Bir dostum geçenlerde bu aralar Hakkari’ de herkesin yüzünde gergin bir hava ve mutsuzluk gördüğünü ve bununla ilgili bir yazı yazıp yazamayacağımı sordu. Seve seve dedim. Dedim demesine ama ne yazacaktım. Sonra Mahatma Gandhi’ nin aşağıdaki sözleri geldi aklıma:
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.
Düşünceler duyguları, duygular davranışları, davranışlar ise yaşamımızı hatta kaderimizi belirliyorsa demek ki yaşamımızı değiştirmek istiyorsak işe düşüncelerimizi değiştirmekten başlamalıyız. Çoğu zaman kararlarımızı alırken duygularımızın nasıl da işin içerisinde olduğunun farkına bile varamayız. Bana Hakkari insanının genel karakteristiği ile ilgili bir soru yöneltseler söyleyebileceğim en net bilgi çok duygusal olduklarıdır. O halde duygularımızı olumlu düşüncelerimizle etkilememiz ve sıkıntılardan kurtulmamız mümkün görünmektedir. Düşüncelerin bu etkisinden dolayı insanlar birbirlerinden etkilenirler.
Fakat Hakkari’ de tam tersi bir durum var benim gözlemlediğim kadarıyla. Genelde gerçeklik üzerinden somut bilgilerle değil, dedikodular üzerinden ve yorumlarla yaşanan bir gündelik hayat var. Ve genel olarak hakim olan durum şikayet ve hep suçu başkasında arama, sorumlu olarak başkalarını ve birilerini görme hali. Oysa bu durumun bize vakit ve enerji kaybı dışında bir getirisi olmadığını yıllardır öğrenmiş olmamız gerekirdi. Sorumlu biz olmayınca da sorumluluk ve çözüm hiçbir zaman bizde olamıyor dolayısıyla. Örneğin; Yürüdüğüm sokak kirli, öyleyse ben sokağa çöp atmamalıyım düşüncesi yerine -sokağı temizlemek belediyenin görevi, bana ne onlar temizlesin- dersek bu çok doğru bir düşünce tarzı olmamakta ve sokağın temizlenmesine hiç katkısı da olmamaktadır. Oysa o sokakta ben, benim çocuğum, benim eşim dostum yürümekte, sokağın kirliliği gerek görüntü gerekse hijyen ve sağlık açısından herkes kadar beni de ilgilendirmekte demek ki bu sokağın temiz tutulmasında bir vatandaş olarak bana da görevler düşmekte dememiz gerekmez mi? Geçtiğimiz yaz toplum gönüllüleri vakfı çok güzel bir etkinlikle kaldırımları boyama eylemi yapmışlardı. Bazıları “bu belediyenin işi değil mi? Biz neden boyayalım ?”diyenler olmuş. Oysa elimizden gelen her şey aynı zamanda da bizim işimiz sayılmaz mı? Biz komşusu açken tok uyumayı kendisine ayıp sayan bir kültürün çocukları değil miyiz? Bizim hizmetimize sunulmuş olan kaldırımı, yolu, trafik ışığını, hastaneyi vs. herkesten önce biz korumalı değil miyiz? Geçen zaman içerisinde sadece laf ve dedikodu dışında bir şey de üretilemiyor. Bu, durum değerlendirmesi yapmayalım, gerçeğin peşine düşmeyelim demek değildir asla. Gerçekleri görelim fakat bu olumlu adımlar atmamıza sebep olsun, engel olmasın. Mevcut şartlar içerisinde en iyisini nasıl yaparız? Kendimiz için, Hakkari için, çocuklarımız için yapabileceğimizin en iyisini nasıl yaparız? Ben bu depresif ve sıkıntılı ruh halinin oluşmasında bu gelenekselleşmiş şikayet kültürünün çok önemli olduğunu düşünüyorum. “ Burası Hakkari, buradan bir şey çıkmaz, zaten bizim şunumuz eksik, bunumuz da yok, şartlarımız şöyle kötü vs. vs…” Laf ve şikayet yerine çözüm ve çaba üreten bir hale geldikçe, herkes kendi evinin önünü süpürdükçe, iğneyi kendimize çuvaldızı ele batırmak mantığı hakim oldukça aynı şartlar içerisinde daha üretken ve mutlu bir hayat yaşamak mümkün olacaktır. Bu şüphesiz ki zaman içerisinde eksikliklerimiz tamamlamaya, herkesin sahi olduğu standartlara sahip olmamıza engel bir tutum değildir.
Tarihte önemli, bir şeyler başarmış pek çok insana baktığımızda onların aslında hiç te mükemmel şartlardan gelmediklerini, hatta son derece olumsuz yaşam koşullarının onlar için hep ileriye gitmelerinde bir motivasyon aracı olduğunu görürüz. Belki Hakkari’ de olmak, adeta bir çukurun içerisinde bulunuyor olmak hissi bizi bu çukurdan çıkma çarelerini aramakta, başarıya giden yolda en önemli motivasyonumuz olabilir. Dağların arkasında bir güneşin varlığını bilmek , kafamızı kaldırmadan ufuk çizgisini görememek güneşe erişme idealimi ve ufuk çizgisine ulaşma azmimi neden artırmasın? Oturup halimden şikayet etmemin bana ne faydası olacak? Sorularının cevaplarını objektif bir vicdana sorduğumuzda alacağımız cevaplar geleceğimize yön verecektir.
Umut dağların ardında ise senin vazifen “neden bu dağlar var, ben neden buradayım?” gibi hiçbir zaman cevabını bilemeyeceğin, bilsen de pratikte işine yaramayacak soruların peşinde umutsuzluğa düşmek yerine “bu dağları nasıl aşarım?” gibi soruların cevabını bulmaktır.
Karınca hacca gitmek üzere yola çıkmış. Görenler gülmüşler. “Sen küçücük bir karıncasın. Bu kadar küçük adımlarla çölleri aşıp oralara varamazsın” demişler. Karınca hiç hızını kesmeden şöyle cevap vermiş: “Gidemezsem de bu yolda ölürüm.”
Sizi bilmem ama ben Hakkari’ nin gençliğine çok güveniyorum. Ve şikayetlere değil kendine güvenen, çabalayan ve başaran pek çok genci gördükçe geleceğe dair umutlanıyorum. Çok değil az bir zamanda pırıl pırıl bir geleceği hayal ediyorum