Domuz gribi bir yandan korkutmaya devam ederken, diğer yandan kendi pazarını da yarattı. Bu yeni pazarda sunulan her ürünü kullanmak ise kimi zaman çok da yararlı değil.
Türkiye’de domuz gribi son aylarda hızla yayılıyor. Dolayısıyla korunma yöntemleri konusunda herkes telaş halinde. Hangi ürün kullanılmalı, ne tür yemekler yemeli, bağışıklık sistemi nasıl güçlendirilmeli gibi sorular, sorunlar tartışılmaya devam ediyor. Antibakteriyel el temizleme jelleri, koruyucu yüz maskeleri, antibakteriyel sabunlar, aktarlardan alınan bitkisel ürünler, direnç güçlendirici ilaçlarla domuz gribi bir anlamda kendi ekonomisini de yarattı. Bu işten karlı çıkan pek çok sektör de oluştu haliyle.
Domuz gribinden korunmak, bağışıklık sistemini güçlendirmek, zinde kalmak ve keza virüslerle başa çıkabilmek için bitkilerden faydalanmak herkesin başvurduğu bir yol. Bağışıklığı güçlendiren ve mikrop öldürme özelliğine sahip bitkilerin adı ilk defa duyulmuş olsa dahi peşinden koşmayanı yok gibi. Aktarların yolu bugüne dek hiç bu kadar aşınmamış, kapısı bu kadar çalınmamıştır herhalde. Artık her evde en az bir uzman bulunuyor. Peki bunları ne kadar tüketeceğimizi biliyor muyuz? Fazlasının zararlı olduğunun ne kadar farkındayız? Sadece aktarlar da değil. Yemek tariflerinin bile adı değişti. “Öksürük çorbası”, “Gribi yok eden yemek”, “Mikrop öldüren çorba” gibi isimlerle yemekler pazarlanarak televizyon programları ve gazeteler için bir reyting, tiraj aracı haline geldi. Günlük hayatta yediğimiz yemekleri bir anda bu çarpıcı isimlerle duyunca, daha bir dikkatli dinler olduk.
Dikkat edilmeli
Bir de gün içinde bıkmak bilmeden sürülen antibakteriyel jeller, sabun ve mendillerle yüz maskelerinden de söz etmek gerekir. Bir yandan bunların kanser yapıcı etkisi tartışılıyor, diğer yandan da virütik etkisi olmadığı için gerekli olmadığı belirtiliyor. Bunca yapılan yayın da toplumda bir obsesyona yol açıyor. Takıntılı bir halde defalarca her yer siliniyor, jeller çantadan cebe giriyor; hemen ulaşılabilmesi için. Hatta toplu taşıma araçlarında ya da yollarda, kimi zaman komşuya giderken dahi maske takılıyor. Peki bu ürünler ne kadar korumaya sahip?
Hastalık bu, elbette dikkati elden bırakmamak gerekiyor. Önüne geçmek için ne yapmak gerekiyorsa, uygulanmalı. Ancak yeni pazara bu kadar hizmet etmek hangi noktaya kadar mantıklı? Uygulanan bu yöntemlerde aşırıya kaçılması, domuz gribinden korunayım derken başka hastalıklara da yol açabilir mi?
‘Su ve sabun yeter’
Pek çok yöntemin sağlığa etkisi olduğu kesin. Ancak pazar büyüdükçe, kendi ekonomisini yaratan domuz gribi için yapılması gerekenler listesi de uzadıkça uzuyor. Bu da tabii başka tartışmaları da gündeme taşıyor. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıklar ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Şadi Yener’le kullanılan antibakteriyel ürünlerin etkisini konuştuk. Söyledikleri çok çarpıcı: “Kapitalist pazarda iki temel unsur vardır. Biri korku ve beklenti yaratmak, diğeri de kar marjı oluşturmak. Her toplumsal korkuda veya olayda bundan yararlanılır ve korku abartıldıkça abartılır.” Prof. Dr. Yener, önerilen tüm antibakteriyel ürünlerin yanlış bir uygulama sonucu yoğun kullanıldığına dikkat çekiyor. El temizliği için kullandığımız sabun ve su, en kesin çözüm. Antibakteriyel ürünlerin virüse herhangi bir etkisi bulunmuyor. Aksine bakterilerin direnç gelişimine dahi yol açabiliyor. Keza okulların dezenfekte işlemlerinin de gereksiz olduğunu dile getiriyor Prof. Dr. Yener. Çünkü dezenfekte işlemi yapıldıktan kısa bir süre sonra okula gelen öğrenciler bakteri ve virüs yayılımını hemen sağlayabiliyor. Prof. Dr. Yener, domuz gribinin kendi pazarını yarattığına özellikle dikkat çekiyor. Bu yeni pazarın bir ürünü de yüze takılan maskeler. Prof. Dr. Yener, bu konuda da uyarıyor: “Yüze takılan maske hastalığı olan kişinin etrafındaki kişilere virüs bulaştırmaması için kullanılır.”
Bitkiler hem faydalı hem zararlı
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Meriçli ise bağışıklık sistemini güçlendirici bitkilerin kullanımında sakınca görmüyor. Tabii bilinçli kullanılması halinde: “Her bitkinin faydası olduğu kadar zararı da vardır. Eczacılar bunu bilir. Ne yazık ki sağlık sistemindeki eczacılık uygulamaları bu bilgileri aktarabilecek ortam yaratmıyor.” Aktarlar ise bu konudaki gelişi güzel önerileriyle tehlike altında bırakıyor. Domuz gribinden korunmak için aktarlara danışanlar, kimi zaman özensiz önerilerle karşılaşabiliyor. Prof. Dr. Meriçli, “Kimi aktarların sarı kantaron önerdiğini duyduk. Antidepresan etkili bir bitkidir, antiviral etkisi yoktur. Başka ilaçlarla beraber kullanılırsa yan etkilerinin oluşması söz konusu” diyor.
Melisa içilebilir
Melisa çayını öneriyor Prof. Dr. Meriçli. Stresi yönetmek açısından da faydası olduğunu söylüyor. Ancak sekiz haftaya kadar. Daha uzun süreli kullanımlarda de 5-10 gün ara verilmeli. Hatta Prof. Dr. Meriçli, tüberküloz ve MS hastalarının kesinlikle kullanmaması gerektiğini söylüyor. Ekinezya çayı ise insanlarda yarım ila bir derece ateş arttırıcı özelliğe sahip. Ateş konusunda rahatsızlık yaşayanların da kullanmasını önermiyor. Zerdeçal ve zencefil gibi baharatların aşırı tüketilmesi de sakıncalı. Bitkisel ürünler bilinçli tüketildiği zaman vücuda yararlı. Aksi halde yararı kadar zararı da var.
Bilinçli olunduğu durumlarda toplumu bir korku bulutu olarak da saran domuz gribini yenmek mümkün. Ancak gelişi güzel kullanılan ürünlerle zararlarını da görmek olası.