Kayıp zamanların izini sürmeyi gerçek bir sanata dönüştüren Proust’un takipçileri olarak adlandırabileceğimiz üç farklı yazar… ELİF TANRIYAR tesadüfen aynı dönemin çocukları olan Klaus Mann, İsmet Kür ve İrfan Orga’nın kitaplarını yazıyor.
İsmet Kür:
Pınar Kür’ün annesinden İstanbul hatıraları
1916 doğumlu İsmet Kür, bir yazar, şair ve eğitimci olmasının yanı sıra ünlü bir heykeltıraş olan Işılar Kür ile ünlü bir yazar olan Pınar Kür’ün annesi… “Çocukluğum deyince aklıma İstanbul gelir,” diyerek başladığı anı kitabında, yalnızca çocukluğunu değil 20. yüzyıl başındaki İstanbul’u ve şimdi yitip giden İstanbul’un güzelliklerini de anlatıyor. Tüm bunlar bir İstanbul hanımefendisinin hâlâ cıvıltısını koruyan sesiyle dile geliyor.
Yıllara mı Çarptı Hızımız, İsmet Kür, Everest Yayınları, 271 s., 15 TL
İrfan Orga:
Varlıklı Osmanlı ailesinin öyküsü
Bir Türk Ailesi’nin Öyküsü, kendi başına bir serüvene sahip, kült kitaplardan…
Yazarı İrfan Orga bir Türk olmasına rağmen, sürgünde yaşadığı İngiltere’de 1950 yılında İngilizce yazıp, yayınlatmış kitabını. İlk başta pek dikkat çekmese de bir süre sonra adeta bir mucize gibi satış rekorları kırarak, 20. yüzyılda ilk kez bir Türk yazarın adını dünyaya duyurmuş. Yurtdışında olduğu kadar dönemin Türkiye’sinde de özellikle yabancı dilde eğitim yapan okulların öğrencileri arasında popüler olan kitap, uzun yıllar kulaktan kulağa dolaşmış. Ve ancak 1990’lı yıllarda Türkçeye çevrilerek, bizde de yayımlanmış.
İrfan Orga son Osmanlı dönemiyle Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk 25 yıllık kesiminin canlı bir panoramasını sunuyor. Varlıklı bir Osmanlı ailesinin savaş öncesi son derece renkli ve eğlenceli yaşamından anılarla başlayan kitap, savaşla birlikte evden ayrılan baba ve amcanın kaybının ardından, ailenin nasıl trajik bir şekilde yıkıma doğru gittiğini anlatıyor.
Bir Türk Ailesinin Öyküsü, İrfan Orga, Çeviren: Dr Arın Bayraktaroğlu, Everest, 398 s., 19 TL
Klaus Mann:
Thomas Mann’ın oğlu anlatıyor
Ünlü Alman yazarı Thomas Mann’ın 1906 doğumlu, büyük oğlu olan Klaus Mann, Çağının Çocuğu adlı otobiyografisini yazdığında yalnızca 26 yaşındaymış.
Bu gözüpek girişimiyle bile türünün arasında özel bir yere sahip olmayı başaran yapıt, basit bir çocukluk ve ilk gençlik hikâyesinin ötesinde değerlendirilmeyi de hak ediyor.
Çağının Çocuğu, hiç dinmeyen bir tempo eşliğinde bir duygu seli şeklinde akıp giderken, neredeyse canlı bir şeye dokunduğunuz duygusuna kapılıyorsunuz.
Kendisinin bile hayal edebileceğinden çok daha büyük bir etkiye sahip olan, fakat ne yazık ki 1949 yılında, sürgünde olduğu Cannes şehrinde daha çok genç bir yaşta intihar eden Mann, sizi mutlaka bir yerlerinizden yakalamayı başarıyor.