Sokaklarında tanklar gezen şehirden…Uzm.Dr.Dilek YEŞİLBAŞ
Biliyor musunuz çok üşüyorum bu akşam?
Soğuktan mı yalnızlıktan mı bilmem?
Bir bilgisayar ekranından almaya çalıştığım nefesin boğazıma tıkanmasından mı, sokaklarında tanklar gezen bu şehirden korkumdan mı bilmem? Korkum kendim adına mı yoksa bu sokaklarda büyümek zorunda olan çocukların zihinlerinin nasıl şekilleneceği endişesinden mi bilmem? Uzun namlulu tüfek taşıyan, kocaman ayaklarında kocaman botlar giyen küçük adamların görüntüsü mü beni ürküten, yoksa bu adamların üzdüğü insanların ezikliği mi bilmem?
Karşıma gelip potansiyel suçlu olmadıklarını izah etmeye çalışan, bir dolu açıklamayı yapmak zorunluluğunu boyunlarında bir kambur gibi taşıyan bu insanların sönük bakışlarındaki çaresizlikten mi bilmem?
“Düşündüğünüz gibi değil doktor hanım, zannettiğiniz gibi değil.” Ne zannediyor olduğumu kastettiklerini anlamamın bile bir zaman almasına hayıflandığımdan mı bilmem? Bu kadarını idrak edecek kadar bile onların acılarından bihaber oluşumdan mı, bu vesileyle tekrar tekrar çıkardığım mahkemede insanlığımı her seferinde daha suçlu buluşumdan mı? Horlanmışlıklarından mı ya da Leyla’ ya çok yakıştırdığım bir ifadenin buralara çok uymasından mı bilmem? “Ötekileştirdiklerimiz” ve biz arasındaki derin uçurumun, derinliğini hissedişimdeki dehşetten mi bilmem?
Yoksa kadınların derin bakışlarındaki umutsuzluk mu?
İstanbul da hiç aklıma gelmeyen bir sorunun burada rutin muayenemin bir parçası haline gelmesi mi yoksa beni üşüten? “Kocanızın kaç eşi var ve siz kaçıncısınız?” Sönük bakışları taşıyan omuzların çökkünlüğü mü, 16 yaşında 8 çocuklu bir ailenin en büyük kızı olmak dışında okuyamama mesnedi gösteremeyen Zeliha’nın yere bakan gözleri mi beni üşüten?
Aileleri köyde ya da orada burada olan çocukların okuma gayretlerinin bende uyandırdığı hayranlık hissinden mi, yaşlarının çok daha üzerinde bir olgunlukta olmak zorunda oluşlarından mı? 7 yaşındaki kardeşini doktora getiren 9 yaşındaki abinin “bu söylediklerimi kim yapacak, bu çocukla kim ilgileniyor” sorusuna verdiği “ben ilgileniyorum, ben yapabilirim dediklerinizi” yanıtının içime saplanan bir ok oluşundan mı, kardeşinin minik elini tutarken gösterdiği kahramanlığın farkında olmayışından mı bilmem? Kalbimin günde kaç kere cız ettiğini, burnumun direklerinin sızladığı hengâme de gözlerime hücum eden yaşları geri göndermenin verdiği zorluktan mı bilmem?
Dostları çok özlediğimden mi, bütün bunlara şahit olduktan sonra oraya gelmek istemeyi bile insanlığımı sorgulamak için yeterli bir sebep görmemden mi bilmem? Akif’ in bir dizesinin ruhumda uyandırdığı heyecana burada başka bir boyut eklenmesinden mi, işte şimdi ne demek istediğini anladım dememden mi bilmem?
“Ey sıkılmaz!
Ağlamazsın, bari gülmekten utan.”
… Bu yazı Hakkari’ ye gelişimin birinci ayında kaleme alınmıştır. Sizlerle paylaşmak istedim. Sevgiyle.