Titanik, Yaratıklar ve Terminator filmlerinin efsanevi yönetmeni James Cameron sinema tarihinde çığır açacak filmi Avatar ile bir kez daha seyircileri büyülemeye hazırlanıyor… Aylardır beklenen film Avatar vizyonda… – Sungu Çapan
‘Titanik’in yönetmeni James Cameron’ın 2.5 saati aşkın görkemli dönüş filmi ‘Avatar’ bugün başlıyor.
“Terminator 1-2”, “The Abyss”, “Yaratık 2”, “Gerçek Yalanlar” ve 11 Oscar’lı “Titanic” gibi filmleriyle Hollywood sinemasının son çeyrek yüzyıldaki çığır açıcı, önemli yönetmenlerinden biri sayılagelen Kanadalı James Cameron’ın, dünya çapındaki büyük “Titanik” (1997) başarısından 12 yıl sonraki dönüş filmi olan “Avatar”, baştan belirtmek gerekirse, gözalıcı teknik altyapısı, üç boyutlu, soluk kesici görselliği, dur durak tanımayan aksiyon sahneleri, yeşille mavinin birbirine karıştığı, egzotik, romantik, ekolojik atmosferi (ve dev bütçesiyle) kuşkusuz bu yıl sonunun sinema olayı niteliğindeki bilimkurgusal bir macera seyirliği. Ya da beylik deyişle tam bir görsel şölen.
Görsel efekt becerisi
Bildik kahramanları ve temaları içeren, klasik bir hikâyenin, günümüzde teknolojinin vardığı son aşamaların ürünü olan birtakım dijital müdahaleler ve adeta büyüleyici bir görsel efekt becerisiyle perdeye yansıtıldığı “Avatar”, sinemaseverlere 2.5 saati aşkın bir süreye yayılmış, yorucu ama kesinlikle kaçırılmayacak, benzersiz bir seyir deneyimi yaşatıyor.
Kahramanlarımızla birlikte havada uçtuğumuz, şelalelerden yuvarlandığımız, zümrüdüanka kuşlarının kanatlarına bindiğimiz, yeşilin her türünü barındıran, göğe uzanan kocaman ağaçlardan geçilmeyen, unutulmaz orman manzaralarının eşlik ettiği sahnelerde çevreciliğin dalağını yaran film, 2.5 saatlik, renkten renge bürünen bir asit tribi gibi seyrediliyor.
1.5 saatinin ardından biraz yoran ama sürükleyiciliğini hiç yitirmeden, sıkı bir fantastik ve romantik serüvenler sarmalına doladığı seyirciyi uzaydaki meçhul bir Pandora gezegeninin derinliklerine çeken “Avatar”, hikâyesi bir yana biçemiyle son derece şık ambalajlanmış, üç boyutlu muhteşem bir bilimkurgu destanı.
Cameron’ın, çocukluğunda okuduğu bilimkurgu romanlarından esinlenerek senaryosunu da yazdığı bu fantastik epik, doğal kaynaklarını tüketerek kuruttuğu dünyanın dışına çıkıp uzayda sömüreceği yeni gezegenler arayan habis insanoğluyla, havasını soluyamasa da işgal ettiği, tuhaf bitki ve hayvanlarla dolu, yüksek, sarp dağların gökte asılı durduğu, bakir ve yemyeşil bir Pandora gezegeninin, kendi sakin dünyalarında yaşayan, 2-3 metre boyundaki kediyle insan arası, kuyruklu, mavi tenli, kocaman gözlü, Na’vi denen (ve Kızılderilileri anımsatan), son derece çevik, atletik, enerjik ve upuzun yaratıkları arasındaki 22. yüzyılda geçen ölümüne mücadeleyi konu ediniyor.
Filmde zihniyle bağlı olduğu Avatar sayesinde casusluk etmek için aralarına sokulduğu, ancak Na’vi ırkını tanıdıkça onlardan yana tavır alıp filmin kötü adamı olan komutanına (Stephen Lang) karşı çıkan ve Amazondan farksız Na’vi prensesi Neytiri’ye (Zoe Saldana) de sevdalanan dünyalı, yarı felçli askerle (Sam Worthington) Neytiri’nin büyük aşk hikâyesi ön planda tabii ki. Cameron’ın “Yaratık 2”den eski gözdesi Sigourney Weaver’ın da boy gösterdiği film görsellik bakımından gerçekten olağanüstü. Zaten aslında hikâyesi bahane, dijital görselliği şahane diyerek de özetlenebilir “Avatar”.
Teknik ustalık
İnsana gerekli, değerli bir maden uğruna yurtlarından edilmek istenen gariban Na’vi ırkının ok ve yayına karşı uçak, roket ve bombalarını harekete geçiren, bencil ve istilacı insanoğlunun sömürgeci zihniyetine kendiliğinden tavır alan seyirci olarak tabii ki doğayla etkileşim içindeki duyarlı, özgür Na’vi’lerin yanında saf tuttuğumuz film, “Pocahontas”ı (1995) ya da “Kurtlarla Dans Eden Adam”ı (1991) çağrıştıran bildik bir hikâyeye dayansa da, teknik ustalığı, dijital efektleri, ayrıntılı görselliği ve gözalıcı biçemiyle malı götürüyor sonuçta.
22. yüzyılda, işgalci uygar insanoğlunun, ilkel ama masum bir dünyadışı ırkı ve gezegenini mahvetmeye giriştiği “Avatar”ı, gerçek çekimlerle sentez görüntüleri harmanlayıp normal oyuncularla dijital oyuncuları kaynaştırarak ve özel üç boyutlu kameralarla çalışarak meydana getiren Cameron’ın bu son eseri, vaktiyle 1930’larda sesin, sonra 1940-50’lerde de rengin girmesiyle temelden değişen Yedinci Sanat’ın evriminde belki de yeni bir dönüm noktası sayılabilir şimdiden, üç boyutlu teknolojinin katkısıyla.
Kilometre taşı
Üç boyut tekniği sayesinde kendini bu yabancı ama çekici gezegenin (ve hikâyenin) içinde buluverip perdede gördüğünün tam da göbeğinde hisseden seyircinin yer yer ağzını açıkta bırakan “Avatar”da, perdenin sınırlarını kaldırıp derinlik algısı arttırdığı seyirciyi muhteşem bir spectacle’ın içine çekmeyi başarıyor, belki de yarının sinemasının yollarını şimdiden döşeyen Cameron. Özel efekt bombardımanı halinde ve sıkı aksiyon sahneleri içeren, büyük bütçeli üstünyapımların, mükemmeliyetçi, uzlaşmaz ve megaloman yönetmeninin yine ustalığını, zanaatkârlığını konuşturduğu, yer yer şapka çıkarılası bu görkemli seyirliği, Yedinci Sanatı ve anaakım sinemasını farklı bir çağa atlatabilecek, yeni bir kilometre taşı sayılabilir.