Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Bu hafta dördü yerli yedi yeni film gösterime girecek.

Zülfü Livaneli’nin yönettiği ve Sinan Tuzcu, Serhat Mustafa Kılıç, Dolunay Soysert ile Özge Özpirinçci’nin oynadığı ”Veda” bir dönem filmi olarak dikkatleri üzerine çekiyor.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün hayat hikayesinin, çocukluk arkadaşı ve yaveri Salih Bozok’un gözünden anlatıldığı filmde, Atatürk ve Salih Bozok’un Selanik’te çocukluktan başlayan ve Cumhuriyet ile birlikte aynı ideallerin peşinde yürüyerek devam eden yarım asırlık dostluğu sergileniyor. Bu dostluğun, Atatürk’ün hayatının dönüm noktalarının, vatanı kurtarmak için ölüme meydan okuyan bir kuşağın komutanının hikayesinin aktarıldığı filmin senaryo çalışması üç yıl sürdü, 27 Ekimde başlayan çekimleri ise 7 haftada tamamlandı. Ayvalık, İzmir, Antalya ve Seferihisar’da yapılan ve Atatürk’ün arabasının da kullanıldığı çekimlerde yaklaşık 2 bin figüran görev aldı. Projede, 13 kişilik İtalyan ve Alman teknik ekip de görev yaptı. Ünlü Alman görüntü yönetmeni Peter Steguer’in yanı sıra saç tasarımını İtalyan Signoretti, set makyajını Vittorio Sodano’nun yaptığı filmin kostümleri de Baran Uğurlu tarafından döneme uygun olarak eskitilerek renklendirildi.

Oğul yönetti baba oynadı

Oğulcan Kırca’nın yönettiği ve babası Levent Kırca ile Başak Daşman, Korel Cezayirli ve Suna Selen’in oynadığı ”Son İstasyon” küçük bir Anadolu kasabasında geçiyor. Çekimleri İstanbul ve Uşak’ta gerçekleştirilen film, taşrada küçük bir istasyonda emeklilik için gün sayan bir memur olan Ruhi’nin hikayesini anlatıyor. Ruhi’nin en büyük hayali, emekli ikramiyesiyle bir ev alıp hayatının son demlerini huzurlu bir şekilde geçirmek ancak kızı Esra ve küçük oğlu Önder’in daha iyi yaşamak gibi hayalleri var. Onların bu hayalleri bütün aileyi bir anda İstanbul’a sürüklerken, Ruhi’nin eşi ve annesiyle birlikte İstanbul’a gelmesiyle gelişen olaylar kontrolden çıkar. ‘

Gülmeye hazır olun

Hakan Algül’ün yönettiği ve Ata Demirer, Demet Akbağ Özge Şakrak Borak ile Salih Kalyon’un oynadığı ”Eyyvah Eyvah”, Trakyalı, klarnet çalan bir genci ve bir bar şarkıcısının hikayesini anlatıyor. Çekimleri yaz aylarında Çanakkale ve İstanbul’da gerçekleşen komedi filminin konusu şöyle: ”Hüseyin, Trakya’nın bir köyünde ninesi ve dedesiyle büyüyen bir delikanlıdır. İki büyük aşkı klarnet çalmak ve Müjgan ile mutlu bir hayattır. Ancak, hiç beklemediği bir olay onu köyünden ayırır. İstanbul’a gelen Hüseyin’e önce klarneti, sonra da şarkıcı Firuzan destek olacaktır. İstanbul’un gece kulüplerinde çalışan Firuzan’ın hayatı rengarenk ve bir o kadar da karışıktır. Hüseyin’le tanışınca hayatına kahkaha ve macera dahil olur.

Bir başka deli dumrul hikayesi

Oğuz Yalçın’ın yönettiği ve Emir Benderlioğlu, Sema Öztürk, Mustafa Üstündağ ile Arzu Yanardağ’ın oynadığı ”Deli Dumrul Kurtlar Kuşlar Aleminde”, 12 yıl suçsuz yere hapis yatan Durul’un çıktıktan sonra ”Deli Dumrul” oluşunun trajikomik hikayesini anlatıyor. Filmin kahramanı Durul, özü sağlam, mert ve yiğit bir delikanlıdır ama yıllar önce sokak arasında tanımadığı, ağır yaralı birine yardım etmek isterken, suç üstüne kalır. Cezasını doldurduğunda eğitim çağı geçmiş, ”hayatı ıskalamış” biridir artık. İçeride tek öğrendiği şey ”delikanlılık raconu”dur. Durul için hayatta var olabilmek için bu sermayeyi kullanmak farz olmuştur.

Gudi’nin maceraları

Rob Marshall’ın yönettiği ve Nicole Kidman, Penelope Cruz, Judi Dench ile Daniel Day Lewis’ın oynadığı ”Nine” çevresi dudak uçuklatan kadınlarla dolu bir yönetmenin hayatını beyazperdeye taşıyor. Senaryosunu Michael Tolkin ve Anthony Minghella’nın yazdığı filmin konusu özetle şöyle: ”Yetenekleri ve aşk hayatı çöküntüye uğrayan yönetmen Guido, son filminin yapımından vazgeçmek üzeredir. Sıkıntılardan kurtulmaya çalışırken, bir sürü güzel kadınla kurduğu çalkantılı ilişkiler içinde kaybolur. Metresi, karısı, ilham perisi, sırdaşı, cilveli bir muhabir, öğretici bir hayat kadını ve annesi ile yaşamını paylaşan Guido, dibe yaklaşırken bir kurtuluşun peşindedir.

Mandela’nın hikayesi

Clint Eastwood’un yönettiği ve Morgan Freeman, Matt Damon, Scott Eastwood ile Langley Kirkwood’un oynadığı ”Yenilmez/Invictus”, Nelson Mandela’nın ülkesini bir araya getirmek için Güney Afrika ragbi takımının kaptanıyla güçlerini birleştirmesinin ilham veren gerçek öyküsünü anlatıyor. Senaryosu Anthony Peckham tarafından, John Carlin’in ”Playing the Enemy” adlı kitabından uyarlanan filmin konusu şöyle: ”Yeni seçilen Mandela, milletinin ırk ve ekonomik nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını bilmektedir. Mandela sporun uluslararası dili sayesinde insanları birleştireceğine inandığı için, 1995 Dünya Kupası’nda Güney Afrika Futbol Takımını destekler.

Salomon öldü mü?

Peter Jackson’ın yönettiği ve Mark Wahlberg, Rachel Weisz, Susan Sarandon ile Stanley Tucci’nin oynadığı ”Cennetimden Bakarken/The Lovely Bones” bir cinayete kurban giden 14 yaşındaki Susie Salmon üzerinde odaklanıyor. Alice Sebold’un çok satan kitabından uyarlanan film, 14 yaşında öldürülen Susie’nin hikayesini anlatıyor. Ölümünden sonra dünyada onsuz sürüp giden yaşamı, ortadan kayboluşuyla ilgili yorumları, ailesinin sevgili kızlarının canlı bulunması umuduna sarılmasını ve katilinin cinayetten kalan ip uçlarını yok etmeye çalışmasını takip eden Susie’nin istediği her şey, düşündüğü an yerine gelmektedir. Dünyada hayat sürerken Susie de bir şekilde o hayata dahildir.

İngiltere’deki iki büyük sinema zinciri, ünlü yönetmen Tim Burton’ın “Alice Harikalar Diyarında” filmini göstermeyerek boykot edeceğini duyurdu.

Odeon ve Vue sinemalarının, Johnny Depp‘in oynadığı Tim Burton‘ın son filminin DVD’sini 17 hafta yerine 12 haftada piyasaya çıkarmaya karar veren Disney’e kızdıkları ve bu kararı protesto ettikleri için filmi göstermeyecekleri belirtildi.

Disney’in ise düşen DVD satışlarını artırmak için filmin DVD’sini daha erken piyasaya sürmeye karar verdiğine dikkat çekildi.

Boykot, İngiltere genelinde filmin sinema salonlarının yüzde 40’ında gösterilmeyeceği anlamına gelirken, filmin galası, protestoya rağmen önceden ayarlandığı gerekçesiyle Londra’nın merkezindeki Leicester Square’de Odeon sinemasında perşembe günü yapılacak.

Odeon sinemasının sözcüsü Sky kanalına yaptığı açıklamada, galanın bir hayır kurumu yararına yapılacak olması, galaya İngiltere Kraliyet ailesinin üyelerinin katılacak olması ve filmin yapımında emeği geçenlere duyulan saygıdan dolayı galanın iptal edilmediğini, ancak galanın ardından filmin sinemada gösterilmeyeceğini söyledi.

Daha önce televizyona ve tiyatroya da uyarlanan, sinema tarihinde birçok filmin esinlendiği Lewis Carroll’ın ünlü romanı “Alice Harikalar Diyarında“yı son kez sinemaya uyarlayan ve “sıradışı” tarzıyla bilinen Amerikalı yönetmen Tim Burton’ın filmi merakla bekleniyordu.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), obezitenin yaygınlaştığına dikkati çekerek, obezitenin salgın boyutlarına ulaştığı, üye ülkelere obeziteyle mücadele politikaları geliştirmeleri çağrısı yaptı.

DSÖ’nün resmi internet sitesinden derlenen bilgilere göre, 50 yıl öncesine kadar gelişmiş ülkelerde belli oranlarda görülen obezite, bugün dünya geneline yayılmış bir sorun olarak kabul ediliyor, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde de kilolu ve obez sayısı artıyor.

DSÖ’nün rakamlarına göre, fazla kilosu bulunanların sayısı 1,6 milyarı, obez sayısı ise 400 milyonu geçerken, dünya genelinde her yıl 2,6 milyon insan obeziteye bağlı sağlık sorunları nedeniyle yaşamını yitiriyor.

Üye ülkelerin yeni bin yılın bu önemli sağlık sorunu üzerine daha dikkatle eğilmeleri çağrısında bulunulurken, gerekli önlemlerin alınmaması durumunda, 2015 yılında 15 yaş ve üzeri kilolu insan sayısının 2,3 milyara, obez sayısının da 700 milyona ulaşmasının beklendiğini açıkladı.

DSÖ verilerine göre, 21. yüzyılda en zorlu savaşın ”çocuklarda şişmanlık” alanında verileceğini belirtilirken, ”geleceğin obez adayları” olan kilolu çocukların erken yaşta kalp damar hastalıklarına ya da diyabete yakalanma risklerinin arttığına, sağlıksız kuşaklar riskiyle karşı karşıya kalındığına da vurgu yapılıyor.

Yüksek kalorili gıda ürünlerinin tüketimi hızla artarken, fiziksel aktivitenin de azaldığına işaret eden verilerde, alınan ve harcanan kaloriler arasındaki farkın arttığını, bu durumun dengelenmemesi halinde ”obezite salgınının” daha da yaygınlaşacağını kaydediliyor.

Kilo sorunu olanların ve obezlerin diyabet başta olmak üzere onlarca hastalığa yakalanma riskinin yüksek olduğunu hatırlatan verilere göre, obezitenin önüne geçilebilmesi için hükümetlerin, uluslararası kuruluşların, sivil toplum temsilcilerinin ve özel sektörün katkıda bulunduğu kapsamlı programların acilen geliştirilmesi gerekiyor.

Söz konusu programların etkili olabilmesi için bireylerin daha sağlıklı bir yaşam anlayışı yönünde bilinçlendirilmesi ancak bir yere kadar etkili olmakla birlikte, yeterli olmadığını kaydeden Dünya Sağlık Örgütü, hükümetlere ve yerel yöneticilere, bireylerin fiziksel aktivitelerini artırmalarına destek olacak sağlıklı çevreler yaratma, sağlıklı gıdalara fiziksel ve mali anlamda kolay ulaşmalarını sağlama konularında önlemler alınması çağrısında bulunuyor.

DSÖ, metre cinsinden boy ölçüsünün, kiloya bölünmesiyle bulunan Beden Kitle İndeksi 25 ve üzeri olanları kilolu, 30 ve üzeri olanları ise obez olarak tanımlıyor.

Yeni doğan bebeklerin, ilk günlerden itibaren notalar arasındaki uyumu ve ton farklarını ayırt edebildiği ortaya çıktı.

İtalya’nın Milano kentindeki Vita-Salute del San Raffaele Üniversitesi’nden bilim adamları, 1-3 günlük 18 bebeğe uyurken 3 parça dinletti. İlk parçada notalar uyumluydu. İkinci parçada bazı notalar bir ton üstten çalınmıştı ve üçüncü parçada notalar arasında uyum yoktu. Bebekler bu parçaları dinlerken, beyin filmleri çekildi.

Yetişkinler müzik dinlediğinde etkin hale gelen beynin sağ bölümünün, yeni doğan bebeklerin tümünde de harekete geçtiği görüldü. İkinci ve üçüncü parça dinletildiğinde ise beynin sağ bölümünün daha az etkin hale geldiği ve sol bölümün harekete geçtiği belirlendi.

Bilim adamlarına göre bu sonuçlar, yeni doğan bebeklerin doğumdan sonraki ilk saatlerden itibaren müziği algılama becerisine sahip olduğunu, ayrıca notalar arasındaki uyumsuzluğu ve ton farklarını anlayabildiklerini gösteriyor. Araştırma, Amerikan PNAS dergisinde yayımlandı.

Tıp alanında güncel bilgiye ve akademik içeriğe kolayca ulaşabileceğiniz, Kongre, seminer gibi etkinliklerden haberdar olabileceğiniz, Mesleğiniz ile ilgili veya mesleğiniz dışındaki her türlü konuda yazışabileceğiniz, Tedavi ettiğiniz vakaları meslektaşlarınızla paylaşabileceğiniz, Herhangi bir hastalıkla ilgili konusunda uzmanına kolayca ulaşarak konsülte edebileceğiniz, Özgeçmişinizi, yapmış olduğunuz çalışmaları ve mesleki yeterliliklerinizi paylaşabileceğiniz, Eski arkadaşlarınızı bulabileceğiniz, yeni arkadaşlıklar edinebileceğiniz, Merak uyandıran fısıltıları, efsane olmuş olayları ve kişileri takip edebileceğiniz, Doktor ile doktoru bir araya getiren, tüm tıp camiasını aynı çatı altında buluşturan, Hipokrat yeminine sadık, deontolojiye ve etik değerlere bağlı, bir iletişim ortamıdır.

İnsanların yaşlandıkça uykuya daha az ihtiyaç duydukları inancının efsane olduğu bildirildi.

Daily Telegraph’ın haberine göre, California Üniversitesi’nden uyku ve hafıza alanında uzman Prof. Sean Drummond, aslında yaşlıların da gençler kadar uykuya ihtiyaç duyduğunu belirterek, az uyumanın yaşlılarda hafızanın azalmasının nedenlerinden biri olduğuna da dikkat çekti.

Prof. Drummond, yaşlıların deliksiz uyumakta güçlük çekmelerinin, uykuya daha az ihtiyaçları olduğu yönünde yanlış bir inanışa yol açtığını bildirdi.

Amerikan İlmi İlerletme Derneği’nin toplantısında konuşan Drummond, 35 yaşındaki uyku süresini korumanın “idraktaki yaşla ilgili azalmayı” engellemeye yardımcı olabileceğini ve genel olarak sağlığa olumlu katkısı olacağını söyledi.

Bir kişinin 35 yaşındaki uyku süresiyle 75 yaşındaki uyku süresinin aynı olması gerektiğini belirten Drummond, “İnsanlar yaşlanınca uymakta güçlük çekiyorlar ve bunun artık daha az uykuya ihtiyaçları olduğunun bir işareti olduğunu düşünüyorlar. Aslında olay başka. Yaşlanınca uykunun kalitesi düşebilir, ama süreyi korumalıyız” dedi.

Prof. Drummond, yaş ortalaması 68 olan yaşlılar üzerinde yaptığı araştırmada, yetersiz uykunun beynin çalışma yeteneğini önemli ölçüde etkilediğini belirledi.

Araştırmaya katılanlar arasında daha az uyuyanların, kendilerine verilen bir isim listesini hatırlamakta daha çok güçlük çektikleri ortaya çıktı.

“İnsanlar az uykuyla da idare edebileceklerini sanıyorlar, ancak hafıza testleri bunun tersini söylüyor” diyen Drummond günde 7-8 saat uykunun normal olduğunu söyledi.

Drummond, “6 saatten az uyku işlerini yapma ve hatırlama yeteneğini etkiler” diye konuştu.

Drummond, yaşlanınca vücudun 24 saatlik ritminde değişikliler olması sebebiyle yaşlıların daha bölük pörçük uyuduklarını, bunun da gündüz uyuklamalarına gece de uyuma güçlüğü çekmelerine yol açtığını anlattı.

Bir çocuğun büyümesini, anası babası zor fark eder. Çünkü çocuk her gün gözlerinin önündedir ve bir günden ertesi güne değişiklik olmamaktadır.

Çocuk hep aynı gibidir. Ama aynı çocuğu bir yaşında gören kişi, dokuz yıl sonra gelip de onun on yaşını sürdüğünü gördüğü zaman gözlerine inanamaz. Ve çocuğu tanıyamaz. Ülkeler için de durum böyle. Her sabah kalkıyoruz, gazeteleri okuyoruz, işe gidip geliyoruz, akşam televizyonda haberleri izliyoruz ve ülkedeki büyük değişimi fark edemiyoruz. Her şey aynıymış gibi geliyor.

Oysa, Türkiye büyük bir hızla değişiyor, dönüşüyor, bambaşka bir ülke haline geliyor. Bunu anlamanın en kestirme yolu, ülkeyi üç beş yıldır görmemiş birisinin tanıklığına başvurmaktır. İnanın bana, bütün samimiyetimle söylüyorum; bir süre sonra Türkiye iyice tanınmaz hale gelecek.. Siz bile şaşıracaksınız. Peki bu değişimin yönü ne? Bunu kısaca “muhafazakarlaşma, Orta Doğu ülkesi olma, zenginleşme ve kalitesizleşme” olarak adlandırabiliriz. Dikkat edilirse bunlardan bazıları olumlu, bazıları olumsuz özellikler ama hepsi bir arada gerçekleşiyor. Yani önümüzdeki yıllarda şöyle bir ülkede yaşayacağız: Gökdelenlerle ve alışveriş merkezleriyle dolu, lüks mağaza ve Lokantalardan geçilmeyen, yabancı şirketlerin Orta Doğu merkezlerinin bulunduğu bugünkünden daha zengin bir ülke. Yani bir çeşit büyük Dubai ya da eski Beyrut! Öte yandan; daha da hızlanmış bir cahilleşme, kültürsüzleşme, lumpenleşme süreci. Her önemli işin başında; liyakata göre değil.. tarikat ilişkilerine göre seçilmiş insanlar. Alabildiğine muhafazakar ve alabildiğine Amerikancı bir ülke. İşte benim gördüğüm manzara bu.

AKP’nin önümüzdeki yerel ve ondan sonraki genel seçimleri de alacağını söylemek kehanet değil. Bunu herkes görüyor.

Hatta beş yıl sonra Erdoğan halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı olacak, belki de Abdullah Gül’ü Başbakan olarak göreceğiz.. Yani Türkiye en az on yıl daha AKP’nin elinde. Çünkü karşısında hiçbir güç yok. Koltuğunu kaybetmemek için uyuşturucu satıcılarını bile partisine üye kaydeden CHP başkanı, zaten AKP ile anlaşmalı olarak götürüyor bu sistemi. MHP deseniz, ortada.

Önümüzdeki günlerde AKP hükümeti, “PKK liderlerini teslim alan hükümet” olarak alkışlanacak. Orta Doğu’dan ve Batı’dan Türkiye’ye para akmaya devam edecek. Laik kesim ise bir yandan giderek küçülecek, bir yandan da yıllardır yaptığı gibi birbirini yemeye devam edecek.

Bu kadar büyük bir değişim sadece iç dinamiklerle başarılamazdı.. Amerika’nın Orta Doğu meselesinde Türkiye’ye biçtiği rol, Uzun dönemli bir senaryoyla uygulanıyor. İçteki aktörler de, siyasiler, basın, üniversite, iş alemi, aydınlar olarak rolün hakkını veriyorlar.

Peki on beş yıl sonra ne olur diyorsanız, Onunla ilgili bir tahminde de bulunabilirim. Toplum, sistemli eğitimle dönüştürülmüş olacağı için, Cumhuriyetin kuruluş yılını bile hatırlayan kalmaz.

İsteyen bu yazıyı kesip saklasın ve eğer Türkiye başka türlü gelişirse, beni utandırmak için suratıma çarpsın. Ama ne yazık ki bu pek mümkün görünmüyor.

İşte ‘Kilo vermek için hangi besinlere ağırlık vermeliyim?’ sorusunun cevabı…

Su: Suyun süper besin olarak kabul edilmesinin en önemli nedeni “0” kalori olmasıdır. Eğer yüksek kalori içeren içeceklerden tüketirseniz bunu dengeleyebilmek için daha az yemek zorunda kalırsınız. Araştırmalar gösteriyor ki karbonhidratları içmektense yemek daha iyidir. Su, tüm vücut fonksiyonları için önem taşır ve günün her saatinde tüketilebilir. Suyunuzu sade olarak içmekten hoşlanmı-yorsanız, içinde taze meyve dilimleri bekleterek tüketebilirsiniz.

Kuru baklagiller: Kuru baklagiller içeriğindeki lifler dolayısıyla kendinizi tok hissetmenizi daha çabuk sağlar. 1,5 bardak barbunya yaklaşık 8 gram lif, 7 gram protein ve yaklaşık 110 kalori içerir. Baklagilleri yemek olarak tüketebileceğiniz gibi haşlayıp, salata ve çorbalarınızın içine de ekleyebilirsiniz.

Yoğurt: Yağsız yoğurdun içindeki kalsiyumun zayıflatıcı etkisi olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya konmuştur. Bir çalışmaya göre günde 3 porsiyon yüksek kalsiyumlu ve yağsız yoğurt tüketen obez bireyler, düşük kalsiyum ve yağlı yoğurt tüketen obezlere göre yüzde 22 daha fazla kilo ve yüzde 61 daha fazla vücut yağı kaybetmiştir. Burada en etkileyici sonuç ise yüksek kalsiyumlu, yağsız yoğurt yiyenlerin yüzde 81 daha fazla trunkal (karın bölgesindeki) yağ kaybetmeleridir. Yoğurt hem karbonhidrat hem de proteini bir arada bulundurduğu için kan şekeri regülasyonunda ve açlık kontrolünde etkili olmaktadır.

Yeşil salata: Düşük kalorili salatalar ana yemek öncesi kendinizi doymuş hissettirecek bir başka iyi seçenektir. Yapılan bir araştırmaya göre yemekle birlikte yenen düşük kalorili küçük salata, öğünde alınan toplam kaloriyi yüzde 7, büyük bir salata ise yüzde 12 azaltabiliyor. Ancak araştırmanın sonuçları yüksek kalorili salatalar için tersinin doğru olduğu ortaya koydu. Öğün sırasında yenen yüksek kalorili küçük bir salata alınan kaloriyi yüzde 8 artırırken, büyük bir salata yüzde 17 artırıyor. “Sağlıklı bir salata nasıl hazırlayabilirim” diye düşünüyorsanız taze ıspanak yaprakları (2 bardak dolusu), 1 orta boy salatalık, 1 orta boy domates ve 1 /4 bardak rendelenmiş havuçla yaklaşık 70 kalorilik, 5,5 gram lif içeren sağlıklı bir salata hazırlayabilirsiniz.

Çorba (et veya balık suyuna bol domatesli çorba): Ana yemeğe başlamadan önce içilen et veya balık suyuna bol domatesli çorba kişiye doygunluk hissi verir. Böylece kişi ana yemeğe geçişte kendisini tok hissettiği için daha az kalori alma eğiliminde olur. Düşük kalorili çorbalar açlığı bastırmakta çok işe yarar.

Yeşil çay: Büyük boy bardak buzlu yeşil çay veya bir büyük bardak sıcak yeşil çay içmek farklılığı başlatabilir. Yapılan son çalışmalarda gönüllü olarak 3 ay boyunca her gün bir şişe yeşil çay içenler, diğer gruba oranla daha fazla yağ kaybetmiştir. Araştırmacılara göre yeşil çayın içinde bulunan kateşinler (yararlı bir fitokimyasal) kalori yakımını sağlayıp, kilo kaybını artırmıştır.

ABD’nin önde gelen sağlık kuruluşlarından Mayo Clinic tarafından yayımlanan diyet kitabında, günlük hayata adapte edilemeyen diyet mitlerinin bir kenara bırakılarak birkaç sağlıklı alışkanlığın edinilip bazı kötü alışkanlıkların terk edilmesiyle kolay kilo vermenin ve bu kiloyu korumanın yolları anlatılıyor.

 Mayo Clinic uzmanlarına göre, tüm yapılması gereken, doğru yiyecekleri bulmak, yemekten zevk alarak tüketmek, böylece strese girmeden zayıflama süreci geçirmek, doğru beslenmeyi öğrenmek ve eski kötü alışkanlıklara dönmemek.

Kilo vermek için öncelikle sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinme ve hareketsiz yaşamı bir kenara bırakma konusunda kararlı olmak gerektiği belirtilen kitapta, şu 5 sağlıklı alışkanlığın edinilmesini öneriliyor:
”Güne iyi bir kahvaltıyla başlayın. Meyve ve sebzenin bulunmadığı öğününüz olmasın. Tahılları sofranızdan eksik etmeyin. Zeytinyağı gibi sağlıklı yağlar tüketin, trans yağ ve doymuş yağlardan uzak durun. Her gün mutlaka egzersiz yapın, hiçbir şey yapamıyorsanız her gün 1 saat yürüyün.”

Çoğu zaman önemsiz görülen ve terk edilmesi gereken 5 kötü alışkanlık ise şöyle sıralanıyor:
”Televizyon seyrederken asla yemek yemeyin. Şekeri hayatınızdan çıkarın, ‘yapamam’ diyorsanız tatlandırıcı olarak meyvelerden faydalanın. Aperitif olarak sadece meyve ve sebze yiyin, bir dilim kekin 4 elmaya eş değer olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Yağlı etten uzak durun, eti az yağlı veya yağsız tüketin. Fast food restoranlar başta olmak üzere dışarıda yemek yemeyi kesin.”

“Televizyon neden çok yediriyor?”

Mayo Clinic uzmanlarının önerileriyle ilgili olarak açıklamalarda bulunan A Plus Kliniği diyetisyenlerinden Sinem Paker, ”Listenin başında televizyon var, neden televizyon karşısında yemek yenmemeli?” sorusuna şu karşılığı verdi:
”İnsanları adeta hipnotize ediyor. Bizi hareketsiz yapıyor. Eskiden çocuklar sokaklarda koşup oynarken şimdi televizyon, bilgisayar karşısında. Toplumumuzda şişmanlığın artmasının başlıca sebebi budur, hareketsizlik çok arttı. Doyma hissi veya hızlı miktarlarda bir şekilde tükettiğinizde yediğinizi ayarlayamıyorsunuz. Yemeye başladıktan 20 dakika sonra beyinden doyma hissi emri gelir. Bu 20 dakika boyunca televizyon izlerseniz yediklerinizin miktarına adapte olamazsınız ve çok fazla yemiş olabilirsiniz. Ne yediğinizi bilmeniz, görmeniz, yediğinizin tadına varmanız gerekiyor. Televizyon bunu engelliyor. Çocuklarda çok sık düşülen bir hata. Çocuklara asla televizyon karşısında yemek yedirilmemeli. Aksi halde ileride büyük sorunlara yol açar.”

“Kilo vermenin sırrı karar vermekte”

Sinem Paker, kilo vermenin sırrının karar vermekte yattığını belirterek, ”Bu işi yapacağım diye düşünürseniz kilo verirsiniz ancak şu kıyafete gireceğim, yazın bikinime girmem lazım, şu düğün var hazırlanmam lazım mantığıyla yola çıkarsanız çok sıkıntılı oluyor” dedi.

Hayat tarzı değişikliği yapılmayıp meseleye ”diyet” gözüyle bakıldığında zayıflamada başarılı olunmadığını kaydeden Paker, ”Bir haftada 5 kilo, 10 günde 15 kilo verme, 3 ayda 20 kilo verme gibi hedefler olmamalı. Çünkü bedeni hızlı bir şekilde kilo vermeye endekslediğinizde çok hızlı şekilde de kilo alıyorsunuz. Bu yüzden hızlı kilo vermeyi önermiyoruz. Bu zahmet isteyen bir iş. Beslenme alışkanlıklarınızı mutlaka değiştirmelisiniz” diye konuştu.

Paker, bu süreçte en sıkıntılı dönemin ilk 1 ay olduğunu, bu dönemde bedenin dirençle karşılık verdiğini, sonrasında ise vücudun buna alıştığını belirterek, şunları söyledi:
”Gazetelerde, dergilerde özellikle yaz öncesi bu dönemlerde çok fazla diyet listeleri çıkacaktır. Onları 3-5 gün uygularsanız sonrasında yaşam şeklinize uygun olmadığı için hayatınıza adapte edemezsiniz. O zaman da kilo vermeden uzaklaşılıyor. O yüzden uzmanlarla kontak halinde olunması gerekiyor ki böylece hayatını zorlaştırmadan, sınırlar içine almadan kilo verilebilsin.”

“Diyet listeleri değil kişiye özel program”

Diyetisyen Sinem Paker, tek tip diyetlerle kilo vermede başarı sağlanamayacağını, kişiye özel programlar uygulanması gerektiğini belirterek, ”Kişinin çalışma koşulları, zevk aldığı şeyler, hayat tarzı, sağlık durumu gibi kişisel programların uygulanması gerekiyor. Çünkü her vücut yeganedir” dedi.

Paker, ”Sadece haşlama, sadece sebze yiyeceğim” gibi bir sıkıntı yaşamanın doğru olmadığını kaydederek, ”Hayatımızdaki en büyük sosyallik yemek yemek. Sevdiklerimizle buluşacağımız zaman nereye gitsek, ne yesek, ne içsek diye düşünüyoruz. Böyle büyük bir sosyalliği hayatımızdan çıkarmak gibi bir hakkımız yok. Ama insanlar diyet deyince böyle bir sürece gireceğini düşünüyor. Oysa hayat tarzı haline getirmek için elinizin altındaki gıdalarla bunu yapmayı öğrenmek gerekiyor” diye konuştu.

Sinem Paker, uzman yardımıyla kilo verme programının maliyetiyle ilgili soru üzerine ”Aylık 4 görüşmenin yapıldığı programlar 350 lira. Ayrıca paket programlar olduğunda süre uzadığında indirim yapıyoruz’‘ dedi.