Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

VEDA FİLMİNİ  EŞİM VE BİR ARKADAŞ GRUBUMUZLA BİRLİKTE İZLEDİM.  BU SİNEMA FİLMİNİN DENİZ SOM VE ÇOK SAYIDA YAZARDAN OLUMSUZ ELEŞTİRİLER  ALDIĞINI GÖRÜYORUM.
 
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İLE İLGİLİ BELGESEL VE KURGUSAL FİLMLERİN ÇEKİLMESİNİ ÇOCUKLUK YILLARIMDAN BERİ BEKLER DURURDUM…SONUNDA YERLİ YAPIMCILARIMIZ VE KURGU YAZARLARIMIZ, DÜNYA ÖLÇEKLERİNDE KISITLI SAYILACAK BÜTÇELERLE BU AÇLIĞIMIZI VE BEKLENTİLERİMİZİ KARŞILAMAYA ÇALIŞTILAR…KANIMCA, ÇOK DA İYİ YAPTILAR.
 
BİZ BU FİLMLERİ GÖRDÜK, ŞİMDİ TARTIŞIYORUZ VE DAHA DA TARTIŞACAĞIZ. ANCAK HER YENİ FİLMDE ATAMIZIN DEĞİŞİK VE PEK İYİ BİLİNMEYEN, AÇIKLANMAMIŞ, İNSANCIL BİR YÖNÜNÜ
KEŞFEDİYORUZ. LİVANELİ’NİN KURGULAMASI ATATÜRK’ÜN EN YAKIN DOSTU VE YAVERİ SALİH BOZOK’UN ANILARINDAN YOLA ÇIKILARAK HAZIRLANMIŞ BİR ÇALIŞMAYA DAYANIYOR.
DOĞAL OLARAK FİLMİN GENELİNDE BOZOK’UN ORANTISIZ BİÇİMDE FAZLA GÖRÜNMESİ KİMİLERİNİN TEPKİSİNİ ÇEKEBİLİR. ZÜBEYDE HANIM ROLÜNDE DOLUNAY SOYSERT, LATİFE HANIM
ROLÜNDE EZGİ MOLA, FİKRİYE HANIM’IN TİPLEMESİ KİMİLERİNE GÖRE “HAFİF” KALMIŞ OLABİLİRLER. HATTA BİR ARKADAŞIM, “BEN FALANCA ROLÜ FİLANCA OYUNCU GİBİ OYNARDIM…
BU ROLDE MARLON BRANDO OLSAYDI ŞÖYLE YAPARDI…” GİBİSİNDEN ELEŞTİRİLER YAPMAYA KALKIŞTI…ASLINA BAKARSANIZ, FİLM YAPIMCILIĞI, SİNEMA YÖNETMENLİĞİ, SETİN
DÜZENLENMESİ, OYUNCULARIN SEÇİMİ GİBİ NİCE KONULARDA EN İYİYİ YAKALAMAK OLDUKÇA KARMAŞIK VE YETENEK+BİLGİ+DENEYİM VE BOL PARASAL OLANAKLAR GEREKTİREN BİR
ALANI KAPSIYOR. ULU ÖNDERİMİZİ İLK GENÇLİK YILLARIMIZDAN BU YANA BELLİ KAYNAKLARDAN OKUYARAK VE DUYARAK GÖZLERİMİZİN ÖNÜNE GETİRDİK DURDUK. DOĞAL OLARAK,
FARKLI YAKLAŞIMLAR GETİRENLERE İÇGÜDÜSEL VE DUYGUSAL TEPKİLER DE VERİYORUZ.
 
SALİH BOZOK’UN OĞLU VE TORUNU GEÇEN GÜN BİR KANALDA FİLMDEKİ SALİH BEY’İN KENDİ BİLDİKLERİ VE TANIDIKLARI KİŞİLİKLE EKSİKSİZ ÖRTÜŞTÜĞÜNÜ, FİLMİ ÇOK BAŞARILI
BULDUKLARINI, FİLM EKİBİNİ GÖNÜLDEN KUTLADIKLARINI BİRKAÇ KEZ VURGULADILAR. BUNU FİLMİN DEĞERLENDİRMESİNDE BİR ÖLÇEK OLARAK ALAMAZ MIYIZ?
 
BELGESEL VE TARİHİ FİLMLER ÇEKİMİ GİBİ ALANLARDA UZMANLAŞAN, AVUSTRALYA DOĞUMLU, ON  YILDIR ÜLKEMİZDE YAŞAYAN VE HALEN “KÖSEM SULTAN” FİLMİNİN ÇEKİMLERİNİ
YÖNETEN TARKAN-CEM ÖZEL İKİZLERİNİ TANIDIKTAN SONRA ONLARLA BAZI İLGİNÇ VE EFSANELEŞMİŞ KİŞİLERİN FİLM KURGULAMALARINI HAZIRLAMAK ÜZERE SÖZLEŞTİK…BAKALIM
İLERİDE BİZ DE BİR ATATÜRK FİLMİ YAPMAYI DÜŞÜNEBİLECEK KADRODA YER ALABİLECEK MİYİZ? ANCAK İLERİDE BİZE BÖYLE BİR OLANAK VERİLİRSE, KESİNLİKLE TARIK KONAL KARDEŞİME
DANIŞMADAN FİLMİN ÇEKİMİNE “MOTOR” DEDİRTMEYECEĞİM…
 
SEVGİ VE SAYGILARIMLA
 
M. CEMAL BEŞKARDEŞ

Güngör Mengi
 
 İnkâr çağına veda özlemiVeda filmi övgüyü hak ediyor. Başta Livaneli emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Bu gecikmiş bir film kritiği değil, bir sitem bir isyan yazısıdır.

Veda bir Atatürk filmi. Atatürk’e aklının ve kalbinin gözüyle bakabilen seçkin bir sanatçının saygılı, dengeli ve gerçekçi çabası baştan sona kendini gösteriyor.

Atatürk’e saldırma heveslerinin teşvik gördüğü bir inkâr devrinde yaşıyoruz maalesef ve bu çirkinlik çok uzadı.

Zülfü Livaneli’nin filmi, inkâra ve inkârcılara sanatın soylu diliyle verilmiş doğru bir cevaptır. Mutlaka görün..

Atatürk’ün abartılı övgülere ihtiyacı yok. Kadir, kıymet bilen bir ruh, sanatın ve teknolojinin böyle yapıtlar için talep ettiği özveriyi cevaplasın, bu yeter!

Veda yalnız güzel bir senaryoya dayanmıyor, son teknolojiyi kullanarak bu alanda çağdaş kaliteyi de yakalıyor.

Oscar ödüllerinin dağıtıldığı gece Veda ekibinde çalışan Aldo Signoretti ve Vittorio Sodano yönetimindeki makyaj ekibinin “İl Divo”daki performansları ile Oscar’a aday gösterildiğini bilmem kaç kişi fark etti?

Dikkat ettiyseniz filmi kötüleyenler, yapıtın teknik kalitesindeki üstünlüğü bile kabul edemediler. Çünkü etkilediklerini düşündükleri insanların filmi merak etmelerine fırsat vermemek gibi bir misyon taşıdıklarına inanıyorlar.

Dağ eteğindeki fareler

Livaneli Atatürk’te olmayan kusurları üretse, bazı insani zaaflarını büyütse kuşkusuz yaklaşımları farklı olacaktı.

Kır fareleri, borçlu oldukları dağların yüceliğinden şikâyet edebilirler. Ama insanlar bağımsız bir devletin onurlu vatandaşları olma imtiyazını borçlu oldukları atalarına fareler gibi bakabilir mi? Bakabiliyor.

İşte Veda yüzünden bu inkârcı ve kindar zavallıların kendilerinden geçtiklerini izliyoruz.

Atatürk’e sevgiyle bağlı bir ülkede yaşadıklarını unutuyorlar, ifade özgürlüğünü iftira atma ve halkın değerlerine küfür etme özgürlüğü sanıyorlar.

Dine dayalı bir rejim özlemi içinde olanların Atatürk düşmanlığını anlamak mümkündür. Türkiye’ye zarar vermek istiyorsanız Atatürk’e saldıracaksınız.

Nitekim ırkçılığa dayalı bölücülük yapanlar da aynı yolun yolcusudurlar.

Bunların hiçbir ahlâkî gerekçeleri olamaz.

Hele kendilerini demokrat ve solcu liberal diye tarif eden insanların hiç olamaz.

Düşmanlık kör etmiş

Bunlardan biri geçen gün “Zülfü beyin yaptığı, çağını kapatmış, yalan ve efsaneyle örülmüş bir hikâyeyi canlandırma çabası” demiş.

O nasıl çağını kapatmış yalan bir hikâyenin kahramanıdır ki yüzüncü doğum yıldönümünü UNESCO dünyada Atatürk Yılı kabul etmiş ve tarihi kararında onu şu nitelikleriyle değerlendirmiştir:

“Uluslararası barış ve anlayış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi; Olağanüstü bir devrimci; Sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder; İnsan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”

Atatürk çağını kapatmış değil çağını aşan bir liderdir.

ABD Başkanı Obama Türkiye’ye geldiğinde onun ufuk açıcı liderliğinin bugün bile insanlığı aydınlattığını söyledi.

Rusya’ya, Almanya’ya, İtalya’ya gitse parlamentolarında Stalin, Hitler, Mussolini için söyleyebilir mi aynı şeyi?

Atatürk inkârcılığı üreten hastalığa ve inkâr çağına veda edeceğimiz günlere özlemle…

Farmakognozi ve Fitoterapi Derneği üyesi ve Mikro-Gen Ar-Ge Direktörü Dr. Özgür Göknel, Uzakdoğu’dan gelen zayıflama tabletlerinin içinde tiroit bezi ekstrelerine, kalp krizine yol açabilen sibutramin maddesine, ölüme yol açtığı için ABD’de yasaklanan amfetamine rastlandığını söyledi.

 Göknel, yaptığı açıklamada, geçen haftalarda afrodizyak olarak satılan beş bitkisel tabletin Sağlık Bakanlığınca yasaklandığını, bu beş tablette de Sağlık Bakanlığı onayının olmadığını belirtti.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayının, Sağlık Bakanlığı onayı anlamına gelmediğini ve halk arasında yanlış anlaşılan bu durumun hayli suiistimal edildiğini belirten Göknel, Türkiye’de başta bitkisel afrodiziyak olmak üzere birçok alanda Sağlık Bakanlığından onaylı bitkisel tabletlerin de bulunduğunu ifade etti.

Amerika’dan ithal edilen gıda takviyesi ürünlerinin tanıtım broşürlerinde ”FDA’dan onaylıdır” ibaresinin yer aldığını, bu ibarelerin yalnızca bir aldatmaca olduğunu savunan Göknel, şunları kaydetti:
”FDA, gıda olarak kabul ettiği ve mutlak koşulda hiçbir yan etki, toksisite oluşturmayarak bütünüyle güvenli maddelerin listelerini yayınlar ve üretici firmalar pazara çıkaracakları ürünün içeriğini FDA’ya internet üstünden iletir iletmez pazara gıda takviyesi olarak verir. FDA, bunların vücuttaki toksisite dışında hiçbir etkisi ile ilgilenmez yani bir ilaçtaki gibi araştırmaz ve incelemez. Çünkü bu ürünlerin ekmek, meyve suyu ya da bisküviden bir farkı yoktur. Ülkemiz ve pek çok Avrupa Birliği (AB) ülkesi için de bu aynı şekildedir. Ancak AB ülkelerinde, İngiltere’de ve Türkiye’de bitkisel preparatlar Sağlık Bakanlığından da izin alabilmektedir.
Ancak bu oldukça güç, zor ve zahmetli bir prosedürdür ve hem ileri teknoloji hem de yüksek bir bilimsel yeterlilik gerektirir. Örneğin deve dikeni, karaciğer hastalıklarında ilaç olarak kullanılan çok faydalı doğal bir bitkidir. Deve dikeni ekstresinden yapılan tabletler, eczanelerde bol miktarda bulunmaktadır. Ancak bunlardan biri hariç diğerleri gıda takviyesidir. İlaç üretim prosedürüne göre üretilmemektedir.”

Sağlık Bakanlığı onayının önemi

Göknel, Sağlık Bakanlığı’ndan bitkisel tabletler için onay alırken bu farmasötiklerin ne için kullanılacağı, hangi hastalıkların tedavisinde etkili olacağı, ne süre kullanılabileceği, yan etkileri var ise toksisitesine ait bilgilerin Sağlık Bakanlığı ile üretici firmanın birlikte çalışması sonucu ortaya çıkan kullanım kılavuzlarında belirtildiğini söyledi.

Tüketicilerin bir hastalık durumunu ya da tıbbi bir şikayetlerini gidermek için mutlak koşullarda Sağlık Bakanlığı izinli preparatları kullanmak zorunda olduklarını vurgulayan Göknel, ancak vücuda katkı sağlayacak, vücut geliştirecek ürünleri ya da form ve enerji içeceklerinde Türk Kamu İşletmeleri Birliği (TKİB) izinli olanların kullanılabileceğini ifade etti.

Göknel, zayıflama tabletlerinin günümüzde en çok suiistimal edilen durum olduğunu söyledi.

İthalat yapan pek çok firmanın birtakım bitkisel gıda takviyelerini ”zayıflatır” sloganı ile ya da bunu net bir şekilde ifade edemese de ”kilo kaybı sağlar” gibi cümlelerle pazarladığına dikkati çeken Göknel, ”Zayıflama vücuttan doku kaybıdır. Hiçbir doğal ya da bitkisel madde, çok hızlı bir şekilde kilo kaybı oluşturamaz. Eğer böyle bir kayıp sağlıyorlarsa o zaman o kayıp böbreklerden, karaciğerden ya da diğer önemli organlardan da olabilir. Bunun olmayacağını kimse garanti edemez” diye konuştu.

Uzakdoğu’dan gelen zayıflama ürünleri

Uzakdoğu’dan gelen zayıflama ürünlerinin ölüme yol açabildiğine dikkati çeken Göknel, ”Birkaç ay önce medyada gördüğümüz haberlerdeki kırmızıbiber hapının ölüme yol açması buna bir örnek teşkil etmektedir” dedi.

Hongkong’da yapılan bir çalışmada, bitkisel ve doğal diye satılan zayıflama tabletleri içinde bulunan bileşiklerin, çok özel metotlar kullanılarak araştırıldığını anlatan Göknel, şöyle konuştu:
”Uzakdoğu’dan gelen tabletlerin içinde tiroid bezi ekstrelerine, sadece doktor kontrolünde kullanılmasına izin verilen ve kalp krizine yol açabilen ve bu nedenle tüm Avrupa’da ve daha sonra da ülkemizde eczanelerden satışı yasaklanan sibutramin maddesine ya da bunun türevi olan n-desmetilsibutramin ve n-bisdesmetilsibutramin maddelerine, ölüme yol açtığı için ABD’de yasaklanan amfetamin ve bunun türevleri metamfetamine rastlanmıştır. Ayrıca karaciğeri bozan n-nitrosofenfluramin, fluramine de görülmüştür.
Bu maddeler kalp krizi ve karaciğer, böbrek yetmezliği gibi ölüme yol açan pek çok toksisiteye neden olmaktadır ve işin çok daha kötü yanı bu maddeler, laboratuvarlarda saptanamayabilmektedir. Bunların varlığının gösterilmesi için çok mükemmel teknoloji kullanan laboratuvarlara, çok iyi yetişmiş teknik personele ve bu konuda uzmanlaşmış olmaya ihtiyaç vardır. Yani kırmızıbiber hapının içinde bu maddeler olsa bile bunlar saptanamayabilirler.”

Türkiye’deki durum

Göknel, Türkiye’de bir kaç tane Sağlık Bakanlığı onaylı obezite ve obeziteye bağlı ortaya çıkan metabolik sendrom tedavisinde kullanılacak ya da doğrudan zayıflatan bitkisel preparat (Exodex Tablet–Activin T Tablet) bulunduğunu belirtti.

Bu preparatların, Sağlık Bakanlığı onaylı kullanım kılavuzlarında ne için kullanıldığının net bir şekilde yazdığını ifade eden Göknel, ”Sentetik kimyasalları içeren zayıflama haplarının ise çok yakın doktor kontrolü olmadan kullanılması yasaktır. Dahası, artık sentetik bir kimyasal olan sibutramin ihtiva eden zayıflama ilacı yasaklanmıştır. Tablet ya da kapsül formunda olan ve haftada iki üç verdiren ya da verdirdiği söylenen, eskilerin tabiri ile davul tozu minare gölgesi gibi sekiz dokuz bitkisel maddeyi birden içeren ve Sağlık Bakanlığı onayı olmayan tablet ya da kapsüller, aslında hastalıklara ya da ölüme yol açabilecek sorunlara davetiye çıkarmaktadır” diye konuştu.

Kilo vermenin zor, zahmetli ve yorucu olduğuna dikkati çeken Göknel, ”Özellikle diyete çok dikkat etmek, olabildiğince egzersiz yapmak mutlak gereklidir. Sağlık Bakanlığı izni olan yeşil çay kafein tabletleri ya da üzüm çekirdeği ekstresi krom tabletleri, kilo kaybını, sağlığı koruyarak sağlayabilecek yegane seçeneklerdir’‘ dedi.

Benim ülkem; kadın olmanın, devrim ve kanunlarla dünyaya göre erken kabul edilerek onurlu sayıldığı ve kadınların öncülüğünde aydınlanmayı uzun zamandır hak eden bir ülkedir.

Oysa ki, 1924’te Eğitim ve Öğretim birliğini sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1926 Türk Medeni Kanunu’nun kabulü, 1934’te seçme ve seçilme hakkının elde edilmesinin üstünden neredeyse bir asır geçmiştir. Bugün, Avrupa genelinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, Türk kadınının parlamenter siyasetteki temsil oranı yüzde 9,1 olarak saptanmaktadır. Tüm dünyada bu istatistik bizi sondan üçüncü sıraya yerleştirmektedir. Tarih, erkek egemen bir sistemin devamı ve yönetsel sorunların gölgesinde bu topraklarda yerinde saymanın veya yetersizliklerin sonucunu sıklıkla kaydetmiştir. Bu durum yüklenilmesi gereken bir günah olarak kadınlara mal edilemez. Kadının adeta bir köle ve meta gibi konumlandırılacağı bir toplum modeline doğru sürükleniyorken, dünyada eşi ve benzeri bulunmayan bir fırsatla Atatürk devrim ve kanunlarıyla, bizim için planlanmış bir karanlığa çalım atmayı başarmış mücadeleci ve özgün bir halk modeliyiz.. Kimileri, tepeden inme olarak yorumladıkları bu devrimlerin, ne endüstri devrimini ne de aydınlanmayı yaşamamış bir toplumun neredeyse şeriatın keskin kılıcının korkusuna doğru itilebileceğinin veya bağımlı ve basiretsiz bir toplum olarak sonsuza dek hizmet eden konumunda kalacağımız tespitini yapmaktan kaçınmaktadır. Benim ülkem, gaflet ve delaletten bir an önce kurtulabilen akıllı ama yatırım yapılmayan kadınların yaşadığı güzel bir ülkedir. Bu yüzdendir ki kadının, devrim ve kanunlardaki yeri daima birinci sınıf bir yer olarak kurgulanmış; çağdaşlaşmanın önderleri olarak görülmüş ve ileride durmayı görev kabul eden bir anlayışa hazırlanmışlardır. Benim ülkemde, kurtuluş mücadelesi kadınların baskın gücüyle verilmiş bir ülkedir. Bu ülkenin kadını  emekçidir, fedakardır, mücadelecidir, paylaşımcıdır, değerlerine ve ülküsüne bağlıdır, kırılgandır ancak inatçı ve sorgulayıcıdır, çoğu azdan var edebilendir… Şeyhlerin,  şıhların, masalcıların, kralların, şarlatanların üç adım gerisinden gelmeyi hak etmediğini bilerek yürümüştür bu yolu… Hak edilmiş haklarından haberdar olmayı pekala bilir; eğer öğretilmemek için özel bir çaba harcanmazsa, yeterince dersliği, aydın öğreticileri, istihdam olup örgütleneceği alanları, koltuğunun altına sıkıştırılmış kitapları olabilirse… Bu ülkenin kadınları, bu ülkenin bağımsızlığı için direnmiş kadınlardır. Örgütlü hareketin gücünü, tesadüfen bile bir araya gelebildiğinde sezgisel olarak dahi keşfedip düşünce üretebilecek potansiyele sahiptir; eğer yalnızca seçim sandığı için bir ‘sürü’, siyasi oluşumlar için vitrin, tüketim unsurları için banknot, evlerimiz için ucuz işçi, düzenin devamı için çaresiz katılımcılar olarak görülmezlerse… Bir toplumda kadınlar için sığınma evleri açmak, kadınları güvence altına almak değildir. Kadının birey olabilmesinin önünü açmak, kadını beyin takımının içinde konumlandırmak, yönetimi kadınla paylaşmak, kadını kendi niteliklerine göre doğru yerlerde bir vatandaş olarak değerlendirebilmek, temel hak ve özgürlüklerinden bahsedebilmek demektir. Parlementoda kadını bir klanın veya feodalitenin rızası ve lütfuyla o sıralara oturtulmuş bir model olarak görmeyi bırakır;  daha fazla kadın diplomat, bilim insanı, hukukçu, siyaset bilimcisi, sanatçı, sendika başkanı, yönetici, edebiyatçı, filozof ve birçok alanda önce kendi kendine yetebilen sonra da toplumuna hizmet edebilecek yeterlikte birey yetiştirme cesareti gösterebilirsek yol alabiliriz. Böylece “kadın şair”, “kadın kaymakam”, “kadın milletvekili” gibi, mesleklerin önüne cinsiyet ayırımı içeren belirleyiciler eklemeden yaşayıp gitmeyi pekala başarmış oluruz.
Çarşaflarının iki parmak aralığından, dünyaya iflah olmaz bir şiddetin hüküm sürüp gittiği çaresizlik ifadesiyle bakan ülke kadınlarının dertlerini, iyi gözlemleyen  ve kendi gerçekliklerinin iyileştirilmesi adına hep daha fazla çaba harcayan kadınlar öncelikle Türkiye Cumhuriyeti kadınları olmalıdır. Bugün hala kadınlarının % 20’sinin okur yazar olmadığı bir ülkede, medeni nikahı olmadan yaşamaya zorlanan, aile içi ve dışı şiddete yüksek oranda maruz kalan, kişilik haklarından nasibini alamayan, ilkel ve kapalı alan koşullarında yaşamaya doğru itilen kadınlarımızın haklarını bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Cumhuriyet’in kadına sağladığı en önemli hak, kadın ve erkek eşitliğini öngören düzenlemelerdir. Bugün, yalnızca haklarını talep eden bir kimlik olmanın ötesinde, çağdaşlaşmaya çalışan kadının üstlenmesi gereken sorumluluklar vardır. Mesleği, ekonomik özgürlüğü, olumlu koşulları ve yeterli olanakları olup da, zamanını hoyratça ve bilinçsizce harcayabilen kadın örnekleri, bu toplumu yaşadıkları süre boyunca biraz daha ileriye götürebilmek için kendilerini sorumlu hissetmek durumundadırlar. Kadının hangi şartlarda olursa olsun gerçek emekçiler olduğunu anımsayacak olan eğitimli kadın, koltuğuna çantasını sıkıştırıp sadece tüketici rolünü üstlenmeden kendisini gerçekleştirebilen, toplumuna ve güncel gerçeğine duyarlı varlığıyla, güce gereksinimi olan kadınlar için bir model oluşturabilmelidir. Cumhuriyet kadınlarının bu ülkede daha fazla sorumluluk almaya mecburiyetleri vardır. Post-gerici bir zihniyet ancak ve ancak bu koşullarda alt edilebilir ve kolektif bilincin yine kadınların öncülüğünde oluşabileceği anlaşılabilir. Türkiye Cumhuriyeti kadını, çağdaşlaşmanın temel değeridir. Gerçek demokratik yatırımlardan biri, ailenin toparlayıcısı ve toplum dinamiğinin yapıtaşı olan kadınların özgürleşmesine yönelik planlamalardır. Kadın ve erkeğin bir bütün olarak algılanabildiği uygar bir toplum umuduyla…

Prof.Dr.Türkan Saylan’a Mektuplar Yarışmasında dereceye girenler
 
Birinci Olan Mektup
13.11.2009
Merhaba Türkan Saylan Hanım,
Lütfen beni affedin. Ben size nasıl hitap etmem gerektiğini bilmiyorum. Türkan Öğretmen mi? Türkan Teyze mi? Türkan Abla mı? Ya da Türkan Hanımefendi mi? Ama samimi olarak içimden geçeni isterseniz eğer, ben size çok daha içten, çok daha yakın bir şekilde seslenmek istiyorum.
Ben size belki de bütün lisanlardaki en güzel kelimeyle hitap etmek istiyorum. Sizi bir anne olarak isimlendirmek istiyorum. Umarım kabul edersiniz, umarım siz de beni kendinize böyle yakın hissedersiniz.
Onun kadar doğurgan ve onun kadar cömert olduğun için sana,
TOPRAK ANNE demek istiyorum.
Tüm karanlıkları aydınlatıp, bana yol gösterdiğin için sana,
IŞIK ANNE demek istiyorum.
Her üşüdüğümde bedenimi ve hatta içimi ısıttığın için sana,
GÜNEŞ ANNE demek istiyorum.
Onun kadar engin ve onun kadar büyük olduğun için sana,
DENİZ ANNE demek istiyorum.
Her akşam dualarımda mutlaka yer aldığın için sana,
MELEK ANNE demek istiyorum.
Onlar kadar güzel koktuğun ve onlar kadar zarif olduğun için sana,
ÇİÇEK ANNE demek istiyorum.
Yüzlerce hastayı iyileştirdiğin onlara adeta can verdiğin için sana,
CAN ANNE demek istiyorum.
Onun kadar berrak, onun kadar duru olduğun için sana,
SU ANNE demek istiyorum.
Onun kadar uçsuz bucaksız, onun kadar görkemli olduğun için sana,
GÖKYÜZÜ ANNE demek istiyorum.
Yeri geldiğinde onun kadar sert ve dayanıklı olduğun için sana,
ÇELİK ANNE demek istiyorum.
Yeri geldiğinde ise onun kadar yumuşak ve tatlı olduğun için sana,
PAMUK ANNE demek istiyorum.
Her zaman, çağdaşlığın örneği olduğun, Hep Atatürk’ü izlediğin için sana,
ÇAĞDAŞ ANNE demek istiyorum.
Ya da bunların hepsini bir yana bırakıp,
Seni onun kadar sevdiğim için başka hiçbir şey eklemeye gerek görmeden sana,
ANNE DEMEK İSTİYORUM
SENİ ÇOK ÖZLEDİM ANNE DEMEK İSTİYORUM.
BEDENİN BELKİ ARAMIZDA DEĞİL AMA, DÜŞÜNCELERİN VE ÖĞRETİLERİN HEP YANIMIZDA, YANIBAŞIMIZDA DEMEK İSTİYORUM.
SEN RAHAT UYU ANNE DEMEK İSTİYORUM.

Sevgilerimle,
Oğlun
Asrın Andaç
 
İkinci Olan Mektup

DENİZLİ, 12.10.2009

Sevgili Türkan Saylan,

Sizi, ilk kez televizyonda mavi-beyaz bandananızla, çiçeklerle bezenmiş bir pencereden mola işareti yaparken gördüm. Sonradan öğrendim ki; başarılı bir yaşama haksız eller uzanmış, sizinle o gün tanıştım.
Ben yanan ışıklarımı gölgelendirecek kadar karanlığı olanlara karşı, kelebek misali bir günlük hürriyet için, binlerce kez kanat çırpmayı göze almak isterim. Don Kişot kadar şövalye ruhlu, küçük gölgeli büyük adam olmak idealimdir. Bunun için; yeni görüşler ve yeni fikirlerin doğamı ve benliğimi aydınlatan ateş böcekleri olduğunu düşünürüm. Sizi tanıyınca; karanlığımdaki ateş böceklerime bir yenisi daha eklendi.
Hayatta iniş çıkışlar olabilir. İnsan denize benzer. Derin yerleri de vardır; sığ yerleri de. Başarmak için bir şeylerden vazgeçmek gerekir. Ancak vazgeçeceğimiz şey asla hayat olmamalıdır. Hayat sizin için gerçekten değerliydi bana göre. Her anını bir yürek gülümsetmek için harcadınız. Kim bilir o yumruğumuz büyüklüğündeki cevahire kaç gülücük sığdırdınız? Hayat size tokat atsa da kaç defa yeniden başladınız inatla, hırsla, çabayla….
Ayrıcalık herkesin fark edebileceği bir şey değildir. Cüzam hastalarının sizin güneşli ufkunuz olacağını hiç düşünmüş müydünüz? Herkese gıpta edilecek bir cesaret gösterdiniz. Hayata beyaz tarafından bakabilmek bir erdemdir bence. Siz sunu başardınız. İnsanlara yaşama sevinci aşılarken, bunun bir denizci düğümü kadar sağlam; ancak bir saç teli kadar ince olan sevgi bağından ibaret olduğunu kanıtladınız.
Kurduğumuz hayallerin; gerçekleşmesi zordur ama imkansız değildir. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile yüzlerce “Kardelen”in solup gitmesine engel oldunuz. Gerçekten büyük bir projeyle senelerdir unutulmuş en kuytu köşelere bile ulaştınız. Sizin sayenizde Türkiye binlerce kalem tutan ele kavuştu.
Benim kahramanım Mustafa Kemal Atatürk’tür. Şu ana kadar hiçbir gözde ben; o kadar derin ve bir o kadar da zengin bir deniz görmedim. Sizin kahramanınız da Atatürk’tü. Hep kendinizi iki şekilde tanıtırdınız : Kemalist ve feminist. Atamızın en büyük ideali ülkemizi çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmaktı. Gençlere vasiyetlerinden biri buydu. Bunu bilmek yeterli değil, gerçekleştirmeye çalışmak önemlidir. İşte siz bunun bilincinde olan bir Atatürk kadınıydınız.
İç güzelliğin her şeyden önemli olduğunu çok küçük yaşlarda fark ettiniz. Hiç aynaya bakmadığınızı biliyorum ve belki de aynanın karşısında bile iki yüzlü olmaya tahammül edemediniz.
İnanın ki; insanlık okulu açılsaydı, siz gerçek bir eğitim savaşçısı olarak bölümü birincilikle bitirirdiniz.
Gerçek mutluluk; yaz yağmuruna benzemez. Umulmadık anda birden bire boşalmaz insanın üstüne. Gerçek mutluluk insanın hayata ve çevresine karşı davranışlarıyla azar azar, birike birike oluşur. Bence siz mutluydunuz. Umudu ve mutluluğu yeşertip çoğaltarak yaşadınız, yaşayacaksınız. Sizde Nazım Hikmet’in şu dizelerini gördüm:
“yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine!”
Sevgilerimi sunuyor, öpüyorum.
Hürriyet İlköğretim Okulu / DENİZLİ  
İlayda FİDAN
 

Üçüncü Olan Mektup

Sayın Türkan Saylan.                                                                                          Van / 23 Ağustos 2009
Sevgili Türkan teyzem. Sana teyzem dedim diye bana kırılma, sen benim değil bütün çocukların teyzesi, ablası, annesi, hatta babaları bile oldun. Hiç kimse senin yaptığın gibi eğitime bu kadar önem veremez, hatta hiç kimse bizleri bu kadar sevemez.
Türkan teyze…Televizyonu açtığımda direk sana yönelik suçlamalar, sorgulamalar, evini aramalar vb. gibi olaylar yüzünden seni televizyon, internet, radyo, yanlış tanıtsa da ben seni eğitim sevdalımız ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Türkan Saylan olarak tanıdım.O hiç bitmeyen enerjisiyle, sevgisiyle, arkadaşlığıyla, dostluğuyla, yardımlaşma coşkusuyla, kanserle savaşmanla hayatı her ne sebep olursa olsun gülen benim kızıl saçlı Türkan Teyzem olarak kalbime gömdüm.
Her sabah aynanın karşısına geçip kendi kendime bir gün ben de Türkan Saylan olacağım dediğim bile oluyordu.Küçük Kardelenler için açtığın yurt, okul, kreş, burs, Anasınıfı açtın. Kadınların sosyal ve kültürel alanda yanlarında oldun.
“ Ben en çok saate bakarım, aynaya hiç bakmam” sözüne her zaman hayran kaldım. Bu sözün bile senin nasıl biri olduğunu anlatıyor.
Şimdi sana bir arkadaşımın bana anlattığı olayı anlatmak istiyorum. Bir akşam babam çok hastaydı. Bu hastalık onu son görüşüm, belki de ona son kez baba diyecek tim.Uzun uzun bana baktı. Her bakışında sanki bana bir şeyler demek istiyordu.
Yavaş yavaş kendini topladı ve bir haykırışta “oku oğlum sen büyük adam ol” dedi. Bu babamın son sözleri. Benim hayatta ayaklarımı sert basmama sebep oldu, böylelikle eğitimin öğretimin ne olduğunu öğrendim, hatta Türkan Saylan teyzemi tanıdım. İşte Türkan Teyzem benim gibi başka bir kardelen daha. Şimdi kendi kendime soruyorum. Seni unutmak kolay mı?
Şimdi sonsuz bir yolculuktasın. Bizlerin yanında olmasan bile bizler senin ve ulu önder  Atatürk’ün yolundan hiçbir zaman ayrılmayacağız. Sen bu toplumun, ailenin, arkadaşlığın, yediden yetmişe herkesin içinde bir Türkan Saylan bıraktın. Saygılarımla.
Talip Kavak

Uluslararası İstanbul Film Festivali, bu yıl sinemaseverlere 2009 ve 2010’un yeni yapımlarının yanı sıra sinemanın unutulmaz klasikleri ve usta yönetmenlerinin başyapıtlarından seçmeler içeren 22 bölümde, 57 ülkeden 243 yönetmenin 200’ün üzerinde filminden oluşan zengin bir program sunacak.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl altıncı kez Akbank sponsorluğunda düzenlenen 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali 3-18 Nisan tarihlerinde yapılacak. Festivallere yıllardır ev sahipliği yapan Emek Sineması bu yıl kapalı olduğu için 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali, Emek Sineması’nı hem etkinlikler hem de gösterimler için mekân olarak kullanamayacak.  Festival bu yıl da dünya sinemalarından bir dizi yönetmen ve ünlü yıldızı da İstanbul’da ağırlarken, bu isimler arasında kendisine yaşam boyu ödülü verilecek olan ünlü İtalyan sinemacı Marco Bellocchio yanı sıra, ünlü yıldız Jane Birkin de bulunuyor.

İstanbul Film Festivali bu yıl sinemaseverlere 2009 ve 2010’un yeni yapımlarının yanı sıra sinemanın unutulmaz klasikleri ve usta yönetmenlerinin başyapıtlarından seçmeler içeren 22 bölümde, 57 ülkeden 243 yönetmenin 200’ün üzerinde filminden oluşan zengin bir program sunacak. 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin İKSV’nin yeni binasında yapılan basın toplantısında, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Uluslararası İstanbul Film Festivali Yönetmeni Azize Tan ve Festival Sponsoru Akbank’ın Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Murat Göllü festivale ilişkin değerlendirmelerde bulundular. Uluslararası İstanbul Film Festivali Yönetmeni Azize Tan, Festivalin sinemaseverlere, bu yıla özel yeni bölümler, ünlü konuklar, usta sinemacıların katılacağı söyleşi ve atölye çalışmaları, sinema dersleri ve partilerin de olduğu dopdolu bir iki hafta vaat ettiğini söyledi.
 

Festivalin ana mekanı Emek Sineması bu yıl kapalı

Azize Tan konuşmasında, Festivalin bu yıl kapanan sinemaların yarattığı olumsuz bir ortamda yapılacağını ifade ederek, “Festivalin ana mekanı olan Emek Sineması maalesef kapalı durumda. Bu yıl Emek Sineması’nı kullanamayacağız. Beyoğlu Sineması ise festival filmleriyle ayakta durma çabası veriyor. Sinepop’un da festival sonrasında kapanma ihtimali var. Sinema, Beyoğlu ile var ve biz bu özelliğinin devamını istiyoruz. 2011 yılı için de Emek Sineması’nın yine Festivalin ana mekanı olması için girişimlerimizi sürdürüyoruz ve bu yöndeki tüm çabaların da takipçisi olacağız” dedi.
 

Akbank 3 yıl daha sponsor olacak

Akbank adına konuşan Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Murat Göllü, kültür ve sanatın Akbank için en önemli sosyal sorumluluk alanlarından biri olduğuna dikkat çekerek, “29 yıldır hayatı hayalle buluşturan İstanbul Film Festivali Avrupa’nın önde gelen sanat etkinlikleri arasında yer alıyor. Bu başarısından dolayı İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nı kutluyoruz. Bu önemli festivale Akbank olarak önümüzdeki 3 yıl daha destek verme kararı aldığımızı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz” dedi.

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali; Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi tarafından da destekleniyor. Ayrıca, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 2010 yılında gerçekleştireceği tüm İstanbul Festivalleri’ne destek veriyor. 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali, 2 Nisan Cuma akşamı Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak açılış töreniyle başlayacak.
 

Festival biletleri ne zaman, nerede?

Uluslararası İstanbul Film Festivali biletleri 20 Mart Cumartesi günü satışa çıkıyor. Sinemaseverler biletlerini Beyoğlu’nda Atlas ve Yeni Rüya, Kadıköy’de Kadıköy sinemalarında açılacak gişelerden, İKSV binası ve Biletix’ten satın alabilecekler.
Azize Tan, sinemaseverlerin, bu yıl da İstanbul Film Festivali’nde filmleri yine çok uygun fiyatlara izleme şansına sahip olacaklarını, biletlerde düşük fiyat uygulamasının, iki yıldır olduğu gibi bu yıl da süreceğini ve bilet fiyatlarında bir değişikliğe gidilmediğini söyledi. Festivalde biletler tam 10 TL, öğrenci ile 65 yaş ve üstü için 7 TL olacak. Hafta içi gündüz seansları ise 3,50 TL. Akbank Galaları’nın bilet fiyatları 15 TL. Festivalin Türk Sineması bölümünde yer alan filmler için de bilet fiyatı tüm seanslarda yine 3,50 TL olacak. Lale Kart sahipleri her zaman olduğu gibi yine biletlerini öncelikli ve indirimli almaya devam edecek. Üniversite ve lise öğrencileri için bu sene özel olarak çıkarılan PasoFilm! Kartı ise festival boyunca özel avantajlar sağlayacak. Festival Sponsoru Akbank’ın Axess kart sahipleri ise (hafta içi gündüz seansları ve Türk filmleri hariç) Festival boyunca satın alacakları biletlerde yüzde 20 özel indirimden yararlanacak.
 

Festival’de Sinema Onur Ödülleri

Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin bu yılki Sinema Onur Ödülleri, Türk sinemasına yıllar boyu emek vermiş üç değerli sanatçıya, Kadir İnanır‘a, Mevlüt Koçak‘a ve Feyzi Tuna‘ya verilecek. 2 Nisan Cuma akşamı Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’nda gerçekleştirilecek İstanbul Film Festivali açılış töreninde ödülleri verilecek bu üç büyük sanatçıdan Kadir İnanır’ın başrolünü üstlendiği Atıf Yılmaz‘ın unutulmaz filmi Selvi Boylum Al Yazmalım, Groupama’nın sponsorluğunu üslendiği “Türk Klasikleri Yeniden” özel gösterimiyle 7 Nisan Çarşamba akşamı sinemaseverlerle buluşacak. Feyzi Tuna‘nın Kuyucaklı Yusuf adlı filmi de festival kapsamında gösterilecek.
 

Festival’de Yaşam Boyu Başarı Ödülleri

Bu yıl festivalin yaşam boyu başarı ödüllerinden ilki İtalyan sinemasının önde gelen isimlerinden, yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu Marco Bellocchio‘ya sunulacak. “Yıllara Meydan Okuyanlar” bölümünde Vincere / Yenmek adlı son filmi de gösterilecek olan Bellocchio’ya ödülü 2 Nisan Cuma akşamı Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’nda gerçekleştirilecek açılış töreninde verilecek. Festivalin ikinci yaşam boyu başarı ödülü, aynı zamanda Uluslararası Altın Lale jürisinin başkanlığını da üstlenen Klaus Maria Brandauer‘e verilecek. Özellikle Istvan Szabo‘nun Mephisto adlı filmindeki rolüyle hafızalarımıza kazınan Avusturyalı oyuncuya ödülü 17 Nisan Cumartesi akşamı Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’nda düzenlenecek kapanış töreninde sunulacak.
 

Festival’de Altın Lale heyecanı

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünden bir filme verilen Altın Lale ödülü bu yıldan itibaren Şakir Eczacıbaşı anısına verilmeye başlanıyor. Uluslararası Yarışma filmleri, Altın Lale ödülü için festivalin ikinci haftasında izleyicilerle uluslararası jürinin huzuruna çıkıyor. 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali Altın Lale Uluslararası Yarışma Jürisinin başkanlığını, bu yıl ünlü oyuncu Klaus Maria Brandauer üstleniyor. Sinema çevrelerinde ses getiren, birbirinden etkileyici 11 filmin yarışacağı Uluslararası Yarışma’ya yalnızca sanat ve sanatçı üzerine olan filmler ya da edebiyat uyarlamaları katılabiliyor. İstanbul Film Festivali’nde “Türk Sineması” sponsorluğunu geçen 21 yıldır olduğu gibi bu yıl da Efes Pilsen üstleniyor. 2009-2010 sezonunda yapımı tamamlanan Türk filmlerinin bir araya geldiği Türk Sineması bölümünde, Ulusal Yarışma, Yarışma Dışı, Yeni Türk Sineması ve Belgeseller başlıkları altında 50’ye yakın kurmaca ve belgesel film yer alıyor. İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması dolayısıyla İstanbul Film Festivali de İstanbul’da geçen, İstanbul’u konu eden Türk ve yabancı filmlerden oluşan özel bir seçkiyi programına dâhil ediyor.

Festival’de her gece bir Akbank galası

İstanbul Film Festivali, sinemaseverleri festivalin ilk dokuz gecesi 21.30 seanslarında Atlas Sineması’ndaki Akbank Galaları’nda ağırlayacak. Bu kapsamda 9 film gösterilecek.
İstanbul Film Festival bu yıl, en yaygın, en zor ve en keyifli sinema türü komediye özel bir bölüm ayırıyor. Comedymax sponsorluğunda gerçekleştirilen Antidepresan başlıklı bölümde, hayatı hafife alan, eğlendirirken düşündüren, mizaha ve dünyaya farklı açılardan bakan 10 film izleyiciyle buluşacak. Festivalin yeni bölümlerinden “Büyüleyici İsyancılar: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Bağımsız Sinemacılar Seçkisi”, Ortadoğu ülkelerinin çağdaş ve bağımsız sinemalarını bir araya getiriyor. Bu bölümde 11 film yer alıyor.
 

Festival’in vazgeçilmez bölümleri

İstanbul Film Festivali’nin Sabah Gazetesi sponsorluğundaki bölümü Dünya Festivallerinden, festival izleyicisine tanınmış yönetmenlerin saygın festivallerde gösterilen çoğu ödüllü son yapıtlarından 23 film sunuyor. NTV’nin sponsorluğunu üstlendiği NTV Belgesel Kuşağı’nda bu yıl çevre kirliliği, müzik, plastik sanatlar, komplolar, din, sinema, bilim, moda, dans ve siyaset gibi farklı konuları işleyen 18 belgesel yer alıyor.  Colin’s sponsorluğunda gerçekleştirilen Genç Ustalar bölümünde, ilk ya da ikinci filmleriyle dünya sinema endüstrisinin dikkatlerini üzerine çekmiş 13 başarılı genç yönetmenin filmi yer alıyor. Sponsorluğunu Dole’nin üstlendiği Yıllara Meydan Okuyanlar bölümünde sinemaseverler yıllara meydan okuyan beş usta yönetmenin en son filmlerini izleme fırsatı bulacaklar.

İstanbul Film Festivali’nin uyarıcı, sarsıcı, kışkırtıcı filmleri uykuya tercih edenlerin dört gözle beklediği geleneksel geceyarısı sineması bölümünün sponsorluğunu bu yıl LG üstleniyor. LG ile Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde yer alan 3 film, Cuma geceleri Beyoğlu ve Cumartesi geceleri Atlas sinemasında saat 24.00’te gösterilecek. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Malaysia Airlines sponsorluğunda gerçekleşen Mayınlı Bölge’sinde bu yıl farklı tür ve anlatım teknikleriyle sınırları zorlayan, yaklaşımları ve teknik özellikleriyle sıra dışı 10 film yer alıyor.
 

Çocuk mönüsü

Son dört yıldır festival programında yer alan ve çocuklar kadar büyüklerin de takipçisi olduğu Çocuk Mönüsü, JOJO’nun sponsorluğunda bu yıl da devam ediyor. Çocuk filmleri festivallerinde izleyicilerden tam not alan 3 film, festival boyunca hafta sonları öğlen 13.30 seanslarında Nişantaşı Citylife City’s ve Kadıköy Kadıköy sinemalarında gösterilecek. Filmlere simültane Türkçe seslendirme yapılacak.
 

Festival sinemaları

Festivalin gösterimleri Beyoğlu’nda Atlas, Yeni Rüya, Beyoğlu, Sinepop, Pera Müzesi sinemaları, Kadıköy’de Kadıköy sineması ve hafta içi 16.00-19.00-21.30 seanslarıyla hafta sonları Nişantaşı CityLife Cinema (City’s) olmak üzere toplam 7 sinema salonunda gerçekleştirilecek.

İtalya’da yaşayan yönetmen Ferzan Özpetek, son filmi “Serseri Mayınlar”ı Roma’da tanıttı.

İtalya’da bir filmi ilk defa 500 kopya çıkan Ferzan Özpetek, filmin Roma’daki ön gösteriminde büyük alkış aldı.

“Karşı Pencere” adlı filmiyle de daha önce İtalya’da büyük başarı gösteren Özpetek, yeni filmine dair bu zamana kadar gelen tepkilerin, beklemediği şekilde çok güzel olduğunu ifade etti.

Filmin ön gösterimleri için kuzeyden güneye İtalya’nın birçok kentini dolaştıklarını anlatan Özpetek, “Filmi izlerken 4 yerinde alkışlıyorlar, sanki tiyatro gibi. Bu çok ilgimi çekti, hoşuma gitti” dedi.

“Serseri Mayınlar” filmi için, “güldüğün, ağladığın, biraz şizofreni olduğun yerleri var” ifadesini kullanan Özpetek, “Zaten ben seyircinin sürekli heyecan duymasını çok istiyorum. İnsanları güldürüp, düşündürmek benim çok hoşuma gidiyor. Cahil Periler’de de, Karşı Pencere’de de bu vardı ama Serseri Mayınlar’da biraz daha belirgin” diye konuştu.

Screen İnternacional adlı sinema dergisinde filmle ilgili çıkan yazıda kullanılan, “Özpetek, İtalya’nın Almodovar’ı”, “Özpetek, İtalyan sinemasının modern Rönesansçısı” ifadelerinin hoşuna gittiğini söyleyen yönetmen, “Bu tip güzel yazılar filmin uluslararası alanda yayılmasına çok yardımcı oluyor. Hamam’dan sonra ilk defa benim bir filmim yabancı basında bu kadar güzel tepkiler aldı. Film şimdiden, Avustralya, Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere gibi 16 ülkeye satıldı” dedi.
 

Türkiye galası Gaziantep’te

Diğer filmlerinden farklı olarak, “Serseri Mayınlar” filmi neredeyse İtalya ile aynı zamanda, mart ayı sonunda, Türkiye’de de gösterime girecek olan Özpetek, bunu sadece bir an önce galaları bitirmek istemesinden yaptığını belirtti.

Özpetek, “Neden gala yeri olarak Gaziantep’i seçtiniz” sorusu üzerine ise “Mükemmel Bir Gün filmi sırasında Gaziantep’te hiç beklemediğim, beni şaşırtan bir tavır vardı. Çok sıcak karşılandım. İnsanların sinema bilgisine, benim sinemamı tanımalarına çok şaşırdım. Ondan geri dönüyorum. İstanbul’da gala artık hoşuma gitmiyor. Keşke artık böyle başka yerlerde galalar yapılmaya başlansa” diye konuştu.

“Bu zamana kadar Hamam filmi dışında Türkiye’de iyi giden bir filmi olmadığını” söyleyen Özpetek, bunun sebebini açıklarken, “Sonuçta insanlar, alt yazılı olan İtalyan bir filme gidiyorlar” ifadesini kullandı.

Özpetek, filmde “Kutlama” adlı şarkısını kullandığı Sezen Aksu’nun, filmi izleyen ilk 3 kişiden biri olduğunu ve ünlü sanatçının da Gaziantep’e geleceğini belirtti. Özpetek, Sezen Aksu’nun filmi çok beğendiğini ve “Sen ortalığı yakmışsın. Bu film için çok güzel şeyler olacak” diyerek kendisine destek çıktığını anlattı.
 

“Beni Oscar’a göndermezler”

“Birçok ödül aldınız. Belki de tek eksik Oscar” yorumu üzerine, “Beni Oscar’a göndermezler” diyen Özpetek, şöyle devam etti:

“Beni, Türkiye’de ‘İtalyanlık var’ diye, İtalya’da da ‘Türklük var’ diye Oscar’a göndermezler. Onun için ben bu konunun üzerine taş koydum. Oscar’a rahat gidecek film Karşı Pencere idi. Gitmedi. Ama ben artık hiç bunlara takılmıyorum. Almanya mesela Fatih Akın’ı Oscar’a gönderdi çünkü Almanlar Türk yabancı olmasına alışkınlar. İtalya’da tam tersi. Bana halen ‘iyi İtalyanca biliyorsunuz’ diyenler oluyor. Ama ben aldırmıyorum.”

Özpetek, Eylül ayına doğru Türkiye’de çekmeyi planladığı filmle ilgili olarak ise “Henüz kesin bir şey yok” dedi ve program değişikliği olabileceğini ima etti.

Öte yandan “Serseri Mayınlar” filmini çektiği, İtalya’nın güneyindeki Puglia bölgesine övgüler yağdıran Özpetek, “İtalya’nın tekrar kendini düzeltmesi için buna Puglia’yı örnek alarak başlaması lazım. Puglia’da mesela kolyeler satmaya çalışan zenci bir adamla o bölgedeki insanlar arasında öyle bir diyalog var ki, on dakika sonra şakalaşmaya başlıyorlar. Bu Roma’da olacak bir şey değil. Roma’da, ‘Git, yaklaşma yanımıza derler'” diyerek, İtalya’nın özellikle kuzey bölgesinde görülen göçmen karşıtı politikaları eleştirdi.
 

ABD’de yapılan bir araştırmada, sağlıklı erkeğin cinsel yaşam süresinin daha uzun olduğu ortaya çıktı.

Chicago Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, sağlık durumu iyi veya mükemmel 55 yaşındaki erkeklerin, sağlıkları kötü veya vasat düzeydeki erkeklerle mukayese edildiğinde ortalama 5 ila 7 yıl daha uzun cinsel yaşamlarının olduğu belirlendi. Araştırmada, sağlık durumu iyi ya da mükemmel kadınların, sağlıkları kötü veya vasat olanlarla karşılaştırıldığındı 3 ila 6 yıl daha uzun cinsel yaşamlarının bulunduğu kaydedildi.

Sağlık durumları çok iyi veya mükemmel durumda bulunan erkek ve kadınlar, sağlık durumları kötü veya vasat erkek ve kadınlarla karşılaştırılırken, sağlığı iyi olan erkeklerin kötü olanlara göre 1,5 ve kadınların da 1,8 kat cinsellikle daha ilgili olduğu görüldü.

25 ila 85 yaşlarındaki 6 binden fazla Amerikalıya ait verilerin incelendiği ve British Medical Journal’da yayımlanan araştırmada, orta ve ileri yaşlarda cinsel faaliyet, cinsel yaşamın kalitesi ve cinselliğe ilginin sağlık durumuyla doğrudan bağlantılı olduğu tespit edildi.

Araştırmacılar Doçent Stacy Tessler Lindau ve asistanı Natalia Gavrilova, erkeklerde faal cinsel yaşam beklentisinin kadınlardan daha uzun olduğunu, ancak sağlığı kötü erkeklerin faal cinsel yaşamlarının kadınlara göre kısa olduğunun altını çizdi.

Araştırmada ayrıca, daha sık cinsel ilişkide bulunan insanların daha sağlıklı olduğu tespit edilirken, cinsel açıdan aktif insanlar arasında, sağlık durumu iyi olmanın, erkeklerde daha sık cinsel ilişkiyle (haftada bir veya daha fazla) bağlantılı olduğu tespit edildi.

Araştırmacılar makalelerinde, “cinsel aktivite, yüksek kaliteli cinsel yaşam ve cinselliğe ilginin yaş ilerledikçe erkeklerde kadınlardan daha fazla olduğunu” kaydetti.

İşsizlik ödeneğine başvuranlar arasında her meslekten işsiz bulunuyor. Başvurularda beden işçileri, büro memurları, satış elemanları, muhasebeciler, güvenlik görevlileri, şoförler, garsonlar ve sekreterler başı çekiyor.

 Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) verilerine göre, ocak ayında işsizlik ödeneğine yapılan başvuruların meslekler itibarıyla dağılımı, işsizliğin hemen her meslek grubundan çalışanları tehdit ettiğini ortaya koydu.

İşini kaybeden 53 bin 128 kişi ocak ayında kuruma başvuruda bulundu. Başvurularda başı beden işçileri çekti. İşsizlik ödeneğinden yararlanmak için başvuruda bulunan beden işçilerinin sayısı 19 bin 972’yi buldu.

Beden işçilerinin başvurusunu 3 bin 626 başvuruyla büro memurları izledi. Başvuru sahipleri arasında çeşitli niteliklerde bin 941 şoför yer aldı. Başvurularda satış elemanı, muhasebeci, güvenlik görevlisi, garson, sekreter mesleklerinden işini kaybedenler de öne çıktı.

Yaş gruplarına göre dağılıma bakıldığında ise işsizliğin özellikle genç çalışanları tehdit ettiği göze çarpıyor.Ocak ayında işsizlik ödeneğine başvuran 53 bin 128 kişinin 28 bin 563’ünü 20-34 yaş grubundakiler oluşturuyor.

Eğitim durumuna göre yapılan dağılımda, işsizlik ödeneğine yapılan başvuruların 30 bin 269’unun ilköğretim mezunlarından geldiği görülüyor. İlköğretim mezunlarını 15 bin 432 başvuruyla lise ve dengi okullardan mezunlar izliyor. İşsizlik ödeneği için ayrıca 562 okur-yazar olmayan ve 4 doktora mezunu başvuruda bulundu.

“Veda, bir direniş filmi”

Veda filminin yönetmeni Zülfü Livaneli, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde direniş şarkıları yazdığını, bugün Atatürk’le ilgili bir film yapmasının da bir direniş olduğunu söyledi. Zülfü Livaneli, “Onun adını karalamak, küçük düşürmek isteyenlere karşı bir direniş” dedi.

Celal Üster

Cumhuriyet– “Veda”, Zülfü Livaneli’nin “Yer Demir Gök Bakır”, “Sis” ve “Şahmaran”dan sonra yönettiği dördüncü film. Livaneli, bugüne kadar yalnızca yaptığı müzikler, yazdığı romanlarla değil, filmleriyle de pek çok ödüle değer görüldü. Atatürk’ün başyaveri ve Atatürk öldüğünde canına kıymaya kalkışacak kadar yakın dostu olan Salih Bozok’un anılarından yola çıkarak senaryosunu yazdığı, müziğini yaptığı ve yönettiği “Veda” şu sıralar gösterimde.

“Bir Atatürk filmi değil, bir dostluk filmi” diye tanımladığı “Veda”da, Mustafa Kemal’i bir klişe, bir tabu olarak değil, insan olarak anlatmaya çalıştığını vurgulayan Livaneli, filme yöneltilen kimi eleştirileri yanıtlarken, “Veda”yı nasıl bir yaklaşımla gerçekleştirdiğini ayrıntılarıyla anlattı.

– Sevgili Zülfü, “Veda”yı Atatürk’ün yakın dostu ve yaveri Salih Bozok’un anılarından yola çıkarak kaleme aldığın senaryodan çektin. Bu anılarda sana çekici gelen, seni etkileyen neydi?

– Hikâyeyi, sinemada epey kullanılan yansıtma tekniğiyle anlatmak istedim. Milos Forman’ın “Amadeus” filminde Mozart’ı anlatmak için Salieri’nin anılarından yola çıkması gibi. Zaten filmin uyarlandığı tiyatro oyunu da aynı tekniği kullanıyordu. Böylece, kahramanı anlatıcının gözünden aktarma olanağı buluyorsunuz. Yani öznel bir bakış. Arkadaşının ölümünde intihar etmeyi planlayan bir dostun öznel bakışı. Sevgi, saygı ve hayranlıkla dolu bir bakış. Açıkçası bu duygular benim de Atatürk anlayışımla bağdaştığı için bu anlatım yolunu seçtim. 

-“Veda”yı nasıl tanımlarsın: Bir Atatürk filmi mi, yoksa Salih Bozok’un anılarından hareketle çekilmiş bir film mi?

-“Veda” bir Atatürk filmi değil, bir dostluk filmidir. Dünyanın her bölgesinde anlatılabilecek evrensel bir hikâyedir, ama bu dostlardan birisinin adı Mustafa Kemal, ötekinin adı Salih Bozok olunca, bu hikâye bambaşka bir boyut kazanıyor. İster istemez savaşlar, ayrılıklar, göçler, mücadeleler giriyor içine.

-“Veda”nın gerçekleştirilmesinin büyük çaplı bir “örgütlenmeye” dayandığı görülüyor. İç ve dış mekânların belirlenmesinden makyajlara, çok sayıda figüranın yer aldığı kalabalık sahnelerden oyuncuların kullanımına vb. baştan sona geniş bir “örgütlemeyi” gerektiren bir film. Böyle bir filmin çekiminde en büyük zorluğu nerede yaşadın?

– Savaş sahneleri çok zorladı diyebilirim. Çünkü birçok büyük patlama oluyor. Yaralanmalar oluyor. Gerçekten zordu. Yüzlerce yardımcı oyuncuya 20 gün eğitim veren askerlik danışmanlarımıza ve ekiplerimize teşekkür ederim.


– Filmde Atatürk’e yaklaşımı nasıl tanımlamak istersin?

– Bu filmde Atatürk’ü bir klişe, bir tabu değil insan olarak anlatmaya çalıştım. Ama mükemmel, hayranlık uyandırıcı, karizmatik, olağanüstü bir insan o. Dünyanın önünde hayranlıkla eğildiği, Nâzım’ın en büyük övgü şiirini yazdığı bir büyük insanda ille de kusur mu arayacaktım.

– Yaşadığımız günlerde bir “Atatürk filmi” değilse de, “Atatürk’le ilgili bir film” yapmanın özel bir anlam kazandığı söylenebilir mi?

– 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin en ağır günlerinde direniş şarkıları yazdım. Kurulu düzene kafa tuttum, hapse girdim. İlk albümüm hâlâ yasaktır. Nâzım’ın tabu olduğu yıllarda “Nâzım Türküsü” albümünü yayımladım. Hayatım hep rüzgâra karşı yürümekle, yasaklanmakla, saldırıya uğramakla geçti. Bugün Atatürk’le ilgili bir film yapmam da bir direniştir. Onun adını karalamak, küçük düşürmek isteyenlere karşı bir direniş. Atatürk’e neredeyse hakaret etmenin moda olduğu bir dönemde, bu direniş filmini başaran sinema emekçilerine, yapımcılara, oyunculara ve filmi her seansta alkışlayan duyarlı, aydınlık insanlara teşekkür ederim. Büyük Atatürk ve dostunun hikâyesini bir nebze anlatabildiysek ne mutlu bize.