“Gazetecilik virüsünü kardeşime bulaştırdım annem beni haşladı”
Altan Öymen, meslekte 60. yılını doldurdu. Mekteb-i Mülkiye’ye kaymakam hayaliyle başlamıştı. Ama daha ilk sınıfta kıyısından köşesinden başladığı gazetecilikte, meslek virüsünü kapınca kaymakamlık hayali de suya düştü. Gazetecilik aşkı yüzünden okulunu da iki yıl gecikmeli bitirdi.
Bir iki yıl önce dostlarıyla birlikte Altan Abi’nin 50. evlilik yıldönümünü kutlamıştık. Şimdi de meslekte 60. yılını kutluyoruz. Sirkülasyonun çok yoğun olduğu basın sektöründe 60. yıla merdiven dayamak kolay iş değil. Altan Öymen de mesleğe dönem dönem ara vermek zorunda kalmış. Ama ara verişler, sektörün içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanmıyor. Birincisi kurucu meclis üyeliği ve akabinde basın ataşeliği, 1977 ve 80 darbesi arasında kalan dönemde de aktif siyasete girmesi nedeniyle olmuş. 1990’ların sonrasında CHP genel başkanı seçilmesi sonrasında da yine kendi iradesiyle kısa bir ayrılık dışında mesleğini aralıksız sürdürmüş bir duayen. Öymen’le 60 yıllık bir geziye çıktık.
– Mekteb-i Mülkiye’yi okuyan biri olarak neden gazeteciliği seçtiniz?
Öymen: Kaymakam olma amacıyla bu okula girmiştim. Kaymakamlığı biraz da idealist nedenlerden dolayı istiyordum. Ama gazeteciliğe de merakım var. Tabii evdeki şartları, babamın dergi çıkarması gibi etkenler bir araya geldi ve birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğim zaman bir de gazeteciliği denedim. Ama onu devamlı bir iş olarak değil de okulumu bitirene kadar yaparım diye düşünüyordum. Sonra bir girdim işin içine çıkmak mümkün değil, kaymakamlık hedefi kenarda kaldı.
– Gazetecilik virüsünü ailenize ve çevrenize de bir hayli bulaştırdınız galiba.
Öymen: Önce kardeşim Örsan’a bulaştırdım. Ben 1955’te Tercüman gazetesinin Ankara temsilcisiyim. Bir büromuz var. O büroya akşamları Örsan da gelirdi. O zamanlar Ankara’dan İstanbul’a telefonla haberler yazdırılıyor. Örsan’a bazen “şunu telefonda okur musun” diye başlayan ricalarım bir süre sonra “şu basın toplantısına gider misin”e dönüştü. Haberleri beğeniliyordu. Dünya’nın o dönemde Ankara temsilcisi olan Oktay Ekşi, Örsan’ı transfer etti. Fakat annem Örsan’ı da bu işe bulaştırdığım için bana kızmaya başladı. Çünkü gazeteci dediğinin mesaisi belli değil, sık sık seyahate çıkıyorsun, biraz bohem takılıyorsun. Bunları düşünerek herhalde annem beni karşısına alıp “Oğlum bir aileden bir tane serseri çıkması yeter, Örsan’ı bari teşvik etme” diye haşladı. O sırada gazetecilik serserilikle eşdeğer görülüyordu demek ki.
– Aysel Hanım’la evlenirken kayınpederiniz de gazeteciliği meslek olarak görmemiş.
Öymen: Evet doğru. Aysel, benimle dolaşırken babasına yakalandığında evde ufak bir soruşturma geçirmiş. Babasına ilişkimizin ciddi olduğunu anlatınca o da benim mesleğimi sormuş. Aysel “Gazeteci” deyince “Kızım ben mesleğini soruyorum” demiş. O zamanlar gazetecilik bir meslek bile sayılmıyordu.
‘Yavrum gül gibi mesleğin var, ne işin var siyasette?’
– Kızınız Aslı’ya da virüsü siz bulaştırdınız herhalde. Aysel Hanım kızının da bu mesleği seçmesine bozulmadı mı?
Öymen: Öyle ama Aslı mesleğe başladığı yıllarda gazetecilik artık serserilik değil, tam tersine itibarlı bir meslek olarak kabul görüyordu. Aslı, Fransa’da sosyoloji okudu, Türkiye’ye döndükten sonra Günaydın’da “Tahtakale söyleşileri” yaparak başladı. Gazetecilik bir evrim geçirmiş ve toplumda ciddi bir iş olarak görülüyordu. 1977 yılında ben ANKA ajansının sahibi ve yönetmeniyim ve Ecevit’ten milletvekili adayı olmam yönünde bir teklif aldım. Ben bu teklifi kabul ettim ama ajansın abonesi olan gazete patronlarına haber vermek için İstanbul’a geldim. Önce Cumhuriyet’in patronu Nadir Nadi’ye gittim. O zaman Cumhuriyet’te de haftada bir iki yazım çıkıyor. Nadir Bey, beni teşvik etti ve yazmaya devam etmemi istedi. Ardından, Günaydın’ın patronu Haldun Simavi’ye gittim. O çalışanlarına “yavrum” diye hitap ederdi. O beni dinledikten sonra “Yavrum, senin gül gibi mesleğin var, ne işin var siyasette? Siyaseti işi gücü olmayan insanlar yapar” dedi. Gazeteciliğin gül gibi meslek olduğunu da o zaman öğrenmiş oldum.
– 1980 darbesinden sonra eski mesleğinize geri döndünüz.
Öymen: Benim kaderim iki meslek arasında gel-gitleri yaşamak oldu. 12 Eylül darbesinden sonra siyasetten yeniden gazeteciliğe avdet ettik. CHP Genel Başkanı seçildikten sonra yeniden gazetecilik mesleğine ara verip siyasete döndük. Genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra yeniden gazeteciliğe başladık.
– Ama 12 Eylül cuntasının tebliği keyfinizi kaçırdı.
Öymen: Evet. Askeri yönetimin 52. sayılı tebliği ile 1980 öncesinde partilerde yöneticilik yapanların iç siyasetle ilgili yazı yazması yasaklandı. Cumhuriyet beni yurtdışına gönderdi. Dış ülkelerdeki toplantıların yanında bir de ülke içinde gezi röportajları yapardım. Mesela; bir Adana gezisi vardı. Yirmi gün sürdü ve önemli bir doktriner tartışma başladı. Adana kebabına soğan konur mu konmaz mı? Bunları yazıp çizerek o süreci kazasız belasız atlattık.