Denize ve İstanbul’a tutkun bir kadın Binnur Kaya. Oyunculuk hiç aklında yokken peşinden geldiği deniz ve İstanbul onu sahneye taşımış. Son filmi Vavien’e kadar da daha çok komedi oyuncusu olarak tanınıyordu. Bu kez kızdığı, gıcık olduğu, hatta kavgalı olduğu bir karakterle karşımızda. Üstelik o karakter, Kaya’nın kendinden bile sakladığı bir tarafını da gün yüzüne çıkarmış.
Dergi / Cumhuriyet– Komedilerin başarılı oyuncusu Binnur Kaya, bu kez farklı bir rolle karşımızda. Engin Günaydın’la başrolleri paylaştığı Vavien’de iletişimsiz bir ailede, her şeye boyun eğen ve kocasını yaptığı onlarca şeye rağmen körü körüne sevmekten geri duramayan Sevilay’ı canlandırıyor. Hiç kolay olmamış aslında bu rol onun için. Çünkü Sevilay’la birlikte içinde sevdiklerine “gitme” diye yalvaran bir kadın olduğunu fark etmiş ilk kez. En mutlu anda bile içinden “N’olur gitme” diye yalvaran… Yine çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş Kaya Vavien’de. Belki de her rolün altından kalkmasına yardım edecek eski bir alışkanlığı sayesinde: Kılık değiştirip, kimi zaman dilenci, kimi zaman otel görevlisi olarak insanları şaşırtıp, tepkilerini incelemesi…
– Vavien sizce ne anlatıyor?
– Hayatta her zaman kötüler cezalandırılmıyor maalesef. Mutluluk, mutsuzluk, “her şey yolunda” kavramlarını sorguluyor film. Acaba gerçekten her şey yolunda mı? İstediğimiz bu mu, yoksa yetindiğimiz mi bu? Ve bunun beraberinde gelen aciz durumları, kişinin zavallılıklarını, gelgitlerini… Bir hayat akarken yaşanan tıkanıklıklar.
– Siz de, Engin Bey de komedi oyuncususunuz aslında. Oysa bu film de dram ve gerilim var. Zorlandınız mı?
– Çok zorlandım. Gerilim aslında günlük hayatta sık yaşadığım bir şey. Karşıdan karşıya geçmekle başlıyor, yaralı bir hayvan görme korkusuyla devam ediyor. Yani sık sık yaşıyoruz bu duyguyu, sürekli olarak “kendimizi güvende hissetme-hissetmeme” durumu var. Bu yüzden kazaya ne kadar açık olduğumuzu bilerek yaşıyoruz ve bunun içinde hep gerilim var. Bu anlamda gerilim kendi içimde çok da uzak olduğum bir şey değildi. Ama tabii filmdeki gibi bir gerilim bildiğim bir şey değildi ve çok zorlandım.
– Sevilay’ı oynarken kendinizle neleri bağdaştırdınız? Yaşamınızla örtüştürdüğünüz duygular, olaylar var mı?
– Beni en çok zorlayan şey, çok göstermediğim bir tarafımı bu filmle keşfetmek oldu. Vavien’le benim içimde de sevdiklerine karşı “gitme” diye yalvaran bir kadın olduğunu itiraf ettim kendime. Bu kendimden de sakladığım bir şeymiş… En mutlu anda bile içim “N’olur gitme, n’olur gitme” diye yalvarırmış. Yani mahremimi çok açık etmiş oldum ve bu anlamda çok zorlandım. Kadının genel hali de benim için çok üzücüydü… İlk başta ben Sevilay karakteriyle çok kavga ettim içimde. Benim tasvip etmediğim bir yaşayış biçimindeler. Hiç hoşlanmadığım ve çok yazık bulduğum… “Niye bir şey yapmıyorsun? Niye bu kadar tepkisiz, sessizsin?” diye sorup duruyordum. Tabii bu durumdan hoşlanmadığım için karakterle uzlaşmam da çok zor oldu.
– Tepkisizliği mi sizi kızdırıyordu? Onca şeye rağmen kocasını sevmesi mi?
– Evet, o boyun eğişi ben de yerimden kalkıp koşma hissi uyandırıyor ama kadın hiç böyle şeyler yapmıyor. O yüzden Sevilay benim için kavgalı olduğum, uzun süre anlaşamadığım bir karakter oldu. Hatta ilk başta gıcık oldum, sinirlendim. Oyunculuğun zor tarafı da bu ya, size ters gelen şeyi de benimsemelisiniz.
Hayalim İstanbul’du
– Önceleri oyunculuk aklınızda yokmuş. Hatta okyanusları çok seviyormuşsunuz, öyle bir bölüm okumak istiyormuşsunuz…
– Evet ama edebiyat bölümü mezunu olduğum ve o bölümler fizikle aldığı için olmadı. Aklımda oyunculuk yoktu. İlhan İrem, Sakıp Sabancı taklitleri yapıyordum. Komşumuz Gülay Belül beni tiyatroya teşvik eden ilk kişi oldu. Lisedeyken gazetede amatör tiyatro ilanı gördüm ve böylece adım attım. Sonra da çok büyük bir tutku olmadı aslında. Hatta ben tiyatro sınavlarını da hemen kazanamadım. Sonra işin içine girdikçe, emek harcadıkça, üstünde düşündükçe sevmeye başladım. Okul bitti, işler başladı. İlk işlerde yapamıyorsun zaten. Yapamadığını çok büyük dert ediyorsun ve sonra uğraşmaya başlıyorsun. Bir gün “Ucundan kıyısından oldu bugün galiba. Bu sefer yapabildim” diyorsun ve sonra “Oyunculuk çok zor bir şey ve o zorluk içinde debelenmek beni bağladı bu mesleğe” dediğin bir yere geliyorsun. Çok zor olduğu için, “oldu mu, olmadı mı, yaptım mı, yapamadım mı” ile uğraşmak beni kendine bağladı.
– Zor şeylerle uğraşmayı sever misiniz?
– Evet. Şundan da bahsetmeliyim… Ben İstanbul’a herhangi bir şey için gelmedim. Buraya gelirkenki tek amacım denizle doğru orantılı olarak içimde başlayan İstanbul tutkusuydu. Aklımda tiyatro yapmak yoktu. Televizyon zaten olamazdı. “Tiyatro mezununun televizyonda işi ne” gibi bir durum vardı bizim zamanımızda. İstanbul’u çok hırpalanan, hoyrat davranılan ama aslında harika olan birine benzetirdim. Herkesin bir beklentisi vardı İstanbul’dan. Oysa benim tek amacım İstanbul’a gelmekti, onu uzaktan sevmek yerine onunla tanışmak istemiştim. İçimde İstanbul’a karşı karşılıksız bir sevgi vardı, İstanbul’u ve denizi hiç yalnız bırakmak istemedim. Sanırım İstanbul benim en yakın arkadaşım, sırdaşım. Beni hayata bağlayan şeylerden biri. Oyunculuk da İstanbul’la beraber yürüdü yaşamımda. Bir animasyon grubumuz vardı. O zaman böyle değildim, daha sosyaldim. Çok severek 3 yıl yaptım. O ekiple beraber İstanbul’a geldik. Sonra ilk işim Hülya Avşar Show’da oldu. Sonuçta gerçekleşen hayallerim, hayatımdaki bütün güzellikler İstanbul’un bir hediyesidir bana.
Binnur Kaya: Kılığımı değiştirir, tepkilere bakardım
– Çok abartılı karakteri çok doğal oynuyorsunuz. Belki de o yüzden komedilerde çok güldürüyorsunuz… Sırrınız nedir?
– Oyunculuğun empati ve hafızayla doğru orantılı gittiğine inanıyorum. Ben insanları gözlemler, onlara dikkat ederdim hep. Ortaokulda kendi kendime dışarıya çıkmaya başladığım zamanlarda evde kılık değiştirirdim ve tek başıma otobüse binip, insanların tepkilerine bakardım. Onları rahatsız olacakları kılıklarla “Bana nasıl bakıyorlar” diye gözlemlerdim.
Arkadaşlarımla buluşmaya da tanınmayacak şekilde giderdim. Mesela buluşacağımız yere önceden gidip dilenci gibi beklerdim. Sadece tepkilerini merak ettiğim için… Çok ilgimi çekiyordu bu. Sonra ben olduğumu anladıklarında nasıl şaşırdıklarına bakıyordum. Şimdi öyle şeyler yapamıyorum tabii çünkü tanınır olunca özgürlüğünüz kısıtlanıyor. Ama hâlâ buna benzerler şeyler yapıyorum.
– En son ne yaptınız mesela?
– Hatırladığım iki şey var. Çok sevdiğim bir oyuncu arkadaşım Eskişehir’e gidecekti çekim için. Trenle onu uğurladım. Sonra başka bir yakın arkadaşımla arabayla ondan önce onun kalacağı otele gittim. Oteli temizleyen kadınların kıyafetlerinden rica ettim ve onu giyip onun kalacağı odanın tuvaletine girdim temizliğe. O geldiğinde tuvalette temizlik yapıyordum, daha işim bitmemişti ve arkam dönüktü. Öyle bir haldeydim ki, “Bacım yeter, tamam yorma kendini artık” dedi. Sonra ben birden dönüp, aramızda kullandığımız esprili bir şey dedim. Çok şaşırdı, muhteşem bir andı. Bir de bunu bir yandan kaydetmiştim. İkinci olay Engin’le… Engin ve arkadaşlarımız yurtdışına gitmişlerdi. Ben ekipteki arkadaşlarımızdan biriyle telefonlaştım. Buradan kalktım gecenin bir yarısı yurtdışına gittim. Arkadaşımız bana sessizce kapıyı açtı, ben de onlar otururken lavabodan çıkmışım gibi içeri girip yanlarına oturdum. Engin o kadar şaşırdı ki sevindi mi, üzüldü mü anlayamadım. Çünkü tam ben girmeden 15 saniye önce yüksek sesle “Keşke Binnur da burada olsa” demiş. Bunlar çok güzel gerçekten. Dilerim hayat sağlık ve imkân verir de, hep böyle şeyler yaşayabilirim.