Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Göksel’in mektubunu buldunuz mu?

Göksel yeni albümüyle bizi 70’li yıllara götürdü. Mektubumu Buldun Mu? ismini taşıyan albümde o yıllara ait 12 aşk şarkısı yer alıyor

goksel

Göksel’in yeni albümü ‘Mektubumu Buldun mu?’ geçtiğimiz hafta müzik marketlerdeki yerini aldı. 1970’lerin unutulmayan klasiklerinin yer aldığı bu albümün en önemli özelliği, şarkıların eski aranjelerine sadık kalınarak, 20 yıl önceki teknolojik imkanlarla kaydedilmiş olması. Albüm fotoğrafları için de farklı bir imajla objektif karşısına geçen Göksel, 70’li yılların bol paça, yüksek bel pantolonuyla poz verdi. Göksel’in nostalji tadındaki albümünde Baksana Talihe, Ağlamak Güzeldir, İnanmam, Çaresizim, Dudaklarında Arzu, Gülmek İçin Yaratılmış, Mektubumu Buldun mu?, Bilemedim, Senden Başka, Güle Güle Sana, Şimdi Sen Varsın ve Sen Bensiz Ben Sensiz adlı parçalar bulunuyor.

Alýntýdýr:

Ey Sesiz Turk Doktoru

Sen ki egitim hayatýn boyunca en iyi ögrenci olmak zorunda kaldýn….

Hayatýn boyunca herkesten fazla egitim aldýn…..

Týbbiyeyi bitirdin, uzmanlýðýný bitirdin ama diplomaný alamadýn….. Mecburi hizmete gittin……

Sen ki emeðinle, zor þartlarda hastalara þifa vermeðe çalýþtýn…..

AMA sistemin sorunlarýnda öne sen sürüldün…..Tartaklan dýn….Hakarete uðradýn……

‘Zorunlu meslek sigortasý’ adý altýnda avukatlarýn önüne atýldýn……

Davalarda yalnýz kaldýn……

Riskleri ve sorumluluðu sen aldýn AMA emeðine birçok ortak çýktý…..

Emeðin üzerinden siyaset yapýldý….

TAM GÜN YASASI ADI ALTINDA

ELÝNDEKÝ EN ÖNEMLÝ HAKKINI KAYBETMEK ÜZERESÝN.

Yalnýz emeðinle, eðitiminle yaptýðýn iþi artýk baþkalarý adýna yapmak zorunda kalacaksýn.

SUSACAKMISIN ? DAHA NE KADAR ?

Sen Kamuda Çalýþan Doktor!!!!

Emekliliðine yansýmayan, hergün deðiþen,

neye göre yapýldýðý belirsiz performansa göre verilen döner sermaye sana yetiyor mu?

Bunun böyle devam edeceðini mi zannediyorsun?

Unutma !!!!!!! Bugün iyi bir döner sermaye alabiliyorsan,

Kamu dýþýnda daha iyi paraya çalýþma olanaðýn OLDUÐUNDANDIR.

Farkýndamýsýn!! !! Bu elinden gidiyor….. …..

Sonra mý? Ömür boyu DEVLET in veya PATRONUN istediði ücrete çalýþan bir memur olacaksýn.

Bugün kaybedeceðimiz haklarýmýzý yýllarca geri alamayacaðýz.

Geleceði þimdiden görmemiz lazýmdýr.

Baþbakanýmýz doktorlarýn `performans` adý altýnda “ülke gerçekleri ile baðdaþmayan” ücretler aldýðýný ve tam gün yasasýndan sonra ikinci aþama olarak bu ücretleri normale çekeceðini 2 yýl önce söylemiþtir.

SAÐCISI, SOLCUSU, DEMOKRATI …..MUHALEFETÝ , HÜKÜMETE YAKIN OLANI…..

EY DOKTOR

BU YASAYI DURDURMAK ZORUNDASIN.. ….

YOKSA ÇOK GEÇ OLACAK!!!

Bu yasayý hazýrladýðýný ve Bakanlýk danýþmaný olduðunu TV kanallarýnda söyleyen kiþi özel bir hastane grubunun Genel Direktörüdür. Yasayý bu gözle tekrar okuyunuz.

Tam gün yasa tasarýsýnda sorun sanki para sorunu gibi yansýtýlmaktadý r.

Ama gerçek bu deðildir.

Bir hekim bugün kamuda çalýþmýyor bile olsa istediði bir özel saðlýk kuruluþunda çalýþamayacaktýr !!

Özel saðlýk kuruluþlarýnýn DOKTOR kadrolarý saðlýk bakanlýðý tarafýndan kontrol edilmekte ve sýnýrlanmaktadý r.

Muayenehanesi olan ve devletle hiçbir iliþkisi olmayan bir hekimin çalýþabileceði hastanelere sýnýrlama getirilmektedir.

Hiçbir meslek grubuna uygulanmayan bu tür yasakcý bir yaklaþým kabul edilemez.

Doktorun kendi iþinin sahibi olmasý engellenmekte, emeði ucuzlatýlmakta ve böylece özel hastanelerin kar marjlarýnýn yükseltilmesi amaçlanmaktadý r.

Biz saðlýk sektörünün emekcileri ve asýl iþi yapan hekimler olarak muayenehanelerimizd e, aracýsýz olarak, özel sektörle ayný þartlarda devlete ve vatandaþlarýmýza hizmet vermeðe hazýrýz.

BU MESAJI TANIDIÐINIZ TÜM DOKTORLARA GÖNDEREREK SESSÝZLÝÐÝNÝZÝ BOZUNUZ!!!

Hastanemiz

Hastanemiz 90 yatak kapasitesine sahip; Bolu, Ankara, Düzce, Karabük, Zonguldak, Kırıkkale ve Bartın illerine de hitap eden Bölge Hastanesi olup; 2006 yılında hizmete girmiştir.

Hastanemizde kadrolu 7 psikiyatrist, 4 psikolog, 1 sosyal hizmet uzmanı ve 43 hemşire ve Sağlık Memuru ile ayaktan ve yatan hastalara psikiyatrik hizmet verilmektedir. Ayaktan tedavi yapılan polikliniklerimizde çoğunlukla Anksiyete Bozuklukları ( kaygı bozuklukları ) grubundan panik bozukluk, sosyal fobi, travma sonrası stres bozukluğu, obsessif kompulsif bozukluk ( saplantı-zorlantı bozukluğu ) gibi içimizden bir çoğunun yaşadığı ruhsal sıkıntılara; depresyon gibi çok sık rastlanan duygu durum bozukluklarına ağırlıklı olarak bakılmakta olup; çocuk ve ergenlerde sıklıkla rastlanan sınav kaygısı sorunu ile baş etme yöntemleri; evlilik içi problemlerde danışmanlık ve psikoterapi hizmeti de verilmektedir. Hafta içi mesai saatlerimiz 08.00-17.00 arası olup; 24 saat  kesintisiz acil poliklinik hizmeti verilmektedir.

Yatan hasta birimlerimizde daha çok psikotik hastalara yönelik tedavi uygulanmaktadır

1.Polikliniklerimiz: 

 7 psikiyatri uzmani,1 psikiyatri asistani,2 psikolog ve 1 sosyal hizmet uzmanindan olusan kadromuzla aktif olarak isleyen 8 poliklinigimiz mevcuttur.Haftanin her günü 8-17 saatleri arasinda poliklinik hizmeti sunmaktayız.Uzmanlarımız her  türlü psikiyatrik hastalık konusunda psikoterapi ve ilaç tedavisi uygulamaktadır. Sağlık kurulu polikliniğinde ise nöbetçi uzman hekim tarafından adli vakalar, mahkumlar muayene edilip, akli denge raporları düzenlenmektedir.

 

 2.Servislerimiz :

3 kapalı erkek, 1 kapalı  kadın servisimiz mevcut olup toplam 90 yatakla hizmet vermekteyiz. Bölge hastanesi olan hastanemiz Bolu, Ankara, Düzce, Karabük, Kırıkkale, Zonguldak ve Bartın illerine de hizmet vermektedir. Servislerimizde Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar, duygudurum bozuklukları ve alkol bağımlılığı ağırlıkta olmak üzere tüm psikiyatrik bozuklukların tedavisi yapılmaktadır.

 

3. Elektrokonvülzif Terapi (EKT) Ünitemiz

Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri anestezi uzmanı eşliğinde anestezili EKT uygulamamız Mart 2008’den itibaren faaliyete geçmiştir.

4.Acil Poliklinik ve Enjeksiyon Polikliniğimiz:

Haftanin 7 günü ve 24 saat hizmet vermektedir.

 

 

Toplum Ruh Sağlığı Merkezi

Psikotik bozukluk tanısıyla izlenmekte olan hastaların rehabilitasyonu amacıyla el sanatları, resim ve müzik faaliyetleri yürüttükleri ve 3 hemşire, 1 sosyal hizmet uzmanı,1 psikolog ve haftalık psikiyatri uzmanlarının yürüttükleri poliklinik hizmetiyle faaliyetlerini sürdürmektedir.

 Toplum Ruh Sağlığı Merkezimiz;

Semerkant Mahallesi Aile Hekimliğinin olduğu binanın 1. katında hizmet vermektedir. (Eski 3 nolu Sağlık Ocağı)

Telefon No : 212 80 24

 

Gezici Ekip

1 psikolog,1 hemşire ,1 sağlık memuru ve lüzumlu hallerde konsültan hekimin de eşlik ettiği gezisi ekibimiz haftanın 3 günü evinden çıkmayan ve kontrollerine gelmeyen akut ya da kronik psikotik hastalara tedavi ulaştırmak ve takiplerinin sağlanması amacıyla hizmet vermektedir.Aile hekimleri ile koordineli bir şekilde çalısan ekibimiz Toplum Ruh Sağlığı Merkezine bağlı olarak da faaliyet göstermektedir.

 

 


Aşk
 
  Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır. Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar… ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller… Aşk… kitap içinde bir kitap, hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası… Aşk… Elif Şafak’tan arayışa, gerçeğe ve keşfetmeye dair bir roman.    
 
Elif Şafak ´Aşk´ı anlattı
 

Yeni romanı ´Aşk´ ile hayran kitlesini daha da genişleten ünlü yazar Elif Şafak Saba Tümer´le Bu Gece programında kitabını anlattı.

 

´Aşk´ isimli romanında Mevlana ile Şems-i Tebrizi arasındaki ilahi aşkı merkeze alan Elif Şafak kitabın çıkış hikayesini şöyle anlattı: “Aşk kavramından yola çıktım. Böyle bir niyetle çıkınca yola, o zaman Mevlana´dan, Şems´den geçiyor yol. Haritada Konya´nın yerini bulamayanlar Rumi deyince toparlanıyorlar. Burada bahsettiğim bütün karakterler hayali, roman kahramanı. Ben asla gerçek Mevlana´yı ben anladım, ben anlatıyorum diyemem. Okurlar okurken ağladık diyorlar ben biliyorum nerlerde ağladıklarını çünkü ben de oraları yazarken ağladım.”

Bu romanının ardından yeni bir projeye başlamadığını söyleyen Şafak, romanın çıkışının ardından demlenmeye geçtiğini belirtti.

Saba Tümer´in ´Aşk´ romanının sinema filmi olmasına nasıl baktığını sorduğu Elif Şafak, “Aşk´ın film olması beni de heyecanladıran bir şey. Teklifler de var. Doğru ekiple çok iyi bir film olabilir. Ben de bilmiyorum şu anda.” dedi.

Kitabı yazarken en çok isim koymakta zorlandığını anlatan Şafak, “aşk o kadar basit, yalın görünüyor ama  asıl güç o yalınlığında” diyerek kendini şöyle değerlendirdi: “Ben kendi kalemimi hem yerel hem de çok evrensel buluyorum. Mevlana´nın benzetmesiyle bir ayağım bu topraklarda diğer ayağım ise çevreyi dolaşıyor.”

Elif Şafak Gazete Habertürk´teki yazılarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “Gazete çok iyi gidiyor. Okurla ilişki çok iyi. Okurdan gelen her düşünceyi dinlerim ben, bana ilham verir o. İnsan kendi dünyasına gömüldüğü için dışarıdan nasıl görünüyor bilemiyor. Yazarlar için çok iyi izleyici olması gerekir deniyor ama bence çok iyi dinleyici olması gerekir.”

Bakırkoy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi emekli bashekimlerinden , Türk Psikiyatri Tarihinde ‘Psikiyatri’ de Rehabilitasyon’ calismalariyla öncü olmus Doc.Dr.Faruk Bayülkem gectigimiz gün ebediyete intikal etmistir…
Kendisine Tanrı’dan rahmet, yakinlarina sabir diliyorum, nur içinde yatsın…
 
Dr.Fuat Beskardes
Bolu Izzet Baysal Ruh Sagligi ve Hastaliklari Hastanesi

Tarihteki pek çok büyük devlet adamlarına ve liderlere baktığımızda onların başarılarında önemli rol oynamış bir bilge-edebiyatçı yanlarının bulunduğunu görürüz. Atatürk de bunlardan biridir.
Gazi Mustafa Kemal’i çağdaşı olan diğer ünlü Osmanlı subaylarından farklı kılan ve onu sonunda Atatürk yapan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan ve devlet adamı oluşumudur acaba? Yazar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun “Edebiyatımı Geri İstiyorum” adlı deneme eserinde bunun böyle olmadığını usta bir yazar olarak ortaya koymaktadır.
Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki, Sakarya’daki, Dumlupınar’daki tarihe mal olmuş üstün komutanlık başarılarının yanı sıra 19 Mayıs 1919’dan sonraki siyasal yaşamına ve gerçekleştirdiklerine bakılırsa, Atatürk’ün bilge kişiliğinin en az komutanlığı kadar, hatta daha da önemli olduğu açıkça görülür. Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı Meclisi-Mebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez ‘Büyük Millet Meclisi’ gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır.
Kısacası Mustafa Kemal’i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği, hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı oluşudur.
Bilindiği gibi bütün tarih boyunca kişinin bilge ve edebi kimliği, yani insanlığın ideolojik evrimini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de, öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur. Eski yunan düşüncesini oluşturan, Sokrates’ler, Platon’lar, Aristotales’ler hiç kuşku yok ki Homeros’un, Aisopos’un, Sophokles’in, Aristophanes’in, Pindaros’un şiirlerinin, oyunlarının, öykülerinin eserleridirler. Roma düşüncesinin temelinde Lucretius, Catullus, Vergilius, Horatius, Ovidius gibi büyük ozanlar yatmaktadır. Rönasans, Dante ile Boccaccio ile başlamıştır. Çağdaş Fransız düşüncesi Villon’ların, Ronsard’ların, Montaigne’lerin, Moliere’lerin, Corneille’lerin, Racine’lerin; çağdaş İngiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer’lerin, Bacon’ların John Lyly’lerin, Swift’lerin, Daniel Defoe’lerin, Shakespeare’lerin, Marlow’ların şiirleri, öyküleri, masalları, romanları, denemeleri, oyunları üzerine kurulmuştur.
Bu nedenle Mustafa Kemal de, kendini asker arkadaşlarından farklı kılan bu aydın bilge kişiliğini, daha ortaokul-lise sıralarındayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, okumaya olan düşkünlüğünden kazansa gerek.
Nitekim kendisi de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde “Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. İlgilenmeye başladım. Şiir bana cazip göründü fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat, ‘Bu tarzı iştigal seni askerlikten uzaklaştırır’ diyerek beni şiirle uğraşmaktan men etti. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü” diyerek daha manastır askeri idadisinde öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini, şiir yazmasa bile edebiyata olan ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir.
Sınıf arkadaşı Asım Gündüz’ün anılarında yazdığına göre de, Harbiye’de “Namık Kemal’in şiirlerini bir defterde toplamış” ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrenciliği yıllarında da “Dünkü vilayetlerimiz olan Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırpların milli şairleri, ülkelerinin hürriyeti için, birlik ve beraberlikleri için şiir yazarken nerde bizim şairlerimiz?” diye hayıflanırmış.
Salih Bozok’a Sofya’dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğini yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subaylığı sırasında da sürmüştür.
Agop Dilaçar da bir yazısında, “Fransızcayı çok iyi biliyordu. Fransız romanlarını, şiirlerini Fransızca olarak asıllarından okumuş. Asker arkadaşlarından birinin dul hanımı Madam Corinne’e yazdığı mektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türk edebiyatını, divan döneminden yeni akımlara dek iyi bilir, hele Tevfik Fikret’i çok severdi” demektedir.
Melda Özverim’in “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” adlı kitabında verilen bilgilere göre de, “İstanbul’da bulunduğu sürece Corinne’nin salonunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplantılarına düzenli olarak katılmış” ve şiir okumayı yaşamı boyunca sürdürmüştür.
Ruşen Eşref Ünaydın da ‘odasındaki kitaplıkta’ bulunan kitaplara bakıp “Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın durgun dakikalarının boşluklarını bile edebiyatla doldurduğu kanısına vardığını” yazmaktadır. Nitekim Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyanlar da Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde dahi vakit bularak kitaplar okuduğunu, özellikle Reşat Nuri’nin “Çalı Kuşu” romanından çok etkilendiğini ve İsmet Paşa’ya da okuması için verdiğini göreceklerdir.
Atatürk’ün yaşamını kaleme alan farklı yazarların ortak hayranlıklarından biri, O’nun kitaplara olan dostluğudur. Çanakkale savaşının en şiddetli dönemlerinden birinde Mustafa Kemal’le görüşmek için cepheye giden gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını şöyle tarif eder: “Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac’ın Colonel Chabert’i, Manpassant’ın Boule de Suif’i, Lavendan’ın Servir’i duruyordu…” Atatürk Fransız yazarların eserlerinin çoğunu aslından okudu…
Anıtkabir Derneği’nin yaptığı saptamalara göre Atatürk’ün okuduğu bilinen kitap sayısı 3997 ‘dir. Bu kitapların 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, üçü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır. Dernek güzel bir çalışma yaparak, Atatürk’ün okuduğu kitaplarda altını çizdiği, yanına işaret koyduğu paragrafları ve Ata’nın kendi el yazısıyla düştüğü notları özenle birleştirerek “Atatürk’ün okuduğu kitaplar” başlığı altında 500 sayfalık 24 ciltlik bir seri halinde yayımladı.
Sami Özderdim’in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından eğitimin birliğine, laiklikten harf devrimine kadar devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir.
Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını insan Atatürk’ü tanıdıkça daha iyi anlıyor.
Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamamladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!…
Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı güdülemek ve dini telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda neden büyük adam çıkaramıyoruz diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz” diye sormak gerekir.
İşin daha da acı yönü, böylesine okuma özürlü bir toplumda yetişen günümüz kuşağı gelecek için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü onlar geleceğimizi teslim edeceğimiz emanetçilerimizdir. Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak ve Atatürk’ü doğru bir biçimde öğretmek zorundayız. Aslında, hepimizin hâlâ Atatürk’ten öğreneceği o kadar çok şey var ki!…
Atatürk’ün büyük eseri Söylev’i okuyan herkes onun ne büyük usta bir yazar ve bilge bir edebiyatçı, eşsiz bir düşün adamı olduğunu takdir etmekten kendisini alamamaktadır. Atatürk’ün yolu, kitap dolu…
Ne mutlu kitap okuyorum diyene! O’nun yolunda yürüyene…
Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR

Ümit Zileli – Düz Çizgi

Fazla geldiyse size hürriyet, cumhuriyet/ Özlemini çekiyorsanız/ Saltanatın, sultanın/ Hâlâ önemini anlamadıysanız/ Millet olmanın/ Kul olun, ümmet kalın/ Fetvasını bekleyin şeyhülislamın/ Unutun tüm dediklerimi/ Rahat bırakın beni…” (*)

Şiirin son dizelerine bir kez daha hüzünle göz gezdirdikten sonra, su içercesine okuduğum kitabın kapağını kapattım Sonra yazarını düşündüm 80. yılına erişmiş onurlu, cesur bir yaşam Cumhuriyeti adım adım yaşayarak izlemiş, yaşadıklarını halkına anlatmak için kıyasıya çabalamış bir aydın Kalemini eğip bükmeden, egemenler karşısında asla eğilmeden 61 yılı geride bırakmış bir gazeteci Her biri bu yaşamdan süzülmüş, derslerle dolu 30u aşkın kitap

– O gazetecinin adı Cüneyt Arcayürek

– Gazetecinin son kitabının adı: Atatürkten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?

***

Arcayürek, kitabında, o müthiş devrim sürecinden sonra 1940lardan başlayarak bugünlere, karanlığın en koyusunun eşiğine nasıl geldiğimizi son derece yalın bir dille anlatıyor

Cumhuriyetin ilan edildiği tarihten yalnızca beş yaş küçük gazetecinin şu sözleri bence kitabın ruhunu olanca netliğiyle ortaya koyuyor:

– Bu kitap, Atatürkten bu yana bugünleri hazırlayanlara ve olaylara topluca bakan Ülkemizin Atatürkün bin bir emekle kurduğu laik Cumhuriyetten, onun aydınlık çağından ve reformlarından koparılışını izleyen bir gazetecinin geçmişten bugüne uzanan ufuk turudur Atatürkle doğan, Atatürkle yaşayan, bugünleri içi kan ağlayarak izleyen bir gazetecinin anı defteri de diyebilirsiniz

Kitap, Arcayürekin tanıklık ettiği, bire bir yaşadığı, izlediği, yazdığı olaylarla, karşıdevrimin başlangıcından bugünlere nasıl ulaştığımızı bölümler halinde önümüze koyuyor.. Büyük devrimciden verdiği örneklerle nereden nereye devrildiğimizi de gözümüze sokuyor doğal olarak:

1924 yılının ilkbahar aylarıydı. Yani Cumhuriyetin ilanının üzerinden henüz 6 ay geçmişti. Pasinlerde deprem olmuş, birçok ev yıkılmıştı. Mustafa Kemal, durumu yerinde görmek için Pasinlere gelmişti Halkın içinden bir köylüyü çağırdı: Depremden çok zarar gördün mü baba?diye sorduİhtiyar şaşırdı. Kollarını göğsüne bağladı, boynunu büktü, bir şeyler söylemek istedi. Gazi Paşa, ihtiyarın durakladığını görünce tekrar sordu: Hükümet sana kaç para verse zararını karşılayabilirsin?İhtiyar Kürt şivesiyle: Valle Padişeh bilirdedi. Gazi Paşa gülümsedi.. Yumuşak bir sesle: Baba, padişah yok! Onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?İhtiyar yineledi sözünü:Padişeh bilir.Bu yanıt karşısında Gazi Paşanın yüz çizgileri aniden değişti. Kaşlarını çattı ve kaymakama döndü. Siz daha devrimi yaymamışsınızdedi Kaymakam dondu kaldı Genç tahrirat kâtibi öne atıldı ve Köylere tamim ettik (genelge gönderdik)dedi. Gazi Paşanın yüzü daha ziyade karıştı. Kaşlarını yukarı kaldırdı:Oğlumdedi, Tamimle devrim olmaz!…”(**)

Yalnız başına bu örnek bile büyük devrimciyle ölümünden sonra iktidara gelenleri büyük bir uçurumla birbirinden ayırmıyor mu?..

***

Üzerine ölü toprağı serpilmiş toplumlar bazen hiç umulmadık şekilde içine düştükleri tutsaklık ve haysiyetsizlik kâbusundan silkinerek şahlanırlar

Toplumların bu şahlanışında öncü konumundaki namuslu aydınların ve onların eserlerinin payı azımsanmayacak öneme sahiptir. Cüneyt Arcayürek bu kitabıyla işte bu görevi yerine getiriyor. Sıra artık bu ülkenin çağdaş, aydınlık yığınlarında Cumhuriyeti koruma, kollama vaktidir!..

– Bu toplum, o dizelere layık olmamalıdır!..

(*) Süleyman Aydının Yıkın Heykellerimişiirinden.

(**) Cüneyt Arcayürek, Atatürkten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik, Cumhuriyet Kitapları.

Ankara Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nde gerçekleştirilen ”Hibrit Domates Geliştirme Projesi” kapsamında kanseri önlemede 3 kat daha etkili domates üretilebileceği bildirildi.

Ankara Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve projenin yürütücüsü Dr. Davut Keleş, yaptığı açıklamada, İl Özel İdaresi’nin desteğiyle yaklaşık 4 yıl süren çalışma sonucunda, domateste yeni bir tür geliştirdiklerini söyledi.

Yeni türü geliştirirken gerek yurtiçi, gerekse yurtdışından getirdikleri çeşitli materyaller üzerinde çalıştıklarını ifade eden Dr. Keleş, ”Çalışmalar sonrasında elde ettiğimiz ürün çeşitleri üzerinde yaptığımız incelemede, gerek C vitamini, gerekse antioksidan madde açısından değerleri 3 kat yüksek olan genotipler tespit ettik” dedi.

Dr. Davut Keleş, bu genotipleri ticari olabilecek çeşitlere aktarma aşamasına geldiklerini belirterek, şunları kaydetti:
”Daha önce elimizde böyle bir genotip yoktu. Yaptığımız çalışma ile yeni üretilecek domates için deyim yerindeyse binanın temelini attık ve kaba inşaatını tamamladık. Bundan sonraki aşamada ise iç rötuşlar ve dekorasyon var. Bu doğrultuda elde ettiğimiz antioksidan madde ve C vitamini değeri açısından yüksek olan genotipleri, geliştirdiğimiz yeni ürüne değişik ıslah yöntemlerini kullanıp, pazar değeri olan ürüne aktararak kansere karşı daha etkili domates üretmeyi hedefliyoruz.”

Üretmeyi hedefledikleri domatesle ilgili bilimsel çalışmanın 3 yıl, üreticinin kullanacağı duruma getirmelerinin ise 2 yıl süreceğini anlatan Dr. Keleş, gerekli desteği bulmaları halinde 5 yıl sonunda kanseri önlemede daha etkili domatesleri piyasaya sürebileceklerini vurguladı.

Domatesin kanseri önlemedeki etkisi

Domates ile ilgili birçok araştırma ve çalışmanın yapıldığına işaret eden Dr. Davut Keleş, şunları kaydetti:
”Domatese kırmızı rengini veren içindeki likopenin, çeşitli kanser risklerini önlediği ve sağlık sorunlarına karşı vücudun direncini artırdığı biliniyor. Domatesteki likopen, C vitamini ve antioksidan maddeler kansere karşı koruyucu etki gösteriyor. Domatesteki bu maddelerin miktarını artırdığımız zaman, vücudu da kansere karşı daha iyi korumuş olacağız.”

Yıldızlar, sadece geceleri görünür insan gözüne.

Oysa onlar, her zaman yerli yerinde, nerede olmaları gerekiyorsa, oradadırlar. Bazen başka bir güneşten yansıyan, bazen kendilerinin güneş olup yaktıkları ışık, yıldız ömürleri boyunca deler geçer karanlıkları…

Sonra bir gün, milyarlarca insanın ömrüne eşit bir ömrün sonunda bir gün, onları var eden ateşi besleyen enerji kaynağı biter, yörüngelerinden çıkan yıldızlar, son ışıklarını çakarak kayıp giderler sonsuz boşlukta.

Kimi insanlar, gece yıldızlara bakarken bir yıldız kaydığını görünce, ışığının yansıdığı dünyadan bir can eksildiğine inanırlar.

İnancın tartışması olmaz. Efsane deyip geçebilirsiniz, ama depremlerden önce görülen “yıldız yağmuru”, birbiri ardına kayan yıldızların, depremin alacağı canların habercisi olmadıklarını kim iddia edebilir?

***

Türkan Saylan ölmeden az önce, milyarlarca kilometre uzaklıktan yeryüzüne ışık gönderen bir büyük, bir parlak yıldızın, Türkan hoca son dondurmasını yerken en son kıvılcımlarını çaktığına ve onun son soluğuna yörüngesinden kayarak eşlik ettiğine eminim.

Türkan Saylan, çocukları aydınlatmak için harcadığı ömür ışığının sonunda, ölüme karşı son savaşını verirken, onunla “Allah’ın sopası yok, kanser saçlarını döktü, kafasını örttü,” diye alay eden yecüc mecücler, boşuna sevinmesin!

Evrenin “henüz” sonsuz sayılan boyutlarında, dünyadaki insan nüfusundan çok daha fazla yıldız var ve her saniye, milyonlarcası sönerken milyonlarcası ışıldıyor.

Oysa, kadın kafasını örttürmek için kanseri bile Allah’ın sopası gibi algılayan yecüc mecüclerin, ne onlarla birlikte kayacak, ne de yerlerine doğacak yıldızları var. Onlar, belki Türkan hocanın yaşına varacak, belki varamayacak, ama ömür zilleri son teneffüsü çaldığında, evrenin kara deliklerine karışacaklar.

Merak etmesinler, evrensel sonsuzlukta ışık insanlarına eşlik eden yıldız sayısı kadar, karanlıktan beslenen ve karanlığı besleyenleri yutup öğüten kara delik de var.

Uğurlar olsun Türkan Saylan hocamız, yıldızların ışığına emanet ettiğimiz eserini, aydınlattığın çocuklar ışıtacak ve hatıran, evrenin dengesine güvenirsin sen, çok iyi biliyorsun ki, karanlıkların ömründen daha uzun olacak…

iyi olacak eflatun

her şey iyi

sen sarıya çalmadan

biz geliriz sana

o yelkensiz kayığa, kimsesiz binmiş çocuğu kurtar sen önce

sonra paltosunun astarını tersyüz etmiş kadına bi’el ver

duydun mu sokağa atılan dulu, kocası birden ölünce?

sen yolu bulanla, yolu sapanı önceden bi’ayırıver

iyi olacak eflatun

her şey iyi

Sen güneşi sarmadan

gel gir koluma

az önce öldü o bebe bulunamadı aranılan kan yaşarsa babası hiç sevmeyecekmiş, töreye kurban gidecekmiş az önce döndü kasırga, ayrılığı bol limandan korkuyu, ihaneti öğretmiş, bi daha gelmeyecekmiş

iyi olsun eflatun

her şey iyi

varsa elimizden gelen?

sen anladın eflatun…

sen gördün!

sen bildin!

Nerhan Hepşen / Üç Vakit Ayna, Hermes Yayınları, 2009)

KÖRLÜK / BLINDLESS
Modern bir kentte bir “beyaz körlük” salgını başlar. Oluşturulan körler toplumu kısa sürede dağılır. Suçlular ve fiziksel olarak daha güçlü olanlar hemen zayıfların tepesine biner. Bu kâbusun tek bir tanığı vardır: Körlük salgınından etkilenmeyen bir kadın. Kadın yedi kişinin önderi olur, onları karantinadan kaçırmaya çalışır, medeniyetin yıkılışına tanıklık eder.

Türü
Dram
Vizyon Tarihi
05.06.2009
Yapım Tarihi
2008
Yapım Ülkesi
Brezilya, Kanada, Uruguay
Süre
118
Oyuncular
Don McKellar
Julianne Moore
Mark Ruffalo
Danny Glover
Gael García Bernal
Sandra Oh
Alice Braga
Yönetmen
Fernando Meirelles
Senaryo
Don McKellar
Görüntü Yonetmeni
Cesar Charlone
Müzik
Marco Antonio Guimaraes
Makyaj
Catherine Viot