Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

ÇYDD’den yeni şube

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, derneklerine ilginin, desteğin azaldığı dedikoduları olduğunu belirterek, ”Bu dedikoduları çıkaranlar üzülsünler. Çünkü ilgi azalmıyor, artıyor” dedi.

ÇYDD’nin Karaman şubesinin açılışına katılan Prof. Dr. Çelikel, burada yaptığı konuşmada, Karaman ile birlikte derneğin şube sayısının 99’a ulaştığını belirtti.

Amaçlarının Atatürk devrimlerinin korunması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması olduğunu ifade eden Prof. Dr. Çelikel, ”Aradan 21 yıl geçti. Saygınlığı olan bir dernek olduğumuza inanıyorum. Siz de bu dernek çatısı altında faaliyet göstermekten gurur duyun. Çünkü yaptığımız iş insani bir iş. Nerede olursa olsun ister bu dünyada isterseniz öbür dünyada insana verilen destek kadar mukaddes bir iş olamaz” dedi.

Derneğin bugüne kadar 43 bin 700 kız çocuğuna 4 ile 7 yıl arasında eğitim desteği verdiğini anlatan Prof. Dr. Çelikel, şunları kaydetti:
”Bu sayı her geçen yıl artıyor. Derneğe ilginin, desteğin azaldığı dedikoduları var. Bu dedikoduları çıkaranlar üzülsünler. Çünkü ilgi azalmıyor, artıyor. Çünkü projelerimiz destek verdiğimiz çocuklarımız artıyor. Okullar, ana okulları, kütüphaneler yaptırıyoruz. Bizim bu topluma bir borcumuz var. Atatürk’e, Cumhuriyetimize bir borcumuz var. Bu borcu ödeyeceğiz. Şimdi dernek hakkında dedikodular yapılıyor. Merhum Başkanımız Türkan Saylan hakkında kötü konuşuyorlar. Bunlara inanmayın. Türkan Saylan kendini insanlık hizmetlerine adamış bir kişiydi.”

Konuşmasının ardından kurdeleyi keserek derneğin yeni kurulan Karaman şubesinin açılışını gerçekleştiren Prof. Dr. Aysel Çelikel, daha sonra Piri Reis Kültür Merkezi’nde düzenlenen ”Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve Anayasa değişiklikleri” konulu panele katıldı. Prof. Dr. Çelikel’in oturum başkanı olduğu panele, CHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum ve Doç. Dr. Ümit Kocasakal konuşmacı olarak katıldı.

Prof. Dr. Özge ARDIÇOĞLU
Özge   ARDIÇOĞLU
  Yazı Yorum
  Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi FTR Kliniği Şefi
  

 

Uzmanlarımız, Sayılarımız

Eski ismiyle mütehassıs hekimlerimizin sayıları, branşları ve dağılımları artmış durumda. Geçmiş yılları uzun uzadıya hatırlatmaya gerek yok. Anestezist olmadan uyuyan hastaları, dört ana branştan başka hekim olmayan yerleri, hatta bazen onların da olmadığı dönemleri hatırlamak mümkün. Hekimlerle birlikte hemşire, teknisyen, yardımcı personel gibi alanlarda da sayı azlığı bulunuyordu. Bazılarında halen sıkıntı devam ediyor. Hekim sayısı ile ilgili bilgilere bakacak olursak; objektif ve bilimsel ölçüler rakamlardan geçiyor. Dağılım durumu da sayı kadar önemli. Bir yerde aşırı yığılma kadar, giden uzmanın pratikman hiçbir şey yapamayacağı, ülke kaynağını ve kişiyi israf eden uç noktalar da yarar getirmiyor. Ben, uzmanlarımızın durumunu görünce uzman açığı olduğunu düşünmüyorum. Uzmanlığını bitirip mecburi hizmete gidilen yerlere baktığımızda periferin bile dolu olduğu izleniyor. Mecburi hizmeti bitenlerin ise tayin istedikleri birçok yerin kadrosu dolu görünüyor. Açık olan yerler neredeyse periferin ilçeleri bile değil. Tabii yine de değerlendirmede sayılara bakmak gerekir.

Tıp fakültelerimiz de sayı tartışmasının içinde. Ülkemizde 1 milyon nüfusa düşen tıp fakültesi sayısı 0.94. Dünya ortalaması 0.30. Bazı bölgeler bu sayıyı düşürebilir, onun için bölgesel bakmak daha sağlıklı olabilir. Avrupa’daki sayı 0.54, Kuzey Amerika 0.62, Güney Amerika 0.60, Asya 0.22, Afrika 0.15 şeklinde karşımıza çıkıyor. Tıp fakültesi sayısında demek ki tüm ortalamaların üzerindeyiz.

En fazla uzman bulunan on il sıralaması; İstanbul 3.549, Ankara 2.448, İzmir 1.796, Bursa 877, Antalya 665, Adana 611, Konya 587, Manisa 525, Mersin 524, Samsun 508 olarak tespit edilmiş. En az uzman bulunan 10 il ise şöyle; Ardahan 37, Tunceli 37, Bayburt 40, Kilis 42, Gümüşhane 49, Iğdır 50, Bartın 61, Bilecik 65, Çankırı 70, Artvin 71. Türkiye geneli 2009 yılı toplam uzman sayısı ise 57.266. Bu arada şunu da belirtmek gerekiyor, en alt sıralarda yer alan Bayburt’un nüfusu 72 bin, İstanbul’un 13 milyon. Yani Bayburt’ta bin 800 kişiye bir uzman, İstanbul’da 3 bin 663 kişiye bir uzman düşüyor. Yaklaşık iki katı bir oran mevcut.

Bazı branşlara kısaca göz atarsak; çocuk cerrahisinde Türkiye’de 100 bin kişiye 0.75, Avrupa’da 0.89 uzman düşüyor. Göz hastalıklarında ülkemizde 3.66, Avrupa’da 7.45, ürolojide Türkiye’de 100 bin kişiye 2.73 uzman, Avrupa’da 3.17 uzman düşüyor. Radyolojide 100 bin kişiye düşen uzman sayısı Türkiye’de 3.16, Avrupa’da bu oran 9.87. Kadın hastalıkları uzmanı sayısı bizde 6.43, Avrupa’da 18.17. Çocuk hastalıkları uzmanı 5.52 iken, Avrupa’da 100 bin kişiye 16.32 uzman düşüyor. Detayında ise çocuk uzmanı sayısı Hollanda’da 6.8, Belçika’da 17.4, İrlanda’da 2.1, Danimarka’da 7.3, Slovenya’da 32.7. Bu da bize tek başına sayının ne kadar değeri olduğu hakkında bir fikir veriyor sanıyorum. Herhalde Hollanda’yı Slovenya’dan geri sayamayız.

Ülkelerin sağlık düzeyi diye bir hesaplamaya girildiğinde ise karşımıza şu sonuçlar çıkıyor; Türkiye -11.98 ile 87. sırada, ilk sırada İsviçre var +22 ile. ABD 18, Singapur 16, Hırvatistan 13, Lübnan 0.89, Tunus -2, Bulgaristan -3, İran -3, sıra -118’e kadar devam ediyor.

Sayılar bize, bazen bildiklerimizi vurguluyor, bazen de karşımıza hiç beklemediğimiz tablolar çıkarıyor.

Sağlık camiası anksiyeteden şikâyetçi

Anksiyete, yorgunluk, baş ağrısı, uykusuzluk gibi çalışma ortamına bağlı stres yakınmaları içinde olan sağlık personeli için hastanelerde iş sağlığı biriminin kurulması gerekiyor

Uzm. Hem. Füsun Kılıç, İstanbul Paşabahçe Devlet Hastanesinde çalışan sağlık personelinin çalışma ortamında karşılaştıkları sağlık sorunlarını araştırdı.

Yüz doksan dokuz sağlık personeliyle yapılan araştırmaya göre, sağlık personelinin çalışma ortamına bağlı geçirdiği hastalıkların en fazla üst solunum yolları enfeksiyonu, allerjik rinit, bronşit, hepatit B, allerjik astım ve tüberküloz olduğu belirtiliyor. Yine çalışma ortamında karşılaşılan kazaların başında iğne batması geliyor. Bunu, bistüri, makas, cam kesikleri, hasta bakımı sırasında meydana gelen kazalar ve kimyasal maddelerin uygunsuz kullanımından oluşan kazalar takip ediyor.

Sağlık personelinin çalışma ortamına bağlı stres yakınmalarının mesleklere göre dağılımına bakıldığında doktorların en fazla anksiyeteden şikâyetçi olduğu açıklandı. Bunu yorgunluk, kaslarda gerginlik, baş ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı izliyor. Hemşirelerde sıralama; anksiyete, kaslarda gerginlik, mide ağrısı, uykusuzluk, baş ağrısı ve yorgunluk şeklinde.

İş sağlığı hizmetleri gerekli
Sağlık personeli, çalışma ortamında en fazla gürültüye maruz kaldığını bildirdi. Sonra gelen faktörler ise radyasyon ve aşırı sıcak. Personelin kullandığı maddeye bağlı gelişen hastalıklarının dağılımına bakıldığında dermatit, lateks allerjisi ve allerji başı çekiyor.

Sağlık personelinin de bir çalışan olarak iş sağlığı hizmetlerine gereksinim duyduğu ve dolayısıyla hastanede iş sağlığı biriminin oluşturulması gerektiği belirtildi. Söz konusu birimde sağlıklarını korumak ve sürdürmek için sağlık personeline yaygın hizmet içi eğitim verilerek uygun davranışlar kazandırılması hedeflenecek. Sağlık personelinin periyodik muayene ve izlemlerle meslek hastalıklarından korunması sağlanacak.

Araştırmaya göre, özellikle hemşirelik meslek grubuna vücut mekanikleri ve sağlık risklerinden korunma konusunda hizmet içi eğitim seminerleri verilmesi ve sürekliliğinin sağlanması gerekiyor.

Sessiz makineler kullanılmalı
Araştırmada ayrıca, sağlık personelini gürültüye karşı korumak için hastanede sessiz makinelerin kullanılması, gürültülü cihazların sese karşı izole edilmiş odalara yerleştirilmesi, gürültülü araç-gerecin sesinin kısılması ve gürültüyü emen bitkilerin kullanılmasının sağlanması gerektiği ifade edildi.

Hastanede kullanılan kimyasal maddelerin, zararsız ya da az zararlı olanlarının seçilmesi, ortamlarda olması gereken konsantrasyonlardan fazla olmamasına dikkat edilmesi ve düzenli ölçümler yapılması gerekiyor.

Kimyasalların özellikleri ve taşıdıkları tehlikelerin bilinmesi, kullanımları ve saklanmaları sırasında yarattıkları tehlikelere karşı korunulması, bu maddelerle ilgilenen çalışanların eğitilmesi ve gerektiğinde kişisel koruyucu donanımlar kullanılması önerildi.

Hastane çalışanlarının, özellikle lateks allerjisi risk grubu personelin eğitiminin zorunlu tutulması, lateks içermeyen eldivenlerin tercih edilmesi; lateks yerine nonlateks veya silikon, “neoprene, tyrenbutadiene, polivinytehloride”li malzemelerin seçilmesi gerekiyor.

Yaptırımcı olunmalı
Araştırma sonuçlarına göre, sağlık çalışanlarına uygulanacak aşılama programlarında hepatit A, hepatit B, influenza, tetanos aşıları yer almalı. Mesleki riskleri önleme ve azaltmaya yönelik güvenli tıbbi malzemeler (iğneyi enjektörden ayırmadan atılabilecek, kutunun tamamen dolmasını/elin atıklara değmesini engelleyen atık kutuları; kullanıldıktan sonra içeri çekilebilir ya da iğnenin üzerine kayan başlık sistemleri olan iğne/enjektörler vb.) kullanılmalı.
Ayrıca, hastane güvenlik önlemleri de artırılmalı ve güvenlik görevlileri taciz yapma eğilimli bireyleri izlemeli, tacize uğramış sağlık personeli için destek grupları oluşturulmalı ve danışmanlık hizmetleri verilmeli. Hastane yöneticilerinin, çalışanların düzenli sağlık taramasından geçirilmesi ve koruyucu önlemlerin alınması için yaptırımcı olmaları gerekiyor.

Nevşehirli bir şarap firmasının ürettiği 4 marka, şarap alanındaki önemli yarışmalar arasında gösterilen Concours Mondial de Bruxelles’de 2 altın, 2 gümüş madalya kazandı.

 Firmanın sahibi Hasan Turasan, Concours Mondial de Bruxelles yarışmasının kalite ve ciddiyet açısından dünyadaki uluslararası şarap yarışmaları içinde ilk üç sırada yer aldığını söyledi.

Kırmızı, beyaz ve rose dallarında yarışmaya katıldıklarını ve yarışmada Turasan Rose’nin altın madalya kazandığını belirten Turasan, şarabın Türkiye’de üretilen rose şarapları içinde uluslararası yarışmalarda ilk altın madalya kazanan ürün olduğunu dile getirdi.

Seneler Cabernet Sauvignon, Merlot ve Syrah karışımından elde ettikleri bir ürünün de aynı yarışmada altın madalya kazandığını ifade eden Turasan, Seneler Narince ve Seneler Öküzgözü şaraplarının ise gümüş madalya kazandığını bildirdi.


“Başarıda kalite sürekliliği önemli”

Kalitelerindeki sürekliliğin kazandıkları başarıda önemli olduğuna dikkati çeken Turasan, doğru zamanda doğru hareketleri yapmanın başarılarına katkı sağladığını dile getirdi.

Yıllık 2 milyon litre üretim kapasitesine sahip olduklarını ifade eden Turasan, toplam olarak 24 çeşit ürüne sahip olduklarını söyledi.

Yarışmayla gelen başarının ardından Avrupa’daki şarap uzmanlarından olumlu tepkiler aldıklarını aktaran Turasan, ”Türkiye’de şarapçılığın ilerleyebilmesi için sektörün önünün açılması lazım” diye konuştu.

Şarabın ülkeler arasında iyi bir reklam aracı olduğunu belirten Turasan, ”Eğer çok iyi bir planlama yapılabilirse Türkiye, 10 sene içerisinde, dünya üzerinde çok iyi bir şarap markası olabilir” dedi.

“Ödüllü şaraplar Çin’e ihraç ediliyor”

Yarışmanın ardından ödül kazanan şarapları Çin’e ihraç etmeye başladıklarını anlatan Turasan, kendi alanında Çin’e ihracat yapan ilk firmalardan olduklarını söyledi.

İhracat oranlarının şu an için çok yüksek boyutta olmadığını belirten Hasan Turasan, ”Bizim için önemli olan ihracat hareketini başlatabilmekti. Çünkü, dünya pazarında Türk şarabı çok az biliniyor” ifadesini kullandı.

Sektörün önünün açılması için önerilerini de anlatan Turasan, şarap üreten ülkelerle ithal eden ülkelerdeki vergilendirme sisteminin çok farklı olduğunu bildirdi.

Şarap üreticisi ülkelerde ürünün üzerinde herhangi bir vergi olmadığını vurgulayan Turasan, Türkiye’deki vergilendirme sisteminin üretici için ağır olduğunu kaydetti.

Şaraba nasıl bakıldığının önemli olduğunu da dile getiren Turasan, ”Şarabın ham maddesi üzümdür. Türkiye, konumu gereği üzüm yetiştirmeye son derece elverişli bir ülkedir. Bana göre, katma değeri son derece yüksek bir üründür” şeklinde konuştu.

Ümraniye Hisar Intercontinental Hospital’dan Prof. Dr. Safiye Bilgin, gerilim tipi baş ağrısının en sık görülen baş ağrısı tipi olduğunu belirterek, ”Hastalar genelde bu ağrılarının migren olduğunu düşünürler. Migren ile gerilim ağrısının bazı farklılıkları vardır. Migrenli hasta sessiz bir yerde yatmak ister, gerilim ağrısı olanlar ise gezmek ve dolaşmak isterler” dedi.

Ümraniye Hisar Intercontinental Hospital’dan Prof. Dr. Safiye Bilgin, yaptığı yazılı açıklamada, baş ağrısı olduğunda mutlaka doktora başvurulması gerektiğini dile getirerek, ağrının bir hastalığın belirtisi olduğunu, bu ağrıların sebebinin ortaya konulması ve tedavi edilmesi gerektiğini kaydetti.

”Gerilim tipi baş ağrısı en sık görülen baş ağrısı tipidir” diyen Bilgin, bunun, kişinin çevresel faktörlerinin değişmesi, ailesel ve ekonomik zorluklar, yoğun çalışma ve sorumluluk artışı gibi yaşamındaki değişiklikler nedeniyle yüz, baş ve boyun kaslarının sürekli gerilmesi sonucu gelişen baş ağrısı olduğunu anlattı.

Ayrıca stres, uzun süre aynı pozisyonda oturmak, depresyon ve darbe almanın da bu tip ağrılara yol açabildiğini dile getiren Bilgin, şöyle devam etti:
”Hastalar genelde bu ağrılarının migren olduğunu düşünürler. Migren ile gerilim ağrısının bazı farklılıkları vardır. Migrenli hasta sessiz bir yerde yatmak ister, gerilim ağrısı olanlar ise gezmek ve dolaşmak isterler. Ağrı, başta yaygındır ve gün içinde artar, saatlerce sürer. Migrende ağrı öncesi hissedilen, görme bozuklukları ve diğer belirtiler gerilim ağrısında görülmez. Baş, boyun ve omuz bölgesi kaslarına basınç uygulandığında yavaşlayan ağrılar gelişir. Baş bölgesinde hissedilen ağrı basınç şeklinde, özellikle boyundan başlayarak başın tepesine doğru yükselerek devam eder. Baş ağrısı dışında başta yanma hissi, keçeleşme, dokunma ile hassasiyet gibi bulgular da gelişir. Uykusuzluk, dikkat azlığı, bulantı veya kusma görülebilir.”

Bazen migren ve gerilim tipi baş ağrısının birlikte görülebileceğini de ifade eden Bilgin, ”Gerilim tipi baş ağrısının tedavisinde ağrı kesiciler, kas gevşeticiler ve antidepresan ilaçlar (depresyon için kullanılan ilaçlar) oldukça etkilidir. İlaç dışı yöntemler de tedavide sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar gevşeme eğitimi verilmesi, ilaçlara ve gevşemeye dirençli hastalar da baş, boyun ve omuzda tetikleyici noktalara enjeksiyon yapılarak kasların gevşetilmesi olarak sayılabilir” uyarısında bulundu.

Bilgin, gerilim tipi baş ağrılarından korunmak için yapılması gerekenler arasında, strese yol açan durumların belirlenmesi, bu durumlardan uzak durulması, gerekirse psikolojik danışmanlık hizmeti alarak gevşeme tekniklerinin öğrenilmesi, düzenli egzersiz ve uyuma, düzenli yemek yeme alışkanlığı edinilmesi gibi yöntemlerin sayılabileceğini de anlattı.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi’nde 40 denek üzerinde yapılan bir araştırma, pantolon cebinde taşınan cep telefonunun, spermdeki DNA yapı bütünlüğünü bozduğunu ortaya çıkardı.

Meram Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Bölümü’nde görevli Prof. Dr. Selçuk Duman, Doç. Dr. Murad Aktan ve yüksek lisans öğrencisi Duygu Çoruh, kısırlığa etki eden faktörler içinde yer aldığı düşünülen cep telefonları konusunda, ”cep telefonu ve sperme etkisi”ni araştırdı.
Ekip, radyofrekans ışınım özelikli cihazlar olan, 900-1800 MHz ışınım yayan ikinci nesil cep telefonları kaynaklı radyofrekans ışınımının muhtemel etkileri üzerinde yaptığı çalışmayı tamamladı.

Araştırma ekibinin başkanı Prof. Dr. Selçuk Duman, bilim dünyasında pek çok araştırmayla, cep telefonunu radyofrekans ışınımının biyolojik sistemler üzerindeki olumsuz etkilerinin vurgulandığını, radyofrekans ışınımının biyolojik fonksiyonlar üzerinde bir takım doğrudan ya da dolaylı etkilerinin olduğunun değişik araştırmalarla tespit edildiğini ifade etti.

Cep telefonunu radyofrekans ışınımının testis dokusu üzerindeki etkilerinin halen araştırılan bir konu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Duman, ”Çalışmamızda 40 insan semen örneğinde, laboratuvar şartlarında, 900 ve 1800 MHz cep telefonu radyofrekans ışınımına cep telefonunun pantolon cebinde taşınmasını temsilen, 2,5 santimetre ve 10 santimetre mesafelerden 15 dakikalık süreyle (açık konumda) maruz bırakılmıştır. Semen örneğinde sperm DNA yapı bütünlüğü ile hareketliliği değerlendirilmiştir. Yaptığımız çalışma sonucunda radyofrekans ışınımın, spermlerin hareketliliğine herhangi bir olumsuz etkisi bulunmadığı gözlenirken, mesafenin yakınlaşmasıyla, spermdeki DNA yapı bütünlüğünün bozulmaya başladığı, floresan mikroskop düzeyinde gözlenmiştir” dedi.


Cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalı

Günlük hayatta maruz kalınan cep telefonu radyofrekans ışınımının testislere yakın konumlandırılmasının sperm DNA’sının yapı bütünlüğünü olumsuz yönde etkileyeceği görüşünde olduklarını ifade eden Prof. Dr. Duman, şöyle devam etti:
”Sağlıklı erkek üreme hücrelerinin varlığı, sağlıklı nesillerin gelişimi demektir. Araştırma sonucu toplum sağlığı açısından değerlendirildiğinde, cep telefonu konuşma süreleri minimum tutulmalı, konuşma konumunda kulaklık kullanılarak cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalıdır. Bu nedenle cep telefonunun pantolon cebinde taşınması doğru değildir. Batı toplumları Türkiye’deki kadar telefon kullanmıyor, onlar ‘alo’ diyor kapatıyor. Bizde ise saatlerce telefonla görüşülebiliniyor. Şu bilinmelidir ki; cep telefonunu yoğun şekilde kullanmanın bedeli, kısırlığa yavaş yavaş merhaba demektir. Ayrıca cep telefonu ne kadar kompleks olursa o kadar zararlı. Çünkü bluetooth, televizyon, radyo gibi özellikler cep telefonunun ışınım gücü frekansını yükseltiyor, elektro manyetik alan artıyor.”

Testislere yakın konumda kullanılan cep telefonlarının sperm kalitesinde ciddi bir düşüşe neden olduğunu dile getiren Duman, ”Sperm sayıları belirgin noktalarda olan kişilerde, cep telefonunun bu zararı önem taşımayabilir. Ancak spermle ilgili sorunu olan hastalarda sıkıntıya neden olur. Zaten kişinin sperminin özelliklerinde bir olumsuzluk varsa, cep telefonu gibi bir olumsuzluğun da her bir parametresi, sperm sayısı ve hareketliliğini yavaş yavaş dibe vurdurur” diye konuştu.

Meram Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Bölümü’nde görevli Prof. Dr. Selçuk Duman, Doç. Dr. Murad Aktan ve yüksek lisans öğrencisi Duygu Çoruh, kısırlığa etki eden faktörler içinde yer aldığı düşünülen cep telefonları konusunda, ”cep telefonu ve sperme etkisi”ni araştırdı.
Ekip, radyofrekans ışınım özelikli cihazlar olan, 900-1800 MHz ışınım yayan ikinci nesil cep telefonları kaynaklı radyofrekans ışınımının muhtemel etkileri üzerinde yaptığı çalışmayı tamamladı.

Araştırma ekibinin başkanı Prof. Dr. Selçuk Duman, bilim dünyasında pek çok araştırmayla, cep telefonunu radyofrekans ışınımının biyolojik sistemler üzerindeki olumsuz etkilerinin vurgulandığını, radyofrekans ışınımının biyolojik fonksiyonlar üzerinde bir takım doğrudan ya da dolaylı etkilerinin olduğunun değişik araştırmalarla tespit edildiğini ifade etti.

Cep telefonunu radyofrekans ışınımının testis dokusu üzerindeki etkilerinin halen araştırılan bir konu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Duman, ”Çalışmamızda 40 insan semen örneğinde, laboratuvar şartlarında, 900 ve 1800 MHz cep telefonu radyofrekans ışınımına cep telefonunun pantolon cebinde taşınmasını temsilen, 2,5 santimetre ve 10 santimetre mesafelerden 15 dakikalık süreyle (açık konumda) maruz bırakılmıştır. Semen örneğinde sperm DNA yapı bütünlüğü ile hareketliliği değerlendirilmiştir. Yaptığımız çalışma sonucunda radyofrekans ışınımın, spermlerin hareketliliğine herhangi bir olumsuz etkisi bulunmadığı gözlenirken, mesafenin yakınlaşmasıyla, spermdeki DNA yapı bütünlüğünün bozulmaya başladığı, floresan mikroskop düzeyinde gözlenmiştir” dedi.


Cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalı

Günlük hayatta maruz kalınan cep telefonu radyofrekans ışınımının testislere yakın konumlandırılmasının sperm DNA’sının yapı bütünlüğünü olumsuz yönde etkileyeceği görüşünde olduklarını ifade eden Prof. Dr. Duman, şöyle devam etti:
”Sağlıklı erkek üreme hücrelerinin varlığı, sağlıklı nesillerin gelişimi demektir. Araştırma sonucu toplum sağlığı açısından değerlendirildiğinde, cep telefonu konuşma süreleri minimum tutulmalı, konuşma konumunda kulaklık kullanılarak cep telefonu testislerden olabildiğince uzak konumlandırılmalıdır. Bu nedenle cep telefonunun pantolon cebinde taşınması doğru değildir. Batı toplumları Türkiye’deki kadar telefon kullanmıyor, onlar ‘alo’ diyor kapatıyor. Bizde ise saatlerce telefonla görüşülebiliniyor. Şu bilinmelidir ki; cep telefonunu yoğun şekilde kullanmanın bedeli, kısırlığa yavaş yavaş merhaba demektir. Ayrıca cep telefonu ne kadar kompleks olursa o kadar zararlı. Çünkü bluetooth, televizyon, radyo gibi özellikler cep telefonunun ışınım gücü frekansını yükseltiyor, elektro manyetik alan artıyor.”

Testislere yakın konumda kullanılan cep telefonlarının sperm kalitesinde ciddi bir düşüşe neden olduğunu dile getiren Duman, ”Sperm sayıları belirgin noktalarda olan kişilerde, cep telefonunun bu zararı önem taşımayabilir. Ancak spermle ilgili sorunu olan hastalarda sıkıntıya neden olur. Zaten kişinin sperminin özelliklerinde bir olumsuzluk varsa, cep telefonu gibi bir olumsuzluğun da her bir parametresi, sperm sayısı ve hareketliliğini yavaş yavaş dibe vurdurur” diye konuştu.

‘Sağcılara göre solcu, solculara göre sağcıyım’

Gazeteci Nedim Şener, kaleme aldığı Uğur Dündar-İşte Hayatım adlı kitapta meslek yaşamında 40 yılı geride bırakan Uğur Dündar’ın zorlu koşusunu ilk başladığı günlerden bugüne getirerek anlatıyor.

Gamze Akdemir

Cumhuriyet– Kitapta, Dündar’ın en çok da genç nesil gazetecilere örnek, büyük başarılarla dolu meslek yaşamı odağa alınıyor, onlara bir pusula sunmak amaçlanıyor. Uğur Dündar meslek yaşamında birçok kez iftirayla karşı karşı kaldı ve iftiraların çoğu ne yazık ki meslektaşları tarafından atıldı. Bir dönem siyasi erk tarafından öldürülmek bile istendi. Orgeneral Doğan Güreş divanı harbe vermekle tehdit etti. Başbakan Tayyip Erdoğan ile milyonların önünde hesaplaştı. Melih Gökçek dünyayı ona dar edeceğini açıkladı. Fethullahçıların iftiraları bini aştı. Yılmadı. Müjdat Gezen, Haluk Şahin, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan gibi kadim dostlarıyla birlikte aynı anlayışla devam ediyor yoluna, hem kitabın satırlarında hem de ekranlara getirdiği programlarında. Nedim Şener, Dündar’ın Fahrettin Aslan’ın gazino teklifini nasıl reddettiği, ilk oyuncağına Marshall Yardımıyla nasıl kavuştuğu, Yeşilköy’de ne canlar kurtardığı, Hülya Koçyiğit’le çektiği filmin kamera arkası gibi hoş anıları da serpiştiriyor kitaba. Uğur Dündar ve Nedim Şener ile İşte Hayatım adlı bu zorlu koşuyu konuştuk.

-Uğur Dündar ile nasıl tanıştınız?

NEDİM ŞENER- Bu sorunun tek cevabı var. Ben Uğur Dündar’ı tıpkı Uğur Mumcu’yu olduğu gibi haberlerinden takip eden bir ölümlü olarak bu meslekte kendini var etmeye çalışan bir adamdım.

UĞUR DÜNDAR- İlk Orhan Aslıtürk getirdi Nedim’i bana; Kanal D binasına ben Mecidiyeköy’deyken. Naylon Holding kitabını yazmıştı.

ŞENER- Böylelikle bir merhabamız başladı. Tam anlamda hukuğumuz Uzanlar: Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü kitabımı hazırlarken başladı. Sonrasında Uzanlar art arda davalar açmaya, bir muhabir maaşıyla ödenemeyecek tazminatlar istemeye başladı. Bu gazetede haber oldu. Uğur Abi bir muhabirin çekebileceği sıkıntıları bizzat yakından bilen biri olarak destek oldu. 2004 yılıydı, o dönem kocaman bir güçtü Uzanlar. Uğur Abi ‘para meselesini dert etme, annemin Silivri’de birkaç parça arazisi kaldı, onları satar öderiz’ dedi. Çok rahatladım tabii ve bunu da Güngör Uras’a anlattım, o da köşesinde yazmıştı. Patronlar da ‘dert etme biz de öderiz’ dedi. Sonrasında Uğur Abi ile haberci olarak çalışmaya başladım.

– Nedim Şener nasıl bir çalışma arkadaşı, nasıl bir meslektaş?

DÜNDAR- Çok dürüst, çalışkan, özverili, kaprissiz, komplekssiz bir çalışma arkadaşı. Ayrıca çok cesur ki biliyorsunuz özellikle cesaret çok önemli bizde.

– Kitabı yazma fikri sizden mi geldi?

DÜNDAR- Ben önerdim.

– Değişik bir tarzda yazılmış, okuduğum diğer biyografilere hemen hiç benzemiyor. Daha çok mesleki yaşam önde tutularak kaleme alınmış.

ŞENER- Uğur Dündar’ı benim yani yazarın kahramanı diye düşünün. Kitapta yazar onu sürekli izliyor. Olayların içine zaman zaman Uğur Dündar girip çıkıyor ama olayları ben anlatıyorum. Zaman zaman da ona müracaat ederek onun dilinden anlatımlara yer veriyorum. Böyle bir yöntem seçtim çünkü kendisi istese hepimizin imrenerek okuyacağı bir metni rahatlıkla oluşturabilirdi. Dışarıdan birisinin kontrolünü de dış göz anlamında istediği için, daha objektif olması adına bunu istediğini düşünüyorum.

DÜNDAR- Evet, kesinlikle..

ŞENER- Onu da sağlamaya çalıştık en yalın haliyle. Nitekim gereksiz nitelemeler hani abartılar kullanmadan sadece olguları anlatarak bir bütünlük meydana getirmeye çalıştık. O zaman koca bir Uğur Dündar profili ortaya çıkıyor zaten.

‘Haberlerimle intikam almam’

– Aile yaşamınız da var kitapta çok arka planda, fonda’

DÜNDAR- Özel hayatların çok fazla konuşulmaması ve teşhir edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Yine de insanlar nasıl bir aileye sahip olduğumu, nasıl bir çocukluk yaşadığımı, nerelerden bu koşuya başladığımı, hangi öğretmenlerin etkisinde kalarak bu yolculuğa çıktığımı, yoldaşlarımın kimler olduğunu, başta Müjdat Gezen ve Haluk Şahin olmak üzere hayattaki en eski dostlarımı merak eder diye düşündük ve belli ölçüde söz ettik. Bu çerçevede kitabı yayınlamaktaki asıl amacımız daha çok gençlere seslenebilmek ve bir model sunabilmekti.

Hayat ülkemizde özellikle gençler için hiç toz pembe değil, tehlikeler, tuzaklarla dolu. Bu kitapla ‘Kendinizi en yenik, en başarısız hissettiğiniz anda eğer bu kitaba göz atabilirseniz bu yollardan geçmiş bir büyüğünüzün hep dürüst kalarak ve çok çalışarak engelleri nasıl aştığını görebilirsiniz. Bu pusula sizi yanıltmaz’ demeye çalışıyoruz.

ŞENER- Biyografilerde yaygın olduğu gibi özel yaşamında ne yediğinden, içtiğinden, komşusundan falan söz etmeyi bazı kişiler isteyebilir. Ama Uğur Dündar’ın kafamızdaki imgesi ne, ilkeleri nedir diye düşündük. Ne ile var oldu, Türkiye’nin önüne neyiyle çıktı? İşiyle. 40 yıllık dev bir gazeteciden bahsediyoruz burada. Yoksa bir insana eşinizle nerede tanıştınız, nerede eğlenirsiniz gibi sorular da sorabilirdim hatta yayıncı bunu tercih ettiği halde ben de istemedim. Aile anlayışı, disiplini, terbiyesi nedir bunu yazdık ama gereksiz ölçüde öne çıkararak değil.

– Kitabı yazarken sizi en çok ne şaşırttı?

– ŞENER- Uğur Abinin çocukluk resimleri, bisiklete binerken gördüğüm resim mesela. Siz çocuk da olmuşsunuz falan dedim. Çünkü tanıdığım, örnek aldığım Uğur Dündar elinde kamera, nerede hırsız, yolsuz var ensesinde bir kahraman.

– Bu uğurda birçok kez iftiralara uğradınız.

DÜNDAR- Evet maalesef. Siyasi erk öldürmeye çalıştı beni düşünün. Adımı ölüm çetesine sipariş ettiler ama onlar bile ya bu adam dürüst, vatanını, milletini seven bir adam niye öldürelim diye vicdan muhasebesi yapmış ve vazgeçmiş. Onun ötesinde en büyük iftiralara kendi meslektaşlarımdan maruz kaldım ne yazık ki. Bunun da nedenleri belli, var. Ya üzerine gittiğimiz güç odaklarının kiralık kalemleri oldular ya da mesleki başarılara duyulan kıskançlık duygusundan kaynaklandı.

Söyleşimizde şunu da özellikle belirtmek isterim: Mesela bugün Yılmaz Özdil’e yapılan saldırılara bakın, Yılmaz linç edilmek isteniyor üstelik onların iddia ettiğini yazmamış bir kişi olarak düşünebiliyor musunuz? Neden? Çünkü Yılmaz Türkiye’nin en çok okunan, sevilen yazarlarından biri. Görüyorsunuz ki bu hep belli kişilerin başına geliyor.

ŞENER- Korku..

DÜNDAR- Tabii korkuyorlar.

– Bu sizde nasıl duygu uyandırıyor… Korkulur olmak..

DÜNDAR- Beni korkutmuyor hiç.
 

Meslek ilkeleri

– ‘Uğur Dündar haberleri ve yazılarıyla intikam almaz’ı anlatır mısınız?

DÜNDAR- Almam hayır.

– Hani intikam isteseniz bile kimse sizi suçlayamaz da çünkü zaman zaman öyle raddelere geliyor ki iş’ Kitapta buna örnek onlarca olay belgeli, yazılı…

DÜNDAR- İktidardaki güç beni öldürmeye karar vermiş, sonra onun çocuğuna, çocuğun hayatını karartacak bir tuzak kurulmuş ve ben bunu bozmuşum, çocuğu kurtarmışım. Daha sonra o kişilerin özel hayatlarıyla ilgili onları sokağa çıkartmayacak içerikte bir kaset getirilmiş, getirene hakaretler ederek kovmuşum. Fotoğraflar gelmiş yırtmış atmışım. Bana kötülük yapanlara karşı mesleğimin ilkelerine daha sıkı sarılmışım.

– Bunun değerinin bilindiğini düşünüyor musunuz?

DÜNDAR- Bilinmiştir muhakkak çünkü onlar da aynalara bakıyor. Halk da bunu biliyor. Çok şükür sokakta yürürken bana öfkeyle bakan hiçbir insanla karşılaşmadım şimdiye kadar.

– Hiçbir ideolojinin bayraktarlığını yapmadınız?

DÜNDAR- Yapmadım, beni solcular sağcı zannetti, sağcılar solcu.

– Askerci demişler, komünist demişler.

DÜNDAR- Evet, devletin adamı da dediler. Desinler!

– TSK’ye bakışınız nedir?

DÜNDAR- Beni Genelkurmay Başkanı divanıharbe vermekle tehdit etmiş zamanında düşünün, daha ağır bir tehdit olabilir mi? Acaba bir başka gazetecinin başına gelmiş midir?

Batman’da çok faili meçhul cinayet vardı bir dönem malum Şırnak Emniyet Müdürü’nün odasında bir konuşma geçiyor, Emniyet Müdürü diyor ki: İl Jandarma Alay Komutanlığı’nın hudutları içinde bir Hizbullah kampı tespit ettik. Öyle bir imada bulunuyor ki sanki kamp jandarmanın himayesinde. Meclis Araştırma Komisyonu’nun huzurunda yapılmış ve kayda alınmış bir konuşma, bir belge. Alıyorum bunu yayınlıyorum. Ayrıca sınır karakollarının terör örgütü PKK’nin saldırısına açık şekilde çukurlarda yapıldığını ve hâkim tepelerin de hiçbir öncü birlik bulundurmadan ışıklandırılmış olmasının gel de buraya saldır dercesine karakolları açık hedef haline getirdiğini haberleştirdim. Bunlara çok kızdı Orgeneral Doğan Güreş hatta Genel Yayın Yönetmenim Ertuğrul Özkök’e telefon açıp beni divanıharbe vereceğini söyledi. Divanıharp nedir? Kurşuna dizilmek… Sonra beni Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılattırdılar. Tek celsede beraat ettim. Savcı öyle bir mütalaa serdetti ki basın özgürlüğü tarihine geçebilecek bir mütalaaydı.

Her iktidarla mücadele

ŞENER- Yine Uğur Dündar’ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la röportajlar yaptığı sırada da yine aynı kanat AKP’ye yakın diye yorumlar yaptı. Sonra Başbakan da şimdi Star Haberi başkalarına yakın görüp zaten görevini ifa ediyor diyor.

DÜNDAR- Memur diyor düşünün.

ŞENER- Herkes ayrı telden çalıyor ama Uğur Dündar aynı yerde duruyor.

– Her kanat safında göstermek gayretinde, olmuyorsa aforoz! Ya benimsin ya toprağın misali.

DÜNDAR- Siyasetçilerimize egemen olan bir durum evet. Gelmiş geçmiş bütün iktidarlarla görüyorsunuz bir şekilde mücadele etmişim ya da onlar beni yok etmek için her şeyi yapmışlar. Mesela Mesut Yılmaz, Turgut Yılmaz kardeşler’ Medya patronlarına telefon açıp kovulmamı telkin ediyorlar. Fenerbahçe kulübüne de aynı baskıyı yapıyorlar. Halbuki üç defa istifaya teşebbüs etmişim, Aziz Yıldırım kabul etmemiş. Turgut Yılmaz televizyonlara ‘Onu Fenerbahçe yönetiminden ben attırdım’ diyor. Çocuksu bir güç gösterisi. Ama onlarla ilgili bir hayali ihracat dosyası geldi, devletin hazırladığı bir dosya. Otur, yaz değil mi? Oysa Almanya’ya bir ekip gönderdim araştırmaları için sonra kendim kalkıp gittim ve o ihracatların hayali değil gerçek olduğunu çıkarttım ortaya. Yayınlamış olsam ne yapacaklardı? Hiçbir şey. Ben devletin hazırladığı dosyayı yayınlıyor olurdum, meseleni git onlarla hallet diyebilirdim. Yapmadım, yapmam.
 

Erdoğan- Dündar düellosu

– 12 Mart 1971’de ‘Bu adam çok fazla öz Türkçe konuşuyor, solcudur!’ denilip işten atılmak isteniyorsunuz.

DÜNDAR- Evet. Nurullah Ataç’ı çok seviyorum ve çok okuyorum. Ecevit’i seviyorum, Ecevit’in ‘olasılık’, ‘olanak’ sözcüklerini kullanıyorum diye ihbar ediyorlar.

– Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkileriniz de bir milat; Ali Kalkancı olayı’ İlk orada geriliyor ilişkileriniz… O süreci de okuyoruz kitapta. Özetler misiniz?

DÜNDAR- 18 Ocak 1997’de televizyon ekranlarında bir söyleşi yaptık Ali Kalkancı’nın eşi Emire Ersoy ile. Seçim dönemlerinde bazı politikacıların Kalkancı’yı dergâhında ziyaret ederek destek istediklerini önü sürdü. Ersoy’a göre Refah Partisi tarikatların yanındaydı ve tarikatların bir ikisi kurban edilerek, diğerleri kurtarılmak isteniyordu. Ersoy, söyleşimizde Kalkancı’nın o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Erdoğan’la da ticari bir iş dolayısıyla görüştüğünü söyledi. Ersoy’a ait bir iddia diyerek hiç sormadan yayınlayabilirdim. Kaldı ki Erdoğan belediye başkanı olmadan önce seçim kampanyası sırasında onunla ilgili pek çok ihbar geldi bize. Seçim kampanyaları sırasında bu tür ihbarlara namertlik olacağına inandığım için itibar etmem. İçimizdeki sorumlu gazetecilik anlayışıyla yanıt hakkını kullanması için Erdoğan’ı aradım. O da ‘Yalandır’ dedi, ben de bunu ses olarak programa koydum. O akşam Arena’da yayınlandı. Erdoğan seyretmemiş, arkadaşlarından duyup, ses kaydını kullandılar diye dolduruşa getirilerek Arena’dan sonra yayınlanan ve o sıralarda henüz acemi olan Defne Samyeli’nin sunduğu Gece Hattı’na bağlanıp veryansın ediyor.

Halbuki kızdığı ses kaydında kötü bir şey yok, kendi yalanlaması var yani lehine bir durum söz konusu. Ama anlamadan dinlemeden hareket ediyor. Başbakan kızdığı zaman tarzını biliyorsunuz! Hemen aşağıya indim, yanlış anladığını, dolduruşa getirildiğini, yaptığımızın sorumlu habercilik olduğunu anlattım. İkna olmadı ve Hulki Cevizoğlu’na bunu siyaseten yaptığımı falan söyledi. Bunu da hep söylerler işte siyasete atılacak falan halbuki hiç öyle bir niyetim olmamıştır. Aramızda böyle bir düello olunca çocuklara ‘Şimdi bize ihbar yağacak, bunu bir husumet, kan davası haline getirmek gazetecilik anlayışımıza sığmaz. Dolayısıyla Erdoğan ile ilgili olarak yeri göğü inletecek bir belge elimize geçmedikçe bu dosyayı kapatıyoruz’ dedim.

– 2002’ye kadar tek haber yapmadınız…

DÜNDAR- Evet ve bu davranışım dolayısıyla saygı duydu Tayyip Erdoğan. Derken ‘Büyük Buluşma’da Erdoğan ile Baykal’ı davet ettim. Her ikisi de teşekkür etti. O açıdan karşıma düşmanım bile otursa karşıma sinirleri çekilmiş bir et gibi rahat dururum.
 

‘Meslek ilkelerimden taviz vermem’

– Ama sonrasında da sular durulmadı, hiç rahat bırakılmadınız…

ŞENER- Tabii Uğur Dündar’ın mesela şu anda Tayyip Erdoğan hakkında istediği şeyi söylemeye birçok nedeni var. Çünkü şahsen ona demiş ki ‘vücut kimyası bozulmuş.’ Böyle yanlı, tamamen subjektif laflar etmiş durumda.

DÜNDAR- Hem de kendisinin de çok hassas olduğu ailevi değerlerle ilgili tepkime verdiği cevap bu.

ŞENER- Kitabı hazırlarken daha önce Hürriyet binasındayken çalışmış insanlardan da yardım aldım. Onların Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Erdoğan ile ilgili söyledikleri de var. Bence çok önemli ve bugün çok tartışılan bir konuyla da yakından ilgiliydi ki aslında yazsanız ‘Demek o zaman da böyle şeyler yapmış’ denecek türden. Bunu öğrendiğimde teyit de ettirdim ve yazalım dedim. Uğur Bey ‘Hayır bu tamamen başka bir siyasi partinin işine yarayacak bir söz’ diyerek reddetti. Aynı centilmenliği bugün dahi koruyor ve bizzat Erdoğan bunun kıymetini bilmeli ve güvenmeye devam etmeli.

DÜNDAR- Güvenmiyor diye meslek ilkelerimden ödün verecek değilim.

– Böyle yoğun bir kitabı yazarken Uğur Dündar’ın 40 yıllık gazeteciliğine denk düşen dönemlerle kendi gazeteciliğinize denk düşen dönemleri kıyaslamışsınızdır’

ŞENER- Elbette. Biz yolun başındayız diyorum. Çünkü her şeyin tek olduğu yani TRT’nin tek olduğu, medyada sayılı gazete olduğu dönemde en ufak sansür kokusu karşısında istifayı basabilen, restini hemen çeken bir tavrı var. Bir dönemde mesleğini yapmamayı bile göze alması var. Biz bugün icabında büzüşüyoruz, duruyoruz, geri çekiliyoruz, Uğur Abinin omzunda ağlıyoruz ama tekrar işimizi yapıyoruz. Bu kitabı yazdım dünyam değişti, biz hiçbir şey yaşamamışız aslında duygusu bu.

– Bu arada Gökçek’in tehditleri, Türkiye’yi size dar edeceğini söylüyordu, etti mi?

DÜNDAR- Valla şimdi kendisi yargılanıyor.

– Fethullah Gülen’in size yazdığı bir mektuptan da bahsediliyor kitapta ve Ecevit’in o dönemde Fethullah ile ilgili çok iyimser bir bakışı…

DÜNDAR- Evet, Ecevit’i çok severim. Ecevit’in Atatürkçülüğü, Cumhuriyetin değerlerine ve kazanımlarına olan bağlılığının yürekten olduğu konusunda da en ufak bir kuşkum yoktu, yoktur. Ecevit, Fethullah Gülen’e bakış açımı çok etkilemiştir. Hatta kendisine ‘Efendim elinizde istihbarat raporları olmalı, onlarda çok farklı şeylerin söylendiğini biliyorum’ da dedim. ‘İstihbarat raporları her zaman doğruyu söylemez. Gidip o okulları da gördüm, ondan böyle konuşuyorum’ dedi.

– Peki bugün baktığınızda yorumunuz..

DÜNDAR- Bana o grubun yaptığı saldırılar bile meslek ilkelerimden ve içine girdiğim kulvardan çıkmamı sağlayamaz. Bu Gülenci dediğimiz grup, bana inanılmaz iftiralar yağdırarak bir linç kampanyası başlattı. Yine de kimseye iftira atmam, programlarımı atılan iftiraların platformu haline getirmem, asla tetikçilik yapmam. Elimde çok sağlam belgeler olmadan ve karşı tarafın savunmasını almadan haber yapmam.

– Emin Çölaşan ile ilgili bir anektod da yer alıyor kitapta. Söyleşimizi gülümseyerek bitirelim, habire işletiyormuşsunuz Emin Abiyi? (gülüyoruz)

DÜNDAR- Emin’in şimdi çalıştığı Sözcü gazetesinin sahibi Burak Akbay, meslektaşımız Ertuğrul Akbay’ın oğlu. Oradaki ikinci gününde telefon açtım, Ertuğrul Akbay oldum, ‘Yahu Emin tiraj nasıl’ diye soruyorum (gülüyoruz). Bizimkinde bir heyecan, ‘Patron, acayip bir patlama yaptık, tiraj patladı. İnşallah 160 bini bulacağız’ diyor. Ben de ‘Emin senden daha çok şeyler bekliyoruz’ diyorum. İnanıyor. En sonunda benim Uğur deyince ‘Ulan yine mi çıktın karşıma’ diyor ama başka zaman aradığımda yine kanıyor. Ayda bir falan Ertuğrul Akbay oluyorum. Otomatiğe bağladım, periyodik olarak işletiyorum Emin’i. (gülüyoruz)

İşte Hayatım/ Nedim Şener/ Doğan Kitap/ 454 s.

Pek çok dilde şarkı söyleyen Amerikalı caz grubu Pink Martini, yeni albümleri “Splendor in the Grass”ın Avrupa turnesi kapsamında Türkiye’ye de uğrayacak. Pink Martini, 5 Temmuz’da İstanbul’da, 6 Temmuz’da ise Ankara’da konser verecek.

“Sympathique”, “Hang on Little Tomato” ve “Hey Eugene” albümleri ile Türkiye’de büyük bir hayran kitlesine kazanan Pink Martini, yepyeni albümleri “Splendor in the Grass”ın Avrupa turnesi kapsamında 2 özel konser için Türkiye’ye geliyor. Pink Martini, 5 Temmuz gecesi İstanbul Kuruçeşme Arena’da hayranlarını selamlayacak. Grup, 6 Temmuz’da ise Ankara’da ODTÜ Mezunlar Derneği Vişnelik Tesisleri’nde müzikseverler ile buluşacak.

China Forbes’un vokaliyle, Pasion Turca’nın 10.yılı kutlaması kapsamında Türkiye’ye gelen Pink Martini, Samurayların aşk şarkılarından 1930’ların Küba müziğine, Fransızca şansonlardan Brezilya sokak şarkılarına kadar tozlu raflardan bulup çıkardığı şarkıları, dinleyenleri ile buluşturuyor.

Van’ın Çatak İlçesinde ”Kanispi, Ceviz, Bal, Alabalık ve Doğa Festivali” düzenlendi.

 Çatak Kaymakamlığı ve Çatak Belediyesi tarafından ilk kez bu yıl düzenlenen , ”Çatak Kanispi Ceviz, Bal, Alabalık ve Doğa Festivali” için İlçe merkezindeki Yatılı Bölge İlköğretim Okulunda tören düzenlendi.

Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşının okunmasının ardından başlayan törende konuşan Van Valisi Mühir Karaloğlu, doğa harikası şelaleye, organik kara kovan balına, cevize ve alabalığa sahip olan Çatak’ın tanıtılması amacıyla ilk kez böyle bir festival düzenlediklerini söyledi.

Van’ın her tarafının bir birinden güzel olduğunu ve çok önemli değerlere sahip olduğunu anlatan Karaloğlu, kentin marka olmasını hedeflediklerini belirtti.

Haziran ayında Van ve ilçelerinde kenti tanıtmak için düzenlenecek festivaller hakkında da bilgi veren Karaloğlu, şunları söyledi:
”Türkiye’nin saklı cenneti olan Van’ın, artık bir marka olarak hak ettiği noktaya gelmesi için tüm kesimlerle birlikte çalışıyoruz. Ülkenin en önemli doğa harikası olan ve köpük köpük görsel bir şölenle insanları kendisine hayran bırakan kanispi şelalesi, bunun yanında Türkiye’nin en önemli çaylarından biri olan ve rafting sporuna ev sahipliği yapacak olan bu değerlerin kıymetini iyi bilmemiz gerekmektedir. Bütün bu değerler düne kadar saklıydı. Bunlar artık bir bir ortaya çıkarılıyor. Çatak artık rafting sporunun yeni merkezi haline geliyor. Bu kentte bu sporu tanıtıp ekonomik bir değer olarak ortaya çıkaracağız. Biz Van’ı tanıtırız, bu kenti ayağa kaldırırız. Yeter ki birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz, dostluğumuz bugün olduğu gibi devam etsin. Bizim başaramayacağımız hiçbir problemimiz yoktur. Bu kent, bu bölge, Türkiye’de en güzel, doğuda en güzel yerlerden biridir. Bunun değerini bilmemiz lazım. Bu bölgenin kışı, yazı başka güzeldir. Kışın kayak yapma, dağlarda avcılık yapma şansımız var. Yazın buralarda rafting yapma, yamaç paraşütü de yapılabilir”


“Çatak çayını kirletmeyin”

Doğanın ve çevrenin korunmasına da vurgu yapan Karaloğlu, Çataklılara şu tavsiyelerde bulundu.

”Çevrenin ve doğanızın kıymetini bilin. Evlerinizdeki çöplerinizi, ellerinizdeki çöplerinizi bu çaya atmayın. Kirletmeyin. Çünkü eğer çöplerinizi bu nehre atarsanız kirlenir. Çatak ilçesi en eski medeniyetlerin yaşadığı bir yerleşim alanıdır. Bu yerleşim alanının saklı değerleri ortaya çıktı. Bunları hep birlikte tanıtacağız ve bunlardan buradaki insanların ekonomik kazanımlar elde etmesini sağlayacağız. Türkiye’nin en önemli rafting parkurundan biri Çatak’ta olduğunu bilmemiz gerekir. Çatak’lı gençler bu spordan artık gelir elde edebilecek. Buraları iyi korumamız lazım. Her şeyden önce huzurumuzu korumamız lazım. Huzurumuzu bozmak isteyenlere de fırsat vermememiz lazım.”

Konuşmaların ardından ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta bulunan Çatak Çayı’na giden Vali Münir Karaloğlu, eşi Sevim Karaloğlu, İlçe Kaymakamı Cemal Demiryürek, Belediye Başkanı Emin Babur birlikte rafting yaptı.

Şehir merkezinden ve ilçeye bağlı köylerden insanların akın ettiği festivalde, konuklara alabalık, kavurma ve pilav ikram edildi.

Yüzlerce insanın Çatak Çayı kenarında piknik yaptığı festivalde yerel sanatçıların söylediği Kürtçe ve Türkçe parçalarla, vatandaşlar halay çekerek eğlendi.

Festivale AKP Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Muş Alpaslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç ve kurum müdürleri de katıldı.

Bakanlık hastanelerinde en yüksek tam zamanlı çalışma oranı (yüzde 97) ilk ve acil yardım ile aile hekimliği branşları olarak kaydedilirken, kadın hastalıkları ve doğum branşında tam zamanlı çalışma oranı yüzde 47’lere geriliyor; sonrasında gelen plastik cerrahide ise aynı oran yüzde 64 olarak ölçülüyor. Ülke genelinde yarı zamanlı çalışan hekim sayısı, toplam uzman hekimin neredeyse beşte biri

Aktif çalışan 26 bine yakın uzman hekimin olduğu Sağlık Bakanlığında tam zamanlı çalışma oranı yüzde 80. Ortalama 5 bin uzman hekim yarı zamanlı çalışırken, 20 bini aşkın hekim de tam zamanlı görev yapıyor.

30 Temmuz 2010’da Bakanlık hastanelerinde yürürlüğe geçecek Tam Gün Yasası en fazla kadın-doğum uzmanlarını etkileyecek. Branşlar dağılımına bakıldığında tam zamanlı çalışma yüzde 47’lik oranla, en düşük kadın-doğum uzmanlığında görülüyor. Bakanlıkta toplam bin 992 olarak kaydedilen kadın hastalıkları ve doğum uzmanının 15 Ekim 2009 itibariyle bin 56’sı yarı zamanlı, 936’sı da tam zamanlı çalışıyor. Kadın-doğum uzmanlarından sonra gelen plastik cerrahi branşındaysa tam zamanlı çalışma oranı yüzde 64’e yükseliyor. Bakanlık kayıtlarına göre, 251 plastik cerrah uzmanının 161’i tam zamanlı çalışırken, 90’ı yarı zamanlı çalışıyor.

Ruh sağlığı ve hastalıkları branşında tam zamanlı çalışma oranı yüzde 68 olarak kaydedildi. Toplam 664 olan ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanının 213’ü yarı zamanlı, 451’i de tam zamanlı çalışıyor. Kardiyoloji branşındaysa tam zamanlı çalışma oranı yüzde 70. Toplam 537 olarak kaydedilen kardiyoloji uzmanlarının 160’ı yarı zamanlı, 377’si de tam zamanlı görev yapıyor.

Göz hekimliğinde oran yüzde 78
Tam zamanlı çalışma oranının yüzde 75 olduğu beyin sinir cerrahisinde toplam sayısı 619 olarak kaydedilen uzmanların 156’sı yarı, 463’ü de tam zamanlı olarak çalışıyor.

İç hastalıkları uzmanlığındaysa tam zamanlı çalışma oranı yüzde 76. Toplam uzman sayısının bin 666 olduğu uzmanlık branşında 407 hekim yarı zamanlı, bin 259 hekim tam zamanlı çalışıyor. Göz hastalıklarındaysa toplam 948 hekim bulunuyor. bunların 205’i yarı zamanlı, 743’ü tam zamanlı çalışıyor; tam zamanlı çalışma oranı ise yüzde 78.

Acilde zaten tam gün var
Üroloji ve kulak burun boğaz hastalıkları branşlarında da tam zamanlı çalışma oranı yüzde 79.
Yarı zamanlı çalışmanın en az olduğu branş ilk ve acil yardım. Toplam 155 uzman hekimin görev yaptığı branşta sadece 4 hekim yarı zamanlı, geri kalan 151 hekimse tam zamanlı çalışıyor. Aile hekimliğinde de durum farklı değil. Yüzde 95 oranında tam zamanlı çalışmanın hakim olduğu uzmanlık dalında toplam bin 23 hekimin 52’si yarı zamanlı, 971’i de tam zamanlı çalışıyor.