Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…
Asistanların favorisi göz hastalıkları

İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nisan Dönemi TUS’unda en yüksek puanı alan asistan adayının tercihi oldu. TUS birincisi, 74.199 puanla göz hastalıklarını seçti

HELİN AYGÜN-ANKARA / MEDİMAGAZİN

2010 Nisan Dönemi Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS)’nda en yüksek puan alan öğrencinin tercihi göz hastalıkları oldu. TUS’ta 74.199 puan alarak birinci olan uzmanlık öğrencisi adayı, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine yerleştirildi.

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), 17-21 Mayıs 2010 tarihleri arasında yapılan başvuruların sonucunu açıkladı. Tıpta uzmanlık eğitimi almak için başvuru yapan 4 bin 900 adaydan 2 bin 78’inin uzmanlık ana dallarından birine yerleştirildiği bildirildi. Yabancı uyruklu kontenjanı 46, GATA kontenjanı da 105 kişi olarak açıklandı.

ÖSYM tarafından açıklanan verilere göre, klinik puanı 74.199, temel puanı 73.036 olan TUS klinik bilimler birincisi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Dr. Mehmet Giray Ersöz, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları bölümüne girmeye hak kazandı.

Sınavda 73.554 puanla temel bilimler birincisi ve 73.671 puanla klinik bilimler ikincisi olan İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Dr. Abuzer Kayar ise İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalını kazandı. Kayar’a, TUS birincisi olduğu için İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı ve Dekan Yardımcıları otomobil hediye etmişti.

Top 10 listesi
2010 Nisan Dönemi TUS’unda alınan tavan puanlarına göre yapılan sıralamada, ilk sırayı İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ikinci sırayı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi aldı. Bunları sırayla İstanbul Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Prof. Dr. N. Reşat Belger Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi izledi.

TUS yerleştirmelerinde en yüksek puanla ilk 10’a giren asistan adayından 4’ü göz hastalıklarını tercih etti. Adaylardan ikisi kardiyoloji, ikisi deri ve zührevi hastalıklarını seçerken, birer kişi de fiziksel tıp ve rehabilitasyon ile radyoloji branşlarından yana tercih kullandı.

İlk 10’a giren adaylardan sadece 3’ünün üniversite hastanesini seçtiği, adayların ağırlıklı olarak döner sermaye ödemeleri daha yüksek olan Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarını tercih listelerine yazdığı gözlendi.

Geçen sene tercihler farklıydı
2009 Nisan Dönemi TUS’unda alınan en yüksek tavan puan 75.343 olmuş, TUS birincisi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalına girmişti. Geçen sene TUS’ta diğer adaylardan fazla puan alarak ilk 10’a giren araştırma görevlisi adayları da ağırlıklı olarak döner sermaye payları üniversite hastanelerinden yüksek olan Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerini tercih etmişti. Bu dönemde yapılan TUS yerleştirmesinde iç hastalıkları, göz hastalıkları, kardiyoloji, plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi ile çocuk psikiyatrisi branşları en yüksek puan alan öğrencilerin tercihi olmuştu.

2008 Eylül Dönemi TUS’unda ise kardiyoloji, çocuk psikiyatrisi, göz hastalıkları ile plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi yüksek puanla asistan alan branşlar olmuştu.

“Kaygı gerekli, ama sınırında olursa”

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özmen Metin, ”Belli bir sınıra kadar anksiyete normaldir, kişinin işlevselliğini, performansını, başarısını artırır, tehlikelerden kaçınmasını sağlar” dedi.

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özmen Metin, kaygı, bunaltı, sıkıntı, endişe gibi anlamları da olan anksiyetenin normalde herkeste görülen, bir tür hayata uyum yeteneği olarak değerlendirilebileceğini söyledi. Kişinin yeni bir ortamda, tehdit oluşturabilecek durumlarda bir çeşit savunma mekanizması olarak kaygı hissedebileceğine değinen Metin, vücudun kaygıyla birlikte alarma geçeceğini ve olası tehditlere karşı kendini koruyabileceğini kaydetti.

Bunun normalde her insanda olması gerektiğine dikkati çeken Metin, herkesin belirli şiddetlerde kaygı yaşadığını, bunun da sağlıklı bir tepki olduğunu ifade etti. Metin, şöyle konuştu: ”Normal sınırlardaki anksiyete çoğunlukla kişinin başarısını, işlevselliğini artırır. Örneğin sınavınız vardır, sınavda başarılı olamama kaygısıyla ders çalışırsanız, bu sizin başarınızı artırır. Yeni bir durumda, tanımadığınız bir ortamda anksiyetenin oluşması dikkatli olmayı ve risklerden kaçınmayı sağlar. Yani belli bir sınıra kadar anksiyete normaldir, kişinin işlevselliğini artırır, tehlikelerden kaçınmasını sağlar. Ama ne zaman bu şiddetli olur, kişi kaygısını kontrol etmekte güçlük çeker, işlevselliğini bozar, hayatını olumsuz etkiler, o zaman bunu anksiyete bozukluğu olarak görür ve tedavi gerektiren bir durum olduğuna karar veririz. Yoksa herkes kaygı yaşar. Evrimsel olarak da insanın hayatta kalmasını sağlayan bir duygudur. Ama süreğen ve şiddetli olmaması şartıyla.”

Özmen Metin, kaygı düzeyinin kişinin yaşantısını dayanılmaz bir hale getirmesiyle sınır düzeyin aşılacağına dikkati çekti. Anksiyete bozukluğunun iç sıkıntısı, bunaltı, daralma, endişe, huzursuzluk şeklinde kendini gösterebileceğini belirten Metin, şunları söyledi:
”Bunlarla birlikte fiziksel belirtiler de olur. Bu birçok vücut sistemini içine alır. En sık kalple ilgili belirti olur, çarpıntı, kalp atım sayısında artış, kan basıncında artma ya da azalma görülebilir. Bayılma hissi, terleme, titreme, nefes almakta güçlük, boğulma hissi, nefes açlığı, solunum sayısında değişiklik görülebilir. Normalde insanın aldığı solunum sayısı bellidir, ama anksiyete bozukluğunda kişi daha sık ve yüzeysel nefes alıp vermeye başlar. Mide, bağırsak şikayetleri, sık idrara çıkma görülebilir. Karın ağrısı, mide bulantısı, ateş basması, ürperme gibi belirtiler görülür. Duygusal olarak da kontrolünü kaybedeceği, çıldırabileceği hissi olabilir. Dikkat, konsantrasyon güçlüğü yaşanır ve konuşma bozuklukları görülebilir.”

Nasıl başa çıkılır?

Yrd. Doç. Dr. Özmen Metin, kaygı bozukluklarıyla başa çıkabilmek için farklı yöntemler uygulanabileceğini kaydetti. Başta panik atak olmak üzere kaygı bozukluğu hastalıklarında nefes ve gevşeme egzersizlerinin önemine değinen Metin, ”Nefes alıp vermeyi düzenli hale getirirsek, anksiyeteyi de kontrol altına almış oluruz. Sık nefes alıp verme yerine burundan derin nefes almak, akciğerlerde toplamak ve birkaç saniye bekledikten sonra yavaş yavaş ağızdan nefes vermek şeklinde nefes egzersizleri yapılabilir” dedi.

Kas gevşetme egzersizlerinin de anksiyetenin kontrol edilmesinde olumlu etkisi olduğuna dikkati çeken Özmen Metin, ayrıca kişinin dikkatini bedeninden ve anksiyete oluşturan durumdan uzaklaştırmasının da anksiyete kontrolünde yarar sağlayabileceğini belirtti.
Özellikle panik ataklar yaşayan kişilerin ilgilerini vücutlarından uzaklaştırmaları gerektiğine işaret eden Özmen Metin, ”Dikkatinizi sürekli bedeninize verirseniz, ‘Kalbim az çarptı, çok çarptı’ gibi belirtiler görmeye başlayabilirsiniz. Bu tip durumlarda dikkat bedene değil, başka yerlere vermeli” diye konuştu.

Kaygı bozukluğunun pek çok çeşidi var

Özmen Metin, kaygı bozukluğu başlığı altında pek çok farklı rahatsızlık bulunduğunu bildirdi. En sık görülen problemlerden birinin özgül fobi olduğunu anlatan Metin, bu rahatsızlığı bulunan kişilerde kapalı alanda kalamama, hayvanlardan korkma, kan verme, enjeksiyon yaptırma gibi durumlarda aşırı kaygı yaşadıklarının görüldüğünü söyledi.

Genelleşmiş anksiyete-kaygı bozukluğunun ise hayatı olumsuz etkilediğini belirten Metin, bu kişilerin sürekli kaygılı halde olduklarını, endişelerini kontrol etmekte güçlük çektiklerini kaydetti. Genelleşmiş kaygı bozukluğu olan kişilerde her an kötü bir şey olacakmış gibi sürekli kaygı yaşadıklarını ifade eden Metin, bu kişilerin üzüntülerini, endişelerini kontrol etmekte güçlük çektiklerini, beraberinde uyku bozuklukları, dikkat, konsantrasyon güçlüğü, enerji kaybı gibi belirtilerin eşlik ettiğini bildirdi.

Metin, panik atağın ise, hiç beklenmedik bir anda başlayabileceğini ve 5-10 dakika içinde en yüksek seviyeye ulaşabileceğini söyledi. Bu kişilerde yoğun kaygı, endişe ve korku görüldüğünü anlatan Metin, panik atağı olan hastalarda fiziksel belirtilerin yaygın görüldüğüne dikkati çekti. Özmen Metin, şöyle devam etti: ”Çarpıntı, terleme, titreme, nefes almakta güçlük, boğazda sıkılma hissi, göğüs ağrısı, mide bulantısı, delireceği korkusu, kontrolünü kaybedeceğine dair panik hali gibi tüm vücut sistemlerini etkileyen ve genellikle kişilerin o anda bunu kontrol etmekte güçlük çektikleri, ölüm korkusu yaşadıkları ve bu nedenle acil servislere başvurdukları bir rahatsızlık bu. Sık sık acil servislere başvururlar ve daha sonra da kardiyoloğa, göğüs hastalıklarına, dahiliyeye giderler. Genellikle en son psikiyatriye başvururlar. Panik bozuklukları kişinin kontrol altına alamadığı panik, dehşet, korkunun egemen olduğu bir bozukluktur. Kişinin yaşamını olumsuz etkiler.” Metin, bu hastalıkta tedavi oranının oldukça yüksek olduğunu, hastalığın en çok genç, üniversite mezunu, kentli kişilerde görüldüğünü kaydetti.

Yrd. Doç. Dr. Metin, travma sonrası stres bozukluğunun da bir kaygı bozukluğu türü olduğunu, travma geçiren kadınların yüzde 20’sinde, erkeklerin ise yüzde 10’unda travma sonrası stres bozukluğunun ortaya çıkabildiğini bildirdi.

Toplumda sıklıkla görülen bir başka kaygı bozukluğunun halk arasında takıntı olarak adlandırılan obsesif kompülsif bozukluk olduğunu anlatan Metin, bu kişilerin de mantıksız olduğunu bildiği halde bazı duygu, düşünce eylemlerin önüne geçemediklerini anlattı.
Bir başka kaygı bozukluğu olan sosyal fobinin ise çok sık rastlanmasına rağmen doktora en az başvurulan kaygı bozukluğu türü olduğuna değinen Metin, bu kişilerin toplum içinde küçük düşecekleri, alay edilecekleri kaygısıyla toplumsal etkinliklerden kaçındıklarını belirtti.
Metin, sosyal fobisi bulunan kişilerin yaşamlarının bu rahatsızlıktan olumsuz etkilendiğini, iş, eğitim, kişiler arası ilişkilerde yoğun sıkıntılar yaşayabildiklerini ifade etti.

Lost finali: Hayal kırıklığı
 
Lost dizisi, 2 saatlik bir final bölümüyle hayranlarına veda etti. İşte Lost’un finalinde yaşananlar!
 

 

     
Yaklaşık 6 yıldır milyonlarca kişi tarafından ilgiyle izlenen; sonu hakkında binlerce teori ortaya atılan “Lost” adlı dizinin son bölümü yayınlandı. Ancak fanatik izleyiciler finali tatmin edici bulmadı!

2004 yılından beri tüm dünyada bir fenomen haline gelen Amerikan yapımı “Lost” dizisinin finali önceki gün sabaha karşı yayınlandı. Milyonları ekrana kilitleyen dizinin Türkiye’deki hayranları da saatlerini 5.00’e kurup, pazarı pazartesiye bağlayan sabah, ekran başına geçti. Geç kalanlar ise dün akşam Dizimax’te yayınlanan finali izledi.
Bölümde, bugüne kadar Lost’ta yer alan tüm karakterlerin bulunduğu görüldü. Ancak karmaşık bir kurgusu bulunan dizide, birçok soru işaretinin yanıtını bulmayı uman izleyicilerin büyük bölümü hayal kırıklığına uğradı. Lost hayranları 2.5 saat süren bölümde yepyeni soru işaretleriyle karşılaştı.

NELER OLUYOR?

“The End” (Son) başlıklı 2 bölümlük finalde, gizemli adanın yeni koruyucusu Jack Shephard ile adayı yok etmeye çalışan John Locke arasında bir mücadele yaşanıyor. Bu mücadelede galip gelen Shephard, batmak üzere olan adayı kendini feda ederek kurtarıyor. Hurley adanın yeni koruyucusu oluyor; Sawyer, Kate, Claire, Miles, Richard ve Lapidus uçakla adadan ayrılıyor. Finalin son sahnesinde dizinin ölenler dahil tüm karakterleri, bir kilise töreninde bir araya geliyor. Burada babası Christian Shephard’la konuşma yapan Jack Shephard, bu konuşma sonunda öldüğünü anlayarak arkadaşlarının yanına, kilisenin diğer tarafına gidiyor.

SİNİR BOZUCU’

Christian Shephard’ın kilisenin kapısını açmasıyla içeri göz kamaştırıcı bir güneş ışığı giriyor ve bölüm sona eriyor. Dünya basını, senaristleri izleyicileri tatmin etmeyen ve soruların tamamını yanıtlamayan “sinir bozucu” bir final hazırlamakla eleştirdi.
İngiliz The Telegraph Gazetesi’nden Michael Deacon, finali heyecan verici ama mantıksız bulurken, eleştirmen Mary McNamara Amerikan Los Angeles Times Gazetesi’ne “Daha kötüsü de olabilirdi” dedi. İnternet bloglarında ise final, duygusal anlamda tatmin edici ancak, mantıksal anlamda yetersiz bulundu.
Lost’un fanatik hayranları da, Türkiye’de hâlâ yasak olan Youtube’a final bölümüyle ilgili videolar yükledi. Görüntülerde, bazı hayranların 6 senedir süren dizi sona erdiği için göz yaşlarına boğuldukları, bazılarının ise finalin tam anlamıyla bir “rezalet” olduğunu söyledikleri görülüyor.

‘Lost takipçileri 6 yıl sonunda daha iyisini hak ediyordu’

FİNALDE her şeye bir açıklama getirilemeyeceği zaten uzun süredir belliydi; 6’ncı sezonun gidişatı da ümit verici değildi.
Ama her şeye rağmen “Lost”u 6 yıldır takip edenler daha iyisini hak ediyordu. Bu final bence Lost takipçilerinin büyük bir bölümünü tatmin etmekten uzak. Bir kere, dizinin en önemli kahramanı olan “Ada”, tarihi ve gizemleriyle tümüyle geri plana itilmiş. İkincisi, bu finalle bilimkurgusal ve fantastik öğelerin değeri düşürülerek vasat ve romantik bir mistisizm tercih edilmiş. 6’ncı sezondaki “sideways” denilen “alternatif dünya”nın bir tür “geçiş ya da öte dünyaya hazırlık” bölgesi çıkması bence bayat ve banal bir fikir. Öyle ki, insanın içinden “6 yıl boyunca biz bu diziyi bunun için mi seyrettik?” demek geliyor.

NEREDE ORİJİNALLİK?

“Boşuna seyretmeyin herkes en başından beri ölü” ya da “Her şey kahramanlardan birinin rüyası çıkacak” diyerek Lost takipçilerini yıllardır kızdıranlar belki haklı çıkmadı ama bu finali seyrettikten sonra “Lost”un da çok orijinal bir dizi olmadığı anlaşıldı.

Hayal kırıklığı yarattı

NBC’de yayınlanan bir eleştiride “Lost’un finali bu mu yani, dalga mı geçiyorsunuz bizimle?” denilirken; Los Angeles Times’ın bir eleştirmeni de finalin, altı yıldır sürüp giden kafalarda soru işareti yaratan efsaneye yakışmadığını söyledi.

İşte Lost hayranlarının isyanı:

* Finali böyle yapanlara var ya, hurley kadar taş düşsün kafalarına.

* Ancak bir Türk dizisinin finali böyle yapılabilirdi (bkz: sağır oda)…
daha sonra lost’u türkler çekmiş diye haberler çıkarsa demedi demeyin.

* Ya şu finali beğenenleri gerçekten anlamıyorum. 5 sezondur bir sürü ilginç sorularla karşılaştık, senaristler son bölümde bazı sorulara cevap vereceklerini söylediler. Ama söyler misin hangi soruya cevap verdiler? Tüm dünya bu adamlara sövüyor şu an.

*Son bölümde Tosun Paşa’dan etkilenmişlerdir. Neydi lan o sawyer-jack-kate-hurley ile flocke-desmond-ben’in karşılaşma sahnesi?! Adeta yeşil vadi için kapışacak görüntüsü verdiler. Küçük eniştenin karısı kate’in silaha davranması ise biraz daha hollywoodvari olmuş.

*İndirip takipçisi olmayı düşündüğüm bir anda sonunu getirdiler. Ben ne diyim şimdi?

*Saçmalayacaklarını biliyordum da bu kadarını beklemiyordum. Onca süre kafa patlattık ama adamlar gitti toteme bağlandı. Pek yorumlanacak bir şey yok bana göre. O kadar bilimsellikten, deneyden sonra her şeyi tek bir ışığa bağlamak yapılabilecek en kötü şeydi.

*İsmi heroes şeklinde değiştirilmesi gereken dizi. Hereos’ta bu kadar kahraman yok. Bu ne ya! Yazmayayım yazmayayım diyorum ama dayanamıyorum. Son ana kadar bekledik, bir şekilde açıklayacaklar, neler gördük şimdiye kadar dedik, hep ertelediler, hep oyaladılar, ağzımıza bir parmak bal çalıp uyuttular ama el insaf bu ne! Dalga mı geçiyorsunuz yahu!!

* Hepsi ölüymüş ne demek! Arkadaş sorarlar adama hurley’i niye janjanlı gösterdiniz madem öyle, ölülerle konuşuyor diye!

*Mutlu son mu şimdi bu? Sonsuza dek mutlu yaşadılar şeklinde bitirmedik, hepsi zaten ölüydü şeklinde bitirip mutlu son anlayışında bir çığır açtık mı demek bu yani! Of burada oturmuş ciddi ciddi soruyoruz biz de ya!

*Çok sinirliyim arkadaş.

*Adadaki hikayenin bitişi şahane ama dizinin bitişi berbat, flashsideways’in manasızlığı olmasa mükemmel bir final olacakmış. Jack’in ölümü ile yaratılan kontras hariç hiç bir manası yoktu flashsideways’in, 6 sezonu tamamen çöpe dönüştürmüş adamlar sırf merak yaratmak adına. Bu ne lan? Herifler “ışığa gel” finali yaptılar höh ya.

Otizmin karmaşık genetik kökenleri var

Otizmin karmaşık genetik kökenlerinin olduğu belirtildi. Buna göre otizme yolaçan genetik değişimler, tümüyle aileden geçmiyor.

 Oxford Üniversitesi’ndeki Wellcome Trust İnsan Genetiği Merkezi’nin liderliğiyle, ailelerinde otistik kişiler bulunanlarda yapılan geniş kapsamlı gen taramasının sonuçları, Nature dergisinde yayımlandı.

Ailelerinde otizm bulunan insanlar üzerinde yapılan dünyanın en büyük araştırması, birçok otistik kişinin, benzersiz genetik değişimlere sahip olduğunu, bu değişimlerin tam anlamıyla aileden kalıtımsal olarak geçmediğini gösterdi.

Araştırmanın sonuçları, otizmde genlerin güçlü bir rol oynadığı tezini desteklerken, aynı zamanda küçük genetik bozulmaların ebeveynlerin yumurta ve spermlerinde başlayabileceğini ortaya koydu.

Otizm Genom Projesi için 12 ülkede 60 enstitünün 3 yıl süreyle, tümü Avrupa kökenli, 966 otistik ve 1287 sağlıklı kişinin genlerini incelediği belirtildi.

Araştırmada, otizm hastası kişilerin genetik yapılarında daha fazla kayıp ve düzensizliğin görülme eğiliminin yüksek olduğu, bunların genlerin işleyişini bozabileceği gözlendi.

Otistiklerde, sağlıklıklı kişilere oranla, bu tür genetik değişimlerin ortalama olarak yüzde 19 daha fazla olduğu, aynı zamanda her bir otizm vakasında farklı bozukluklar dizisinin görüldüğü bildirildi.

Araştırmacılardan California Üniversitesi’nde görevli doktor Stanley Nelson, her çocuğun farklı bir gende farklı bir bozukluk gösterdiğini belirtirken, araştırmanın sonuçlarının, gelecekteki tedavi yöntemleri için ipuçları sunabileceği belirtildi.

Ancak araştırma, genetik değişikliklerin nasıl meydana geldiği sorusuna yanıt vermedi.

Dahilerin ortak özelliği anne sütü

Samsun Kadın Doğum ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Şükrü Arslan, ”dahi çocuklar bir ile 2 yaş arasında anne sütü alan bebekler içinde çıkmıştır, oysa bir yaşından sonra anne sütü almayan inek sütü ya da hazır mamalarla beslenen çocuklar içinde zeka puanı 130, 140’ın üzerinde olan dahi çocuklar çıkmadığı görülmüştür” dedi.

 Samsun Kadın Doğum ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Şükrü Arslan, anne sütünün yeni doğmuş bir bebek için en önemli gıda olduğunu vurguladı.

Anne sütünün her bebeği 6. ayın sonuna kadar bütün her şeyiyle besleyebilecek özelliği bulunduğunu, dolayısıyla anne sütü alırken bir bebeğin su dahil başka herhangi bir ek gıda almasına gerek olmadığını söyleyen Arslan, ”Anne sütü 6. ayın sonuna kadar içindeki suyu, yağı, şekeri ile protein oranları, vitaminleri, mineralleri ile bebeği tam olarak besler. Anne sütü alan bir bebek aynı zamanda daha huzurludur ve daha zeki olur. Anne sütü almış bin bebeğin baş çevresi, boyu, kilosu belli bir oranda artar ve bebek büyür” diye konuştu.

Yapılan araştırmaların anne sütünün üstün özelliklerini ortaya koyduğunu, anne sütü ile beslenen bebeğin sağlıklı geliştiği ve hastalıklara karşı daha dirençli olduğunun belirlendiğini anlatan Arslan, anne sütünün zeka üzerindeki etkisinin de artık araştırmalarda açıkça ortaya konulduğunu vurguladı.

Anne sütü ile beslenen bebeklerin, mama ile beslenen bebeklere göre zeka puanlarının daha yüksek olduğunun tespit edildiğinin altını çizen Arslan, şunları kaydetti:

”Bir yaşını doldurmuş bebeklerin anne sütüne çok fazla ihtiyaçları yoktur, çünkü ek gıdaya başlanmıştır. Bir-iki yaş arasında bebeklerin anne sütüne devam etmelerinin iki faydası vardır. Birincisi anne ile bebek arasındaki duygusal ilişki devam eder, ikincisi bebeklerin zeka puanı yükselir. Bir yaş ile 2 yaş arasında anne sütü alan bebekler içinde dahi dediğimiz çocuklar çıkmıştır, oysa bir yaşından sonra anne sütü almayan inek sütü ya da hazır mamalarla beslenen çocuklar içinde zeka puanı 130, 140’ın üzerinde dahi çocuklar çıkmamıştır.”
 

Anne sütü ve mama

Annenin bebeğini ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslemesi gerektiğini, anne sütü almasına rağmen istenilen kiloya ulaşmayan bebekte, mamaya başlamak yerine enfeksiyonlardan şüphelenilmesi gerektiğini ifade eden Arslan, şöyle devam etti:

”Bir annenin kendi sütü bebeğine herhangi bir zarar vermez. Zaten doğada da bunu görüyoruz, yavrulayan bir koyun kuzusuna kendi sütünü veriyor, yavrulayan bir at kendi tayına kendi sütünü veriyor, dışarıdan bir başka besin aramıyor. Biz de bir bebek dünyaya getiriyoruz, anne sütünün dışında bir besin aramak doğru değildir. Zorunlu hallerde, örneğin annenin belirli hastalıklarının bulunması, ruh hastası olması dışında anne sütünün kısıtlandığı herhangi bir durum yoktur.

Anne sütü almasına rağmen bebeğin kilosu yetersizse, kilo almasıyla ilgili sorunlar varsa mutlaka bir çocuk uzmanına görünmelidir. Bizim idrar yolu enfeksiyonu dediğimiz ya da orta kulak iltihabı dediğimiz, ya da şuanda tespit edemediğimiz başka bir enfeksiyon olabilir. Çocuk kendi hastalığına bu enerjiyi harcadığı için emdiği sütü büyüme olarak kullanmayabilir. Dolayısıyla bebeğin durumuna bakılır, tahlilleri yapılır. Böyle bir hastalık varsa ortaya konur, bu hastalıklar tedavi edilir. Tedavi edildikten sonra da anne sütünden almış olduğu enerjiyi büyüme olarak kullanır.”

Bebek mamaları, inek veya keçi sütünün doğumda annenin kaybedildiği, anne sütü veremeyecek kadar hasta olduğu, bazı ilaçları kullanmak zorunda kaldığı durumlarda kullanılabileceğini ifade eden Arslan, ”Anne sütü varsa, bebeğin boyu büyümüyor, kilo almıyor diye hazır mamalara geçmek ya da inek sütüne geçmek doğru değildir” dedi.

Prof. Dr. Şükrü Arslan, her annenin anne sütü konusunda bilinçli olması gerektiğini, ”sütün yetmiyor, yaramıyor” endişelerinin doğru olmadığını, annelerin bebeklerini mutlaka en azından ilk 6 ay, yararları saymakla bitmeyecek anne sütü ile beslemeleri gerektiğini vurguladı.

Evrim sanıldığından daha hızlı

Evrim, yeni türlerin gelişimi için aynı yaşam alanında binlerce hatta milyonlarca yıla ihtiyaç duyar. Fakat Nikaragua’da volkanik bir gölü inceleyen biyologlar, evrimin daha hızlı işlediğini gösterdi.

 Bu göldeki siklid balıkları, sadece yüz nesil sonra tamamen yeni bir görüntüye kavuşmuş. Balıkların dudakları kalınlaşırken, kafa kısımları daralmış. Konstanz Üniversitesi evrim biyologu Axel Meyer’ın tespit ettiği bu evrim süreci, sanılandan çok daha hızlı işlemekte.

Kalın dudaklı balıklar, ince dudaklı yakınlarına karşın aynı gölde farklı bir ekolojik nişte yaşıyor. İncelemelerden anlaşıldığı üzere, kalın ve ince dudaklı balıkların farklı beslenme alışkanlıkları var ve laboratuvar deneylerinde bu iki balık türünün melezleşmeye uygun olduğu kanıtlanmış olsa da çiftleşmiyorlar.

Yeni balık türünün dar kafa yapısı özellikle de volkanik kayalıkların arasındaki böcek ve larvaları yakalamak için ideal. Kalın dudaklarsa keskin kenarlı kayalıklara bağlı yaralanmaların etkisini azaltıyor. İnce dudaklı balığın daha fazla dişli ve güçlü bir çenesi var. Bu çene yapısı sayesinde salyangoz kabuklarını kırabiliyor. Georgia Teknoloji Enstitüsü evrim araştırmacısı Todd Streelman, yeni sonuçlar, 1990’lı yıllarda ortaya atılan tezleri de desteklemekte, diyor.

HAKKANİYETLİ BİR SINAV İÇİN  SAĞLIK BAKANLIĞI’NA SON ÇAĞRI:

SÖZLÜ SINAV JÜRİLERİNİ AÇIKLAYIN

            Türk Tabipleri Birliği, 21 Ocak 2010’da başlayan klinik şefi, şef yardımcısı ve başasistan sınav sürecinin her aşamasını yakından izlemekte olduğunu HEKİM KAMUOYUNA daha önce duyurmuştu.

 

            Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası, yıllardır savunduğu ve birçok yargı kararı ile haklılığını kanıtladığı şef, şef yardımcısı ve başasistan atamaları ve sınavlarında tıpta uzmanlık alanının özenle korunması ve HEKİMLERİN TARAFINDA olmaya devam edecektir.

            Biz uzun yıllar üç aşamalı bir sınavı savunduk. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın 21 Ocak 2010 tarihindeki sınav ilanını bazı çekincelerimiz olmakla birlikte olumlu karşıladık.

            Ancak Merkezi Bilgi Sınavı’nı ÖSYM’nin yapması konusunda ısrarcı olduk. 4 Nisan 2010 günü Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan merkezi bilim sınavında sorulan sorular haklılığımızı ortaya çıkardı. Birçok yanlış soru olması bir yana TUS-DATA sorularının sorulduğunu tespit ettik. Soru bankası kurmadan, soru hazırlama teknikleri dikkate alınmadan, yeterlik kurullarının deneyimleri yok sayılarak sağlık bakanlığı “KÖTÜ BİR SINAV” vermiştir.

Bakanlığın bu “KÖTÜ SİCİLİNİ” bildiğimiz için önümüzdeki 11-12-13 Haziran ve 18-19-20 Haziran 2010 tarihleri arasında yapılacak olan sözlü sınavlarla ilgili kuşkularımız vardır.

Bilindiği üzere Yönetmelik uyarınca jüri üyeleri Bakanlıkça oluşturulacak jüri havuzundan çekilecek kura ile belirlenecektir. Jüri havuzu ise, jüri sayısının iki katından az olmamak üzere Tıp Fakülteleri ile Eğitim ve Araştırma Hastanelerindeki, SCI, SCI-E , SSCI veya AHCI’ de kayıtlı dergilerde yayınlanmış en az üçü ilk isim olmak üzere yedi yayını olan şef ve/veya profesörler arasından oluşturulması gerekmektedir. 

Yönetmeliğin bu açık hükmüne rağmen Sağlık Bakanlığı web sayfasında, sözlü sınavları yapacak jürilerin üç kişiden oluşacağı dışında bir bilgiye yer verilmemiştir. Talebimiz olan; jüri havuzunun sınavdan önce ilan edilmesi ve usulüne uygun olarak oluşturulan havuzdan sınavda görev alacak asıl ve yedek jüri üyesi olacak hekimlerin isimlerinin Türk Tabipleri Birliği’nden bir temsilcinin de hazır bulunacağı bir ortamda kura ile belirlenmesi isteği karşılanmadığı gibi jüri havuzunun oluşturulup oluşturulmadığı, kura çekimi yapılıp yapılmadığı bilgisine sahip değiliz. Sınava girecek adaylar kuşku içindedirler. Jürilerinin açıklanmasını istemektedirler. Belirsizlik ve tedirginlik içinde sınava gireceklerdir. Şimdiden jürilerin tespit edildiği ve sınavda kazanacakların listesinin bile hazır olduğu dedikodusu yapılmaktadır. Bu gibi söylentilere son vermenin yolu açıklık ve şeffaflıktan geçer. Tüm meslektaşlarımızın şunu bilmesini isteriz;

Sınavların objektifliğine gölge düşürecek “EN KÜÇÜK BİR ŞÜPHEMİZ”  olması halinde gerekli yasal girişimleri başlatacağız.

YILLARDIR MÜCADELESİNİ VERDİĞİMİZ HAKLI TALEPLERİMİZİ BİR KEZ DAHA AÇIKLIYOR VE SAĞLIK BAKANLIĞI’NI GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ.

Jüri üyelerinin, Türk Tabipleri Birliği’nden bir temsilcinin de hazır bulunacağı bir ortamda usulüne uygun oluşturulan jüri havuzundan kura ile belirlenmesini ve ilan edilmesini,

Boş eğitici kadroları dahil olmak üzere tüm kadroların  hemen ilan edilmesini,

Yazılı mesleki bilim sınavının artık ÖSYM aracılılığı ile yapılmasını,

Boş bulunan şef, şef yardımcılığı kadrolarına sözlü sınavda başarılı olanların atanmasını,

Sınav takviminin her yılın Ocak ayında açıklanmasını talep ediyoruz.

 

İSTANBUL TABİP ODASI

 

Beyoğlu Sineması, yaz sezonuna girilirken Beyoğlu’nda sinema geleneğini canlı tutmak amacıyla yeni bir toplu gösterime başlıyor. Beyoğlu Sineması sinemaseverlere aralarında Oscarlı filmlerin de yer aldığı son dönemin en fazla adından söz ettiren ve yüksek gişe rakamlarına ulaşan vizyon filmlerini sunuyor.

 Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) yıl boyunca vizyona giren filmlerden en iyilerini seçtiği 10 filmden oluşan bu yılki programı, Beyoğlu Sineması, 2009’da hayatını kaybeden “sinemanın büyük ustası”, yönetmen Zeki Ökten’in anısına düzenliyor. Beyoğlu’nun sinemasızlaştırılmasına bir tepkiyi de içeren toplu gösterim programı bu yıl 11-24 Haziran tarihleri arasında Beyoğlu Sineması’nda yapılacak.

SİYAD’ın “2009 Yılının En İyi Yabancı Filmleri” olarak belirlediği 20 filmin içinden seçilen ve gösterime sunulan 10 film arasında Oscarlı Slumdog Millionaire (Milyoner) ve bu yıl Oscar’a 9 dalda aday gösterilen ve üç dalda ödül alan James Cameron’un tüm dünyada yoğun ilgi gören filmi Avatar’ın yanı sıra Michael Moore’un yazıp, yönettiği ve oynadığı Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi de yer alıyor.

14 günlük toplu gösterimde yer alan filmler şöyle:” Açlık” (Hunger), “Yasak Bölge 9” (District 9), “Avatar”, “Şampiyon” (The Wrestler), “Milk”, “Okuyucu” (The Reader), “Son Veda” (Okuribito), “Milyoner” (Slumdog Millionaire), “Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi” (Capitalism: A Love Story), “Küçük Deniz Kızı Ponyo” (Ponyo on the Cliff by the Sea).

İstanbullu sinemaseverlerin toplu gösterim sayesinde bu filmleri ilk kez ya da yeniden seyretmelerine olanak vermek amacıyla, Beyoğlu Sineması tüm gün ve seanslarda bilet fiyatlarını 5 TL olarak belirledi. Beyoğlu Sineması, sinemaseverlerden gelen ilgi ve talebe göre yaz boyunca farklı seçkilerden oluşan yeni toplu gösterimler olabileceği mesajını verdi.

Sertab Erener ‘Rengarenk’ albümü ile müzik marketlerde

Sertab Erener ‘Rengarenk’ albümü ile müzik marketlerde ki yerini aldı. 17 parçadan oluşan ‘Rengarenk’ albümünde ‘Açık Adres’ şarkısı dinlenme rekorları kırıyor. İşte albümde yer alan şarkıların tümü…

Türkiye’de mayıs ayından itibaren sunulmaya başlanan Nokia’nın Comes With Music servisi müzik şirketleri ve sanatçılarla yaptığı anlaşmalar sayesinde üyelerine sevdikleri sanatçıların yeni albümlerini diğer dijital platformlardan önce ilk olarak Ovi Müzik katalogundan ücretsiz erişim olanağı sunuyor (Ovi Store’un En İyileri).

Sertab Erener’in yeni albümü Rengarenk ilk 15 gün Ovi Müzik katalogunda yer alacak.

Bu kapsamda Nokia’nın müzik servisi üyeleri 7 Haziran – 20 Haziran arasında Sertab Erener’in Rengarenk adlı yeni albümünün ücretsiz dijital versiyonunu öncelikli olarak indirebilecekler (Akıllı Telefonların En İyi 11’i).

Sanatçının merakla beklenen yeni parçalarının keyfini erkenden çıkarmaya başlayacak müzikseverler 1 yıl boyunca Ovi Müzik katalogunda sunulan milyonlarca ücretsiz şarkıdan da istedikleri kadar şarkıyı bilgisayarlarına ya da Comes With Music Edition mobil cihazlarına indirip dinleyebilecekler.

Sertap Erener ‘Rengarenk’ albümü ile müzik marketlerde ki yerini aldı. 17 parçadan oluşan ‘Rengarenk’ albümünde ‘Açık Adres’ şarkısı dinlenme rekorları kırıyor. İşte albümde yer alan şarkıların tümü…

Albümdeki Parçalar

01. Sertab Erener – Rengarenk – Açık Adres (Akustik)
02. Sertab Erener – Rengarenk – Asla
03. Sertab Erener – Rengarenk – Avare
04. Sertab Erener – Rengarenk – Ayrılık Ve Biz
05. Sertab Erener – Rengarenk – Bir Çaresi Bulunur
06. Sertab Erener – Rengarenk – Bir Damla Gözlerimde
07. Sertab Erener – Rengarenk – Bir Varmışım Bir Yokmuşum
08. Sertab Erener – Rengarenk – Bu Böyle
09. Sertab Erener – Rengarenk – Ego
10. Sertab Erener – Rengarenk – İkimiz Bir Fidanın
11. Sertab Erener – Rengarenk – İstanbul
12. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Akustik)
13. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Remıx) Burak Yeter
14. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Remıx) Davıd Saboy Ve Ozan Yılmaz
15. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler (Remıx) Phılıppe Laurent
16. Sertab Erener – Rengarenk – Koparılan Çiçekler
17. Sertab Erener – Rengarenk – Rengarenk

Sertab Erener, Türk pop şarkıcısı. 1990′lar ve 2000′ler boyunca sürekli albümlere imza atan sanatçı, ayrıca 2003 yılındaki Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’ye ilk birinciliği kazandırmıştır.

1964 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Annesinin adı Yücel, babasının adı Nizamettin’dir. 11 yaşında kolit hastalığına yakalandı. Işık Lisesi ve İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda şan eğitimi aldı ve okulunda başarılı bir soprano oldu. Mezun olduktan sonra çeşitli gruplarda ve Sezen Aksu’nun yanında vokalistlik yaparak profesyonel müzik yaşamına başlayan Erener, 1990′ların başında Sezen Aksu’nun desteğiyle adını duyurmaya başladı. Ayrıca Fahir Atakoğlu ile birçok reklam müziğini seslendirdi.

Bu arada 1989′da Sertab Altın ismiyle (İlk eşinin soyadı) Klip adlı grupla “Hasret”, 1990′da “Sen Benimlesin” şarkılarıyla iki kez Türkiye Eurovision elemelerine katıldı ancak Türkiye’yi temsil edemedi. İlk albümü olan Sakin Ol 1992 yılında yayınlandı albüm satışı 1 milyon barajını geçti. 1994′de Lâ’l ve 1997 ‘de Sertab Gibi yayımlandı. 1999′da SertaB Erener albümünü yayınladı. Bu albümde “Yanarım”,”Zor Kadın”,”Vur Yüreğim”,”Aşk” gibi sevilen şarkılar yer aldı. İlk 3 ayda 500.000 adet satan albümde Alaturka eser olan “Makber” ve Mozart’ın Queen of the Night aryasını seslendirdi. 2000 yılında Voice Male grubu ile Zor Kadın adlı şarkısını akapella tarzında söyledi ve dünya listelerinde şans aradı.

Aynı yıl Bu Yaz adlı teklisinde Ricky Martin ile söylediği Private Emotion ve Yunan sanatçı Mando ile yaptığı Aşk/Fos adlı düetlere yer verdi. Fikret Kızılok’un bestelediği Kumsalda adlı parçasıyla sunduğu son albümü Turuncu’yu 2001 Haziran ayında çıkardı. Sertab Erener 2003 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Every Way That I Can adlı parçayla Türkiye’yi temsil etti ve Eurovision birincisi oldu. Eurovision birincisi olduktan sonra ilk İngilizce albümü olan No Boundaries‘i çıkardı. Bu albümün içindeki “Here I Am” adlı parça da büyük ilgi topladı.

2005 yılında çoğunluğunu kendi söz ve müziklerinin oluşturduğu Aşk Ölmez adlı albümüyle bu kez daha olgun ve kendi halinde şarkılarla gündeme oturan Erener, aynı yıl Eurovision için bir kez daha sahnedeydi. Everyway That I Can, Eurovision Şarkı Yarışması 50. Yıl özel gösterisinde, 50 yılın Eurovision birincileri arasında en iyi 9. şarkı seçildi. MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2007 de En İyi Türk Sanatçı dalında aday oldu. Rumeli Hisarı Konserleri’nde yıllar boyunca konserler verdi.

2009 İlkbaharı’nda sosyal iletişim siteleri Twitter ve Friendfeed’e üye olmuştur.

Demir Demirkan ile beraber kurduğu “Painted On Water” grubunun kendi adıyla yayımladığı ilk albümü 2009′da ABD’de ve Türkiye’de yayımlandı. ABD’de birçok yerde albüm tanıtım konserlerine çıktı ve büyük beğeni topladı. Aynı yıl Soner Sarıkabadayı imzalı “Bu Böyle” adlı teklisi ile yine sevenleriyle buluştu.

1990-1996 yılları arasında, pop müzik sanatçısı Levent Yüksel ile evli kalmıştır. 2009 Aralık ayında ise yine Soner Sarıkabadayı imzalı “Açık Adres” teklisini piyasaya çıkarttı. Bu Böyle single ile yeni bir tarz yakalayan şarkıcı yine Açık Adres single ile de haftalarca liste başında kalmayı başardı. 2010 yılının Şubat ayında dağıtılan Grammy ödülerine ilk olarak Amerika’da piyasaya sunduğu “Painted On Water” albümünün aday gösterilmesi için başvurmuştur.

Eurovision da alınan kötü sonuçların ardından artık yarışmaya katılan şarkı ve sanatçılar da köklü birçok değişimin olması gerektiğin kabul eden TRT 2003 yılında birçok başarılı çıkışı ve albüm satışları olan Sertab Erener’e Türkiye’yi temsil etmesi için teklif götürdüler. Bu teklifi kabul eden Sertab Erener TRT’nin de izni ve desteğiyle söz ve müziği Demir Demirkan’a ait, yarışmada çiftetelli ritmi kullanılarak oynan Everyway That I Can Yapabileceğim her şekilde parçası 2003 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil ederek, Türkiye’ye Eurovision tarihinin ilk birinciliği kazandırdı. 2004 yılında düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması’ınıda 2003 yılı birincisi Sertab Erener yaptı.

Bolu Express Gazetesi-İmdat Arslan

SAĞLIKLI BİR TOPLUM ADINA RUH SAĞLIĞI MERKEZİ…

 

   

Bir insanın mesleğini sevip sevmediğini, yaptığı işlerle anlayabilirsiniz.

   Tıpkı Dr. Hülya ENSARİ Hanımefendinin yaptıkları gibi

   Dr. Hülya ENSARİ, Ruh ve Sinir Hastanesi Başhekimi.

   Ayrıca, bu hastaneye bağlı olarak kurulan, hastanede tedavisi yapılan hastaların gündüz hastaların rehabilitasyonu için açılan, TOPLUM ve RUH SAĞLIĞI MERKEZİ için gecesini gündüzüne katan çalışkan bir hekim.

   Sayın Ensari, yurtdışında Finlandiya ve İtalya da toplum temelli ruh sağlığı modelini inceleyerek bunun bir örneğini Bolu’da yaşama geçiren kişi.

   Bu merkez; Ankara, Zonguldak, Bartın, Düzce, Karabük ve Kırıkkale gibi illeri içine alan Bolunun merkez olarak kabul edildiği bölgesel bir proje.

   Burada amaç; aile hekimleriyle ve hasta aileleriyle koordineli çalışarak ruh sağlığı yerinde olmayan hastaları daha doğrusu toplumda deli diye tabir edilen hastaların ilaçsız olarak,Toplum Ruh Sağlığı Merkezinde REHABİLİTASYONUNU YAPMAK.

   Geçtiğimiz Pazartesi günü Köroğlu Gazeteciler Cemiyeti Yönetimi ve üyeleri olarak Sayın Hülya ENSARİ’nin Toplum ve Ruh Sağlığı Merkezini ziyarete gittik.

   Sayın ENSARİ ve ekibinin kısıtlı olanaklarla yaptıkları iyileştirmeleri ve hizmetleri gördük.

   Türkiye de ilk olan bu uygulama aslında dünyada çağdaş bir sağlık anlayışının ürünü.

   Bu ünite, merkez ve ilçelerdeki hastaları tespit ederek işe başlamış.

   Şu ana kadar 496 adet hastaya ulaşılmış ve kayıt altına alınmış. Bu hastaların 147 si aralıklarla bu merkeze gelerek kıt imkanlarla rehabilite ediliyor.

   Şimdilik günde 20 hastayı çeşitli faaliyetlerde (müzik, resim, el sanatları) bulundurarak, yitirdikleri yetilerini tekrar kazandırılma yoluna gidiliyor.

   Her hastanın bağlı olduğu bir hemşiresi var. Bu hemşirelerin Türkiye’de ruh sağlığı konusunda isim yapmış hocalardan mesleki anlamda bilgilendiklerini öğrendik.

   Toplumda, Şizofreni hastalığı denildiğinde, bu hastalığın genetik bir geçme yatkınlığı akla gelmeli.

   Ayrıca bu hastalığın, insanların hayatını ciddi anlamda sarsacak(askerlik, savaş, ve çeşitli stresli ortamlarda) ortaya çıktığı bilinmeli.

   Hülya Hanımın kendi elleriyle sıktığı bir kartopu ile başlayan bu anlamlı proje, şimdilerde yuvarlanarak koca bir hizmet birimi haline gelmiş.

   Hülya Hanım bir yandan yoğun şekilde bu merkezle uğraşırken, diğer yandan da hasta ailelerinin kuracağı bir dernek için çalışıyor.

   Bu derneğin parasal problemlerini çözmek içinse, derneğe maddi getirisi olan projeleri de hayata geçirmeye çalışmış.

   Ancak gelinen noktada böylesi örnek bir sağlık merkezinin ciddi problemleri var.

   Öncelikle fiziki anlamda iyileştirmelerin ve binaların içindeki donanımların acilen giderilmesi gerekiyor.

   Bunun içinde 260 BİN LİRA GİBİ BİR KAYNAĞA ihtiyaç var. Saygıdeğer Ahmet BAYSAL amca bu anlamda kendisinin öncülüğünü yaptığı bir kampanya ile çözme yoluna gitmeyi istiyor.

   Ahmet amcanın Bolu dan ve Bolululardan ilk defa bu anlamda öylesi bir isteği oldu.

   Toplum ve Ruh Sağlığı Merkezine BOLULULARIN HEP BİRLİKTE EL ATMASI GEREKİYOR.

   El atmadan öncede, bir kez olsun Gölyüzü Mahallesindeki eski MİT binasının olduğu, şimdiler ise, Toplum Ruh Sağlığı Merkezi olan bu yere bir kez gitmelerini ve oradaki çalışmaları ve bu merkezde çalışan personelin yaydığı özverili havasını solumaları gerekir…

   Bolu halkı, sağlık camiası, hasta ve hasta yakınları Hülya ENSARİ gibi önce insana, sonra başhekime sahip olduğu için gurur duymalı…