8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDE KADIN RUH SAĞLIĞI
Ruhsal hastalıkların yaygınlığı, seyri ve yol açtığı sorunlar cinsiyetler arasında belirgin farklılıklar göstermektedir. Panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve fobiler başta olmak üzere anksiyete bozuklukları ve depresyon gibi toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıklar kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kadınların ruh sağlığı bedensel sağlıklarının bir parçasıdır. Toplumda ve tıp alanında kadınların sağlığı ve genel olarak yaşamları üzerinde ruhsal sağlığın önemi genellikle göz ardı edilmektedir.
Kadınların % 8-11’inde gebelik döneminde, %6-13’ünde doğum sonrasında depresyon görülmektedir. Depresyonun 2020 yılında dünyada en çok hastalık yüküne yol açacak hastalıklar listesinde 2. sırayı alması beklenmektedir. Bu artışın kadınlarda daha yüksek olacağı öngörülmektedir. Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla intihar girişiminde bulunmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda depresyon erkeklerden iki kat daha sıktır.
Kadınların ruh sağlığının genel olarak daha kötü olması yalnızca erkeklerle kadınlar arasındaki biyolojik farklılıklar, bireysel ya da yaşam tarzı ile ilişkili faktörler ile yeterince açıklanamaz. Geniş bir yelpazeden bakarsak ekonomik, yasal ve çevresel faktörlerin, erkeklerle kadınlar arasındaki güç ilişkisinin kadın yaşamını belirgin biçimde etkilediği, bunun sonucu olarak ruhsal hastalıkların sıklığını arttırdığı görülmektedir. Sosyal faktörler farklı ülkelerde, hatta ülke içinde cinsiyet rollerinin gelişmesi ya da geri kalması yönünde etkiler gösterebilir. Kadının ruh sağlığını derinden etkileyen bu sosyal faktörlerin belirlenmesi ve uygun girişimler ve politikalarla değiştirilmesinin bazı ruhsal hastalıkların görülme sıklığının azalttığı gösterilmiştir. Kadın ruh sağlığını etkileyen en temel iki sosyal faktör şiddete maruz kalma ve yoksulluktur.
Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Kadına yönelik şiddet, dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınların sünnet edilmesinden çeyiz hazırlamaya zorlanmasına, bekaret kontrollerinden, “ahlaksız” olduğu iddiasıyla öldürülmesine kadar türlü biçimlerde yerleşik toplumsal kültürün doğal bir parçası olarak sürdürülmektedir. Ülkemizde “töre” adı altında her yıl birçok kadın cinayeti işlenmekte ve resmi makamlara ulaşandan çok daha fazlası örtbas edilmektedir. Kadınların ne yapması, nasıl davranması, ne kadar eğitim alacağı, parasını nasıl harcayacağı, nasıl giyineceği hatta kimle evleneceği gibi temel seçimleri kural koyucu, yasa koyucu erkekler tarafından belirlenmektedir. Unutulmamalıdı r ki; kadına yönelik şiddet ciddi bir halk sağlığı problemi ve insan hakları ihlalidir. Kadınların eğitilmemeleri, emekleri karşılığında ücret almamaları ya da erkeklerden daha düşük ücret almaları, daha düşük sosyal konumda yer almaları şiddete uğramalarını arttırmaktadır. Kadınlar en sık eşleri, cinsel partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılmaktadırlar. Kadına yönelik şiddet sonucunda kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme sağlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde sağlık problemleri ile karşılaşılmaktadır. Dünyada birçok kadın şiddete uğramasına rağmen, çok az kadın yasal kurumlara başvurmaktadır. Şiddete uğramak kadınlarda birçok ruhsal hastalığın oluşumunu tetiklemektedir.
Yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik dünyada kadınları erkeklerden daha çok etkilemektedir. Halen tüm toplumlarda kadınlar daha az eğitim almakta, okuma yazma öğrenmeleri engellenmekte, yoksulluğa mahkum kılınmakta, aynı işi yaptıkları halde daha az para kazanmaya devam etmektedirler. Görünmeyen ev içi emekleri karşılıksız ve sosyal güvencesiz kalmaktadır. Dünya üzerinde yaşayan kadınların çok küçük bir kısmı resmi kurumlarda ve sosyal güvenceli olarak çalışmaktadırlar. Kadınlar tarım, ev işleri, gündelik yevmiyeli işler gibi alanlarda erkeklerden çok daha uzun saatler boyunca hiç durmadan çalışsalar da emeklerinin hak ettiği maddi karşılığı ve sosyal güvenceyi alamamaktadırlar. Dünya toplamında kadınlar eşit işe karşılık yaklaşık %20 oranında daha az para kazanmaktadır. Dünyada özel mülkiyetin sadece %1’i kadınlara aittir. Kadınların ve çocukların pek çoğu aynı koşullarda yaşadıkları erkeklerden çoğu zaman daha kötü beslenmektedirler ve sağlık hizmetlerine daha az ulaşabilmektedirler. Pek çok erkek, ailenin finansal kaynaklarını kontrol altında tutmakta, kadının ne kadar para harcayacağına karar vermektedir. Dünya üzerinde çok az kadın kendi kişisel ihtiyaçlarının tamamını karşılayacak kadar para kazanabilmektedir. Yoksulluk ve eşitsizlik, depresyon, şizofreni ve iki uçlu bozukluk gibi bir çok ruhsal hastalığın kadınlarda daha sık görülmesine yol açmaktadır..
Kadınların ruhsal hastalıklardan etkilenmelerinin bir diğer şekli bakım veren kimlikleri ile ilgilidir. Dünyanın hemen her yerinde bedensel hastalıkları ve ruhsal hastalıkları olan aile bireylerine bakım hizmeti vermek kadınların yükümlülüğü olarak kabul edilmektedir. Genel olarak hastalığı olan bireylere yönelik esenlendirme (rehabilitasyon- iyileştirim) hizmetleri kısıtlıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ruhsal esenlendirme hizmetlerinin gelişimi ile kadınların sosyal yükümlülüklerinde azalma sağlanabilir.
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak biz;
1. Kadınlarda ve dolayısıyla toplumda ruhsal hastalıkların sıklığının azaltılması için etkin ruh sağlığı politikaları geliştirmenin başta hükümetlerin görevi olduğunu altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bu amaçla kadınlara yönelik yapılandırılmış eylem planları hızla uygulamaya konulmalıdır.
2. Türkiye’de kadın ruh sağlığını etkileyen sosyal faktörleri belirlemek için kapsamlı çalışmalar yapılmalı ve saptanan sosyal faktörlerle baş etmek için etkin eylem planları tasarlanmalıdı r.
3. Kadın ve erkeklerde cinsiyet rollerinin ruhsal hastalıkların sıklığı ve oluşturduğu sorunlar üzerine etkilerine dair geniş çaplı epidemiyolojik çalışmalarla desteklenmelidir. Kadının ruh sağlığı üzerinde koruyucu ve iyileştirici etkisi olan faktörler belirlenmelidir.
4. Kadınların eğitim alma hakkını engelleyen kişiler hakkında hukuki yaptırımlar iyi işletilmeli, tüm kadınların eğitim kurumlarından devlet güvencesi altında erkekler kadar yararlanması sağlanmalıdır.
5. Kadınların maruz kaldıkları sosyal ve kültürel ayrımcılık ve eşitsizlikle mücadele etmek amacıyla etkin kültürel müdahale programları hazırlanmalıdır. Cinsiyet ayrımcılığına karşı geliştirilen araçlar başta yazılı ve görsel basın organlarında yer almalı, bu konuda duyarlılık geliştirilmelidir.
6. Kadın, erkek ve çocuk tüm vatandaşların sosyal güvenceleri olmalı, sağlık hizmetlerine engelsiz ulaşmalı ve ücretsiz, herhangi bir katkı payı ödemeksizin bu hizmetlerden yararlanabilmelidir .
7. Kadınların ekonomik durumlarını iyileştirmek için etkin çalışmalar yapılmalı, ev içi karşılıksız emeğin karşılıksız ve güvencesiz bırakılmaması için uğraşılmalıdır. Kadına yönelik istihdam programları arttırılmalı ve teşvik edilmelidir. Tüm kadınların ekonomik alanlarda yaşadığı adaletsizliklerin giderilmesi için zorlayıcı yasal düzenlemeler getirilmelidir.
8. Kadına yönelik travma, kötüye kullanım ve şiddete karşı ciddi ve kapsamlı bir eylem planı beklenmeden hayata geçirilmelidir. Kadına yönelik şiddetle, özellikle aile üyelerinden gelen şiddetle mücadele uzun soluklu, sistemli ve ödünsüz olarak gündemde yer almalıdır.
9. Namus cinayetleri, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edilmektedir. Bu cinayetleri engellemek için farklı düzeylerde stratejiler geliştirilmelidir. Namus cinayetleri ile ilgili olarak konuya duyarlı kadın kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin talepleri karşılanmalı, çalışmalarına destek verilmelidir.
10. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yazılı ve görsel basına büyük görev düşmektedir. Medya, kadına yönelik şiddet ve tecavüz haberlerini kamuoyuna aktarırken, haber dilini doğru kullanmalı, etik değerlere uymalı, tecavüzün içerdiği şiddeti arka plana itmemeli ve tecavüzü erotize edici tutumlardan uzak durmalıdır. Basının, suçu işleyen erkeğe değil, şiddete uğrayan kadının özelliklerine odaklanması şiddetin sorumlusunun mağdur olduğu biçiminde bir yanılsama yaratabileceğine dikkat edilmelidir. Yazılı, görsel basın ve film ve müziklerin erkek egemen ve kadını aşağılayıcı ifadeler içermemesine dikkat edilmelidir.
Kadınların hayatın birçok alanında yaşadığı ortak ezilmişliğini ve mücadelesini simgeleyen, kadınların insanca yaşam için yola çıkmasının tarihi olduğuna inanılan 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de resmi tatil günü olarak kabul edilmesini talep ediyoruz.
Basına ve kamuoyuna duyurulur.
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu adına.