Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…


Hollanda’nın Maastricht kentinde düzenlenen Avrupa Film Festivali, “Pranzo Di Ferragosto” adlı filmin gösterimiyle başladı. Yalnızca Avrupa ülkeleri yapımı filmlerin gösterildiği festivalde Yeşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın Kutusu” filmi de sinemaseverlerle buluşuyor.

Amsterdam– Hollanda’nın Maastricht kentinde düzenlenen Avrupa Film Festivali, İtalyan yönetmen Gianni Di Gregorio‘nun 2008 yapımı “Pranzo Di Ferragosto” adlı filminin dün akşamki gösterimiyle başladı.

Yalnızca Avrupa ülkeleri yapımı filmlerin gösterildiği festivalde Yeşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın Kutusu” filmi de sinemaseverlerle buluşuyor. 29 Mart Pazar günü sona erecek olan festivalde bu yıl toplam 40 film gösterilecek.

Bu yılki festivalde, 12 filmle katılan Belçika sineması ağırlıklı olacak ve bu ülkenin sineması tartışılacak.

Festivale katılan filmlerin gösterimi, aynı zamanda Hollanda ve Belçika’ya sınırı olan Almanya’nın Aken kentinde de tekrarlanacak


8’inci Boston Türk Film ve Müzik Festivali’nin açılışı Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filmi ile dün gece yapıldı. Festival programında bu yıl gösterilecek filmler Amerikalı sinema eleştirmenleri tarafından çok beğenild

Boston– Boston Phoenix gazetesi, 8’inci Boston Türk Film ve Müzik Festivali ile ilgili haberini “Harika Türk Filmleri” başlığıyla verirken, önemli film eleştirmenlerinden Peter Keough da festivale tam sayfa yer verdi. Boston Globe gazetesinin film eleştirmeni Wesley Morris festival programından dolayı festival yönetimini kutladı. Festivalin kurucusu ve direktörü Erkut Gömülü, “Türk filmlerinin izleyicilerinin yüzde 70’e yakını Amerikalılar” dedi. Bu yıl 20’den fazla etkinliğin yer aldığı festival 9 Mayıs’a kadar devam edecek.

“Boston Türk Film Festivali Türk Sineması’nda Mükemmellik Ödülü”
Türk sinemasına katkılarından dolayı bu yıl Nuri Bilge Ceylan‘a verildi. Üç Maymun’un gösterimi öncesinde yapılan törende ödülü Nuri Bilge Ceylan adına oyuncu ve senaryo yazarı Dr. Ercan Kesal aldı. Üç Maymun çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu 400’den fazla izleyici tarafından büyük beğeni topladı ve filmin sonunda alkış aldı. Gösterimin ardından Ercan Kesal ve seyirciler arasında film üzerine bir de söyleşi yapıldı.

Bu yılki festivalde yönetmen Derviş Zaim‘in Nokta, Reha Erdem‘in Hayat Var, Reis Çelik‘in Mülteci, Selim Evci‘nin İki Çizgi, Mehmet Eryılmaz‘ın Hazan Mevsimi-Bir Panayır Hikayesi, Jacques Deschamps‘in Dinle Neyden filmlerinin Kuzey Amerika’daki ilk gösterimleri yapılacak. Yönetmen Özcan Alper‘in Sonbahar filminin ABD’deki ilk gösterimi de festivalde yer alıyor.

Festivalde ayrıca Hüseyin Karabey‘in Gitmek, Seyfi Teoman‘ın Tatil Kitabı, Ümit Ünal‘ın Ara, Çağan Irmak‘ın Ulak filmleri de gösterilecek. 2008 Kasım ayında 13. Boston Türk Festivali çerçevesinde yapılan Belgesel ve Kısa Film Yarışması’nda ödül alan Dışarısı Nasıl, Ayak Altında ve Kayıp Zaman Düşleri adlı filmler de festivalde yer alıyor.

Gömülü seyircilerin yüzde 70i Amerikalı

Festivalin kurucusu ve direktörü Erkut Gömülü, yaptığı açıklamada, 2001 yılında başlayan ve her yıl biraz daha büyüyen festival ile çağdaş Türk sinemasının seçkin örneklerini ve yönetmenlerini ABD’li sinemaseverlere tanıtmaktan büyük gurur duyduklarını söyledi. Geçmiş yıllarda Boston’da sınırlı sayıda Türk filmi izlenirken festivaller ile birlikte bu sayının son yıllarda 60’a yaklaştığını, seyircilerin de yüzde 70’e yakın kısmının Amerikalılardan oluştuğunu belirtti. Festivalin sürekli bir seyirci kitlesi oluşturabilmesinin de kayda değer bir gelişme olduğunu ve bu yakalanan ivmenin önümüzdeki yıllarda da devam etmesini beklediklerini söyledi.

Erkut Gömülü Boston Türk Film Festivali’nin A.B.D.’de bir güzel sanatlar müzesiyle işbirliği yapılarak başlatılmış ilk Türk Film Festivali olmasının yanısıra, daha da önemlisi, bu işbirliğinin süreklilik taşıyor olmasının önemli olduğunu da belirtti.


Otizm, her 150 çocuktan birini etkiliyor. Erkek çocuklardaki yaygınlık, kızlardan 3-4 kat daha çok. Çocuklar arasında en hızlı yaygınlaşan nörolojik bozukluk olarak tanımlanan otizmin bilinen en etkili tedavisi, yoğun bireysel eğitim. Bu özel eğitimin, yoğun ve kesintisiz olarak, yılda 12 ay, haftada en az 20, ideal olarak da 40 saat uygulanması gerekiyor.

Cumhuriyet / Hafta Sonu– 2 Nisan “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak ilan edildi. Birleşmiş Milletler tarafından alınan bu karar, tüm dünyada, otizm konusunda farkındalık yaratmayı ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmayı amaçlıyor. 2 Nisan’da başlayan “Otizm Farkındalık Ayı” çerçevesinde otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.

Türkiye’de otizm alanında çalışan 16 sivil toplum kuruluşunun bir araya gelmesiyle oluşan Otizm Platformu, “Otizm Farkındalık Ayı”nda, herkesten, otizm alanında yeterli eğitim ve sosyal hakların elde edilmesi için uğraş veren dernek ve vakıflara destek istiyor.

Günümüzde her 150 çocuktan birini etkileyen otizm, dünya genelinde hızla yaygınlaşan bir hastalık olarak görülüyor. İstatistiklerin, genetik temelli olduğunu gösterdiği otizm, ülke, ırk, kültür ya da sosyo-ekonomik fark gözetmiyor.

Türkiye’de, 450 bin otizmli yetişkinin ve 0-14 yaş grubunda 125 bin otizmli çocuğun bulunduğu tahmin ediliyor.

Erken teşhis ve tedavinin önemi

Otizm tanısı, 12 aylıktan itibaren konulabiliyor. Otizmin bugün için kabul edilen en önemli tedavi aracı, erken yaşta verilmeye başlanan yoğunlaştırılmış ve bireyselleştirilmiş özel eğitim. Bu eğitimin, uzman-eğitimci-aile üçgeninde bir ekip oluşturularak uygulanması gerekiyor.

Dış görünümleri ile diğer çocuklardan farklı olmayan otizmli çocuklar, sosyal ilişkilerde güçlük çekmeleri, iletişim zorlukları ve davranış takıntıları ile diğer çocuklardan ayrılırlar.

Belirtiler neler?

• Çocuğunuz sizinle ve başkalarıyla göz kontağı kurmuyorsa,

• Adı söylendiğinde ya da çağrıldığında dönüp bakmıyorsa,

• Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,

• Konuşmada yaşıtlarının gerisinde kalmışsa,

• Başkaları ile söyleşiyi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğu varsa,

• Basmakalıp, yineleyici ya da özel bir dil kullanarak garip konuşuyorsa,

• Anlamsız gülme ya da ağlama krizleri varsa,

• Parmağıyla istediği şeyi işaret ederek göstermiyorsa,

• Oyuncaklarla oyun oynamayı beceremiyorsa,

• Yaşıtlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,

• Ellerini kanat gibi çırpma, parmak uçlarında yürüme, kendi çevresinde ya da eşya etrafında dönme, sallanma, çırpınma şeklinde garip ve yineleyici hareketleri varsa, zaman kaybetmeden Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı bulunan üniversite hastanelerine ya da Çocuk Ruh Hastalıkları Uzmanı ya da Çocuk Nörologu bulunan devlet hastanelerine başvurmalısınız.


Gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla her yıl yapılan ileri saat (yaz saati) uygulaması kapsamında, bütün yurtta saatler, bu gece saat 03.00’ten itibaren bir saat ileri alınacak.

Ankara – Bakanlar Kurulu kararıyla bütün yurtta saatler yerel seçimlerin de yapılacağı gece saat 03.00’ten itibaren bir saat ileri alınacak.

25 Ekim 2009 Pazar günü de saatler 04.00’ten itibaren bir saat geri alınacak. Yaz saati uygulaması, çalışma saatlerinin günün güneşli bölümüne alınması suretiyle, gün ışığından daha fazla yararlanılması, elektrik enerjisinin aydınlatmada kullanılan bölümünden tasarruf sağlanması amacını taşıyor. Ayrıca, yaz saati uygulamasıyla, akşam saatlerinde en yüksek değerine ulaşan enerji talebinin (puant gücü) azaltılması hedefleniyor.

697 sayılı Kanunun 3097 sayılı Kanunla değişik 2. maddesi, ”Greenwich’e göre 30. derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esas alınıyor. Ayrıca başlangıç ve bitiş tarihleri belirtilmek ve bir saati aşmamak şartıyla yaz saati uygulamaya Bakanlar Kurulu yetkilidir” hükmü gereğince, yaz saati uygulamasının başlangıç ve bitiş tarihleri Bakanlar Kurulu kararıyla belirleniyor.

Geçmiş yıllara bakıldığında yaz saati uygulaması, AB ülkeleriyle birlikte mart ayının son pazar günü başlayıp, ekim ayının son pazar günü bitiyor. Yaz saati uygulamasıyla, her yıl, ”orta ölçekli” bir hidroelektrik santralinin yıllık üretimi kadar tasarruf sağlanıyor. İleri saat uygulamasıyla işe erken başlamak ve çıkmak, aydınlatma, ısıtma, soğutma açısından önem taşıyor. TEİAŞ’nin hesaplarına göre, yaz saati uygulaması ile yıllık 500-600 milyon kilovat saat (kWh) tasarruf sağlanıyor.

Elijah Wood’u, İspanyol yönetmen Alex de la Iglesia’nın uzun zamandır beklenen İngilizce polisiye filmi “Oxford Murders”ta başrolde izleyeceğiz. Film Guillermo Martinez’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanmış. “Yüzüklerin Efendisi” serisinin yüzük taşıyıcısı Elijah Wood yeni filminde Oxford cinayetlerini araştıracak. Oxford Üniversitesinde profesör olan Arthur Seldom okulda başlayan cinayet serisini önlemeye çalışır. Katil cinayetlerin ardında matematiksel semboller bırakmaktadır. Katili durdurmak isteyen profesörün en büyük yardımcısı eski öğrencilerinden Martin olur. Yaşadığı yerde işlenen bir cinayetten sonra işler karışınca, cinayetleri ‘Sherlock Holmes stiliyle’ mantık ve matematik sembolleri kullanarak çözmeye çalışıyor.

Baştan söyleyeyim; ne bir oran tahminim var ne de şu aday kazanır bu kazanamaz gibi bir iddiam. Ayrıca biz gazeteciler falcı da değiliz. Sonuçta gözlemlerimizi ve aldığımız bilgilerden süzdüklerimizi yazabiliriz.

Peki anketlere neden inanmıyorum?

Çünkü kimse alınmasın ama hakkıyla yapıldığını sanmıyorum.

En önemlisi aylar, öncesinden başlatılan bir yönlendirme olduğuna da inanıyorum.

Şöyle: Aylar öncesinden kamuoyu araştırmaları başlatılıyor. “Tarafsız” adı altındaki bazı kuruluşlar belli bir partiyi sürekli yüksek gösteriyor. Devam eden araştırmalarda bu parti oy kaybına uğramış gibi görünüyor. Sonra bir bahaneyle tekrar yukarı çekiliyor.

Sonuçta kamuoyu, olması gerekene adeta hazırlanıyor. Seçimde buna yakın sonuç çıkarsa da “Biz bildik” övünmesiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Bu genel görüşüm. Ancak bir de anketlerin yapılış biçimine ve alınan cevaplara ilişkin gözlemlerim var. Şans eseri son hafta içinde “anketörlerin uğradığı” üç kişi ile karşılaştım. Açıkçası bugüne kadar kamuoyu anketine cevap veren biriyle hiç karşılaşmamıştım.

İlginçtir üçü de “cevap vermediklerini” söyledi. Bu üç kişi elbette kesin bir bulgu için yeterli değil. Anketlerin sonuçlarına baktığımda “cevap vermeyenlerin oranı” çok yüksek değil. Kararsızlar çok daha yüksek. Bu durumda aklıma “acaba anketlerde ‘kararsız’ ya da ‘cevap yok’ diyenlerin oranı biraz indiriliyor mu?” sorusu geliyor.

Neyse, bu üç kişiye de “Neden cevap vermediniz?” diye sorduğumda aldığım yanıt çok ilginçti. Dediler ki “Korktuk.” Doğal olarak “neden korktuklarını” sordum. AKP’nin ev ev gezdiğini, anketörlerin de AKP’li olabileceğinden kuşkulandıklarını, AKP’den başka bir partinin adını söylemeleri halinde mimleneceklerinden endişe ettiklerini söylediler.

Gizli bir anket çalışmasında bile insanlar korku içinde kalıyorlarsa, ülkenin geldiği durumu anlayın artık.

Sayın Başbakan tam 6 yıldır iktidardasınız

Sayın Başbakan; geçen cuma gecesi sizi ATV’de izledim. Çanak sorular soruldu demeyeceğim ama en azından kolay sorulardı. Bunlardan biri işsizlikle ilgiliydi.

Siz dediniz ki “Bir işsizliktir tutturmuşlar. Evet, dünya ekonomik kriz içinde. İşsizliğin olmadığını da söylemiyorum. Ama şunu da bilin, iktidarı devraldığımızda da işsizlik 10,3’tü.”

Bu cümlenizde bir yanlışlık yok.

Yanlışlık sizin kendinizi hâlâ Başbakan olarak görememenizden kaynaklanıyor. Sayın Erdoğan, unutmayın siz 7 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsunuz. Geldiğiniz sırada işsizlik 10,3 olabilir. Ama aradan 6 koca yıl geçti. Bu sürede müthiş bir ekonomik atılım yaptığınızı, borsanın coştuğunu, enflasyonun düştüğünü, dövizin artmadığını, Türkiye’nin ekonomide bir dünya yıldızı olduğunu anlattınız sürekli.

Bu durumda işsizlik oranının da düşmesi gerekmiyor muydu? Öyleydi ama bu oran hiç düşmedi, işsizlere iş bulamadınız, parayla para kazandınıp kazandırdınız, yatırım yapmadınız, istihdam yaratmadınız.

Şimdi kalkıp “Ben görevi aldığımda işsizlik 10,3’tü” demenizin hiç anlamı olmadığı gibi size de yakışmıyor.

Tabii bir de “Krizi abartıyorlar, iş yerleri kapanıyor diyorlar. İşini bilmeyen kapatır tabii” sözlerinizi de büyük bir talihsizlik olarak niteliyorum. Bu sözlerinizin yarın önünüze çok konulacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Ama ne gariptir ki siz bunları meydanda söylediğinizde büyük alkış alıyorsunuz. Bana da o zaman “Allahım aklımı koru” demek düşüyor.

‘Sen İstanbulsun’ kimin sloganı?

ATV Haber seçimlere birkaç gün kala, artık asgari meslek kurallarını bile hiçe sayarak AKP’yi zafere ulaştırmak için kılıçları çekti, rakip gördüğü kim varsa savuruyor.

Önceki akşam “Kılıçdaroğlu’na eleştiri” niteliğinde bir haber yayınlandı. Habere göre Kılıçdaroğlu’nun reklamlarında kullandığı “Sakin Güç” sloganı intihal, yani çalıntı.

Bir dönem Fransa’da Mitterrand kullanmış bu sloganı ve mucidi de ünlü reklamcı Séguéla’ymış. Birkaç dakikadan uzun süren haberde bir “gerçeği (!) ortaya çıkaran” ve Taraf Gazetesi’ne ilan vererek bunu kamuoyu ile ilk paylaşan araştırmacı konuştu ve o da bu intihalin ne kadar ayıp bir şey olduğunu anlattı, üstelik defalarca.

Ancak bu yayın yapılırken hiç kimsenin aklına AKP’nin sloganları ve “nereden alınmış olabileceği” gelmemiş belli ki.

Örneğin “Sen İstanbulsun” diye bir sloganı var AKP’nin. Bilmiyorum belki başka kentlerde de vardır bu. Gördüğüm kadarıyla bu slogan İstanbul’un her tarafına asılmış durumda. Peki bu slogan intihal yani çalıntı olabilir mi?

Bunu düşünen çıktı mı? Bu slogan 1930’larda kullanılmış olabilir mi örneğin?

“Du bist Deutschland” yani “Sen Almanyasın” sloganının Türkiye’ye uyarlanmış hali mi acaba?

Siyasette herkes kendisine yakın gördüğü politikalardan ilham alarak slogan intihali yapabilir. Demek ki Kılıçdaroğlu kendisini Fransız demokratlarına yakın görmüş. AKP ise Hitler faşizmine.

Partiye hizmet ederken biraz daha dikkatli olmak gerek.

Balbay’dan korkunun sebebi ne?

Mustafa Balbay Silivri’de tek kişilik hücreye konmuş. Havalandırmaya bile tek başına çıkarılıyormuş. Köşesine yazı yazmak için verdiği dilekçe işleme bile konmamış. Hakkındaki iddialara cevap vermek için hazırladığı yazı dizisine de izin verilmemiş.

Bunların hepsi de insan haklarına aykırıdır. Bir gazeteciden bu kadar korkulmasının nedenini biri mutlaka açıklayacaktır herhalde.

Bunun da ötesinde Balbay, hakkındaki iddialar ile ilgili ancak avukatları aracılığıyla açıklama yapabiliyor. Balbay diyor ki: “Benim günlüğüm yok, aldığım bazı notlar var. Ama bunların bazılarını ben bile tanıyamadım. Çünkü eklemeler ve çıkarmalar yapılmış, anlamları değiştirilmiş. Eğer cevap verme imkânı tanınsa bunları tek tek açıklayacağım.” Kimi gazeteciler “fikrine katılmasam bile dayanışma içinde olurum” palavrasıyla Balbay’a destek törenine koşarak gidip şovlarını yaptıktan sonra “Ama bu günlükler olmadı Balbay” diyerek yan çizmişti. En azından Balbay’ın açıklamalarını bekleseler diyorum.

Biz de Millet olarak trene bakıyoruz, gözümüzü alamıyoruz.

DÜT… DÜT… DÜT! HORTUM HIZLANDI!

Niçin proje değişti?

Niçin eski teknoloji?

Niçin yüksek fiyat?

Türkiye’ye satılan teknoloji, Fransızların ve Japonların 1967’lerde kullanmaya başladığı ve 1972’de terk ettiği eski teknolojidir. Ankara-Eskişehir hattına, eski raylar yenilenerek konulan ve “hızlı tren” diye halka yutturulan “geleneksel ray sisteminin” son örneğidir, onun adı hızlı tren değildir.

Düt… Düt… Düt!

Aslında hızlı tren gelmiyor!

Aslında hortumlama hızlanıyor!

Hem çok paramızı aldılar, hem de dünyanın terk ettiği eski teknolojiyi Türk milletine saatte 500 km hız sınırına ulaşan yeni teknolojiden daha pahalı fiyata soktular. Türk milletini eşek yerine koydular. Ankara-Eskişehir etabının yapımını 459 milyon euro’ya yerli şirket Alsim-Alarko liderliğinde İspanyol OHL firmasına verdiler. Japon ve Fransız firmaları devre dışında bırakılınca projede değişiklik yapıp 459 milyon euro fiyatı 629 milyon euro’ya yükselttiler.

Uyanın! Ayılın!

Gözünüzü açın!

Hortumlamayı hızlandırdılar!

Eşek ölür kalır semeri!

Rahmetli dedem Ahıska Türkleri’nden Molla Mehmet, ben küçükken; bu güzel halk deyişini “doğru-düzgün adam olmam” için olsa gerek gözlerimin içine baka baka sıkça söylerdi. Başbakan da meydan meydan dolaşıyor ve halkın gözlerinin içine bakıp bağırarak söylüyor:

Eşek ölür.
Kalır semeri.
İnsan ölür.
Kalır eseri.

Kalbimin bütün samimiyetiyle söylüyorum. Başbakan, bulabildiği en güzel halk deyişini buldu. Herkes eseriyle anılmalı, övünmeli, gönenmeli. Bu açıdan bakınca; Ankara-Eskişehir arasında vagonlarına 50 yandaş gazeteci doldurularak, törenle, tantanayla, yapımcı şirket Alarko’nun; “hızlı tren hayalini gerçeğe dönüştüren Başbakan’a, bakanlara, Türk milletinin ödeyeceği borca kefil olan Hazine müsteşarlarına, TCDD’nin üst krema kadrosuna” tam sayfa teşekkür ilanları verilerek duyurulan “hızlı tren” bir gerçek eser midir? Osmanlı’dan ve Cumhuriyet’in Mustafa Kemal döneminden kalma demiryollarını düzeltip üstüne Fransızlar ile Japonlar’ın tam 37 yıl önce (1972 yılında) terk ettiği teknolojiyi koyarak yapılan nedir? Bu eser, hızlı tren midir? Yoksa hızlı tren adı altında “yavaş hortumlamayı hızlı hortumlamaya” dönüştürmek midir?

Acaba hangisidir?
Biz gerçeği arıyoruz.
Gerçek olan nedir?

***

Gerçeği aramaya; sizi sıkmayacak kısa hoş bilgiler vererek başlayayım. İlk raylar ahşaptı. 16. yüzyılda insanoğlu ahşap tekerlekli arabaları ahşap raylar üzerinde yürüttü.

Sonra döküm bulundu.
Raylar dökümden yapıldı.

Demir tekerlek de icat oldu, James Watt buharlı motoru çalıştırdı. Richard Trevithick de ilk lokomotifi 1804 yılında yaptı ve bugünkü “raylı taşıma teknolojisi” gelişmeye başladı. Japonların hızlı treninin adı “Shinkansen” yani “Mermi Tren”dir. Japonlar, hızlı tren teknolojisinde 1964 yılında 300 km hıza ulaştılar. Fransız demiryollarının treninin adı TGV yani “Yüksek Hızlı Tren”dir. Fransa 1967 yılında 267 km hıza ulaştı ve 1972 yılında 318 km’yi devirdi. Fransa ve Japonya bugün saatte 578 km hız ve üstünü deniyor. Türkiye’ye satılan teknoloji, Fransızlar’ın ve Japonların 1967’lerde kullanmaya başladığı ve 1972’de terkettiği eski teknolojidir. Ankara-Eskişehir hattına, eski raylar yenilenerek konulan ve “hızlı tren” diye halka yutturulan “geleneksel ray sisteminin” son örneğidir.

Uyanın!
Ayılın!
Gözlerinizi açın!

Bize “yeni teknoloji” diye yutturulan sistem dünyada terk ediliyor.

***

Bizi eşekleştirdiler.
Eşek yerine koydular.

Hem çok paramızı aldılar, hem dünyanın terk ettiği eski teknolojiyi Türk milletine saatte 500 km hız sınırına ulaşan yeni teknolojiden daha pahalı fiyata soktular. Fransa’da ve Japonya’da saatte 500 kilometre hız yapabilen “hızlı trenin” 1 kilometre maliyeti 2 milyon euro iken Türkiye’ye satılan geri teknoloji 250 kilometre hızdaki trenin maliyeti 3 milyon euroya geliyor. Ankara-Eskişehir etabının yapımını önce 459 milyon euroya yerli şirket Alsim-Alarko liderliğinde İspanyol OHL firmasına verdiler. Japon ve Fransız firmaları devre dışında bırakılınca projede değişiklik yapıp 459 milyon euro fiyatı 629 milyon euroya yükselttiler.

Niçin proje değişti?
Niçin eski teknoloji?
Niçin yüksek fiyat?

Susuyorlar. Cevap vermiyorlar. İlk hortumlama; Turgut Özal döneminde “otoyollarda” başlatılmıştı. Dünyanın en pahalı otoyollarını Türk milletine yine böyle yandaş yalaka gazeteci ağırlamalar, tantanalı törenler, teşekkür ilanlarıyla sokmuşlardı. Bu sonradan anlaşıldı. Ve Karayolları’nın o dönemki Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu; “hortumlamaya göz yumup rüşvet almaktan 5 yıl hapis” yemişti. Özal döneminde otoyollarda başlatılan “eski yavaş hortumlama” şimdi Tayyip Erdoğan döneminde demiryollarında “hızlı hortumlamaya” dönüştü.

Uyanın!
Ayılın!
Gözlerinizi açın!

Milleti eşek yerine koydular. Meydanlara toplayıp, gözünün içine bakarak “eşek ölür kalır semeri…” diye nutuk atıyorlar.

Beyoğlu’na baharı getiren, sinefillerin dört gözle beklediği 28. İstanbul Film Festivali’nin programı açıklandı. 4-19 Nisan tarihlerinde yapılacak festivalin programından 25 filmlik bir seçki yaptık

İSTANBUL – Kentin kültür-sanat yaşamına yön veren büyük İKSV festivallerinin ilki, 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali için geri sayım başladı. 4-19 Nisan tarihleri arasında Akbank’ın ana sponsorluğunda gerçekleştirilecek festivalin programı, dün akşam Emek Sineması’nda düzenlenen basın toplantısında açıklandı. 150’yi aşkın filmin gösterileceği festivalin bu yılki onur ödülleri Hale Soygazi, Agah Özgüç ve Erdoğan Tokatlı’ya verilecek. Polonya’nın en önemli yönetmenlerinden Jerzy Skolimowski de festivalden yaşam boyu başarı ödülü alacak.
Peter Greenaway gibi sinema dünyasının önemli isimlerinin de konuk olacağı festivalin biletleri 21 Mart Cumartesi günü satışa çıkıyor. Filmlerin tanıtımlarının yer aldığı kitapçık ve gösterim çizelgesi ise 15 Mart itibarıyla festival sinemaları Emek, Atlas, Rexx ile İKSV merkezinden edinilebilecek. Hafta içi gündüz seanslarında 3,50 liralık indirimli bilet uygulamasının bu yıl da devam edecek. Festivalin programından 25 filmlik bir seçki yaptık.

YAZ SAATİ: Olivier Assayas’ın çektiği en iyi film olarak değerlendirilen aile dramı ‘Yaz Saati’nin başrolünde Juliette Binoche var.
UTANÇ: Steve Jacobs’ın Nobel ödüllü yazar J.M. Coetzee’nin romanından beyazperdeye uyarladığı film Toronto’da FIPRESCI almıştı. Filmin başrolündeki John Malkovich’in performansı görülmeye değer.
KANUN BENİM: Dört kez Oscar’a aday gösterilen oyuncu Ed Harris’in yönettiği ‘Kanun Benim’, geleneksel western tarzında. Filmin başrollerinde Ed Harris’in yanı sıra Viggo Mortensen, Renee Zelwegger ve Jeremy Irons yer alıyor.
EVLİLİK SINAVI: Stephan Elliott’ın on yıl aradan sonra çektiği filmde Jessica Biel, Colin Firth ve Kristin Scott Thomas gibi yıldızlar oyuyor.
BUICK RIVIERA: Hırvat yönetmen Goran Rusinovic’in psikolojik gerilim filmi, Nuri Bilge Ceylan’ın jüri başkanı olduğu 2008 Saraybosna Film Festivali’nde en iyi film ve FIPRESCI ödüllerini kazanmıştı.
KUDUZ KÖPEK JOHNNY: Liberyalı çocuk askerlerden oluşan oyuncu kadrosuyla dikkat çeken sarsıcı bir film. Jean-Stephane Sauvaire’in filmi Cannes’da hayli ilgi görmüş, Umut ödülü kazanmıştı.
DÜŞMAN HATTI: Aksiyon sinemasının usta yönetmeni Kathryn Bigelow’un son filmi, Irak’ta bomba imha eden iki adamın öyküsünü anlatıyor. Time dergisi filmden, “Savaşan ve çalışan insanlar hakkında mükemmele yakın bir sinema yapıtı” olarak bahsediyor.
RICKY: Fransız sinemasının genç ustalarından François Ozon’un yönettiği film, sıradan bir çiftin sıra dışı çocuğu Ricky’nin hikâyesi.
BİR TERÖR FİLMİ: DER BAADER MEINHOF: Uli Edel’in Almanya tarihinin en tartışmalı dönemlerinden birini konu eden filmi, hem içeriği hem de tarzıyla ses getirecek. Alman terörist grubu Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF’ın öyküsü, şimdiye kadar çekilmiş en pahalı Alman filmi olma özelliğini taşıyor. Yabancı film dalında Oscar’a aday olan fimin başrollerinde Martina Gedeck ve Moritz Bleibtreu var.
IL DIVO: Paolo Sorrentino’nun İtalyan tarihine iz bırakan politikacılardan, tam yedi kez başbakanlık görevini üstlenen Giulio Andreotti’nin hayatının 40 yılını mercek altına aldığı filmi, Cannes’da Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştü.
MILK: Suikast sonucu öldürülen eşcinsel politikacı Harvey Milk’i canlandıran Sean Penn, bu filmdeki nefes kesen performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar’ını kazandı. Gus Van Sant’ın yönettiği film, sekiz dalda Oscar adayıydı.
VURUN KAHPEYE: Ö. Lütfi Akad’ın 1949 tarihli filmi Başak Groupama’nın katkılarıyla restore edilmiş kopyasıyla izleyici karşısında. Sezer Sezin’in oynadığı film, 1950’ler öncesi Türk sinemasının en başarılı Kurtuluş Savaşı filmi olarak anılıyor.
ASLAN İNİ: Arjantin sinemasının genç yeteneklerinden Pablo Trapero’nun Cannes’da çok ses getiren filmi, ‘Gümüş Ülke, Altın Sinema: Arjantin’ bölümünün öne çıkan filmlerinden.
ELDORADO: Belçikalı genç yönetmen Bouli Lanners’in Cannes’da üç ödül kazanan filmi, yönetmenin başına gelen gerçek bir olaydan esinlenen absürt bir komedi-dram. Bouli Lanners, aynı zamanda filmin başrolünde.
HOŞ GELDİNİZ: Fransız sinemasının önemli yönetmenlerinden Philippe Lioret’in son filmi, mülteci sorunlarına değinen dokunaklı bir azim öyküsü. Başrollerini iki genç Türk oyuncunun paylaştığı film aynı zamanda festivalin açılış filmi.
OLTANIN UCUNDA: Rumen yönetmen Adrian Sitaru’nun ilk filmi, Polanski’nin ‘Sudaki Bıçak’ını anımsatan bir psikolojik gerilim. Filmin her iki kadın oyuncusu da Selanik’te en iyi kadın oyuncu ödüllerini alırken, yönetmen Adrian Sitaru da Gümüş İskender Ödülü’ne layık görülmüştü.
BEN HARİÇ HERKES ÖLSÜN: Geçen yıl Cannes’da en iyi ilk filmlere verilen Altın Kamera Özel Mansiyon ödülünü alan 24 yaşındaki Valeria Gai Germanika’nın filmi, ‘Genç Ustalar’ bölümünün ilgi çeken filmlerinden.
REMBRANDT: İTHAM EDİYORUM: Büyük yönetmen Peter Greenaway, müthiş cinayet filmi ‘Gece Bekçisi’nde incelediği Rembrandt tablosuna, bu sefer bir belgesel çalışmayla geri dönüyor. Greenaway’in İstanbul’a konuk olacağını da hatırlatalım.
SU BELASI: Yeni aldığı video kamerasıyla Katrina Kasırgası’nın tam ortasında kalan bir kadının yaşadıklarını gözler önüne seriyor. Katrina Kasırgası, bu kez kurbanlarının gözünden anlatılıyor. Belgesel dalında Oscar’a aday gösterildi.
NEREDE BU USAME BİN LADİN?: ‘Şişir Beni/ Super Size Me’ ile hamburger dünyasının sırlarını ifşa eden Morgan Spurlock, bu kez dünyanın en tanınmış teröristinin peşine düşüyor ve Fas’tan Afganistan’a Bin Laden’in izini sürüyor.
ÖTEKİ: Başroldeki Dominique Blanc, mükemmel yorumuyla Venedik’te en iyi kadın oyuncu seçilmişti. Filmin yönetmenleri Patrick Mario Bernard ile Pierre Trividic da İstanbul’a gelecek. Dikkat ‘Mayınlı Bölge’ filmi!
TAKİPÇİ: Hong-jin Na’nın gerçek bir seri katilden esinlenerek çektiği film, kanlı sahnelerine rağmen topluma ve düzene getirdiği eleştirilerle ülkesinde gişe rekorları kırdı. Hollywood’lu yapımcıların filmin çekim haklarını çoktan aldığını ve çalışmalara başladığını belirtelim.
VIVA ZAPATA!: Elia Kazan’ın başyapıtı, ünlü yönetmenin 100 doğum yılı anısına festivalde. Başrolde de iki efsane Marlon Brando ve Anthony Queen var. İstanbul Film Festivali’nde sansürsüz film izliyorsak bunda, İstanbul’da sansüre karşı yürüyüşe katılan Kayseri doğumlu ünlü yönetmenin bayı büyük.
ABSÜRDİSTAN: 2001 yılında, Manavgat’a bağlı Sirt köyündeki kadınların su sıkıntısına tepki olarak gerçekleştirdikleri ‘sevişme grevi’nden esinlenen Alman yönetmen Veit Helmer, yolların ve zamanın ulaşamadığı, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ köyünün hikâyesini anlatıyor.
GİR KANIMA: Tomas Alfredson’un filmi Tribeca, Kopenhag ve Göteborg’da birçok ödül aldı. Newsweek, New York Post ve Washington Times’ın yanı sıra Roger Ebert’in de 2008 İlk 10 seçkilerinde yer alan film, kanlı olduğu kadar sevimli ve romantik… Vampir filmlerini sevenler bu filmi kaçırmasın!

Ulusal Yarışma’da 14 film
‘Issız Adam’, ‘Devrim Arabaları’, ‘Güz Sancısı’nın yarışma dışı kaldığının duyulmasıyla tartışması önceden başlayan ve ‘Acaba hangi filmler var?’ diye merak edilen festivalin Ulusal Yarışma bölümünde bu yıl 14 film yer alıyor.
En iyi film ve yönetmene 50’şer bin, erkek ve kadın oyuncuya 10’ar bin, FIPRESCI ödülüne ise Efes Pilsen tarafından 30 bin dolar para ödülünün verileceği yarışmada ayrıca izleyicilerin oylarıyla Radikal Gazetesi
Halk Ödülü de verilecek. Seçici kurulu Kutluğ Ataman (başkan), Geoff Andrew, Ayşe Kulin, Zeynep Özbatur, Mirsad Purivatra ve Bennu Yıldırımlar’dan oluşan yarışmadaki filmler şöyle:
Başka Semtin Çocukları (Aydın Bulut)
Uzak İhtimal (Mahmut Fazıl Coşkun)
Hayatın Tuzu (Murat Düzgünoğlu)
Kara Köpekler Havlarken (Mehmet Bahadır Er-Maryna Gorbach)
Hayat Var (Reha Erdem)
11’e 10 Kala (Pelin Esmer)
İki Çizgi (Selim Evci)
Süt (Semih Kaplanoğlu)
Vicdan (Erden Kıral)
Köprüdekiler (Aslı Özge)
Ali’nin Sekiz Günü (Cemal Şan)
Mommo (Atalay Taşdiken)
Pandora’nın Kutusu (Yeşim Ustaoğlu)
Gölgesizler (Ümit Ünal)
Ayrıca Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği ‘Süt’ Uluslararası Yarışma, Özcan Alper’in ‘Sonbahar’ı ise Sinemada İnsan Hakları bölümünde Türkiye’yi temsil edecek


Fransız Le Monde gazetesi, “En prestijli Türk bilim kurumu” olarak nitelendirdiği, TÜBİTAK tarafından yayınlanan Bilim ve Teknik dergisinin son sayısından Darwin dosyasının çıkarılmasını değerlendirirken “Türkiye’de İslamcı baskı gruplarının birkaç yıldan beri Darwin karşıtı bir kampanya yürüttüğü”nü yazdı.

ANKA

Ankara– TÜBİTAK tarafından yayınlanan Bilim ve Teknik dergisinin son sayısından Darwin dosyasının çıkarılmasının yankıları Avrupa’da da sürüyor.

Le Monde gazetesi, “En prestijli Türk bilim kurumu” olarak nitelendirdiği, TÜBİTAK’ta yaşanan olayı değerlendirirken “Türkiye’de İslamcı baskı gruplarının birkaç yıldan beri Darwin karşıtı bir kampanya yürüttüğünü”nü yazdı. “İlk defa sansür, bir kamu kuruluşunu hedef alıyor” diyen Le Monde, TÜBİTAK’tan, aynı zamanda din işleri ile görevli, Devlet Bakanı ve eski ilahiyat profesörü Mehmet Aydın‘a bağlı olarak faaliyet gösterdiğine de dikkat çekti.

Le Monde gazetesi, TÜBİTAK’taki Darwin olayını değerlendirdiği, İstanbul muhabiri Guillaume Perrier imzalı haberinde TÜBİTAK tarafından yayınlanan Bilim ve Teknik dergisince hazırlanan 15 sayfalık Darwin dosyasını çıkartma kararının Türk bilim çevrelerince kınandığını kaydetti.

Çeşitli bilim adamlarının eleştirilerine yer veren gazete, “Türkiye’de İslamcı baskı gruplarının birkaç yıldan beri Darwin karşıtı bir kampanya yürüttüğünü”nü yazdı.

İnternet siteleri sansüre uğradı

Bu çerçevede Adnan Oktar’ın (Adnan Hoca) çaba ve girişimlerine dikkat çeken gazete, “Yaratılış pozisyonlarını eleştiren çok sayıda internet sitesi Türk mahkemelerince sansür edildi” derken ünlü İngiliz bilimadamı Richard Dawkins’in sitesinin geçen Eylül’den bu yana kapatıldığını anımsattı.

“İlk defa sansür, bir kamu kuruluşunu hedef alıyor” diyen Le Monde, Bilim ve Teknik dergisinden Darwin dosyasının kaldırılmasının muhalefet ve laik çevrelerce TÜBİTAK’ın hükümetin kontrolüne geçtiğinin göstergesi olarak yorumlandığını belirtti. Gazete şunları yazdı:
“En prestijli Türk bilim kurumu olan TÜBİTAK Ağustos 2008’e kadar bağımsız olarak faaliyet gösteriyordu. Ondan sonra iktidardaki parti tarafından hükümete bağlanması için bir yasa onaylandı. Bilim kurumundan, aynı zamanda din işleri ile görevli Devlet Bakanı ve eski ilahiyat profesörü Mehmet Aydın sorumlu.”

Buna karşın gazete, Bakan Aydın’ın Darwin dosyasının geri alınmasını “hata” olarak nitelendirerek “Kurum, yanlış olsa da bilime hizmet edenlerin fikirlerini yansıması gerektiği”ni söylediğini de aktardı.