Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

"Site varsayılanı" tarafından yazılmış yazıları görüntülüyorsunuz

Senaryosunu Cem Yılmaz’ın yazdığı, yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı ”Yahşi Batı” filminin galası yapıldı.

Cem Yılmaz ve Ömer Faruk Sorak ile oyuncular Ozan Güven, Demet Evgar ve Özkan Uğur, Kanyon AVM Cinebonus sinemalarındaki gala gösterimi öncesi gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Yılmaz, filmlerin konularının bazen evrensel, bazen lokal olabildiğini belirterek, ”Bu, onların kaliteleriyle ilgili fikir vermez. Bir İngiliz, bir Amerikalı da gayret ederse bizim filmlerimizi anlayabileceğini düşünüyorum. Biz nasıl Avatar’ı anlamak için gayret gösteriyorsak… En azından gözlük takıyoruz” diye konuştu.

Tür problemi olmadığını, iyi film yapmaya çalıştığını belirten Yılmaz, eğlenceli bir komedi filmi yaptıklarını söyledi.

Bir gazetecinin, ”Neden hep aynı oyuncuları seçiyorsunuz?” sorusu üzerine Yılmaz, ”Biz henüz birbirimize o kadar da doyamadık. Bizim şu ana kadar 40 film yapmamız lazımdı, ağırdan alıyoruz, işin başındayız” diye espri yaptı.

Bir başka soru üzerine, Mazhar Alanson ile iki film yaptıklarını anımsatan Yılmaz, ”Yine yaparız, eğer sinemayı bırakmadıysa” dedi.

Cem Yılmaz, ”Bazı filmler az bütçeyle çekiliyor, ama büyük bir gişe başarısı yakalıyor. Siz ise maliyetli bir film yaptınız, iyi bir ciro elde edemezseniz hayal kırıklığına uğrar mısınız?” sorusuna, ”Hayır, bu bizim elimizde olan bir şey değil. Fikrinizin ne kadar pahalıya gerçekleşeceğini niyetlendikten sonra öğreniyorsunuz. Bu, filmi yapmamızdan vazgeçirmez. Bu, seyircinin problemi, bizim değil” yanıtını verdi.

Yeni bir film projesi olup olmadığının sorulması üzerine Yılmaz, ”Yeni bir proje var ama bu arkadaşlarla çalışmıyorum” diyerek esprili bir yanıt verdi.

Uğur Yücel’in son filmi ”Ejder Kapanı”nın da vizyona gireceğini anımsatan Yılmaz, işini iyi yapan arkadaşlarına her zaman saygı duyduğunu ve sevdiğini söyledi.

Bir gazetecinin, önümüzdeki günlerde Recep İvedik’in son filminin de vizyona gireceğini belirterek, ”İki filmin gişede yarışacağı söyleniyor” demesi üzerine Yılmaz, ”Bu, bizim dışımızda yaşatılan bir konu. Bu, seyirciyi ilgilendiren bir konu. Bu konuda yorum yapmaya ne boş vaktim var, ne de kafamda yer ayırıyorum. Böyle bir konu yok benim için… Böyle bir rakip, ‘Bu, bunu geçti’ gibi bir konu yok” dedi.

”Ülkenin en komik insanı Cem Yılmaz mı?” şeklindeki soruya Yılmaz, ”Ben, memleketin en komik insanı olmakla ilgili bir yarışma varsa, ona katılmıyorum” yanıtını verdi.
Filmin sadece kovboy filmi olmadığını, başka unsurlar da içerdiğini dile getiren Yılmaz, filme 7 yaş sınırı getirildiğini bildirdi.

Filmin adının anılmasının şahısların anılmasından daha önemli olduğunu vurgulayan Yılmaz, herkesin kabiliyeti ve emeği oranında filme dahil olduğunu, filmlerin bir kıymeti olması için çabaladıklarını anlattı.

Aralarında hiyerarşik bir düzen olmadığını kaydeden Yılmaz, ”Mesela Ozan Güven bir film yapsın da oynayalım diye can atıyoruz. Hepsi birbirinden kıymetli, birbirini ve işini seven insanlarla çalışmak çok güzel” dedi.

Yılmaz, bir gazetecinin ”Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ ödülü aldı, Mahsun Kırmızıgül’ün filmi Oscar aday adaylığına seçildi. Sizin böyle bir çabanız olacak mı?” sorusunu şöyle yanıtladı:

”Başka filmlerin yanında komedi filmlerinin işi festivallerde zordur, adaylıkları da nadirdir. Önemli olan iyi film yapmak. Yurt içinde de önemli festivaller var. Bunlar kıymetli şeyler, onları bayındır hale getirelim de benim için Oscar, yayınlandığı zaman televizyondan geç saatlerde izlediğim bir aktivite olarak durabilir.”

Cem Yılmaz, bir soru üzerine, Fatih Akın’ın son filmi ”Soul Kitchen”ı izlemediğini ifade ederek, ”Fatih Akın hepimizin gururu” dedi.

Filmin galasına, Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Pınar ve Yağmur Atacan, Kenan Doğulu‘nun da aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı da katıldı.
 

Film 1 Ocak’ta vizyona girecek

Senaryosunu Cem Yılmaz’ın yazdığı, yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın üstlendiği film, 1 Ocak 2010’da vizyona girecek.

Filmde Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Özkan Uğur, Zafer Algöz, Dilek Çelebi, Ferdi Sancar, İştar Gökseven, Demet Tuncer, Kaan Öztop, Mehmet Polat rol alırken, Süleyman Turan, Yılmaz Köksal, Uğur Polat, Cansu Dere, Mazlum Çimen ve Tuncay Özinel konuk oyuncu olarak izleyici karşısına çıkacak.

1800’lü yılların sonunda iki Osmanlı’nın dönemin padişahı tarafından gönderildikleri Amerika görevi sırasında başlarına gelen olayların anlatıldığı komedi Western türündeki film, Türkiye ile aynı anda Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre, Avusturya, Danimarka, İngiltere ve Fransa’da vizyona girecek.

Time dergisi, bu yılın en iyi filmi olarak Walt Disney’in ilk siyahi prensesinin yaratıldığı animasyon yapım “Prenses ve Kurbağa”yı, en iyi televizyon dizisi olarak da ödüllü yapım “Mad Men”i seçti.

Dergide yayımlanan “Yılın en iyi 10 filmi” listesinde, ilk üç sırayı, gerçek oyuncuların yer aldığı filmleri geride bırakan animasyonlar aldı. Buna göre yılın en iyi filmi, Walt Disney’in ilk siyahi prensesinin yaratıldığı “Prenses ve Kurbağa” (The Princess and the Frog) oldu.

Yılın en iyi filmleri sıralamasında ikincilik koltuğuna yine animasyon filmi “Yukarı Bak” (Up), üçüncülük koltuğuna da animasyon yapımı “Fantastik Fox” (Fantastic Mr. Fox) oturdu.

Time’a göre, yılın en iyi diğer filmleri ise sırasıyla şöyle:
“Ölümcül Tuzak” (The Hurt Locker), “Aklı Havada” (Up in the Air), “Beyaz Kurdele” (The White Ribbon), “Yalnız Bir Adam” (A Single Man), “Zaman ve Şehre Dair” (Of Time and the City), “Yasak Bölge 9” (District 9), “Kan Arzusu” (Thirst).

Dergi, “Yılın en iyi televizyon dizilerini” de belirledi. Listenin en başında 9 Emmy ve 3 Altın Küre dahil birçok ödül kazanan, Türkiye’de de beğeniyle izlenen “Mad Men” yer alıyor.

İkinciliği komedi türündeki “Modern Family”nin, üçüncülüğü de drama dalındaki birçok ödüle sahip “Breaking Bad”ın aldığı sıralamadaki diğer en iyi televizyon dizileri de şöyle:
“Big Love”, “Battlestar Galactica”, “Lost”, “Friday Night Lights”, “Glee”, “Sons of Anarchy” ve “(Tie) The Office/Parks and Recreation”.

İzmir Eczacı Odası Başkanı Tuncay Sayılkan, ilaçların marketlerde satılmasının Türkiye’de uygulanamayacağını söyledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın, ilaçların marketlerde satılabileceği yönündeki açıklamalarını değerlendiren İzmir Eczacı Odası Başkanı Tuncay Sayılkan, hükümetin eczacılarla anlaşma masasına oturmadan önce meslek örgütünü baskı altına almak için böyle bir öneri ortaya atıldığını belirterek, ”Böyle bir düzenlemenin Türkiye’de uygulanabilirliği yoktur” dedi.

Eczacıların kendilerine yapılan uyarılara karşın kepenk kapatmaları ve Sağlık Bakanlığı ile tek tek masaya oturup anlaşmayı reddetmeleri nedeniyle ”cezalandırıldığını” ifade eden Sayılkan, şöyle konuştu:

”İlaç, dünyada sadece ABD’de marketlerde satılıyor ve ABD, hatalı ilaç kullanımından hayatını kaybedenler sayısı bakımından listenin ilk sırasında yer alıyor. ABD’deki modelde vitaminler, öksürük şurubu, pastil gibi reçetesiz ilaçlar satılmaktadır marketlerde. Çünkü orada ilaç reklamı serbesttir, ilacı ticari mal olarak algılarlar. Kişi başına en fazla ilaç harcaması da 680 dolar ile ABD’de yaşayanlara aittir, Türkiye’de bu rakam 68 dolardır. Reklamla pompalanan bu endüstride market sahipleri kazanır, ilaç firmaları kazanır. Bu sistemin devlete de vatandaşa da faydası yoktur.

ABD, hatalı ilaç kullanımından ölümlerde de dünyada ilk sırada yer alır. Böyle bir sistemin Türkiye’ye ne faydası vardır, ne de uygulanabilirliği.”

“Doğru kullanılmayan ilaç ciddi sonuçlar doğurur”

Sağlıkta ilaçların doğru kullanılmamasının çok ciddi sonuçlar doğurabileceğine işaret eden Sayılkan, ilaçların doğru, danışmanlık desteğiyle ve etkileşimleri hakkında sağlıklı bilgi alınarak kullanımını sağlayan tek meslek grubunun ise eczacılık olduğunu söyledi. Sayılkan, ”Eczacılar eylem yaptı diye kızarsanız, böyle tepki verirseniz, ortaya böyle tehlikeli bir durum çıkar. Sadece eczacılar değil, toplum olarak da tepki koymamız gerekiyor” dedi.

Türkiye’de yıllarca eczacılar ile yurttaşlar arasında sıcak bir ilişki olduğunu, son dönemde arka arkaya gelen uygulamalar ile bu ilişkinin bozulmaya çalışıldığını savunan Sayılkan, sözlerini şöyle sürdürdü:

”İlaç, insan sağlığı açısından önemli bir ürün. Eczacısız sağlık hizmeti olmaz. İlacı sadece ticari bir mal olarak algılayan uygulamalara giderseniz, bundan yalnızca ilaç firmaları ve yabancı sermayeli bazı gruplar kazanç sağlar. Biz ilaç fiyatlarındaki indirimlere karşı değiliz. 5 yılda 100 kez indirim olmuş, hiçbirine tepki göstermedik. Sorun, eczane raflarında bulunan parası, KDV’si ödenmiş ürünlerimizin bir gecede yüzde 25 değer kaybetmesi. Bir anlamda yüzde 25 kamulaştırma yapılıyor ama eczacıların zararlarını gidermeye yönelik bir düzenlemeye yanaşılmıyor.”

Türkiye’deki 24 bin eczaneden 20 bininin küçük ve orta ölçekli olduğunu, yapılmak istenen yüzde 25’lik indirimin bu eczaneler için ciddi bir kayıp olduğuna dikkati çeken İzmir Eczacı Odası Başkanı Tuncay Sayılkan, bu uygulamadan ecza depoları ile ilaç firmalarının değil, eczacıların zarar gördüğüne işaret etti.

Konuşmasını, ”Biz çözüm istedikçe tehdit geldi. Yangın o kadar büyüktü ki, anlaşmaların feshi tehdidine karşın, eczacıların tamamı eyleme katıldı. Fesih sonrası ‘Gelin tek tek anlaşalım’ dendi, eczacıların yüzde 98’i buna da karşı çıkınca, şimdi ‘Marketlerde satarız’ deniyor” şeklinde sürdüren Sayılkan, yaptıkları her görüşmede aynı taktiğin uygulandığını, hep masada bir şeyler kaybettiklerini savundu. Sayılkan, ”Bizi öyle bir hale getirmeye çalışıyorlar ki, masada artık söylenen her şeye razı olalım, hatta yeni kayıplar verelim. Oysa öyle bir noktaya geldik ki, artık sıtmaya razı olmayız’‘ dedi.

Sayılkan, ilaç satacak tüm marketlerde birer eczacı istihdam edilmemesi durumunda, birçok sorunla karşılaşılacağını da belirterek, ”Bir market görevlisi, reçetesiz de satılsa, bir şeker hastasına farkında olmadan içindeki şeker oranı çok yüksek bir öksürük şurubu verebilir, böyle bir sorumluluğu kimse almak istemez” dedi.

Sağlıkta dönüşüm

Yapılan ilaç indirimlerine karşın, sağlıkta yurttaşların cebinden çıkan paranın her gün biraz daha artırıldığını söyleyen Sayılkan, muayene ve katkı paylarının, hizmetin yüzde 30-40’ına kadar ulaştığını söyledi.

”Hükümetin sağlıkta dönüşüm politikası, sağlıkta yıkıma dönüşüyor, sağlık sektöründe çalışan, geleceğini aydınlık gören, mutlu tek insan gösteremezsiniz” diyen Sayılkan, nihai olarak yapılmak istenenin sağlığın tamamen özelleştirilmesi olduğunu savundu.
Sağlıkta dönüşüm adı altında altyapısı olmayan uygulamalara imza atıldığını, bu uygulamaların da beraberlerinde doğal olarak sorunlar getirdiğini ifade eden Sayılkan, ”Altyapısı olmayan bir şey, yukarı doğru taşınmaya çalışılıyor. Bu ayaklar o yükü taşımaz, her seferinde vatandaş mağdur oluyor”
diye konuştu.

Film sayısı arttı, kalite azaldı

Türk sinemasının, çoğu Hollywood orijinli yabancı filmler karşısındaki atağı 2009’da da sürdü.

Alper Turgut

Vizyona giren yerli filmlerin sayısı geçtiğimiz sene 50 iken bu yıl rekor bir artışla 70’e çıktı. Yabancı filmlerin adedi de 214’ten 185’e düştü. (2008’de vizyona giren toplam film sayısı 264, 2009’da ise bu rakam 255’e indi.) Evet, sinemamız adına nicelik konusunda emin adımlar atılıyor, peki ya nitelik? Ne yazık ki; sayısal artış, kaliteye pek yansıtılamadı. Üstelik geçen yılı baz aldığımızda yerli filmler, yaklaşık 4.5 milyon seyirci kaybetti. Ama bakın Fransa’ya; Avrupa sinemasının en önemli merkezlerinden olan bu ülkede, son 30 yılın gişe rekoru kırılmış ve 200 milyon insan, sinema salonlarına koşmuş.

“Recep İvedik” serisi, tek meselesi para kazanmak olan ve sinema-sanat ve hayat adına herhangi bir derdi bulunmayan filmlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Gişeye oynamaya çabalayan ancak büyük bir hüsrana uğrayan taze soluklu bu yapımlar, umarız eskiye dönüşün sinyalleri değildir. Deneysel filmlere çok ama çok uzağız, belgesellere de gereken önemi vermiyoruz, bize dair bir sinemadan hâlâ bahsedemiyoruz. Ancak yine de haksızlık etmeyelim, bu yıl gösterim şansı yakalayan iyi ‘kotarılmış’ filmler de vardı. Misal, “Pandora’nın Kutusu”, “Hayat Var”, “Pazar: Bir Ticaret Masalı”, “Vavien”, “Kız Kardeşim Mommo”, “İki Dil Bir Bavul”, “Bornova Bornova”, “Neşeli Hayat”, “Karanlıktakiler”, “Gölgesizler”, “Uzak İhtimal”, “Süt”, “Dilber’in Sekiz Günü”…

Sinemaseverler, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde seyrettiğimiz ve bence yılın en iyi yerli filmi olan Reha Erdem’in “Kosmos”u için ise 8 Ocak 2010’u bekleyecek. 2009’da en ses getiren Türk filmleri ise hiç kuşkusuz “Güneşi Gördüm” ve “Nefes: Vatan Sağolsun” idi. Hayal kırıklığı yaşatanların en başında ise usta ve kabiliyetli yönetmen Zeki Demirkubuz’un dönem filmi “Kıskanmak” vardı.

“11’e 10 Kala”, “Başka Dilde Aşk”, “Acı Aşk”, “Deli Deli Olma”, “Usta” ise yılın orta karar yapımlarıydı.

Festivallerden birçok ödülle dönen “Köprüdekiler”, vasatı aşamayan “Kara Köpekler Havlarken”, Adana Altın Koza’da görücüye çıkan “Pus”, Bursa İpek Yolu’nda yarışan “7 Avlu” ve “Bahtı Kara”, Antalya’da boy gösteren “Beş Şehir”, “40”, “İlkbahar, Sonbahar”, “Aya Seyahat”, “Babam Büfe” ve “Min Dît” (Ben Gördüm) ise henüz gösterime giremediler.

Türk sineması, 2009’da Halit Refiğ, Zeki Ökten, Yücel Çakmaklı, Ahmet Uluçay, Ersin Pertan gibi yerleri kolay kolay doldurulamayacak yönetmenlerini yitirdi. Aktör Aykut Oray’ın zamansız kaybı da yıla damgasını vurdu.

İlk filmler furyası

Dijitale geçiş, film çekmeyi daha da kolaylaştırdı. Bu bilinen bir gerçek… Ve 2009’un belki de en büyük kazancı, ilk filmlerin, genel toplamdaki bariz üstünlüğü olsa gerek. Özcan Alper’in “Sonbahar”ı gibi henüz ilk filmde, mutlak bir başarıyı sağlamak kolay değil. Yönetmenlerimiz en az ikinci ve üçüncü de çekecekler ki, tarz ve üslup üzerine konuşabilelim. Ustalaşmaya meyilli ve gerçekten yetenekli genç görüntü yönetmenlerinin varlığından ise rahatlıkla söz edebiliriz. Eyüp Boz, Gökhan Tiryaki gibi… Sinemamızın ses sorunu, yeni atılımlarla birlikte çözüme kavuşmak üzere… Senaryo ve kurgu konusunda ise hâlâ acemiyiz.

Benzeşen metinler, meselesizlik, kadınlara yönelik yazılan rollerin belirgin basiretsizliği, karakter analizinde derinleşememek, oturmayan karakterler, estetik yoksunluğu, oyuncu yönetimindeki zaaflar, gündelik hayatta karşılığı bulunmayan karikatürize tipler, merak uyandırmayan gidişat, temposuzluk, inandırıcılıktan uzak öykü, kötü finaller. Tek başına bir filmin her şeyi olmaya soyunmaktansa, ekip ruhuyla yukarda sözünü ettiğimiz olumsuzlukların aşılmasına gayret edilmeli…

Festivallere dair

Bu yıl sinema tutkunlarının haricindeki kitleyi de kucaklayabilmeyi başaran festivallerden biri Altın Koza’ydı. Adana’da “Okullar Sinemada-Sinema Okullarda” projesi kapsamında ortalama 100 bin öğrenciye ulaşıldı. İstanbul Film Festivali ise yüzde 5’lik seyirci kaybına rağmen 162 bin kişiyi sinema salonlarında toplayabildi. İpek Yolu hızla büyüyor, Altın Koza emin adımlarla ilerliyor, yönetimi değişen Altın Portakal ise tez zamanda silkelenip organizasyonu rayına oturtacaktır. Ankara Film Festivali, başkente yakışacak biçimde vitesi büyütmeli, Ege’nin incisi İzmir’in ulusal bir uzun metraj sinema festivali kurmak için daha ne kadar bekleyeceği ise ayrı bir merak konusu.
 

Üç boyutlu sinemaya doğru…

Dünya, ilerleyen teknolojinin de desteğiyle üç boyutlu sinemaya yöneliyor. Yılın en büyük bombası ise hiç şüphesiz yeni nesil sinemanın destansı bir örneği olan “Avatar” idi. Görselliği hoş, gerisi boş bir yapım hüviyetindeki “2012”, animasyon devi Pixar’ın 10. mucizesi “Yukarı Bak” (Up), bir tür bilimkurgu fenomeni “Yasak Bölge 9” (District 9), yılın en iddialı seyirlikleriydi. Quentin Tarantino’nun “Soysuzlar Çetesi” (Inglourious Basterds) ve Star Trek’i de es geçmeyelim. Bulgar usulü kara komedi “Zift”, 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde izlediğim uzak ara en güzel filmdi. İpek Yolu’ndaki Latin Amerika soslu “Ressam” ve Filmekimi’ndeki “Ay” (Moon) ise kişisel en iyi listeme eklendiler bile…

Titanik, Yaratıklar ve Terminator filmlerinin efsanevi yönetmeni James Cameron sinema tarihinde çığır açacak filmi Avatar ile bir kez daha seyircileri büyülemeye hazırlanıyor… Aylardır beklenen film Avatar vizyonda… – Sungu Çapan

Titanik’in yönetmeni James Cameron’ın 2.5 saati aşkın görkemli dönüş filmi ‘Avatar’ bugün başlıyor.

“Terminator 1-2”, “The Abyss”, “Yaratık 2”, “Gerçek Yalanlar” ve 11 Oscar’lı “Titanic” gibi filmleriyle Hollywood sinemasının son çeyrek yüzyıldaki çığır açıcı, önemli yönetmenlerinden biri sayılagelen Kanadalı James Cameron’ın, dünya çapındaki büyük “Titanik” (1997) başarısından 12 yıl sonraki dönüş filmi olan “Avatar”, baştan belirtmek gerekirse, gözalıcı teknik altyapısı, üç boyutlu, soluk kesici görselliği, dur durak tanımayan aksiyon sahneleri, yeşille mavinin birbirine karıştığı, egzotik, romantik, ekolojik atmosferi (ve dev bütçesiyle) kuşkusuz bu yıl sonunun sinema olayı niteliğindeki bilimkurgusal bir macera seyirliği. Ya da beylik deyişle tam bir görsel şölen.

Görsel efekt becerisi

Bildik kahramanları ve temaları içeren, klasik bir hikâyenin, günümüzde teknolojinin vardığı son aşamaların ürünü olan birtakım dijital müdahaleler ve adeta büyüleyici bir görsel efekt becerisiyle perdeye yansıtıldığı “Avatar”, sinemaseverlere 2.5 saati aşkın bir süreye yayılmış, yorucu ama kesinlikle kaçırılmayacak, benzersiz bir seyir deneyimi yaşatıyor.

Kahramanlarımızla birlikte havada uçtuğumuz, şelalelerden yuvarlandığımız, zümrüdüanka kuşlarının kanatlarına bindiğimiz, yeşilin her türünü barındıran, göğe uzanan kocaman ağaçlardan geçilmeyen, unutulmaz orman manzaralarının eşlik ettiği sahnelerde çevreciliğin dalağını yaran film, 2.5 saatlik, renkten renge bürünen bir asit tribi gibi seyrediliyor.

1.5 saatinin ardından biraz yoran ama sürükleyiciliğini hiç yitirmeden, sıkı bir fantastik ve romantik serüvenler sarmalına doladığı seyirciyi uzaydaki meçhul bir Pandora gezegeninin derinliklerine çeken “Avatar”, hikâyesi bir yana biçemiyle son derece şık ambalajlanmış, üç boyutlu muhteşem bir bilimkurgu destanı.

Cameron’ın, çocukluğunda okuduğu bilimkurgu romanlarından esinlenerek senaryosunu da yazdığı bu fantastik epik, doğal kaynaklarını tüketerek kuruttuğu dünyanın dışına çıkıp uzayda sömüreceği yeni gezegenler arayan habis insanoğluyla, havasını soluyamasa da işgal ettiği, tuhaf bitki ve hayvanlarla dolu, yüksek, sarp dağların gökte asılı durduğu, bakir ve yemyeşil bir Pandora gezegeninin, kendi sakin dünyalarında yaşayan, 2-3 metre boyundaki kediyle insan arası, kuyruklu, mavi tenli, kocaman gözlü, Na’vi denen (ve Kızılderilileri anımsatan), son derece çevik, atletik, enerjik ve upuzun yaratıkları arasındaki 22. yüzyılda geçen ölümüne mücadeleyi konu ediniyor.

Filmde zihniyle bağlı olduğu Avatar sayesinde casusluk etmek için aralarına sokulduğu, ancak Na’vi ırkını tanıdıkça onlardan yana tavır alıp filmin kötü adamı olan komutanına (Stephen Lang) karşı çıkan ve Amazondan farksız Na’vi prensesi Neytiri’ye (Zoe Saldana) de sevdalanan dünyalı, yarı felçli askerle (Sam Worthington) Neytiri’nin büyük aşk hikâyesi ön planda tabii ki. Cameron’ın “Yaratık 2”den eski gözdesi Sigourney Weaver’ın da boy gösterdiği film görsellik bakımından gerçekten olağanüstü. Zaten aslında hikâyesi bahane, dijital görselliği şahane diyerek de özetlenebilir “Avatar”.

Teknik ustalık

İnsana gerekli, değerli bir maden uğruna yurtlarından edilmek istenen gariban Na’vi ırkının ok ve yayına karşı uçak, roket ve bombalarını harekete geçiren, bencil ve istilacı insanoğlunun sömürgeci zihniyetine kendiliğinden tavır alan seyirci olarak tabii ki doğayla etkileşim içindeki duyarlı, özgür Na’vi’lerin yanında saf tuttuğumuz film, “Pocahontas”ı (1995) ya da “Kurtlarla Dans Eden Adam”ı (1991) çağrıştıran bildik bir hikâyeye dayansa da, teknik ustalığı, dijital efektleri, ayrıntılı görselliği ve gözalıcı biçemiyle malı götürüyor sonuçta.

22. yüzyılda, işgalci uygar insanoğlunun, ilkel ama masum bir dünyadışı ırkı ve gezegenini mahvetmeye giriştiği “Avatar”ı, gerçek çekimlerle sentez görüntüleri harmanlayıp normal oyuncularla dijital oyuncuları kaynaştırarak ve özel üç boyutlu kameralarla çalışarak meydana getiren Cameron’ın bu son eseri, vaktiyle 1930’larda sesin, sonra 1940-50’lerde de rengin girmesiyle temelden değişen Yedinci Sanat’ın evriminde belki de yeni bir dönüm noktası sayılabilir şimdiden, üç boyutlu teknolojinin katkısıyla.

Kilometre taşı

Üç boyut tekniği sayesinde kendini bu yabancı ama çekici gezegenin (ve hikâyenin) içinde buluverip perdede gördüğünün tam da göbeğinde hisseden seyircinin yer yer ağzını açıkta bırakan “Avatar”da, perdenin sınırlarını kaldırıp derinlik algısı arttırdığı seyirciyi muhteşem bir spectacle’ın içine çekmeyi başarıyor, belki de yarının sinemasının yollarını şimdiden döşeyen Cameron. Özel efekt bombardımanı halinde ve sıkı aksiyon sahneleri içeren, büyük bütçeli üstünyapımların, mükemmeliyetçi, uzlaşmaz ve megaloman yönetmeninin yine ustalığını, zanaatkârlığını konuşturduğu, yer yer şapka çıkarılası bu görkemli seyirliği, Yedinci Sanatı ve anaakım sinemasını farklı bir çağa atlatabilecek, yeni bir kilometre taşı sayılabilir.

Roland Emmerich’in yönetiği, ‘2012’, Türkiye’de tüm zamanlar en iyi yabancı film açılış hafta sonu hasılatını elde etti.

Warner Bros Türkiye’den yapılan yazılı açıklamaya göre, 13 Kasım Cuma günü vizyona giren film ilk 3 günde 3 milyon 507 bin 405 TL hasılata ulaştı.

Bu rakam ile tüm zamanlar en iyi yabancı film hafta sonu hasılatını elde eden film, ABD’de de yine gösterime girdiği ilk 3 günde yaklaşık 65 milyon dolar hasılat ile hafta sonu en çok izlenen film unvanını kazandı.

Film tüm dünyada, ilk 3 günde yaklaşık 225 milyon dolar hasılata ulaştı.

‘Independence Day’ ve ‘The Day After Tomorrow’ gibi filmleriyle tanınan yönetmen Roland Emmerich’in hem yönettiği hem de senaryosuna katkıda bulunduğu ”2012”de, asırlar önce yaşayan Maya uygarlığının takvimi doğrultusunda 2012 yılında yaşanması beklenen kıyamet konu ediliyor.

Görsel efektleriyle dikkat çeken filmin başrollerinde John Cusack, Chiwetel Ejiofor, Amanda Peet, Oliver Platt, Thandie Newton, Danny Glover ve Woody Harrelson yer alıyor.