Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Başak DOĞU" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Hayalim dışişleri bakanı olmak

Defne Samyeli’nin yeni programı yeni bir dönemin de işareti. Artık yaşama çok daha farklı bir gözle bakıyor, farklı sorgulamalar yapıyor. Yalnızca televizyonculuk yönünü bildiğimiz Samyeli’nin yaptığı çalışmalar ve hedefleri de dikkat çekici. Geliri bağışlanacak bir müzik albümü, aktif siyaset, hatta dışişleri bakanı olmak hayali bunlardan birkaçı.

 Defne Samyeli, yeni programı “Defne-Her şey Bambaşka” ile tekrar ekranlara döndü. Artık yaşamında yeni bir sayfa, yeni heyecanlar var. Ne iş yaşamında yediği kazıklar, ne GS Stadı projesinde yaşadıkları sıkıntılar, ne Eren Talu ile boşanması ne de sonrasındaki yıpratıcı sürecin izlerini taşımayı tercih ediyor. Boşanma sürecini ve sonrasını konuşmamasının sebebi kaçması değil, başlayan yeni döneme odaklanması. Yaşananların etkisi elbette baki, hepsinin izi bir yerinde duruyor, görebiliyorsunuz. Ama artık kendini yenilemiş, yaralarını sarmış, olaylardan daha az etkileneceği bir bakış belirlemiş kendine. Yeni programından iş yaşamına, annelikten çocuk olmaya, siyasetten medyaya bakın neler anlatıyor Samyeli.


– İki yıl aradan sonra “Defne-Her şey Bambaşka” ile geri döndünüz. Neler başka şimdi?

– Aslında çok farklı bir Defne Samyeli yok. Neysem oyum. 19 yıl olmuş televizyonda çalışmaya başlayalı. Onca program yapmış olmama rağmen, bu çok daha farklı. İsmi o yüzden Bambaşka. Zaten hayatımda da başka bir dönem. Bu dönemin, yeni programla taçlanıyor olması büyük keyif. Çok daha fazla sohbet imkânı tanıyan bir format ve sınırları çok geniş. Başka taraflarımı da ortaya koyabiliyorum. Haber, doğası gereği ön planda, o yüzden kendinize çok fazla alan bulamıyorsunuz. Şimdi sohbet edebiliyor, seyirciyle interaktif bir şekilde yayın yapabiliyorum.

– Gündüz kuşağına nasıl bir yenilik getireceksiniz?

– Gündüz kuşağına yenilik getirmeyi ilk planlayan ATV ve bana projeyi getiren Tayfun Dinçer. Esas hedeflenen daha sosyal, gündüz seyircisinin çok alışık olmadığı, güncel ve mesajı olan konulara ağırlık verebilmek. Daha farklı bir seyirci kitlesine hitap edebilecek tarzda program yaratmayı amaçlıyoruz. Bana bu fikir olarak cazip geldi. Çünkü o saatte böyle bir iş denemek, meydan okumak bir anlamda.

– “Hayatımda da başka bir döneme girdim” dediniz. Nasıl bir dönemden söz ediyoruz?

– Çocuklarımla daha baş başa, yeni bir eve geçtiğim, yeni bir düzen kurduğum bir dönem her açıdan. Bu da yeni bir iş ve bu anlamda bambaşka bir sayfa.

– İki yıllık bir ara yaşadınız ancak bu süreçte de boş durmamışsınız. Neler var bohçanızda?

– Ekrana çıkmasını düşündüğüm kişilere olanak sağlamak amacıyla bir prodüksiyon şirketi kurdum. Ancak prodüktör olarak nereye bir proje satmaya gitsem, benimle iş yapmak üzere masaya oturmak istediler. O yüzden yapımcı olarak başarılı olamadım. Gerçi şirket hâlâ aktif, projelerimiz de var. Yabancı ajanslara bağlı olarak freelance haberler yapıyorum. IHD ve HIM gibi ajanslardan CBS ve CNN gibi kanallara haberler geçiliyor. Washington Post’ta da siyasi yazılarım yayımlanıyor. CBS’de yakın çalıştığım bir grup için buradaki çekimlerinde görüşmek istedikleri kişiler konusunda yardımcı oluyorum. Yanı sıra Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders verdim ve Amerikan Araştırmaları Merkezi’nde danışma kurulu üyesiyim. Aktif bir şekilde bunlarla ilgilenmeye devam ediyorum.

– Bir de Kagider’le yaptığınız aktif çalışmalar var.

– Kadın Girişimciler Derneği üyesiyim. Desteklediğim ve çalışmalarına değer verdiğim bir dernek, çünkü kadın emeğine saygı duyan, Türk kadınını yüceltmeyi amaçlayan girişimci kadınlardan oluşuyor. Bir parçaları olmaktan dolayı gururluyum. Ayrıca Türk kadınının dünyaya açılımı için büyük işler yapıyorlar. Avrupa Parlamentosu’yla aktif çalışmalar yürütüyoruz.

– Aslında hep görünen kadarınız bilindi. Bu çalışmalarınızdan çoğu kişi habersiz.

– Kimse sormazsa söylemiyorum. Zaten sormuyor da. İlk birkaç yıl hep kendimi ifade etmeye çalıştım. Sonra akışına bıraktım. Zaten kendimle ilgili mahcubiyetlerim var. Kimse sormazsa anlatmayı sevmem, utanırım. Sanki kendimi parlatmaya çalışıyormuşum gibi, rahatsız olurum. Başkası yaptığında takdir ediyorum. Ama ben mütevazı insanları beğenirim, kendim de öyle olmaya çalışırım. Şanslı doğduğuma inanıyorum pek çok açıdan. Hem donanım, hem fizik açısından. Belki de o şansların getirdiği bir edeplilik hali var üzerimde.

Yaşamıma pek çok şey sığdırdım

– Yaşama karşı nasıl bir motivasyonunuz var? Pek çok sıkıntıyla ve hastalıkla baş ettiniz. Affedici misinizdir, kırgınlıklarınızı kolay yenebilir misiniz?

– Güzel şeyleri görmeyi tercih ediyorum. Affediciyimdir. Başka türlüsünü yapamıyorum çünkü kumaşımda yok. Hayat kendi içinde zaten zor bir sınav. Yaşım çok fazla olmasa da bu hayatın içine çok fazla şey sığdırdığıma inanıyorum. Çok küçük yaştan beri çalışıyorum. Babamı kaybettim, hastalıklarla boğuştum. Öyle tecrübelerden süzülüp geldim ki sadece yaşamanın bile ne kadar önemli bir hediye olduğunun farkına vardım. Ben galiba bunlardan beslenmeyi iyi beceriyorum. Çünkü hayat devam ediyor bütün acılarına rağmen. Yaşadıklarınızın, sizi daha güçlü kılmak için karşınıza çıkan birtakım yeni oyunlar, testler olduğunu fark ettiğiniz zaman aslında hayatı çözmek çok kolaylaşıyor.

– Hep mi böyleydiniz?

– Zamanla oldu tabii. 18 yaşında mesleğe atıldığımda çok hırslıydım ki bir şey de kaybetmedim hırsımdan. Çünkü iyi şeyler yapmayı ve aferin almayı seviyorum. Bu anlamda zaaflarım var. Ama hayat sizi çok değiştiriyor. Yaşadıklarımdan daha az etkilenmeye çalışarak başa çıkıyorum dertlerimle.

– Gardınız yüksek midir?

– Bütün üzüntümü, sıkıntımı aslanlar gibi yaşarım. Çok kolay ağlarım. Ketum değilim, gardım da yok. Belki o yüzden, karşıma çıkan herkes bana hikâyesini, en gizli sırlarını anlatır.

– Yazmak istedikleriniz var mı?

– 12 yaşından beri yazıyorum aslında. Yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden etkilendiğimiz muhakkak. Bazen yazarken karakterlerin üzerine yapışır bunlar. Sizinle ilintili durumları ortaya koyabilir böyle olunca. Orada ruhsal durumumu deşifre etmeye karar verirsem sanırım ortaya birkaç kitap çıkar.

– Geriye dönüp baktığınızda o yazdıklarınızdaki Defne’yi nasıl buluyorsunuz?

– Acıyorum kendime çok. Çünkü küçük yaşta her şeyi çok dert edermişim. Şimdi okurken o 15 yaşındaki halime dönüp, kendimin elini tutabilmek ve teskin edebilmek istiyorum.

Annelikte “ben” olmayı seçtim

– İki kız çocuğunuz var. Nasıl bir anne olmayı tercih ediyorsunuz?

– Annelikte “Ben” olmayı seçtim. Kızlarımla ilişkilerimde şeffaf olmaya özen gösteriyorum. Anne baba olduğumuz için bazı şeyleri onlardan daha iyi biliyor değiliz. Şunu bilmelerini istiyorum ki ben bir anne ve büyük olarak, hatalar yapıyor olabilirim. Komik duruma da düşebilirim, birlikte bana da gülebiliriz. Her şeyi en iyi ben bilmek durumunda değilim. Doğru mudur, yanlış mıdır hiç bilmiyorum. Çok iyi bir anneyim iddiasında da değilim. Daha iyisini olmak isterim.

– Çocuklarınız için iş hayatından çekilmeyi hiç düşündünüz mü?

– Hiç düşünmedim. Ben önce kendim iyi ve mutlu, kendine yeten ve güvenen bir birey olacağım ki iyi bir anne olayım. Kendimden vazgeçersem, kendimi çalışarak bulan biriysem, orada çocuğa iyilik yapmış olmuyorum. Onların önünde mutlu, kendine yeten, ekonomik bağımsızlığı olan bir kadın modeli olayım, bunlarla çocuklarımı yetiştireyim diye düşünüyorum.

– Peki rol modeliniz anneniz mi? O nasıl yaklaşırdı size?

– Annem benim tam tersim. Evlendiği için üniversite eğitimine ara veren, 19 yaşında beni doğuran ve bütün hayatını ben ve kardeşim üzerine kuran bir kadın. Ama annem bana bu kadar emek vermeseydi, bugünkü ben de ben olamazdım. Hırslı bir kadındır. İşi olmasına rağmen, kariyer düşünmedi, kendini kardeşime ve bana adadı. Babamı kaybettiğimizde ben 13, annem de 32 yaşındaydı. Kadınlığını geri plana atıp bizim için muazzam bir çaba gösterdi.

– Babanızı kaybettikten sonra anneniz üzerinize titremiş. 18 yaşında çalışmaya başlıyorsunuz. Medyada çalışmak ve kadın olmak da zor. Nasıl bir süreç yaşadınız aile olarak?

– Annem medyada çalışmamı hiç istemedi. 7 yaşında TRT çocuk radyosunda şarkı söylemeye başlamıştım ve hep kamera önünde olmayı istedim. Aldığı kültür ve geldiği jenerasyondan dolayı farklı bir mesleğim olsun istedi. Ama sonra benim kararıma da saygı duydu. “O zaman kendin halledersin” dedi. Yapamadım. Bütün yayınlarda yanımda gelmesini istedim. Abartmıyorum, senelerce geldi. Artık beni boşadı, bütün ilgi torunlarda.


Dışişleri bakanı olmak istiyorum

– Aktif siyaseti düşünüyor musunuz?

– AKP’ye üye olduğum haberleri tamamen asparagas. Bu haberleri yapan gazeteye de dava açtım. Neden yaptıklarını bilmiyorum ama bir kere yapılınca bunun izi duruyor. Aktif siyaset düşüncem var. Bir gün dışişleri bakanı olmak gibi bir hayalim var. Bunların hepsi hayat planlarım içinde duruyor. Gelecek ne gösterir, bilmiyorum. İki yıl önce sorsaydınız, şimdi burada olacağımı bile göremezdim. Mesela yeni bir program yapıyorum, sizinle röportajım var, yeni bir evde oturuyorum. Bu gibi konularda kesin konuşmak da insanı kendine güldürüyor daha sonra. Ben ülkeme faydalı olmak istiyorum. Siyasete de çok ilgi duyuyorum.

– Peki siyasi gündemi nasıl görüyorsunuz şimdilerde?

– Türkiye’nin çok ciddi yol ayrımında olduğunu düşünüyorum. Hem iç, hem dış siyasette bir makas değişiminde şu an Türkiye. Yeni gelişmelerin tedirginliğini yaşıyorum ben de. Çünkü yeni ve değişik olan her şey bizi korkutuyor. Ülkemizin çok köklü dinamikleri var bugünlere getiren. Bu dinamiklerin içinde hayatımıza yön veren, etki eden dış dinamikler de söz konusu. Dünya nereye giderse tercihlerimizi o yönde kullanmak zorunda kalıyoruz, daha doğrusu karar vericilerimiz böyle. İlgiyle gözlüyorum. Değişimden ürksem de kucaklamayı tercih ediyorum. Umutsuz ve tedirgin değilim. Bence dünyada bir silkiniş söz konusu. Yeni bir denge arayışı gözlemliyorum. Sular elbette durulacak.

Denize ve İstanbul’a tutkun bir kadın Binnur Kaya. Oyunculuk hiç aklında yokken peşinden geldiği deniz ve İstanbul onu sahneye taşımış. Son filmi Vavien’e kadar da daha çok komedi oyuncusu olarak tanınıyordu. Bu kez kızdığı, gıcık olduğu, hatta kavgalı olduğu bir karakterle karşımızda. Üstelik o karakter, Kaya’nın kendinden bile sakladığı bir tarafını da gün yüzüne çıkarmış.

Şirin Güven

Dergi / Cumhuriyet– Komedilerin başarılı oyuncusu Binnur Kaya, bu kez farklı bir rolle karşımızda. Engin Günaydın’la başrolleri paylaştığı Vavien’de iletişimsiz bir ailede, her şeye boyun eğen ve kocasını yaptığı onlarca şeye rağmen körü körüne sevmekten geri duramayan Sevilay’ı canlandırıyor. Hiç kolay olmamış aslında bu rol onun için. Çünkü Sevilay’la birlikte içinde sevdiklerine “gitme” diye yalvaran bir kadın olduğunu fark etmiş ilk kez. En mutlu anda bile içinden “N’olur gitme” diye yalvaran… Yine çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş Kaya Vavien’de. Belki de her rolün altından kalkmasına yardım edecek eski bir alışkanlığı sayesinde: Kılık değiştirip, kimi zaman dilenci, kimi zaman otel görevlisi olarak insanları şaşırtıp, tepkilerini incelemesi…

– Vavien sizce ne anlatıyor?

– Hayatta her zaman kötüler cezalandırılmıyor maalesef. Mutluluk, mutsuzluk, “her şey yolunda” kavramlarını sorguluyor film. Acaba gerçekten her şey yolunda mı? İstediğimiz bu mu, yoksa yetindiğimiz mi bu? Ve bunun beraberinde gelen aciz durumları, kişinin zavallılıklarını, gelgitlerini… Bir hayat akarken yaşanan tıkanıklıklar.

– Siz de, Engin Bey de komedi oyuncususunuz aslında. Oysa bu film de dram ve gerilim var. Zorlandınız mı?

– Çok zorlandım. Gerilim aslında günlük hayatta sık yaşadığım bir şey. Karşıdan karşıya geçmekle başlıyor, yaralı bir hayvan görme korkusuyla devam ediyor. Yani sık sık yaşıyoruz bu duyguyu, sürekli olarak “kendimizi güvende hissetme-hissetmeme” durumu var. Bu yüzden kazaya ne kadar açık olduğumuzu bilerek yaşıyoruz ve bunun içinde hep gerilim var. Bu anlamda gerilim kendi içimde çok da uzak olduğum bir şey değildi. Ama tabii filmdeki gibi bir gerilim bildiğim bir şey değildi ve çok zorlandım.

– Sevilay’ı oynarken kendinizle neleri bağdaştırdınız? Yaşamınızla örtüştürdüğünüz duygular, olaylar var mı?

– Beni en çok zorlayan şey, çok göstermediğim bir tarafımı bu filmle keşfetmek oldu. Vavien’le benim içimde de sevdiklerine karşı “gitme” diye yalvaran bir kadın olduğunu itiraf ettim kendime. Bu kendimden de sakladığım bir şeymiş… En mutlu anda bile içim “N’olur gitme, n’olur gitme” diye yalvarırmış. Yani mahremimi çok açık etmiş oldum ve bu anlamda çok zorlandım. Kadının genel hali de benim için çok üzücüydü… İlk başta ben Sevilay karakteriyle çok kavga ettim içimde. Benim tasvip etmediğim bir yaşayış biçimindeler. Hiç hoşlanmadığım ve çok yazık bulduğum… “Niye bir şey yapmıyorsun? Niye bu kadar tepkisiz, sessizsin?” diye sorup duruyordum. Tabii bu durumdan hoşlanmadığım için karakterle uzlaşmam da çok zor oldu.

– Tepkisizliği mi sizi kızdırıyordu? Onca şeye rağmen kocasını sevmesi mi?

– Evet, o boyun eğişi ben de yerimden kalkıp koşma hissi uyandırıyor ama kadın hiç böyle şeyler yapmıyor. O yüzden Sevilay benim için kavgalı olduğum, uzun süre anlaşamadığım bir karakter oldu. Hatta ilk başta gıcık oldum, sinirlendim. Oyunculuğun zor tarafı da bu ya, size ters gelen şeyi de benimsemelisiniz.

Hayalim İstanbul’du

– Önceleri oyunculuk aklınızda yokmuş. Hatta okyanusları çok seviyormuşsunuz, öyle bir bölüm okumak istiyormuşsunuz…

– Evet ama edebiyat bölümü mezunu olduğum ve o bölümler fizikle aldığı için olmadı. Aklımda oyunculuk yoktu. İlhan İrem, Sakıp Sabancı taklitleri yapıyordum. Komşumuz Gülay Belül beni tiyatroya teşvik eden ilk kişi oldu. Lisedeyken gazetede amatör tiyatro ilanı gördüm ve böylece adım attım. Sonra da çok büyük bir tutku olmadı aslında. Hatta ben tiyatro sınavlarını da hemen kazanamadım. Sonra işin içine girdikçe, emek harcadıkça, üstünde düşündükçe sevmeye başladım. Okul bitti, işler başladı. İlk işlerde yapamıyorsun zaten. Yapamadığını çok büyük dert ediyorsun ve sonra uğraşmaya başlıyorsun. Bir gün “Ucundan kıyısından oldu bugün galiba. Bu sefer yapabildim” diyorsun ve sonra “Oyunculuk çok zor bir şey ve o zorluk içinde debelenmek beni bağladı bu mesleğe” dediğin bir yere geliyorsun. Çok zor olduğu için, “oldu mu, olmadı mı, yaptım mı, yapamadım mı” ile uğraşmak beni kendine bağladı.

– Zor şeylerle uğraşmayı sever misiniz?

– Evet. Şundan da bahsetmeliyim… Ben İstanbul’a herhangi bir şey için gelmedim. Buraya gelirkenki tek amacım denizle doğru orantılı olarak içimde başlayan İstanbul tutkusuydu. Aklımda tiyatro yapmak yoktu. Televizyon zaten olamazdı. “Tiyatro mezununun televizyonda işi ne” gibi bir durum vardı bizim zamanımızda. İstanbul’u çok hırpalanan, hoyrat davranılan ama aslında harika olan birine benzetirdim. Herkesin bir beklentisi vardı İstanbul’dan. Oysa benim tek amacım İstanbul’a gelmekti, onu uzaktan sevmek yerine onunla tanışmak istemiştim. İçimde İstanbul’a karşı karşılıksız bir sevgi vardı, İstanbul’u ve denizi hiç yalnız bırakmak istemedim. Sanırım İstanbul benim en yakın arkadaşım, sırdaşım. Beni hayata bağlayan şeylerden biri. Oyunculuk da İstanbul’la beraber yürüdü yaşamımda. Bir animasyon grubumuz vardı. O zaman böyle değildim, daha sosyaldim. Çok severek 3 yıl yaptım. O ekiple beraber İstanbul’a geldik. Sonra ilk işim Hülya Avşar Show’da oldu. Sonuçta gerçekleşen hayallerim, hayatımdaki bütün güzellikler İstanbul’un bir hediyesidir bana.

Binnur Kaya: Kılığımı değiştirir, tepkilere bakardım

– Çok abartılı karakteri çok doğal oynuyorsunuz. Belki de o yüzden komedilerde çok güldürüyorsunuz… Sırrınız nedir?

– Oyunculuğun empati ve hafızayla doğru orantılı gittiğine inanıyorum. Ben insanları gözlemler, onlara dikkat ederdim hep. Ortaokulda kendi kendime dışarıya çıkmaya başladığım zamanlarda evde kılık değiştirirdim ve tek başıma otobüse binip, insanların tepkilerine bakardım. Onları rahatsız olacakları kılıklarla “Bana nasıl bakıyorlar” diye gözlemlerdim.

Arkadaşlarımla buluşmaya da tanınmayacak şekilde giderdim. Mesela buluşacağımız yere önceden gidip dilenci gibi beklerdim. Sadece tepkilerini merak ettiğim için… Çok ilgimi çekiyordu bu. Sonra ben olduğumu anladıklarında nasıl şaşırdıklarına bakıyordum. Şimdi öyle şeyler yapamıyorum tabii çünkü tanınır olunca özgürlüğünüz kısıtlanıyor. Ama hâlâ buna benzerler şeyler yapıyorum.

– En son ne yaptınız mesela?

– Hatırladığım iki şey var. Çok sevdiğim bir oyuncu arkadaşım Eskişehir’e gidecekti çekim için. Trenle onu uğurladım. Sonra başka bir yakın arkadaşımla arabayla ondan önce onun kalacağı otele gittim. Oteli temizleyen kadınların kıyafetlerinden rica ettim ve onu giyip onun kalacağı odanın tuvaletine girdim temizliğe. O geldiğinde tuvalette temizlik yapıyordum, daha işim bitmemişti ve arkam dönüktü. Öyle bir haldeydim ki, “Bacım yeter, tamam yorma kendini artık” dedi. Sonra ben birden dönüp, aramızda kullandığımız esprili bir şey dedim. Çok şaşırdı, muhteşem bir andı. Bir de bunu bir yandan kaydetmiştim. İkinci olay Engin’le… Engin ve arkadaşlarımız yurtdışına gitmişlerdi. Ben ekipteki arkadaşlarımızdan biriyle telefonlaştım. Buradan kalktım gecenin bir yarısı yurtdışına gittim. Arkadaşımız bana sessizce kapıyı açtı, ben de onlar otururken lavabodan çıkmışım gibi içeri girip yanlarına oturdum. Engin o kadar şaşırdı ki sevindi mi, üzüldü mü anlayamadım. Çünkü tam ben girmeden 15 saniye önce yüksek sesle “Keşke Binnur da burada olsa” demiş. Bunlar çok güzel gerçekten. Dilerim hayat sağlık ve imkân verir de, hep böyle şeyler yaşayabilirim.

Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde “yetim-öksüz” kalan çok olur.
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler…
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar,  yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker “sarıkız”.
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz
Değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir
Koridor kimsesiz, bir kadın gittiğinde…
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;
Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci…
Bir anne gider…
Bir dost…
Bir arkadaş…
Bir sevgili…
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde…
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar  yetim kalır.
Kapı eşiğindeki “Dikkat et…” duyulmaz,
Annesi gitmiştir “geç kalma!”nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında.
Ve bir kadın gittiğinde pek çok “yetim” bırakmıştır arkasında.
Hayatınızdaki kadını yitirmemeniz dileğiyle…