Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…


   
Part of being a psychiatrist is dealing with a € ’³black sheep  ’´ image that our specialty still encounters. At times we may feel looked down on by other physicians, as if somehow (despite having survived the same educational obstacle course) we weren  ’²t as clever as they. However, time in the field has begun to help me appreciate just how intelligent you have to be to be a good psychiatrist. It€  ’²s an open question whether the human brain, with its ineffable complexity, is capable of understanding itself. We have to try and make sense of someone else ’²s brain in about an hour.
Being a psychiatrist means dealing with ambiguity all the time. Most people reflexively assign meanings to their perceptions all day. If I sniffle, my mother says,  ’³Do you have a cold? Or is it sinus?€ ’´ (After 11 years in medicine, I still don€ ’²t know what she means by   ’³sinus. ’´) The truth is I don  ’²t know. I can pick one and that will satisfy her, but assigning this name to the condition doesn€ ’²t make it true. I go to work and listen to someone describe a vague uneasiness felt for a lifetime. Then after about 45 minutes I€  ’²m asked to assign it a name. I can call it  ’³depression  ’´ or   ’³demon possession  ’´ or   ’³sinus,  ’´ but that doesn  ’²t make it true. How I choose to conceptualize this person€  ’²s complaint is not merely a matter of my own intellectual satisfaction; in addition to the implications for what treatment is applied, what I say will probably become an integral part of this person  ’²s life story.
In such situations I may reflect that I ’²ve previously met people who described their life in a similar way, and when I wrote a prescription for Prozac, they sometimes came back and said they felt better. I have to have some sort of model for what I ’²m doing. So sometimes I think,  ’³She needs her serotonin levels tweaked, that  ’²s why she feels this way.  ’´
The truth is I don  ’²t really know why she feels this way. If I asked the right questions, I ’²d probably find something that happened in her childhood that could be considered traumatic. If not, I could probably find something in her current life that is a  ’³stressor.  ’´
I could develop a sense that this problem is more €  ’³psychological€  ’´ than   ’³biological  ’´ (as if thoughts and feelings weren€  ’²t biological events and there were really two organs inside her cranium).
The one thing I can  ’²t think, that I really can ’²t tolerate at all, is that I don€ ’²t know what  ’²s wrong and I don’²t know what I  ’²m doing that is helping. Furthermore, thanks to placebocontrolled trials, I don€  ’²t know if what I€  ’²m doing is €  ’³really€  ’´ helping or if she and I are just imagining that it is helping.
In medical school we learned about the pathophysiology of cancer. On a surgery rotation I looked inside someone€  ’²s thoracic cavity and saw cancer. We learned about the treatment of infection. This was a little harder to visualize: very small organisms, unable
to complete their cell wall formation because of antibiotic therapy. I couldn€  ’²t see this happening, but I could imagine it, I could see the patient€  ’²s temperature going down on the bedside chart, and I could believe it. When it came time to learn about depression, they told us, €  ’³Depression is when a person says he has been unhappy for at least 2
weeks.€  ’´ Why has he been unhappy? €  ’³According to our book, it doesn€  ’²t really matter.€  ’´
As a psychiatrist, I€  ’²ve learned to imagine various things €  ’³causing€  ’´ an illness. Some of them are relatively easy to conceptualize. A child being beaten or raped. A man watching a plane sail into a skyscraper. Cultural icons telling a young girl she should be thin.
Some are a little harder to visualize. Neuronal pathways €  ’³kindling€  ’´ and driving their owner into madness. A sluggish cell failing to emit enough neurotransmitter. A €  ’³G€  ’´ in place of an €  ’³A,€  ’´ resulting in a molecule that is shaped wrong. A depressed parent failing to respond to a toddler, not once but a million times over several years. Harder still is to
imagine all of the causes happening together, responding to each other, making each other worse, compensating for each other, benefiting the person, harming the person, comforting the person, killing the person.
The hardest cause of all to imagine is the one that you don€  ’²t know and you will probably never know. And that€  ’²s what I have to think about all day to be an honest psychiatrist. That€  ’²s why psychiatry is the hardest specialty.

Bu şiir 1956’da yazılmış,yıl 2009 ve ne acıdır ki tıpkı bugünü anlatıyor.
Başka birşeyler söylememize gerek var mı?
 

Nazım HİKMET -‘KIZ ÇOCUGU’

‘Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima ‘da öleli
oluyor bir on yıl kadar
Yedi yaşında bir kızım
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruludu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbirşey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze,amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler. ‘

 

ALTIN KÜRE HİNDİSTAN’A DÜŞTÜ!

66. Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu. Hint yapımı “Slumdog Millionaire” 4 dalda birden ödül alırken, En İyi Dizi ödülünü e2’de yayınlanan Mad Men kazandı. Gecenin bir diğer yıldızı da 2 ödülle Oscar’a koşan Kate Winslet oldu.

Geçtiğimiz sene Amerikan Yazarlar Birliği grevinin gölge düşürdüğü Altın Küre Ödül Töreni, eskisi gibi prestijini sürdürüp bir kez daha TV’nin ve beyazperdenin en iyilerini seçti.

Bu yıl 66’ncısı düzenlenen ödül töreninde geceye damgasını “Slumdog Millionaire” adlı film film vurdu. Genç bir Hintli’nin televizyonda yayınlanan bir bilgi yarışmasını tam kazanacakken hile yaptığı şüphesiyle gözaltına alınmasını anlatan film, En İyi Yönetmen ve Drama dalında En İyi Film dahil 4 dalda ödül kazandı.


WINSLET’IN MUTLULUĞU

Geceye bir başka damgasını vuran isim de Kate Winslet oldu. Winslet The Reader’daki rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Revolutionary Road’daki rolüyle de en iyi kadın oyuncu ödüllerinin sahibi oldu. Winslet en iyi kadın oyuncu ödülünü alırken gözyaşlarını tutamadı.

HEATH LEDGER EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Drama dalında En İyi Erkek Oyuncu ödülü The Wrestler filmindeki rolüyle Mickey Rourke’a giderken, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü Batman-The Dark Knight filmindeki rolüyle geçen yıl hayatını kaybeden Heath Ledger’ın oldu.

Mickey Rourke, “The Wrestler”la küllerinden yeniden doğdu. Bruce Springsteen aynı filmle En İyi Film Müziği ödülünü kazandı. Kate Winslet ise ikinci küreyi aldığında uzun süre kendine gelemedi.


WOODY ALLEN’DAN EN İYİ KOMEDİ

Müzikal veya komedi dalında En İyi Film ödülünü, Woody Allen’ın yönetmenliğini yaptığı “Vicky Christina Barcelona” kazandı.

Haber: Bu yılki Altın Küre’ye, ‘Slumdog Millionare’ damgasını vurdu

EN İYİ TV DİZİSİ MAD MEN

Drama dalında En İyi Televizyon dizisi ödülü ise e-2’de yayınlanan Mad Men’in oldu.

Mad Men’in yaratıcısı Matthew Weiner ödülü aldığında, “Geçen sene de ödül almıştık ve ben yine aynı konuşmayı yapmaya hazırlanıyordum ama şu anda ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi.


Oscar’dan sonra en saygın ödüllerden biri olarak görülen ve Hollywood Foreign Press Association tarafından 1944’den beri verilen ödüllerin dağıtıldığı törende, son 35 yılın en parlak kariyerine sahip yönetmenlerinden biri kabul edilen ABD’li Steven Spielberg’e kariyeri için özel bir ödül verildi.

GECEDE, ÖDÜL KAZANANLARIN LİSTESİ

Sinema dalında En İyi Film: Slumdog Millionaire
Drama filmi dalında En İyi Erkek Oyuncu: Mickey Rourke (The Wrestler)
Drama dalında En İyi Dizi: Mad Men
Drama filmi dalında En İyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet (Revolutionary Road)
Müzikal veya Komedi dalında En İyi Film Ödülü: Vicky Christina Barcelona
Müzikal veya Komedi dalında En İyi Erkek Oyuncu: Colin Farrel
TV Dizisi Müzikal ya da Komedi dalında En İyi Kadın Oyuncu: Tina Fey (30 Rock)
En İyi Film Müziği: A.R. Rahman (Slumdog Millionaire)
En İyi Televizyon Dizisi – Komedi ya da Müzikal: 30 Rock
Mini dizi ya da film dalında En İyi Erkek Oyuncu: Paul Giamatti (John Adams)
Mini dizi ya da film dalında En İyi Kadın Oyuncu: Laura Linney (John Adams)
En İyi Senaryo: Simon Beaufoy (Slumdog Millionaire)
En İyi Mini Dizi: John Adams
Sinema dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Heath Ledger
En İyi Yabancı Film: İsrail yapımı “Waltz with Bashir”
Müzikal- Komedi Film dalında En İyi Kadın Oyuncu: Sally Hawkins
En iyi animasyon film: Wall-E
TV dizisi drama dalında En İyi Kadın Oyuncu: Anna Paquin
TV dizisi drama dalında En İyi Erkek Oyuncu: Gabriel Byrne
Dizi dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Laura Dern
Dizi dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Tom Wilkinson
En İyi Orijinal Film Müziği: Bruce Springsteen
Sinema dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Kate Winslet
TV dizisi dalında En İyi Erkek Oyuncu: Alec Baldwin

Nilgün Cerrahoğlu   – Sağnak

2009 ve ‘Zamanın Ruhu’

Sözcükler, taştır!

Bir İtalyan özdeyişi…

Türkçeye İsa bu köye uğramadışeklinde aktarılan Cristo si e fermato a Ebolikitabının yazarı Carlo Levinin fazla bilinmeyen bir başka romanı Le parole sono pietreadından kalmadır….

Yalnız yazı ile kalem kâğıda dökülen sözcüklerin değil, ağızdan çıkan kelamın da icabında kılıçtan keskin”; “yazı denli kalıcı”, “yaralayıcıolabileceğini anlatmak için kullanılır.

Sözcükler”; ayrıca bir binanın temelindeki taşlargibi, içinde yaşadığımız dünyayı ve gerçekliği”, “gerçekliğimizi inşa eder; yaratır, evrenimizi biçimler, tarif ederler.

Bu nedenle ağır ve önemlidirler.

Yeni bir yıla girerken lügatımızdan çıkan -taş gibi- sözcükleridüşündüm.

Devrimi bu ülkede insanlar, bir dönem çocuklarına bu adı verecek denli çok sevmişti örneğin.

Devrim sözcüğü çoktandır outoldu. Devrimi bırakın, içinde ilerici ya da ilericiliksözcüklerinin geçtiği cümleler kurmaya cesaret eden kaç kişi kaldı?

Dağarcığımızdan silinen bunun gibi pek çok sözcük var:

Eşitlik”, “adalet/sosyal adalet”, “dayanışmailk aklıma gelenler

Bu sözcükleri, uzun zamandır siyasal, sosyal söylemler içinde duyduğumu hatırlamıyorum.

‘in’ sözcükler

Outolan her sözcüğe karşın inolan bir o kadar da sözcük var.

Kimi yeni, kimi çok eski ama artık başka anlamlar içeriyor. Bunların en başta geleni demokrasi ve demok-ratikleşme…

Demokrasi”, “taş gibi ağırlığı olan sözcüklere tipik örnek. İçeriği öteden beri değişegelmiş… Vaktiyle Sovyet diktasına” “işçi demokrasisikulpunu takmaya çalışanlar olduğu gibi, Iraka bombalarla ihraç edilen rejimebugün demokrasidiyen var

Türkiyede -ama sadece Türkiyede değil, Batıda da- geçen yüzyılda bellediğimiz, anladığımız içeriğinden uzaklaşan, başkalaşan bir sözcük artık demokrasi.

Kapsama alanından eşitlik”, “adalet”, “dayanışmasözcükleri artık çıkmış. Yükselen, başka sözcüklerle vaftizlenip donatılmış:

Laiklik/laikçilik”, “liberalizm”, “ılımlı İslam”, “uygarlık/uygarlık çatışması”, “kimlik”, “etnik/dini/kültürel değerler”, “çokkültürlülük”, “küreselleşme”, “krizvs Liste böyle uzayıp gidiyor.

Özellikle 11 Eylül sonrası öne çıkan ve Batının değme fikir önderlerince oya gibi sil baştan işlenen günümüz demokrasilerininiçeriğini dolduran -her biri taş gibi”- sözcükler bunlar da…

Yılın parolaları: ‘Avro’ ve ‘dolar’

Yaşadığımız zamanı, çağı şekillendiren bu sözcükleri düşünürken Googlea girip bir göz atmak istedim.

Bir de ne göreyim?

Googlemeğer her yıl, zeitgeist (zaytgayzt; dönemin/zamanın ruhu) başlığı altında böyle bir araştırma yaparmış.

Dünyaca tanınan bu popüler arama motoru, kullanıcıların yıl içindeen çok aradığı sözcükleritarıyor ve ülke bazında kafayı taktığım sözcükler gezegenindenbir zeitgeist(dönem portresi) çıkarıyor. Türkiyede internet kullanıcılarının en çok tıkladığı sözcüklerin; benim mesele ettiğim unutulmuş sözcüklerle bir ilgisi var mı, yok mu, buyurun buna siz karar verin.

Zeitgeist sıralamasının ekonomi başlığında Türkiyede öne çıkan sözcükler -birebir- şöyle:

İş”, “kariyer”, “kredi”, “altın”, “para”, “finans”, “euro”, “borç”, “dolar”, “banka”…

Genelpopülarite sıralamasında ilk ona şu sözcükler girmiş: Facebook”, “mynet”, “youtube”, “oyunlar”, “msn”, “indir”, “TV”, “hürriyet(Facebooktan özgürlüklerinfelsefi anlamına ilişkin bir sıçrama yapılmış olamaz. Hürriyetle burda kastedilen haberbağlantılı gazeteanlamında aranan sözcük olmalı ki, son kalem de zaten doğrudan doğruya buna işaret ediyor): haber”…

Dizisıralamaları var bir de. Onlar da şöyle:

Kurtlar Vadisi”, “Kavak Yelleri”, “Yaprak Dökümü”, “Selena”, “Asi”, “Avrupa Yakası”, “Arka Sokaklar”, “Adanalı”, “Binbir Gece”, “Gece Gündüz”….

Uzun lafın kısası Türkler, bir Kurtlar Vadisinde yaşıyor. Başlarında Kavak Yelleri esiyor. Binbir Gece masallarıyla, köşe olmaktan başka bir şey düşlemiyorlar!

2009’u, Google-zaytgayztın önümüze çıkarttığı bu Türkiye tablosu ile selamlıyoruz…

nilgun@cumhuriyet.com.tr

Son yıllarda özellikle mesleki başarının genç ve dinamik bir görünümle özdeşleşmesinin ardından, erkeklerde de estetik kaygısının artmasına neden olduğu biliniyor. Artık erkekler de yağ aldırıp memelerini küçültüyor, yüzlerini gerdiriyor, ince bacaklarına yağ enjeksiyonu yaptırıyor…

 

Bursa’daki özel bir hastanede görev yapan Plastik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Cengiz Bozkurt, Son yıllarda kadınlar kadar erkeklerin de vücutlarında beğenmedikleri, kusurlu buldukları noktaları değiştirmek için estetik yöntemlerden faydalandıklarını söyledi.

Özelikle son yıllarda erkeklerin de en az kadınlar kadar dış görünüşlerine önem verdiklerini belirten Opr. Dr. Bozkurt, 40’lı ve 50’li yaşlarda alttan gelen genç bir ekip tarafından rekabete zorlanan bir grup erkek için, kariyerlerine destek verebileceklerine inandıkları yenilenme sürecinden geçmenin fena bir fikir değilmiş gibi göründüğünü kaydetti.
Bozkurt, bugün estetik sorunların artık erkekler tarafından da ciddi şekilde önemsendiğini ifade ederek, ”Artık erkekler de yağ aldırıp memelerini küçültüyor, yüzlerini gerdiriyor, ince bacaklarına yağ enjeksiyonu yaptırıyor” dedi.

Erkek hastaların tercih ettiği yöntemlerin başında burun estetiğinin (rinoplasti) geldiğini, bunu vakumla yağ alınmasının (liposuction) takip ettiğini belirten Bozkurt, özellikle karın, ense ve sırt bölgesindeki yağ birikintilerinin giderilmesinin dinç bir görünüm sağlamaya yönelik sıkça uygulanan estetik girişimlerden olduğunu söyledi.

Cengiz Bozkurt, meme büyümesinin kişiyi dinç ve erkeksi bir vücuttan uzaklaştırdığını ve kişinin kendine güvenini azaltarak sosyal ve iş yaşantısında çekimserliklere neden olduğunu, bu nedenle meme küçültme operasyonlarının da erkekler tarafından sıkça tercih edildiğini belirterek, şöyle konuştu:
‘Meme büyümesi, kişiyi dinç ve erkeksi bir vücuttan uzaklaştırıyor ve kişinin kendine güvenini azaltarak sosyal yaşam ve iş yaşantısında çekimserliklere neden oluyor. Meme küçültme operasyonlarının birçoğu yağ emme yöntemiyle hiçbir iz bırakılmadan gerçekleştirilebilirken gençlik döneminde meme dokusunun artışına bağlı büyümelere yönelik operasyonlar meme başı etrafında yapılan ve ilerleyen dönemlerde kaybolarak fark edilmiş hale gelen küçük kesilerle yapılabilmektedir.”

”Üçgen vücut hayal değil”

Opr. Dr. Bozkurt, spor salonlarında aylarca ter dökülerek elde edilmeye çalışılan ”fit görünüm”ün de plastik cerrahi mucizesiyle yaratılabildiğini ifade ederek, erkeklerin göğüs-baldır protezleri kullanarak atletik görünüme kavuşabildiğini söyledi.

Erkekler arasında yüz gerdirme ve botoks işlemlerinin de hızla arttığına dikkati çeken Bozkurt, yaşla birlikte yüzde de birtakım değişiklikler olduğunu, eriyerek yaşlı bir görünüme neden olan yağları yine vücuttan yağ dokusu alarak tamamlamak suretiyle erkeklerin yüz bölgesinde de gençleşme sağlamanın mümkün olduğunu kaydetti.

Bozkurt, ayrıca, göz ve ağız çevresindeki kırışıklıklar ile göz kapaklarındaki düşme ve torbalanmaların yaş henüz ilerlemeden basit müdahalelerle düzeltilebildiğini belirtti.
Erkekler arasında botoksun da giderek yaygınlaştığına değinen Bozkurt, erkeklerin botoksu göz kenarı, kaş arası (sinirlilik ifadesi veren bölge) ve alın bölgesi kırışıklıklarını yumuşatma veya giderme amacıyla yaptırdığını sözlerine ekledi.

Kanada’da yapılan bir araştırma, uykusuzluk (insomniya) sorunu olanların ülke ekonomisine yılda 6,5 milyar Kanada Doları (8.3 milyar TL) kaybettirdiğini ortaya koydu. Kanada’da ülke genelinde her 7 kişiden biri uykusuzluk sorunu yaşıyor.

 

Montreal– Kanada’nın Quebec eyaletindeki Laval Üniversitesi tarafından yapılan ve “The Journal of Sleep” dergisinde yayımlanan araştırma, uykusuzluk sorunu sebebiyle yeterli uyku alamadan işe gelenlerin neden olduğu verim düşüklüğünün, sorunun tedavisi için yapılacak harcamalardan çok fazla olduğunu gözler önüne serdi.

Meagan Daley, Charles M. Morin, Melanie LeBlanc, Jean-Pierre Gregoire ve Josee Savard tarafından yapılan araştırmada, hesaplamalara göre uykusuzluk sorunu olan bir kişinin tedavisi için sadece 421 Kanada Doları harcanırken, tedavisi yapılmayan bu durumdaki bir kişinin ekonomiye maliyetinin yıllık toplam 6441 Kanada dolarını bulduğu kaydedildi.

Araştırmada, toplam zararın 5,5 milyar dolarlık bölümünün verimsizliğe bağlı üretim düşüşü ve geri kalan 1 milyar dolarlık kısmın ise işe gelmemeden kaynaklanan ekonomik kayıp olduğu belirtildi.

Öte yandan Kanada İstatistik Kurumu, ülke genelinde her 7 kişiden birinin uykusuzluk sorunu yaşadığını açıkladı. Kurum verilerine göre ülkede 3,3 milyon kişinin uykusuzluk sorunu bulunuyor.

Kanada İstatistik Kurumu’nun verilerinde, aşırı şişmanlık, uyuşturucu ve alkol bağımlılığının insomniyayı tetiklediğine de yer veriliyor.

Her şey İtalya’da ortaya çıkan yavaş yemek (slow food) fikriyle
başladı. Giderek yaygınlaşan hızlı yemek (fast food) ve hızlı yaşam
alışkanlığına karşı, yöresel yemek türlerinin azalmasını önlemek ve
insanların yedikleri yiyeceklerin nereden geldiğine, lezzetine
duydukları ilgiyi tekrar arttırmak amacıyla, 1989 yılında başlatılan
bu akım şu üç temel ilkeyi benimsiyor: Küçük, basit ve sürdürülebilir
olma.

Ancak bu akım daha sonra basit bir girişim olmaktan çıkıp yavaş,
dikkatli, doğru ve keyifli yaşam prensibine dönüştü. Bu fikir gündelik
hayatımızdaki birçok işte uygulanabilir.

Yavaş Ev (Slow Home)

Yavaş Ev (Slow Home) önerisinin sahibi, mimar John Brown. “Ucuz ve
kolay ama bir o kadar da yetersiz ve sıkıcı olan banliyö hayatı, tıpkı
hızlı yemek (fast food) gibi giderek yayılıyor,” diyen Brown Yavaş Ev
akımı hakkında şunları söylüyor: “Adını, yemek endüstrisinde bir tepki
olarak gelişen yavaş yemek hareketinden alan bu akım; insanların,
yedikleri yiyecekler hakkında bilgi sahibi olmasını destekleyen yavaş
yemek hareketine benzer bir yolla, kişilerin tek bir kalıptan çıkmış
gibi görünen ve birbirinden hiçbir farkı olmayan evlerin hızlı
dünyasının bir adım gerisinde durup, tasarımlar hakkında bilgi sahibi
olmalarını sağlıyor.” John Brown ideal yavaş evi bulmak için 10
aşamaya dikkat edilmesini öneriyor. Bu aşamalar arasında, yerellik,
yeşillik, küçüklük ve sadelik de var.

Yavaş Şehirler (Slow Cities)

Yine yavaş yemek fikri üzerinden gelişen Yavaş Şehirler akımı da
İtalya’da başladı. Der Spiegel’e göre, Yavaş Şehirler, küçük kentlerin
yerel değerlerini korumalarını ve bunun için de bir takım kurallara
uymaları gerektiğini savunuyor. Bu kurallardan bazıları şunlar: Kent
merkezlerine araba girişi yasaklanmalı, kent halkı sadece yerel
yiyecekleri tüketmeli ve sürdürülebilir enerji kullanmalı. Bu
kentlerde süpermarket zinciri ya da McDonald’s aramak anlamsız.

Yavaş Seyahat (Slow Travel)

İsveç’te başlayan yavaş seyahat hareketi kapsamında, bu yaz 8.000 tren
seferi sözleşmesi yapıldı. Tren seferlerinin biletlerini sadece
hevesli, ekonomik seyahat meraklıları değil, uçma korkusu yüzünden
şimdiye kadar hiçbir yere gidememiş olan kişiler ve çocukluklarındaki
uzun tren yolculuklarının nostaljisini yaşamak isteyen emekliler de
aldılar.

Yavaş Uçuş (Slow Flying)

Çok daha az yakıt harcayan ve daha aşağıdan uçan uçaklar geri döndü.
50 yıl önce Avrupa’dan New York’a uçabilmek için Gander, Reykjavik ve
Shannon’da durmanız gerekirdi. Yavaş ve alçaktan uçarak ancak bir gün
içerisinde New York’a ulaşırdınız. Yavaş yaşam prensibini bu alanda
uygulayabilmek için uçmaya bir son vermemiz gerekmiyor ama uçuşu
yavaşlatarak tadını çıkarabiliriz.

Yavaş Tasarım (Slow Design)

Gastronomi kökenli atası gibi, yavaş tasarım da tamamen dizginleri
biraz geriye çekerek, işleri, sorumluluk bilinciyle ve daha iyi
yapabilmek için biraz zaman ayırmakla ilgili. Bu sayede hem tasarımcı,
hem satıcı, hem de kullanıcı bu işten keyif alabiliyor.

Yavaş yemekte olduğu gibi, burada da işin özünde yerel malzeme
kullanımı, sosyal ve çevresel yükümlülüğü de göz önünde bulundurarak,
malzemeyi bir araya getirmek ve üretmek amaçlanıyor. Hepsinden
önemlisi, yavaş tasarım hareketi, büyük bir hızla yaşamakta olduğumuz
21. yüzyılda, gündelik hayatın temposunu kontrol edebilmemiz için,
tasarımların özenli, sistemli ve yavaş üretilmesinin ve tüketilmesinin
önemini vurguluyor.

Yavaş Moda (Slow Fashion)

Hızlı moda, stili demokratikleştiriyor. Pistlere yönelen bakışlar,
Target, Old Navy ve H&M bütçesiyle, müşterileri için modayı
olabildiğince çabuk kopyalıyor. Marc Jacobs gibi tasarımcılar, ikinci
ve üçüncü bayiliklerini açarak, kitlelere bir parça hüner satın alma
fırsatı sunuyorlar. Modanın ömrünün kısalmasıyla birlikte,
kıyafetlerin dayanıklılığına duyulan ihtiyaç da azalıyor. Bu durum
üretim fazlasına ve tek kullanımlık giyim alışkanlığına sebep oluyor.
Yemekte olduğu gibi, modada da kıyafeti kimin, nasıl yaptığı ve buna
bağlı olarak sosyal ve çevresel etkileri önem kazanıyor.

Yavaş yemek hareketi, bir lokma yemeğin büyümesine, tadına
odaklanarak, tüketicilerin insan ve çevre ile ilgili tercihlerini,
kaynakların şeffaflığı üzerinden yansıtmamıza yardımcı oluyor. Londra
Tasarım Haftası’nda da, Estethica sergisindeki tasarımcılar, benzer
bir dil kullanarak tasarım ve üretim süreçlerini anlattılar. Yavaş
moda, bilinçli tercihlerin başladığı giyim ve aksesuarların iyi ödeme
yapılan tasarımcılar tarafından hazırlanması ve yıllarca
kullanılabilir olması anlamına geliyor.

Yavaş Arabalar (Slow Cars)

Petrolün en yoğun kullanıldığı ve küresel ısınmanın patlak verdiği bu
zamanlarda, belki de yavaş yemek akımı gibi, bir de daha küçük ve daha
yavaş arabaların kullanılacağı, yavaş araba akımına ihtiyacımız
olduğunu söyleyebiliriz. Yeni teknoloji ürünü, hidrojen arabalarına ya
da yolları pelteye çeviren büyük SUV lastiklere ihtiyacımız yok, daha
küçük, düşük hızlı ve iyi arabalar yeterli.

Kaynak:
http://www.arkitera.com/h36870-hayatimizi-degistirebilecek-7-yavas-akim.html

Tren raydan çıktı.

9 ölü.

Yetkililer açıkladı:

“Contadan…”

*

Conta kaçtı.

İngiliz anahtarı tutuklandı.

Olay yerinde şüpheli davranışları görülen 3 cıvata ve 4 somun, gözaltına alındı.

Levye, sorguda… Keski, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Makine mühendisleri odası, tekerleklerin ifadesiyle contanın “robot resmi”ni çizdi.

Vagonlar komada.

Ayakta tedavi edilen lokomotif, “contayı kısa süre önce Veli Küçük’le birlikte gördüğünü” iddia etti.

*

Bir gazete de, “yetkililerin herhangi bir suçu-kusuru yok” diyememiş… “Güney Afrika’dan alınan raylar, eksi 12 derece soğuğa dayanamadı” demiş.

*

Zenci futbolcunun karda-kışta oynayamadığını duymuştum ama, demirin Afrikalısını ilk defa duyuyorum…

Zannedersin, ray dediğin Kompela’dır!

*

Kimse kusura bakmasın…

Türkiye artık budur.

“Facia”ların bile ciddiye alınacak tarafı yoktur… Çünkü “sorumlusu” yoktur.

*

Bakın, bindik bir alamete, haldır haldır, viraja doğru ilerliyoruz…

Kimisi “türbanlı hákim” istiyor, kimisi “türbanlı belediye başkanı…” Okullar camiye döndü; Milli Eğitim Bakanı, “Öğretmen maaşı çok” diyor. Müebbet hapsi istenen rektörün, yanlışlıkla tutuklandığı ortaya çıkıyor; Cumhuriyet Savcısı, Genelkurmay Başkanı’nı içeri tıkmaya çalışıyor. Kimisi “PKK’nın legal parti olduğunu” söylüyor, kimisi “konfederasyon” istiyor, kimisi “dağa çıkarız” diyor. Stratejik ortağımız, kafamıza çuval geçiriyor; “hoşgeldin kardeşim Kosta” denilen, “bırak şimdi hoşgeldini beşgittini, Ruhban Okulu’nu aç” diyor. Anıtkabir’e gitmeyen şeriatçıya şeref madalyası takılıyor; giden, kapüşonla gidiyor… Başbakanımız, Hillary Clinton’a çini tabak hediye ediyor, “seçilirse Beyaz Saray’da iftar verecek” deniyor; kadın, “seçilirsem, soykırımı resmen tanıyacağım” diyor.

Piyasa desen…

Ooo-fff of! Take off.

*

Sıkı sıkı tutunun ahali.

Çığlıklara hazır olun.

Contası çıktı çünkü, contası.

ÇENE: Takıyye organıdır… Vücutta “çift” taraflı çalışan tek eklemdir. Hem aşağı-yukarı, hem sağa-sola hareket eder. Yani, neresi işine geliyorsa, oraya gider.

Çene çalmak: Herkes türbanı konuşurken, türbanla meşgulken, şakır şakır malı götürme durumu, araklama.

Çenen tutulsun!: “Türbanı sakın üniversiteye sokmayın” diyenlere yönelik temenni, antilaik hissiyat.

Çeneyi dağıtmak: Tenhada tek tek kıstırılan laiklerin başına gelecek olan.

Çene yarıştırmak: Acun’un yeni projesi… Kutulara türban, çarşaf, burka, tülbent, peruk koyuyorsun, yarışmacı açıyor, kutusundan ne çıkarsa, onu takıyor.

Çenesi kilitlenmek: AB… Car car konuşur, böyle zamanlarda çıtı çıkmıyor!

Çenesini tutmak: Hükümetten tırsan eyyamcı aydınların, söyledikleri aman duyulmasın diye, çenesini eliyle kapatarak fısır fısır konuşması durumu.

Çenesi düşük: “Uyardırma kerizi” politikası uygulayan partinin disiplinine uymayıp, “Üniversiteye girelim, arkası gelecek” diye itiraf eden, acemi politikacı.

Çene egzersizi: Merve Kavakçı.

Çene çıkması: Aşırı zorlamadan mütevellit parti kapanması, geçici felç.

Çeneye kuvvet: Nazlı Ilıcak.

Çene cerrahisi: Anayasa komisyonu.

Çene estetiği: Cemil İpekçi.

Çene yormak: Hukukun, sakız gibi çiğnene çiğnene, guguk olmuş hali.

Çene suyu çorba: Haber kanalları.

Çeneaşı: Seçim öncesi dağıtılan bulgur, makarna… Beslemez, tokluk hissi verir.

Çene çukuru: Velev ki, erotik gamze.

Rüyada çene görmek: Daima hayra yorulur… Muradınıza ereceğinize, üç vakte kadar ÖSS’yi kazanacağınıza, yüksek makamlara geleceğinize işaret eder.

Geniş çene: “Bana ne birader, ben cebime bakarım, memleketi ben mi kurtaracağım” diye düşünen, rahat insan.

*

Uzun lafın kısası…

Çenebazlık etmenin álemi yok. Anatomiyi, fizyonomiyi Anayasa’ya koysan ne olur, koymasan ne olur kardeşim.

*

Anayasa gereği “laiklik” üzerine yemin eden milletvekili, “türbanlı hákim olmalı” diyorsa… Anayasa gereği “vatanın milletin bölünmez bütünlüğü” üzerine yemin eden milletvekili, “konfederasyon” istiyorsa… Anayasa gereği “Cumhuriyet’in şan ve şerefini korumak, yüceltmek” için yemin eden cumhurbaşkanı, şeriatçı Kral’ın oteline gidip, şeref madalyası takıyorsa…

*

O milletin çenesi değil…

Aslında gözleri bağlanmıştır, gözleri.

Sinema.com üyeleri, yabancı filmler açısından olmasa da, yerli filmler açısından özellikle son çeyreği fazlasıyla zengin olan 2008 yılını kendi zevklerine göre gözden geçirdi ve 10 gün boyunca sitemizdeki “2008 Yılının En İyileri” anketinde oyladı. 9 bin 700 üyemizin katılıp oy kullandığı ankette, yılın en iyi yerli ve yabancı filmi, en iyi animasyon, en iyi yerli ve yabancı kadın ve erkek oyuncular belirlendi. 2008 yılında Türkiye sinemalarında ticari gösterime girmiş filmler arasında yapılan anket sonucunda, Çağan Irmak‘ın son aylarda bir fenomen halini alan filmi “Issız Adam” oyların % 33’ünü alarak yılın en iyi yerli filmi seçilirken, son Batman filmi “Kara Şövalye” de aynı oy oranıyla yılın en iyi yabancı filmi seçildi. Sinema.com üyeleri, Animasyon dalında ise tercihlerini Pixar‘ın son bombası “Vol.İ”den yana kullandılar. Son ana kadar “Madagascar 2” ile yarışan “Vol.İ”, % 32’lik oy oranıyla birinci seçildi.

Ankette ilk beşe giren diğer filmler ve oy oranları şöyle:

Yılın en iyi yerli oyuncuları: Cem Yılmaz ve Özgü Namal

Sinema.com üyeleri, 2008’de oyuncu tercihlerini popüler isimler arasından kullandı. “A.R.O.G.”la beklenen patlamayı yapan Cem Yılmaz % 24 oyla birinci seçilirken, onu % 13 oranında oy alan Şahan Gökbakar (“Recep İvedik”) ve Taner Birsel (“Devrim Arabaları”) izledi. Yılın en iyi yerli kadın oyuncusu ise bu yıl Murat Saraçoğlu imzalı “O… Çocukları” ve Onur Ünlü‘nün yönettiği “Güneşin Oğlu”nda karşımıza çıkan Özgü Namal oldu. % 22 oy alan Namal‘ı “O… Çocukları”ndaki rol arkadaşı Demet Akbağ % 17 oyla izledi.

Ankette ilk beşe giren oyuncular ve oy oranları şöyle:

Yabancı oyuncu adaylarında Angelina Jolie ve Heath Ledger zirvede

Üyelerimiz, En İyi Yabancı Kadın Oyuncu dalında, “Wanted” filminde performansıyla olmasa da güzelliğiyle yine hafızalarda yer eden Angelina Jolie‘yi % 29 oyla birincilik tahtına oturttu. En yakın rakibi Keira Knigthley‘i % 11 oyda kaldığını düşünürseniz, Jolie ankette yer alan oyuncu kategorilerindeki en ezici birinciliğe imza atmış oldu. Yılın en iyi yabancı erkek oyuncusu ise, geçtiğimiz yıl hazin bir kazayla aramızdan ayrılan Heath Ledger oldu. Batman‘in amansız rakibin Joker’i unutulmaz bir enerjiyle beyazperdeye taşıyan Ledger yüzde 28 oyla Sinema.com üyelerinin ilk sırasında yer aldı. Ledger‘ı, geçtiğimiz yıl anketin zirvesinde yer alan Johnny Depp % 17 takip etti.

Ankette ilk beşe giren oyuncular ve oy oranları şöyle:

En İyi Yönetmenlerde Sürpriz Yok

Sinema.com üyeleri, en iyi yönetmen oylarını da en iyi filmdeki tercihlerine paralel bir şekilde kullandı. Anket sonucunda, “Issız Adam”ın yönetmeni Çağan Irmak, yüzde 50 gibi bir oranla, anketteki en ezici oyu toplarken, “Kara Şövalye”nin yönetmeni Christopher Nolan yüzde 38 oyla birinci oldu.

Ankette ilk beşe giren yönetmenler ve oy oranları şöyle: