa, Safranbolu aday olurdu” dedi.

Depresyon çağımızın hastalığı; hayatımızdaki her şeyi kötü etkilediği gibi cinsel hayatı da olumsuz etkiliyor. Kötü cinsel hayat ise depresyon sebeplerinden biri! Peki, bu kısır döngüden nasıl kurtulmalı?

Herkes yaşamının bir döneminde umutsuzluk, hüzün, keder, mutsuzluk gibi olumsuz duygular yaşayabilir. Bunlar, genellikle yaşanan olaylarla ilişkili ve geçicidir. Bazen bu duygulanımlar daha aşırı boyutlarda ve daha uzun süre yaşanabilir. İşte bu durumda, kendine özgü belirtileri olan, çok iyi tanımlanmış ve ciddiye alınması gereken bir hastalık olan depresyondan bahsedilebilir.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği; toplumda en sık rastlanan ruhsal bozuklukların başında gelen depresyon ve cinsellik konularındaki tartışmalara açıklık getirdi ve depresyonun cinsel hayatı bitirdiğine dair bir araştırma ortaya koydu.

Depresyon bir çökkünlük halidir

Depresyonun, kişide ilişkisel, kalıtımsal, çevresel ya da hormonsal bozukluklar sonrasında gelişen çökkünlük hali olduğunu ifade eden uzmanlar; “Depresyon tıpkı diğer hastalıklar gibi, örneğin kalp ya da mide ülseri gibi tıbbî bir durumdur ve kişiden kişiye değişiklikler gösteren bir grup belirti ve bulgulardan oluşur.” diyorlar.

— Kendinizi, bir süredir hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren bir biçimde ağlamaklı, üzgün, kederli, morali bozuk, mutsuz, dertli, çaresiz, sıkıntılı, zavallı, neşesiz, sinirli, çökkün, boşluktaymış gibi v.b. olarak tanımlıyor ve hissediyorsanız,

— Eskiden zevk aldığınız etkinliklerin çoğuna karşı ilginizde azalma varsa veya artık bunlardan eskisi gibi zevk almıyorsanız,

— İştahınızda azalma veya artma varsa ve istemediğiniz halde kilo veriyor veya alıyorsanız,

— Hemen her gün uykusuzluk çekiyorsanız ya da aşırı uyuyorsanız,

— Uykuya dalmakta güçlük çekiyor veya sabahları istemediğiniz halde erken uyanıyor veya gece sık sık uyanıyorsanız,

— Eskiye göre çok daha uzun süre uyumanıza rağmen kendinizi yorgun hissediyorsanız,

— Hemen her gün yakınlarınızın da fark ettiği şekilde konuşmanızda, düşüncelerinizde ve davranışlarınızda bir yavaşlamadan yakınıyorsanız,

— Karar vermekte, etkinliklere başlamakta ve sürdürmekte güçlük çekiyorsanız,

— Yorgunluk, bitkinlik ve enerji kaybınız olduğunu hissediyorsanız,

— Cinsel isteğiniz azalmışsa veya sertleşme sorunları yaşıyorsanız,

— Bedeninizde nedeni bulunamayan ağrılar, nefes darlığı, yorgunluk, baş dönmesi, mide ve bağırsaklarda gaz, ishal-kabızlık dönemleri gibi yakınmalarınız varsa,

— Değersizlik, kendini beğenmeme veya küçük görme, kendini kınama, suçlama ya da suçluluk duyguları sizi rahatsız ediyorsa,

— Düşüncelerinizi belli bir konuya yoğunlaştırmakta güçlük çekiyor veya zihninizin karmakarışık olduğunu hissediyorsanız, en basit konuda bile karar vermekte güçlük çekiyorsanız,

—Yineleyen biçimde “ölsem de kurtulsam” diye düşünüyorsanız veya aklınıza intihar düşünceleri takılıyor veya intihar planları yapıyorsanız…

Bunlardan birkaçı sizde varsa depresyonda olma olasılığınız çok yüksektir.

İşsizlik kişiyi depresyona sokabiliyor

Depresyonun her yaşta görülebileceğine dikkat Psk. Gülüm Bacanak; “Depresyon kadınlarda en sık 35–45 yaşları arasında, erkeklerde ise; 45–55 yaşları arasında ortaya çıkar. Depresyon bekâr ya da evlilere göre, ayrılmış ve boşanmış kişilerde daha çok görülür. Bekâr kadınlarda evlilere göre daha az oranda depresyona rastlanabilir. Erkeklerde ise evlilik, depresyon riskini bekârlığa göre azaltmaktadır. Bu kişilerin ailelerinde intihar ve alkolizm yüksek oranda görülmektedir. En az 6 ay süre ile işsiz kalan kişilerde de depresyon daha çok görülür.” dedi.

Depresyon cinsel hayatı nasıl etkiliyor? Kötü cinsel yaşam depresyona nasıl sebep oluyor?

Depresyon belirtilerini ciddiye almayan birçok hastanın tedavi olma gereği bile duymadığını söyleyen Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe, “Bir tükenmişlik hissi yaratan, uyku ve iştah sorunları yaşatan, hatta kişi intiharın eşiğine götürebilen depresyon; cinsel problemlere de yol açabilir, hatta cinsel hayatı bitirebilir.” dedi.

Depresyona girmiş erkeklerde başta cinsel isteksizlik, erken boşalma ve sertleşme sorunları görülürken, kadınlarda ise daha çok cinsel isteksizlik ortaya çıkar.

Çünkü cinselliğin; cinsel istek, uyarılma ve orgazm olmak üzere 3 aşaması vardır. Depresyonda başta cinsel istek (libido) azalır. Buna bağlı olarak uyarılma ve orgazm sorunları da ortaya çıkabilir. Ancak tüm bu sorunlar depresyonun tedavi edilmesiyle birlikte kendiliğinden düzelmektedir.

Cinsel sorunlar depresyonu ağırlaştırabiliyor

Depresyonda negatif bir kısır döngü yaşandığını söyleyen Cinsel Terapist Psk. Gülüm Bacanak; konuyu şöyle özetliyor: “Bu kısır döngü ‘yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar’ bilmecesi gibidir. Depresyon cinsel sorunlara yol açabilirken, cinsel sorunlar da mevcut depresyonu ağırlaştırabilir.” dedi.

Cinsel sorunlara depresyonun yol açtığını bilmeyen hastalar, genellikle bu sorunların kendi yetersizliklerinden kaynaklandığını düşünürler, bu da mevcut tabloyu ağırlaştırır. Ağırlaşan umutsuzluk ve karamsarlıkta daha önce var olmayan cinsel sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Hasta cinsel hayatının tamamen sona erdiğini düşünerek depresyonunu daha ağır yaşamaya başlar. Bu durumda ‘yine başarılı olamazsam’ düşüncesiyle başaramama korkusuna (performans anksiyetesi) kapılan hastada, depresyon tedavi edilse bile cinsel işlev bozukluğu kalıcı olabilir.

Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır

Depresyonda olan kişilerin çoğu tıbbi yardım almayı düşünemezler ve bunun sonucunda da büyük acılar çekerler. Bu nedenle, depresif yakınmalarınız varsa; kendiniz, çevreniz ve geleceğiniz için bir terapiste başvurun ve yardım isteme hakkınızı kullanın. Çünkü umutsuzluk, mutsuzluk ve çaresizlik durumu olan depresyonda, umutsuzluğunuzu paylaşmak ruhsal iyileşmeye giden yolun ilk adımı olacaktır. Cinsel problemlerin de geçici olduğunu bilmek ve bu konuda kendini telkin edebilmek çok önemli bir başlangıçtır.

Bugün 19 Mayıs… Atatürk’ün tüm mazlum uluslara örnek olacak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için Samsun’a ayak bastığı gün. Ve bu güzel günde kendi deyimiyle, “Atatürk’ün kızı” Türkan Saylan Hoca’yı ebediyete uğurluyoruz. Bu anlamlı günde veda etmek Türkan Hoca’ya yakıştı. Geride binlerce, on binlerce “Atatürk kızı” bırakarak, gönül huzuru içinde ayrıldı aramızdan. Mekânı cennet olsun, bütün Türkiye’nin başı sağ olsun.

Biraz daha yaşadı
Ne kadar sakin sakin söylemişti televizyonda:
“Benim biraz daha yaşamam gerekiyor” diye.
“Biraz daha” yaşaması gerekiyordu gerçekten ve biraz daha yaşadı.
Ölüme hazırlanırken, “kuvvetli şüphe” ile evinde, LAW silahı, suikast silahları, darbe planları aranınca, biraz daha yaşaması gerekiyordu. Gerekiyordu ki, son dersini verebilsin. O dersi de verdi. Gözaltına alınan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin yöneticilerinin hepsi serbest kaldıktan, Türkan Hoca’nın evinde silah, patlayıcı madde arayanlar mahcup olduktan sonra ölebilirdi. Öyle yaptı.
“Ben üzerime düşen görevleri yaptım, artık ölüme hazırım” dedi ve öldü!

Son ödülü: Ergenekon
Türkan Saylan Hoca’ya güzel ömrü için verilen ödülleri saysak bu yazıya sığmaz.
Ne yazık ki devletin verdiği son ödül, Ergenekon oldu. Ölümüne 5 kala terör örgütüne üye olmak “kuvvetli şüphesi”yle evi arandı. Ergenekoncu, terörist, darbeci, PKK destekçisi, Hıristiyan misyoneri ilan edildi!
Ergenekon soruşturmasında birçok uygulama eleştirildi. Ama herhalde, varıyla yokuyla kendini Ergenekon soruşturmasına adamışlara bile “Bu kadar da olmaz” dedirten Türkan Saylan Hoca’ya yapılan muameledir. Kamu vicdanında en küçük bir yer bulamayan bu muamele Türk halkı tarafından iade edilmiştir.

Bir çınar gibi
Türkan Saylan Hoca bir çınar gibiydi. Bir çınar gibi ayakta öldü. En büyük teselli, okulla buluşturduğu on binlerce kızımızdır.
Nerede bir insanlık varsa, nereye bir insanlık lazımsa orada mutlaka Türkan Hoca vardı. Onu cüzzam hastalarından sormak gerekir. Onu Posof’un mezrasından, Edirne’nin köyünden alıp okula, yurda yerleştirdiği kız çocuklarından sormak gerekir. Onu Cüzzamla Savaş Derneği’nden, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki mücadele arkadaşlarından sorup öğrenmek gerekir.
Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedeflerine, ancak Türkan Saylan Hoca gibi değerlerle ulaşabiliriz. Özellikle kız çocuklarının eğitimden geçtiğini görmekle kalmayıp, ömrünü bu hedefe bahşedebilen Türkan Hoca’larla başarabiliriz.
Türkan Saylan, insan olmanın, hekim olmanın, eğitimci olmanın ne demek olduğunu bir ömür vererek kanıtladı. Abideleşmesi bundandır.

Ayıbı bile güzelleştirdi
Türkan Hoca, kendisine yapılan ayıpları bile güzelleştirecek kadar sağlam bir kişiliğe sahipti. Pencereden el sallarken, kapıda biriken sevenlerini sakinleştirirken, “Benim biraz daha yaşamam gerekiyor” derken yaptı bunu.
“Hıristiyan misyoneri” diyenlere, “Evet. Ben bir misyonerim. Cumhuriyet misyoneriyim” diye sakin sakin cevap verirken yaptı.
19 Mayıs’ta veda etmek yakıştı Türkan Hoca’ya…

Utanıyorlar mıdır acaba şimdi? Hani o, ziyaretine gelenleri selamlamak için başını, boynunu sarıp cama çıktığında, “Hayatını örtü düşmanlığına adadı. Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı” diye yazanlar…
“Evi basıldığında ağır hasta görüntüsü vermişti, tarikatlara söverken ise turp gibiydi” diye yalan düzenler…
“Konu Müslümanlık olunca hastalığını unutuyor” diyerek onu hedef gösterenler…
“Battaniyesini atıp konsere koştu” başlığıyla onu kendileriyle karıştırıp takiyeci ilan edenler…
Evini basıp 20 yıllık ajandalarını götürenler…
Din, her şeyden önce vicdansa…
Yürekleri hepten çöl olmadıysa…
Şeytan ruhlarını esir almadıysa…
Vicdan azabı çekerler mi?
Bir özür dilerler mi?
* * *
Türkan Saylan, bu ülkenin yüz akıydı.
Ancak samimiyetle inanmış insanlarda rastlanabilecek bir feda kültürünün son temsilcisi…
İnsanların yardımına koşmak, cehaletle savaşmak uğruna koşulsuz kendinden vazgeçecek bir örnek insan…
İçi boşaltılmış “ahlak” kavramının etten, kemikten hali… Demokrasiden taviz vermeyen laiklik hassasiyetinin sesi…
Bir eğitim mücahidi…
“Annesi Hıristiyan, kendisi misyonerdir” diyenler annesinin Müslümanlığa geçiş belgesi karşısında başlarını öne eğmişler midir acaba?
“Kendini acındırmak için hasta taklidi yaptığını” söyleyenler ölümü karşısında günaha girdiklerini fark edip hicap duymuşlar mıdır?
* * *
Tek başına bir toplumun kaderini değiştiren insanlar vardır; Türkan Saylan, onların başında anılacaktır.
Onunla ilk görüşmemiz, 15 yıl önceydi. “Sarı Zeybek”e Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verdiği ödülü onun elinden almıştım.
Son görüşmemizde “Kardelenler” için bir kampanya filmi planlıyorduk birlikte… Ve o yine, hepimizi hayranlığa sürükleyen bir enerjiyle, Anadolu’daki kızların durumunu anlatıyordu.
“Anadolu’yu küçücük katkılarla değiştirmek mümkün” diyordu.
“Bir kızın özgürlüğünün bedeli 200 YTL” idi.
Bulabildiği her kuruş, onun için kurtarılmış kızlar demekti.
* * *
Hasta halinde evinin basılması ve derneğinin yöneticilerinin, arşivinin götürülmesi, Ergenekon’un dönüm noktası oldu; soruşturmanın zihni arka planını ortaya koydu.
“Çağdaş Yaşam”, cami duvarıydı soruşturmanın…
Saylan’a dokunulmasını kimse onaylamadı; birkaç vicdansız hariç… Onlar da bir süre insafsızlıklarıyla hatırlanacak, sonra unutulup gideceklerdir.
Radyoaktiviteyi keşfeden, iki Nobelli Marie Curie, 1911’de Fransız Bilimler Akademisi’ne üyelik için davet edildiğinde bir gazete “O Fransız değil, Yahudidir” diye yazmıştı. Yayın etkili olmuş, Madam Curie Akademi’ye alınmamıştı.
Ne oldu?
Fransız Bilimler Akademisi’ne ilk kadın üye, ancak 68 yıl sonra, 1979’da seçilebildi.
Yalan kampanya yürüten gazete, halen tarihin çöplüğünde serili…
“Madam Curie” adı ise tarihi ışıtıyor. Türkan Saylan için de öyle olacak.
Adı, imdadına yetiştiği kızların yüreğinde ve hayatını adadığı ülkenin vicdanında yaşayacak.
Ruhu ise, ancak cehalete karşı açtığı savaş sonuçlandığında huzura kavuşacak…

O Bu yazıyı yazarken aşağıda gazetenin önünden binlerce insan oluk oluk Zincirlikuyu’ya doğru akıyor…

Bazıları ellerinde Mustafa Kemal’in fotoğrafıyla işlenmiş Türk bayrakları taşıyorlar…

Bazıları bayrak işlemeli kırmızı şapkalar giymişler, bazıları beyaz tişört…

Dün 19 Mayıs’tı…

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmak üzere, Bandırma Vapuru’na bindiği gün…

Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç tarihi…

Türkan Saylan’ın cenazesinin böyle bir güne denk düşmesi bir tesadüf müdür acaba?..

Yoksa Tanrı muhteşem gücünü ve varlığını bu olayda göstermekte midir?..

Mustafa Kemal’e adanmış, onun eğitim gönüllüsü olmuş, cüzzamla savaşmış, kardelenler yaratmış, bir Cumhuriyet kadınının cenazesi 19 Mayıs’a denk düşüyor…

Onbinler aşağıda caddeden slogonlar atarak geçiyor…

***

Emin olabilir ki o onbinler…

Türkan Saylan’ın en çok görmek isteyeceği şey, cenazesinin böyle kalkmasıydı…

Sivil, demokrat, Cumhuriyetçi, laik kitleler tarafından Mustafa Kemal ve Türkan Saylan fotoğrafları beraberce taşınarak…

“Yiğidim aslanım burda yatıyor” türküsü söylenerek…

Modernliğin, Cumhuriyet’in, birey olmanın ve okuyan Türk kadınının alkışlarıyla, kilometrelerce yürünerek…

***

Bir şey çok önemlidir;

Benimle katıldığı televizyon programında kendisine karşı yapılan haksızlıklardan hesap soracağını söylerken, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gideceğim…” demişti…

Daha bir ay önce, 16 Nisan’da…

Laik, Cumhuriyetçi, sivil ve demokrat bir önder kadın, “Haksızlıklara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne” gideceğini söylüyor…

Dünya demokrasisinin geldiği noktayı, müktesebatı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kimliğinde öne çıkartıyor…

“Biz Avrupa’ya girmeye çalışıyoruz” diyen AKP’nin de, “Atatürk’ün ulusalcılığı Batı karşıtıdır…” diyen bir bölüm ulusalcanın da dikkatle okuması gereken bir tutum Saylan’ın pozisyonu…

Sivil ve demokrat olabilmek…

Ve başkalarına sivil ve demokrat davranırken, Mustafa Kemal’den kendi içinde vazgeçmemek…

Kazandığın birçok şeyde onun imzası olduğu bilmek ve hissetmek…

Ona duyduğun şükranı, ipe sapa gelmez birkaç dönekçe lafa kurban etmemek… Hepsi hepsi bu değil miydi Türkan Saylan?..

Hepsi hepsi bu değil midir söylediklerimiz ve mücadelisini verdiğimiz?..

***

DÜNKÜ CENAZEYİ İYİ OKUMASI GEREKENLER…

1) Her mitingi, her eylemi darbe tezgâhçılarının yaptığını sananlar…

Her olayda muvazzaf ya da emekli subay parmağı arayıp, “Yine bir darbe ihtimali var” çığırtkanlığına düşenler…

2) Geniş katılımlı cenazelerin ve sokaktaki mitinglerin “demokrasiye hizmet etmediğini söyleyen” zevat…

Miting kültürü almamış, sokağın sesinini haykırmasındaki demokrasiyi keşfetmemiş, mitingi anarşi, yürüyenleri “yürümekle yolları aşındıramayacak bir anarşist” potansiyeli olarak görenler…

***

3) Türkiye’de, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal’le başlayan her şeyi, “Toplumu yukarıdan aşağı tek tip elbiyese sokmaya çalışan bir asker-sivil bürokrat komplosu” olduğuna inananlar…

Sorun onlara bakalım?..

Ölümü de onlar organize etti?..

4) Türkiye’de yaşayan insanların, Mustafa Kemal’e, kendi laik ve özgür hayat biçimine sahip çıkamayacaklarını düşünen gafiller…

Onların tek bir merkezden idare edileceğini düşenecek kadar saflaşabilen yaratıklar…

Onlar bilmezler ki, “Bir insan kolay kolay kendi yaşam biçiminden ve inançlarından vazgeçemez ve dönekleşemez…”

İnanç inançsa, yaşam biçimi okkalıysa insanın, baskı altında tırsması için kendinden vazgeçmesi gerekir…

Dün yürüyen onbinler, kimsenin kendinden vazgeçmeye niyeti olmadığını gösterdiler…

Teşekkürler…

***