Entel ol, arabesk de dinle!
Işın Karaca, hissetmediği hiçbir şarkıyı söylemiyor. İşte arabesk de onun için bu yüzden özel. Çünkü arabeskte hayatı buluyor. Elitist riyakârlığa inat bu müzik için “ölüyor”. Şimdi de ikinci arabesk albümü “Arabesque II-Geçmiş Bize Yakışıyor”da klasikleri yorumluyor.
Işın Karaca aradığı aşkı müzikte bulmuş. Bu aşkı herkes yaşasın diye de müziğiyle insanların zamanını çalıyor. Karaca, hissetmediği hiçbir şarkıyı söylemiyor, tek isteği de şarkılarını ölene kadar söyleyebilmek. Karaca, pop müziğinin en özel kadın vokallerinden. Caz ve blues üzerine de parmakla gösterilen bir isim. Ama onun farklı bir derdi daha var. O da; arabesk.
Dördüncü stüdyo albümü Uyanış’tan sonra, unutulmaya yüz tutmuş arabesk şarkıları yeniden yorumlayarak popüler hale getirmişti. “Arabesque geçmiş geçmemiş hiç” ile hem satış rekorlarını alt üst etmişti hem de arşivlerde yer alacak bir projeye imza atmıştı. Şimdi de 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllarda başlayan toplumun her katmanını etkilemiş, iz bırakan, varlığı asla inkâr edilemez arabesk şarkılarını “Arabesque II Geçmiş bize yakışıyor” albümünde yorumluyor.
-“Ben arabesk sevmem”, çok duyarız bu cümleyi. Ama sonra bir arabesk klasiği çaldığında ilk mırıldananlar, eşlik edenler genelde bu cümlenin sahipleri olur. Peki, neden?
Entel ol arabesk dinle! Biri diğerine engel değil ki. Arabeskin bu toprakların sosyal ve politik mayasından beslendiğini kimse yadırgamıyor. Herkes bir dönem bu şarkıları dinlemiş, tüyleri diken diken olmuş ve onu ruhuna katmıştır. Evet, elitist tavır riyakâr. Mesela Amerika’da country satıyor en çok. Aslında iki müziğin temeli de ayrı. Ama buradakiler Bob Dylan, Neil Young ve Johny Cash’ı iyi biliyor.
– Ama Ali Tekintüre’den haberleri yok!
Değil mi? Ne özel bir adamdır o. Elbette yalnızca o da değil. Amerika’da Bruce Springsteen, Bob Dylan kimse burada da karşılıkları Ali Tekintüre, Müslüm Gürses, Adnan Şenses, İbrahim Tatlıses, Mine Koşan… Adını söylemediğimiz onlarca isim var. İşte tüm bu isimler o dönemin kahramanları ve bizim onları daha iyi tanımamız lazım.
– Sizin arabeskle derdiniz neydi?
Hayat akıp giderken bu şarkıların bir dertleri var. Geçmişe referans veriyorlar. İnanmak, sevmek, biri için yaşamak ya da onun için ölmek mesela. Bunlar artık çok sığ yaşanıyor. Ben ilk albüm bittiğinde bu deryanın içinde bir kum tanesi olduğumu anladım. Kendimi küçük ve şaşkın hissettim. Orhan Baba ile çalışırken, konuşurken fark ettim ki enstrüman matematiği olarak da bu şarkılar çok derin. Şarkıların girişlerinde, hikâyeyi sözsüz anlatan uzun introlar var. Orhan Baba da, “Şarkılarda ilk önce enstrümanlarımız ile konuşurduk, çünkü müzisyenliğimizi gösteriyorduk sonradan yorumculuk geliyordu” demişti bana.
– Caz repertuvarına hâkimsiniz. Caz standartlarından sonra arabesk standartları sizi epey korkutmuş olmalı?
Ne diyorsun! Arabesk söyleme fikri kanıma girdiğinde her hücremi bir korku sardı, yalan yok! Çünkü kolay bir şey değil bu. Caz, blues ve r&b şarkıları ver bana deşifre edip hemen sunayım. Ama arabesk, müzikten fazlası. İnanın bana çok beylik bir laf değil bu. Bir kere bunu yaşaman gerekiyor. Notalarla sevişebiliyor olman gerekli.
– Mihmandarınız kimdi bu çalışmada?
Selami Şahin gibi bir kralla yola çıktım. O, herkese, her şeye bedel bir adam.
– İlk arabesk albümünden sonra sizi eleştirenler de oldu. Malum, klasik müziğin soytarı kralları da var bu ülkede.
Ben buna fazla takılmıyorum, çünkü gerek yok. İşimize bakmak önemli.
İlk albümde teknik olarak çok zorlandım, yorucuydu. Sonra alıştım, yeni albüm zamanında istediğim kıvama geldim, demlendim. Artık müziği anlamıştım, hissedebilir olmuştu. Artık anlatabilecek daha çok hikâyem olduğunu fark ettim. İlk albümde kıyısına girdiğim bu denizde açılmaya başlıyorum şimdi.
– Orhan Gencebay’dan “Dertler Benim Olsun”u yorumlamışsınız. Nasıl bir tecrübeydi?
Ölüyorum bu şarkı için, tutkunuyum! Ama albüme girme hikâyesi başka. Stüdyoda defalarca söyledim bu şarkıyı, beceremedim. Kafamı duvarlara vurmak istiyorum artık o derece kötüyüm, beceriksizim. Nota var, ses var ama bir şey eksik. Sonunda pes ettim ve şarkıyı repertuvardan çıkardım. Sonra eve geldim, bu hayal kırıklığımı yenmek için yine dinledim. Sözleri tekrar ettim, “dertler benim, çile benim, mutluluk senin olsun” nasıl bir hissiyat ve aşkla yazıldığını düşünerek uyudum. Empati yaptım gece boyunca. Sabah stüdyodaydım şarkıyı bir kere de okudum. Anladım ki yaşamadan söylenmezmiş arabesk.
– Şimdiki pop müzik şarkılarını metin yazarları hazırlıyor gibi.
Slogan, reklam metni ve tekerleme. Formül bu. Orhan Baba hikâye yazıyor, şiir yazıyor. Kim ne derse desin! Zaten sığ bir dönemdeyiz. İnsanlar sms’le ayrılıyor. Düşünsene? Ses yok, dokunma yok, son bir öpücük yok… Hayat beklentilerle ve umutla güzel. Artık bir dakika içinde her şeyi tüketebiliyoruz. Ben hayatı yavaşlatmak istiyorum, çok hızlı gidiyoruz çünkü.
– Hamilesiniz de bir yandan. Albüm sürecinde annelik duygusallığı sizi nasıl etkiledi?
Tam uçlarda hissediyorum her şeyi. Bir gülüyorum, bir ağlıyorum. Belki de bu çalkantı albüme iyi yansıdı. Ne de olsa bir kadının doğum yapması kendini sıfırlaması demek, bir can veriyorsun dünyaya, kendin de yeniden doğuyorsun.
– Akustik bir albüm yapar mısınız? Belki de hayatı da biraz akustik ve analog bir döneme çekmemiz gerekli. Ne dersiniz?
Bu albümde kemanlar uçuyor, rock davulu tavan yaptı. Darbukalar ve geleneksel enstrümanlar da yoğun. Sentezin dibine vurduk. Arabesk gırtlaktan caza, soul’a kadar her şey var. Ama dediğine katılıyorum ve çok istiyorum. Tamamıyla akustik bir albüm de gelecek ilerde. Aslında analog olmak fikri çok iyi geliyor. Teknolojinin tüm getirdiklerini bir kenara bırakıp, analog gecelerde buluşmak ne keyifli olur. Sakin ve asude bir şekilde hayatı yaşayabilsek keşke. Belki de ben hayatımın en akustik dönemindeyim. Bu biraz da delilik ama ben bu delilikle yaşamayı seviyorum.