Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Usta gazeteci ve politikacı Altan Öymen, 2002 yılından bu yana kendi kişisel anılarıyla birlikte dönemin siyasi olaylarını ve süreci hikâye tadında okurlarıyla buluştuyor.


İlk iki cildini bir solukta okuduğumuz Altan Öymen‘in yeni kitabı Öfkeli Yıllar da çıktığı günden bu yana gündemde. İlk bir ayında sekiz baskıyı geride bıraktı. Bu yeni kitabında Öymen, Demokrat Parti’nin ilk döneminden başlayarak, nasıl da ülkeyi öfkeli yıllara taşıdığını anlatıyor. Öfkeli Yıllar’ın içinde Öymen’in gazetecilik deneyimlerine, ilk aşk kıpırtılarına da tanık oluyoruz. Altan Öymen’le yeni kitabından hareketle, günümüzde artmaya başlayan öfkeli dönem üzerine söyleştik.

Altan Bey, Bir Dönem Bir Çocuk ve Değişim Yılları’ndan sonra yeni kitabınız Öfkeli Yıllar biraz geç okurla buluştu, neden?

Tamamen pratik sebeplerden. Gazetede daha sık yazmaya başladım. Haliyle aktüaliteye girdiğiniz zaman geçmişi yazmaya ayrılan vakit daha az oluyor. Diğer yandan da, araya bazı sağlık problemleri girdi.

Bu kitap diğer ikisine nazaran daha hareketli; tabii bunda sebep, dönemin hareketli olması…

Tabii. Bundan önceki kitapta Türkiye’de ilk iktidar değişikliği gerçekleşmişti. CHP 27 yıllık iktidardan sonra seçimi kaybetmiş, yerine Demokrat Parti geçmişti. Değişim Yılları’nda o geçişi anlatmıştım. 1945 sonundan itibaren bizde demokrasi tecrübesi başlamıştır. Şimdi, ‘öfkeli yıllar’ da DP iktidarının ilk yıllarına rastlar. Orada, kitabın adındaki gibi, ‘öfke’ unsuru hızla artmaya başladı. Başta o kadar değildi gerçi’ Örneğin başlarda, basın özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlardı. İktidarı devralınca da aynı çizgide kalma ihtiyacı hissettiler. Hatta Basın Kanunu’nu biraz daha liberalleştirdiler. Ama iki sene sonra çok ağır maddelerle basın hürriyetini iyice daralttılar. Sadece basın özgürlüğü değil, iktidarın muhalefete tahammülü de azaldı. Muhalefetin yurtiçindeki propagandalarını fiilen daralttılar. Hatırlarsınız, İsmet Paşa’yı Balıkesir’e sokmadılar, halkın galeyanı adı altında, DP’lilerin çıkarttığı olaylar yüzünden!.. 1954 seçimleri geldi peşi sıra. DP, demokrasi açısından sağladığı geri gidişlere rağmen daha büyük bir zafer daha kazandı. İlk seçimde yüzde 52’ydi, yeni seçimde yüzde 57’ye çıktı. Halk beni seçti diye, şikâyetçi olduğu konularda öyle tedbirler aldı ki, bunlar demokrasiyi iyice sınırladı. Örneğin, Kırşehir’i cezalandırdı; Osman Bölükbaşı’na oy verdi diye. Yargıtay mensupları ve öğretim görevlileri dahil, hükümet tarafından emekliliğe hak kazandığı gün, yaş haddini doldurmasına gerek duymadan, bir gün içinde görevlerinden alma yetkisi tanıyan bir tasarıyı kabul etti. Yargı üstünlüğü, hukukun bağımsızlığı gün geçtikçe daha da tahrip edilmeye başlandı. Seçim Kanunu’nu kendi lehinde değiştirdi. Hal böyle olunca, iktidar-muhalefet-halk çatışmaları daha da arttı. İşte soruda sözünü ettiğiniz hareketlilikten birkaç örnek!

Bu kitapları yazarken, belli bir kesimi gözettiniz mi örneğin? Bence gazetecilik okuyan gençlerin başucu kitabı olmalı!

Haklısınız. Tabii bir de politikacıların okumasında büyük fayda var, diye düşünüyorum. Çünkü öyle örnekler var ki, bunlar geçmişteki hataların bir benzeri neredeyse! Bunların hata olduğu bugünlerden geçmişe doğru bakınca belli, aksi iddia edilemez! Çünkü iktidarın da, memleketin de bir işine yaramamış, tam tersi olayların çıkmasına sebep olmuş! Sebebi ne olursa olsun, atılan adımların sonuçlarına bakılarak ders alınmasında fayda var. Az önce sözünü ettim; Kırşehir Kanunu, olacak şey mi! Bir şehri başka bir partiye oy verdi diye cezalandırıyorsun. İl iken ilçe yapıyorsun. N’oldu sonuç? Halkın tepkisine yol açtı ve Bölükbaşı 57 seçiminde gene seçildi. Olaylar çıktı. Bunların bugün farklı şekillerde de olsa, artık tekrar edilmemesi lazım! Ama ne yazık ki, bazı hatalar tekrar edip duruyor. Bir meslektaşım sormuştu: Bugünkü yılları yazsaydınız, başlığınız ne olurdu diye? Yanıtım, Öfkeli Yıllar-2, oldu! Hakikaten, bu yeni kitabımı yazarken, bugünle bu kadar benzeşeceğini tahmin etmiyordum. Değişik zaman dilimlerinde oturup yazdım bu kitabı, yazdıktan sonra, aynı şeylerin tekrar edildiğini gördüm.

Özellikle, eski hataların yapılmaması adına, hangi politikacının okumasını istersiniz?

Sayın Başbakan’ın kitabımı okumasını isterim özellikle!

Siz, öfkeli yıllarda dönemin muhalif Ulus gazetesinde muhabirsiniz. Yaptığınız haberlerle, yükselişiniz devam ediyor. İktidarda Demokrat Parti’nin bulunmasından ötürü pek çok gazete tavır ve yön değiştirip, iktidar yanında yer alıyor. Bu durum sizi ve gazetenizi nasıl etkilemişti o yıllarda?

O zaman da bugünkü gibi bir kutuplaşma yaşandı. Basın toplantılarına herkes davet edilirken, zaman içinde ayrım yapmaya başladı iktidar. Belirli gazeteler çağrılmaya başlanmıştı. Sadece partiler arası bahar havası yaşandığı dönemde çağrılıyorduk bizler.

Sonra da Ulus gazetesi kapanıyor’

1953 Aralık’ında CHP’nin bütün malvarlığına el konunca, Ulus da kapatıldı. Biz de bir akşam gazetenin kapanışını duvarlara protesto yazıları yazarak yaptık, ertesi sabah Nihat Erim’in çıkardığı Yeni Ulus gazetesine geçtik. Küçük bir odada, gazete çıkardık. Daha sonra 1955’te Tercüman gazetesine geçip, Ankara temsilcisi olmuştum. Tercüman gazetesi muhalif değildi, beş ortaklı bir gazeteydi. Ama zamanla o da muhalif bir çizgiye geldi.

Bazı gazetelerde bugünkü gibi(!) etliye sütlüye karışmadan işleri idare ediyorlardı, değil mi?

Evet. Vaziyeti idare edenler de vardı. Gazetenin ortaklarından Cihat Baban, iktidara karşı sert yazılar yazınca, ortaklar arasında sorunlar çıktı ve Baban ayrıldı. O ayrılınca ben de Tercüman’dan ayrıldım. Baban ayrılınca yeni bir gazete kurdu, ben de o gazetede yazıişleri müdürü oldum. O gazete de muhalifti. Sonra Ulus’a geri döndüm. Anlayacağınız, kısa bir zaman dilimi hariç, sürekli muhalif gazetelerde çalıştım. Yazıişleri müdürlüğü dönemimde de haliyle adliye kapılarını arşınladım sürekli. Siz sorunca hatırladım: Bir on sene içinde hep bu düzen devam etmiş, 60’a kadar.

O dönemki en sert muhalefet de iktidara, karikatürler üzerinden yapılıyormuş sanırım?

1950’de DP iktidara gelince Basın Kanunu’nu biraz daha liberalleştirdi. Basın özgürlüğüne demokratik ilkeler kapsamında bağlı hale getirmişti. Oradan da birdenbire çark etmedi. 1954’teki kanununa kadar basın, nispi bir özgürlük içindeydi. Davalar açılıyordu ama bazı nedenlerle hapis cezasına vardırılamıyordu. Eldeki mevzuat buna izin vermezdi. Ceza Kanunu 159. Maddesi vardı, bugünkü 301. ve 161. maddeye tekabül eden. Bunlara binaen dava açıyorlardı. O maddeler biraz esnekti. Savcılar davayı açıyordu fakat bunlar mahkemeden dönüyordu. Çünkü yargıçların bağımsızlığı henüz engellenmemişti. Yargıçları emekliye sevk etme kanunu henüz çıkmamıştı. Beraat ediyordu gazeteciler, karikatüristler. Ta ki, bu işten memnun olmayan DP iktidarı, 1954’te yeni kanunlar getirdi ve gazeteciler daha sık hapse girmeye başladı. Az önce sözünü ettiğim ilk dönemde karikatürcüler tarafından Menderes, kadın kılığında da çiziliyordu.

Hatta kedi (!) kılığında bile çizilmiş, Ratip Tahir Burak tarafından!..

Tabii, ortada bir kedi, boynunda fiyonk. Diğer kediler de ona sataşıyor! Altta da çizginin konusu: Mart Cilveleri.

Ama birkaç yıl önce Musa Kart’ın kedisi cilveleşmesinin cezasını görüyordu!

Dünyadaki en masum karikatürlerden biri Musa’nınkiydi. Kızılmaması gerekirdi. Yumağa bürünmüş bir kedi! Dava bile açıldı. DP’nin tırmanma döneminin en başındaki eleştiriler çok daha ağır olduğu halde reaksiyon görmedi, şimdiyse daha hafif eleştirilere tepki gösterilmeye başlandı 2002 seçimlerinden sonra.

Peki, sizce günümüzdeki bu tahammülsüzlüğün sonu nereye varır dersiniz?

Seçim yoluyla giderler. Diğer bazı başka faktörlerin de etkisiyle iktidar partisi zaten halktan aldığı oyun büyük bir kısmını kaybetti. Anketlere bakılmasına gerek yok; seçim sonuçları her şeyin göstergesi. 2007’nin 22 Temmuz’unda yüzde 47’ye yakın oy aldılar. 2009’un 29 Mart’ında yapılan yerel seçimlerdeki oyları yüzde 38.3’e düştü. Bu, bir buçuk yıl sonra müthiş bir oy kaybı demek. Bir iktidar partisinin yerel seçimde oy kaybetmesi çok az görülmüş bir durumdu. Bu durum bir de Turgut Özal’ın başına gelmişti. O da seçmenini kızdırmıştı. İkinci zaferini kazandıktan sonra tepki uyandıran şeyler yapmıştı. Bugünkü iktidar da benzer şeyler yapıyor. Bir anayasa değiştirme meselesine takılıp kaldı, bir şey de yapmadı. Toplumun geniş kesimlerini ihmal etti. Karşılığını da yerel seçimlerde gördü! Hatta bir kısım iktidar partilerinin yaptığı gibi, ‘Beni seçmezseniz size hizmet gelmez,’ tehdidini de yaptı. Antalya’da bugünkü meclis başkanının sarf ettiği sözler var! İktidar partisinin avantajlarını kanuni yasakları da aşan bir şekilde kullandı. Eşya vb. şeyler dağıttılar biliyorsunuz. Buna rağmen oy kaybetmesi çok önemlidir. Bu iniş sürecine girdikten sonra iktidar partisinin toparlanması da kolay değildir artık! Toparlanması için bir sebep de yok! Ekonomi iyiye mi gidiyor? Kalkınma hızı sıfırın altında, işsizlik yüzde on üçlerde! Kamusal kesimin birçok bölümüyle kavga ediyor. Çifte standart uyguluyor. Kendisinin istediği istikamette hareket eden savcıları kendi savcıları gibi görüyor. Diğerlerini karşıt gibi görüyor. Bütün bu faktörlerin etkisi altında seçimi kaybedip giderler. Muhalefetin kuvvetli olup da seçime girmesi halinde bugünkü tablo hemen değişir. Ama yüzde 10 barajı söz konusu. Muhalefet partilerinin bölünmüş vaziyette olması ve barajı geçemez bir oy alması durumunda iktidar partisi yerinde kalabilir. Artık bunu da muhalefet partilerinin düşünmesi lazım.

Öfkeli yıllardaki muhalefet partisi CHP’yle, şimdiki CHP arasındaki farklar neler?

O zamanki programı, şartlar itibarıyla tutarlıydı. Demokrasiyi tam olarak gerçekleştirmek istiyordu, buna binaen ilk hedefler beyannamesi yayımlamışlardı. 57 seçimlerinden önce öteki muhalefet partileriyle birleşmeyi denedi. Kanun çıkarılarak bu önlendi! O güç birliği sırasında da hedefler vardı. Bütün muhalefet partileri aynı şeyi istiyorlardı. Neydi bunlar: Anayasayı değiştirmek, anayasa mahkemesi kurmak, hukuk üstünlüğü, basın özgürlüğü, işçi hakları! Keşke 27 Mayıs olmasaydı da DP seçimle gitseydi. Seçim sistemi farklı olsaydı zaten seçimle gidecekti. Çünkü DP’nin oy oranı, yüzde 50’nin altına düşmüştü. Muhalefet partilerinin toplam oyu da yüzde 50 üzerindeydi. 27 Mayıs’tan sonra da kurucu mecliste ilk hedefler beyannamesi uygulandı. Sonra da seçime gidildi. Bir tutarlılık vardı sonuçta. Muhalefetteyken söylediği seçim beyannamesini seçimden sonra gerçekleştirdi. CHP’nin bugünkü durumu ve politikaları da, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar bakımından tutarlı tedbirler içerir.

Parantez açarak, kuzeniniz de olan Onur Öymen’in Dersim çıkışını nasıl değerlendirdiniz?

Dersim’de hakikaten facialar yaşanmıştır. Dersim örneğiyle bugünün bir alakası yok! Örneği de vermemek lazımdı. Ama Onur Bey’in o konuşmasından sonra bu, iktidar partisi tarafından haksız derecede istismar edildi. Niyete bakar bu. CHP ve Onur Öymen’in Alevileri gücendirmek gibi bir kastı olabilir mi! Onur Bey de yanlış anlaşıldığını belirtti. Özür diledi zaten.

Kitaba dönelim biraz da. Sizin gazetecilikten yazarlığa geçme durumunuz var. Cahit Sıtkı Tarancı, bir sohbetinizde hikâye yazmanızı tavsiye ediyor’

Evet. Cahit Sıtkı Bey, gazetecilikte pek çok insan durumuyla karşılaştığımı, bunları da ayrıca hikâyeleştirmem konusunda beni telkin ediyordu. Birkaç kez denedim, ama kendisine dahi göstermeden yırttım attım, beğenmedim. Yıllar sonra işte bu anı kitaplarımla, o yolda adımlar atmış oldum.

Son olarak, Cüneyt Arcayürek’le olan büyük suç ortaklığınızdan kısaca bahseder misiniz?

Cüneyt’le biz aynı gazetedeydik. Ulus gazetesinde çalışırken, komünistliğe de ilgiliydim. Nâzım Hikmet’e de merakımız vardı. O dönem içinde Nâzım Hikmet komünistse, komünistlik de esaslı bir şey olmalı diye düşünülmüştür. Benim ve Cüneyt’in komünist arkadaşlarımız tarafından Nâzım’ın pelür kâğıda yazılmış şiirleri gelirdi. Biz de Cüneyt’le onları daktilo ederdik. Karbon kâğıtlarıyla da çoğaltırdık. Bir gün gece yazıişleri müdürümüz Nihat Subaşı yakaladı. Eyvah, n’olacak derken, bir nüsha da kendisine vermemiz karşılığında bizi affetti!

Altan Bey, Öfkeli Yıllar, 6-7 Eylül olaylarıyla son buluyor. Yeni kitap ne zaman ve ne kadarlık bir zaman dilimini anlatacak?

Yeni kitabı yazmaya başladım bile. O da diğerleri gibi beş yıllık bir dilimi anlatıp 27 Mayıs dönemine kadar gelecek; o döneme gelen süreci anlatacak!

Öfkeli Yıllar/ Altan Öymen/ Doğan Kitap/ 616 s.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), kuruluşundan bu yana yaptığı tüm çalışmaları, “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Bir Çağdaşlaşma Öyküsü” adlı kitapta toplandı.

“Türkan Saylan’ın Aziz Hatırasına Saygıyla” kitaba bir sunuş yazısı yazan ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, “Bizlere ulusal bir miras bırakmış olan kurucu ve yaratıcı Genel Başkan Prof. Dr. Türkan Saylan’ın aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken kız çocuklarının ve gençlerinin eğitimlerine katkı yaparak onların yeni bir hayatın kapılarını açmalarını sağladığımızı düşündükçe kutsal bir görevi yerine getirdiğimiz inancı içerisindeyiz” dedi.

“Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Bir Çağdaşlaşma Öyküsü” adlı kitapta, bir derneğin ülkeye kattığı kazanımlar ile ÇYDD kapsamında eğitim ve öğretimde alınan yol anlatılıyor. Derneğin 20 yılında kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, proje sorumlularının, proje ve derneğe destek vermiş gönüllülerin duygu ve düşüncelerinin anlatıldığı yazılara yer veriliyor. Derneğin kuruluş öyküsünden bugüne dek üstlendiği projelere konu olan kitapta, “İlk, orta ve yükseköğrenim burslarıyla neredeyse 60 bin gence ulaştık. Ana sınıflarımızda, okullarımızda, yurtlarımızda eğitim gören her çocuk ve genç ‘Çağdaş Yaşam’ın anlamını düşünüyor. Hepsinin ötesinde, o ‘tutucu’ diye nitelenen ve ‘Kızlarını okutmaz bunlar’ denilen onbinlerce velinin evlatlarıyla övünmeleri ve yeni yetişen her çocuğun okula gitmelerini sağlamaları çok önemli bir açılım” ifadelerine yer veriliyor.

ÇYDD’nin eğitim sorununun nasıl çözülebileceğini projeleriyle ilgili kurumlara gösteren bir dernek olduğunun vurguladığı kitapta, derneğin 2009-2010 öğretim yılında 1148 ilköğretim ve lise öğrencisine 4 yıllık burs verdiği anlatılarak özetle şöyle deniliyor: “Böylece bu yıl geçen yıl verdiğimiz burslarla birlikte 20 bin 490 kızımızın eğitimine destek vermiş olacağız. Üniversite burslarında da bu yıl mevcut 3 bin 837 öğrenciye bin öğrenci daha eklendi.”

Uzmanlara göre, 2010’u daha sağlıklı ve hastalıklardan uzak geçirmek isteyenler, alışveriş sepetinden tahıl ürünleri, yağlı balıklar, soya fasulyesi, kırmızı şarap ve yeşil çayı eksik etmemeli.

Uzmanlar, bu yıl zinde kalmak ve daha enerjik olmak için doğru beslenme alışkanlıklarına destek olarak “çok yararlı, düşük kalorili ve her markette kolayca bulunabilecek” bazı besinler tavsiye ediyor.

Uzmanların listesindeki “sağlıklı yaşam” için ilk gerekli besin tahıllar… Özellikle zayıflama diyetlerinin önemli parçalarından olan yulaf, arpa ve çavdar, hem kolesterol seviyesini azaltıyor, hem de daha sağlıklı bir vücuda kapı aralıyor. Diyabetler için de yararlı olan çavdarın bisküvisi ile buğdayla karışık ekmeği öneriliyor. Ancak düzenli olarak sadece çavdardan oluşan ekmek yenilmemesi gerekiyor.

Listenin diğer önemli yiyeceği soya fasulyesi… Kalbe iyi gelen ve kanser riskini azaltan soya, aynı zamanda çocukluk obezitesini önlemede etkin olduğundan çocukların beslenmesi için de ısrarla öneriliyor.

Sağlığı güçlendirici bir diğer besin olan somon balığı ve diğer yağlı balıklar ise haftada iki kez alışveriş sepetine girmeli. D vitamini kaynağı olan ve kalp problemlerini azaltan somon, beyin için de yararlı.

Listedeki bir diğer öneri kırmızı şarap… Uzmanların alkollü içki önermede temkinli olduğu, ancak “ölçülü” içilmesi durumunda şarabın kalbe giden kan damarlarına iyi geldiği ve kötü kolesterolü azalttığı belirtiliyor.

Bu yıl sağlıklı kalmak için tüm bunların yanında yeşil çay da içmek gerekiyor. Sakinleştirici etkisi yanında, göğüs kanseri dahil bazı kanser risklerini azalttığı düşünülen yeşil çayın etkinliği için günde 3 ile 6 bardak arasında içilmesi tavsiye ediliyor

Binlerce çocuğun, televizyon yüzünden konuşmayı geç öğrendiği bildirildi.

Daily Mail’deki habere göre, yapılan bir araştırmada erkek çocukların dörtte birinden fazlasının, kızların ise yedide birinin, etraflarındaki yetişkinlerin konuşmalarını anlamalarını zorlaştıran televizyon sesi yüzünden konuşma güçlüğü çektiği belirlendi.

Birleşik Krallık hükümetine çocuklarla ilgili danışmanlık yapan Jean Gross’un araştırmasında, çocukların yüzde üçünün önemli konuşma problemleriyle karşılaştığı saptandı.

Araştırmaya göre, televizyon seyretmiyor olsalar bile, arka planda duyulan televizyon sesi yüzünden çocuklar büyüklerin söyledikleri sözleri anlamak için özel çaba sarf etmek zorunda kalıyor.

Gross, “Beyinlerimiz makinelerden öğrenmeye göre evrimleşmedi. Bebekler bir yüze tepki vermeye ve ebeveynlerinin yüzlerini tanımaya meyilli” dedi.

YouGov tarafından bin ebeveyn arasında yapılan araştırmada, erkek çocukların yüzde 22’sinin, kızlarınsa yüzde 13’ünün konuşmakta ve başkalarını anlamakta güçlük çektiği belirlendi.

Ebeveynlerin dörtte biri de televizyonunun “çoğu zaman” veya “her zaman” açık olduğunu söylediler.

Çocuklar genelde ilk kelimelerini 10-11 aylıkken söylüyor. Ancak 3 yaşındaki çocukların yüzde 4’ünün hâlâ konuşamadıkları belirlendi.

Yönetmenliğini James Cameron’un yaptığı bilim kurgu filmi ”Avatar”ın, gösterimde bulunduğu 17 günde, dünya genelinde bir milyar dolardan fazla gişe hasılatı elde ettiği bildirildi.

Exhibitor Relations şirketinden Chad Hartigan adlı uzman, filmin ABD ve Kanada’daki hasılatının 350 milyon dolardan fazla olduğunu, dünyanın geri kalanında ise yaklaşık 670 milyon dolar hasılat elde ettiğini belirtti.

Hartigan, hiçbir filmin bu kadar hızlı bir şekilde milyar dolar barajına ulaşmadığını kaydederek, tahminlere göre, filmin gişe hasılatının 4 milyar dolara kadar ulaşabileceğini söyledi.

”Titanic”, ”Aliens” ve ”Terminator” filmlerinin yönetmeni James Cameron’ın çığır açan filminde, sinema tekniklerinde son teknolojiden hiçbir masraftan kaçınılmadan faydalanıldı. Üç boyutlu olarak da izlenebilen film, Na’vi adlı bir halkın yaşadığı Pandora adlı gezegende geçiyor.

Cumhuriyet gazetesinin değerli yazarlarından Hikmet Çetinkaya’nın, gazetenin İmtiyaz Sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk ile yaptığı son görüşmesi bugünkü Cumhuriyet’te…

Hikmet Çetinkaya

Cumhuriyet– Hava buz kesiyor…
Kördüğüm olmuş dallar, üşüyen ağaçlar arasından geçiyorum… Uyku dolu bir zamanın değil, sıcak bir dostluğun izini sürüyorum…
Böyle havalarda ben uzun yolculuklara çıkarım.
Karanlığı taşıyan rüzgârları değil, aydınlığı getiren meltemi severim.
Öğle saatleri ve aydınlanmanın yılmaz savunucusu İlhan Selçuk’la birlikteyim. Koltuğunda oturuyor İlhan Ağabey…
Kız kardeşi Ülfet Ertel çoktan gelmiş ağabeyinin yanına. Ülfet Hanım kahvesini yudumlarken soruyor:
“Çay mı, kahve mi?”
Midem ağrıyor…
Ne çay içebiliyorum ne de kahve…
İlhan Ağabey televizyonu kapattı o sırada ve sordu:
“Nasıl gidiyor gazete?”
Ardından devam etti:
“Çok iyi gidiyor… İbrahim Yıldız’ın çevresinde kilitlendiniz. Yakından izliyorum hepinizi…”
Sohbetimiz böyle başladı…
İlhan Ağabey’in keyfi yerindeydi, doğrudan siyasete girdi:
“Türkiye’ye şeriat-meriat gelmez… Yılbaşında televizyonları izleyince gördüm. Şeriatçılar artık sermaye ve medya sahibi oldu.”
İlhan Selçuk, “Erken seçim olabilir mi?” dedi ve ekledi hemen:
“Bence olabilir. 2010 sonbaharında bekliyorum ben. IMF ile anlaşma imzalayacaklarını açıkladıklarına göre, erken seçime gidebilirler. Yaz aylarında üreticiye para dağıtırlar, iyi ürün fiyatı verirler. İşçiye ve memura ücret artışı yaparlar. Peki, sen diyorsun bu konuda?”
Yanıt verdim:
“Öyle bir hava var gibi… 2010’da erken seçim olur… Ama bekleyebilirler de 2011’i…”

***

İlhan Selçuk konuşmamız boyunca sık sık “demokrasi ve insan hakları” kavramlarına değindi.
Dedi ki:
“1923 Devrimi, 1789’un yansımasıyla Anadolu’da yaşanan aydınlanmadır ve bir uygarlık devrimidir. 1923 Devrimi, dünyanın karmaşık bir döneminde, emperyalizme karşı bir direniş sürecinde gerçekleştiğinden, kavranması güç boyutları da içeriyor.
Ne var ki, düşmanız ‘Aydınlanma’ya!..
Aydınlanmanın lideri Mustafa Kemal Atatürk’e!
Devrim tartışması, felsefe ve tarihin kapsamında yerli yerine oturtulursa yüzeysellikten kurtulur.
Gerçekte bugüne değin ne demokrasiyi benimsemişiz ne de insan haklarını!
Şeriatçıysak Arabistan ya da İran’daki yaşamın karanlığını yeğleriz; PKK’ciysek köy basar, öğretmeni öldürür, kan içeriz; İstanbul’da yan gelip yatıyorsak beş yıldızlı otellerde keyif çatar, sözde demokrat taklidi yaparak ve medyada üçkâğıt açarak ‘İstiklal Mahkemeleri’ni temcit pilavı gibi gündeme taşırız.
Sabah akşam ‘asker darbe yapacak’ diye ahkâm keser, demokrasi nutukları atarız.”
Dedim ya İlhan Ağabey’in keyfi yerindeydi…
Devam etti:
“Bak sana geçmişten bir örnek vereyim:
1980’de Evren-Özal ikilisi, ordu-sermaye ittifakını vurgulayan ikiliydi. 1990’a değin tam on yıl özel sektör devlet eliyle pompalandı.
Özel sektör o dönemde kendi özeleştirisini yapmadı…
Eğer hem özel sektör, hem medya patronları o özeleştiriyi yapabilselerdi, bugün AKP iktidarına boyun eğmezlerdi.
Mutlu azınlık, devleti hep tokatladı…
İşin böyle olacağını sanıyorlardı AKP iktidar olduktan sonra da. Tam tersi oldu. Erdoğan, kendi medyasını ve sermaye gücünü yaratmak için harekete geçti. Bunu başardı.
Bizde mutlu azınlık hem devleti tokatlar, hem de devleti şikâyet eder.
Devlet ne?
Bir dudağı yerde bir dudağı gökte masal devi mi?
Mutlu azınlık hem devletin olanaklarından yararlanıyor, hem de ikide bir devlete karşı çıkıyor.”

***

İlhan Ağabey, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının aynı zamanda kadın hakları düşmanı olduğunu, demokrasi ve özgürlükleri içine sindiremediklerini söylüyor, Türkiye’de sınıfsal temele dayalı sol partilerin olmadığından yakınıyor:
“Türkiye’nin kurtuluşu emekçilerin iktidar olmasından geçer. Artık askeri darbeler dönemi kapanmıştır. Kimse darbecilik üzerinden siyaset yapmasın.
Sandıkla gelen sandıkla gidecektir. Umudumuzu yitirmemek gerekir.
Türkiye’de yeni bir yarış başladı. Tıpkı ortaçağ toplumlarında olduğu gibi:
– Kim daha Müslüman.
Herkesin Müslümanlığı kendisine…
Türkiye, çağa ayak uydurmak zorunda. Türkiye, ileriye gidip aydınlık günleri elbet yakalayacak. Ben tüm okurlarımızın, Cumhuriyetçilerin, arkadaşlarımın yeni yılını kutluyorum.
Türkiye’de barışın Türkçülükle, Kürtçülükle yani şovenizmle  gerçekleşmeyeceğinin bir kez daha altını çiziyorum.
Demokrasi… Demokrasi… Demokrasi…
Çağdaş ve uygar bir toplum, olaylara sınıfsal açıdan bakmak, sorunun çözümünün reçetesidir. Bu da laik demokratik cumhuriyete sahip çıkmakla gerçekleşir.”
Dışarıya çıktım…
Sanki göğün derinliklerinde yürüyordum.
Kirpikleri çiçeklenmiş çocukların arasından geçip otomobilime bindim.
İlhan Ağabey giderek iyileşiyordu.

Bilim adamları, şizofreniyi daha iyi anlamak ve daha etkin tedavi yöntemleri bulmak amacıyla fareleri şizofren yaptı.

ABD’nin Georgia Tıp Fakültesi’nden Dr. Mei Lin ve ekibi, farelerdeki ErbB4 genini çıkardı.
Bu genden yoksun fareler, şizofreni davranışları sergiledi. Hayvanların özellikle heyecan, endişe, huzursuzluk durumunun arttığı ve kısa süreli hafıza sorunlarının olduğu gözlendi.

Sonuçları Amerikan Bilimler Akademisinin (PNAS) dergisinde yayımlanan araştırmanın başındaki Mei Lin, çalışmalarının daha etkin tedavi yöntemlerinin bulunmasını sağlayabileceğini belirterek, çalışmanın devam ettiğini, farelerde piyasadaki şizofreni ilaçlarının etkili olup olmayacağı konusunda testler yapıldığını açıkladı.

Konuya ilişkin makale, Fransız “Le Nouvel Observateur” dergisinde de yer alıyor.

Eğer her gün kolaylıkla yapabileceğiniz basit bir şey olsa ve bu şey kalbinizi korusa, fazla kalorileri yakmanızı, genç ve formda kalmanızı sağlasa hemen uygulamaya başlardınız değil mi?

 O zaman sizi yürümeye davet ediyoruz. Kolay, her zaman, her yerde yapılabilir, özel bir ekipmana ihtiyaç duyulmaz, üstelik herkes yürümeyi bilir!

Yürümeyi henüz küçücük bir çocukken, sadece 1 -1,5 yaşındayken öğreniyoruz. Aslında o bizim için bir ulaşım yolu ama aynı zamanda güvenli, basit ve bir beceri ya da pratik istemeyen bir egzersiz. 7’den 70’e herkes yapabiliyor. Üstelik hem sağlıklı hem de fit bir vücut için sonsuz faydaları var.

Bu sayfalarda yürüyüşe başlamak için gerekli olan tüm detayları bulacaksınız. Fitness düzeyinizi artırmak için en efektif nasıl yürürsünüz, ne giymeli, nasıl yürümeli? Ama önce yürüyüşün faydalarından başlayalım.

Yapılan son araştırmalar, yürüyüş sporunun, meme kanseri riskini azaltmaktan uykuyu düzenlemeye kadar bir dizi olumlu etkisinin olduğunu gösteriyor. Uzmanlar, yürüyüşün herkes için son derece faydalı olduğunu, ancak kadınlar için özellikle çok daha elzem olduğunu söylüyor. İşte yürüyüşe hemen yarından itibaren başlamak ya da daha sık yürümek için 6 önemli neden…
 

1. Kalbiniz için harika bir egzersiz

Duke Üniversitesi’nde yapılan araştırma, her gün tempolu bir şekilde yürümenin kalp hastalıkları, diyabet ve inme gibi sonuçları olan metabolik sendrom riskini azalttığını ortaya koyuyor. Yürüyüş, kan basıncını ve kötü kolesterol olarak bilinen LDL oranlarını düşürüyor; iyi kolesterol HDL’yi artırıyor. Ülkemizde yüksek tansiyon, kalp hastalıkları ve inme riskinin ne kadar yüksek olduğu ortada. Peki günde yarım saatçik yürümeye vaktimiz yok mu? Britanya’da yapılan bir araştırma, işine yürüyerek ya da bisikletle gidenlerde kalp rahatsızlığına yakalanma riskinin yüzde 11 oranında daha düşük olduğunu gösteriyor.
 

2. Meme kanseri riskini azaltır!

Amerikan Tıp Birliği’nin resmi yayın organında yayınlanan bir araştırmaya göre, haftada birkaç saat yürümek bile östrojenin kaynağı olan yağ oranını azaltarak meme kanseri riskini önemli oranlarda azaltıyor. Araştırma, 50 – 74 yaş aralığındaki 74 bin kadın üzerinde yapılmış ve normal kilolu kadınların meme kanseri riskinin yüzde 30 daha az olduğu ortaya çıkmış.
 

3. Rahat bir uyku uyumanızı sağlar!

Öğleden sonra yapacağınız tempolu bir yürüyüş sayesinde gece mışıl mışıl uyuyabilirsiniz. Uzmanlar, yürüyüşün iyi hissetmeyi sağlayan serotonin hormonunun düzeyini artırdığını, bunun da rahatlamamızı sağladığını söylüyor. Bu yönüyle yürüyüş aynı zamanda anksiyete ve depresyonla mücadelede de işe yarıyor. Kötü hissettiğinizde sadece 30 dakikalık bir yürüyüş keyfinizin yerine gelmesini sağlayabilir.
 

4. Daha formda, daha fit olmanızı sağlar!

Yavaş bir tempoda 1 saat yürüyerek yaklaşık, 170 kalori, orta hızda 238 kalori, hızlı tempolu bir yürüyüşte ise 272 kalori yakarsınız. Günde 30 dakikalık bir yürüyüş yeterince aktif bir yaşam sürmeyen kişileri kilo almaktan koruyabiliyor. Brovvn Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, haftanın 5 günü birer saat yürüyüş yapan ve günde 1500 kalori alan bir kadının, bir yıllık süreçte 12 kilograma yakın kilo almaktan korunabileceğini gösteriyor. Yürüyüşün, kilo kontrolünde bu kadar önemli bir faktör olmasının nedeni ise oldukça kolay olması. Çünkü egzersiz ne kadar zor olursa, o kadar az insan tarafından uygulanıyor.

5. Zihin sağlığını korur!

Birçok araştırma, ileri yaşlarda da yürüyüşün sağlık açısından faydalarına işaret ediyor. Haftada 45 dakika bile olsa yapılan yürüyüşlerin Alzheimer gibi yaşlılık dönemi hastalıklarından koruduğu bildiriliyor. Tempolu olmasa bile, düzenli gezintilerin de yaşlılarda mental sağlık açısından olumlu etkileri bulunuyor. Ancak yaşa bağlı olmaksızın yürüyüş hemen herkesin zihninin aktif olmasını sağlıyor.

6. Kemiklerinizi güçlendirir!

Yürüyüş sadece bir ‘kardiyo’ faaliyeti değil. Haftada 3 kez 30 dakikalık yürüyüş kemiklerinizi de güçlendiriyor. Kemikler sürekli yenilenen canlı dokulardır. 30 yaş civarı kemik kitlesi doruk noktasına ulaşıyor. Ondan sonra da yenilenme yavaşlıyor, yıkım süreci hızlanıyor. Dolayısıyla bu yaşa kadar kemik kitlesini güçlendirmekte, depoyu doldurmakta fayda var. Kemik dokusunu güçlendiren en önemli faktör ise egzersiz. Çünkü kemikler çalıştıkları, zorlandıkları oranda yenileniyorlar. (e-kolay)

Komedyen Şahan Gökbakar’ın ”Recep İvedik” adlı karakterin maceralarını canlandırdığı ikinci film, 2009’un ”En çok izlenen filmi” oldu. Serinin ilk filmi de 2008’in ”En çok izlenen filmi” olarak sinema tarihine geçmişti.

 Türkiye’de 2009 yılında kimi filmler gişede hüsrana uğrarken, bazıları da yapımcılarının yüzünü güldürdü. Türkiye’de geçen yıl vizyonda kaldığı 24 hafta boyunca 4 milyon 333 bin 116 seyirci sayısına ulaşan ”Recep İvedik-2”, toplam 33 milyon 493 bin 187 lira hasılat elde etti. Serinin ilk filmi de 2008 yılında 4 milyon 301 bin 641 seyirci ile ”En çok izlenen film” olmuştu. Film, vizyonda kaldığı 33 haftada toplam 30 milyon 172 bin 270 lira hasılat elde etmişti.

Gişede, ”Recep İvedik-2”yi 2 milyon 491 bin 454 seyirci kitlesi ile Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği ”Güneşi Gördüm” adlı film izledi. ”Güneşi Gördüm” adlı filmini 2 milyon 418 bin 21 seyirci ile ”Nefes: Vatan Sağolsun”, 1 milyon 461 bin 587 seyirci ile ”2012”, 1 milyon 408 bin 313 seyirci ile ”Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı”, 1 milyon 181 bin 930 seyirci ile ”Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay”, 1 milyon 46 bin 908 seyirci ile ”Neşeli Hayat”, 861 bin 755 seyirci ile ”Kurtlar Vadisi: Gladio”, 705 bin 709 seyirci ile ”Melekler ve Şeytanlar”, 640 bin 98 ile seyirci ile ”Harry Potter ve Melez Prens” izledi.

‘Avatar’, 2. haftada 11. oldu

”Titanik”, ”Yaratıklar”
ve ”Terminator” filmlerinin yönetmeni James Cameron’ın, üç boyutlu sinema tekniklerinde son teknoloji ile üretilen ve en yüksek bütçeli film olarak akıllara kazınacak ”Avatar”, 2. haftasında toplam 597 bin 368 seyirci ile 2009’un en çok izlenen 11. filmi oldu. ”Güz Sancısı” adlı filmi 576 bin 339, ”Kadri’nin Götürdüğü Yere Git” adlı filmi 516 bin 18, ”Vali” adlı filmi 480 bin 808, ”Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayeleri” adlı filmi 465 bin 319, ”Kolpaçino” adlı filmi 455 bin 764, ”Hızlı ve Öfkeli” adlı filmi 379 bin 827, ”Transformers: Yenilenlerin İntikamı” adlı filmi 347 bin 65, ”Milyoner” adlı filmi 338 bin 209, ”Alacakaranlık” adlı filmi 328 bin 930 kişi seyretti

İlaç Takip Sistemi kapsamında, artık 1 Ocak’tan sonra üretilen ürünlerde kupür yerine ”ilacın kimlik numarası” olarak adlandırılan ”karekod” yer alacak.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nihat Tosun, İlaç Takip Sisteminin nasıl uygulanacağına açıklık getiren bir genelge yayınladı. Tosun, genelgede, 181 sayılı ”Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”de, Sağlık Bakanlığına ”ilaç güvenliliğinin sağlanması” görevinin verildiğine dikkati çekti. Bu amaçla söz konusu kanuna dayanılarak, ilaçların izlenebilirliğinin sağlanması için ”Beşeri Tıbbi Ürünler Ambalaj ve Etiketleme Yönetmeliği”nde yapılan bir değişiklikle ürünler üzerinden kupürün kaldırılarak yerine ”karekod” adıyla yeni bir tanımlayıcı konulduğunu hatırlatan Tosun, ürünler üzerine ”karekod” uygulanabilmesi için gerekli geçiş sürelerinin yönetmelik değişikliği ile tanındığını belirtti.

Yapılan çalışmalardan çıkan sonuçlar doğrultusunda zamanlamanın ihtiyaca göre değiştiriltiğini ve ürünlere ”karekod” konulma mecburiyetinin 1 Ocak 2010 tarihi olarak belirlendiğini kaydeden Tosun, ”Bu tarihten itibaren üretilen tüm ürünlere karekod konulacaktır. Üretim tarihleri 2010 içindeyse ithal ürünlere de mutlaka karekod konulacaktır” ifadesini kullandı. Tosun, 1 Ocaktan önce kupürlü olarak üretilen ürünlerin, kupürleri iptal edilerek üzerine ”karekod” konulmak suretiyle ya da 1 Ocak 2011 tarihine kadar eskiden olduğu gibi kupürlü satılabileceğini bildirdi.

İlaç takip sistemi

Sağlık Bakanlığı’nın ”karekod” bilgileri ile ürünlerin izlenmesi için ”İlaç Takip Sistemi” adında bir alt yapı kurduğunu ve çalışmalarını tamamladığını belirten Tosun, geri ödeme kurumlarında da gerekli hazırlıkların tamamlandığını bildirdi. Tosun, geri ödeme kurumlarının 1 Ocak’tan itibaren ilaç ödemelerinde ”karekod”lu ilaçları İlaç Takip Sistemi’nden kontrol etmeleri gerektiğini kaydetti. Eczanelerde uygulamaları görmek açısından yürütülen pilot uygulamada, sistemin işlemleri zorlaştırmadığı ve sıkıntı yaşanmadığının görüldüğünü kaydeden Tosun, şunlara dikkati çekti: ”İlaçlarda karekod uygulaması esasları ‘Beşeri Tıbbi Ürünler Ambalaj ve Etiketleme Yönetmeliği’ ile bu yönetmeliğe bağlı olarak çıkarılan ‘Beşeri İlaçlar Barkod Uygulama Kılavuzu’, ‘İlaç Takip Sistemi İşletme Kılavuzu’ ve ‘İlaç Takip Sistemi Web Servisleri Kılavuzu’nda belirlenmiş bulunmaktadır. Bu kaynaklara göre hareket edilmesi ve 1 Ocak tarihini takiben ilaçların karekodlu üretilmesi veya ithal edilmiş ürünlerin karekodlanması için çalışmaların tamamlanması gerekmektedir. Adı geçen mevzuata göre yapılması gerekenler, bundan sonra yapılacak denetimlerde inceleme konusu olacaktır.”

Tosun, mevzuata göre, 1 Ocak’tan itibaren üretim ya da ithalat, satış, iade, ihracat ve deaktivasyon bildirimlerinin yapılmasının mecburi olduğunu vurgulayarak, ”Ancak, İzleme Komitesi ile yapılan çalışmalarda, taşıma ambalajları üzerine konulması gereken numaralar için 1 Haziran 2010 tarihine kadar süre verilmiş olduğu için, üretici ya da ithalatçılar ile ecza depolarının satış bildirimi ve eczanelerin mal alım onayı bildirimi yapmalarının bu tarihe kadar mecburi olmaması karara bağlanmıştır. Ancak, üretici veya ithalatçılar ile ecza depoları sattıkları karekodlu ürünler için bu tarihten önce sisteme ‘satış bildirimi’ yapabilirler” tavsiyesinde bulundu. Sistemin eczanelerin mal alım onayı bildirimlerine cevap verdiğini, bunun ilaç güvenliliğini sağlamak için önemli bir nokta olduğunu ve ürünlerin geri çekilmesi esnasında bu bilgilere mutlaka başvurulacağını açıklayan Tosun, ”Bu sebeple eczanelerin mal alım onayı yapmaları gerekmektedir” dedi.

 

Hastaneler açısından sistem

Hastanelerin yapması gereken mal alım onayı ile ilgili açıklamalarda da bulunan Tosun, bunun sarf ve satış bildirimleri sistemde yer aldığını kaydetti. Tosun, ”Hastaneler, süreç içinde sarf edilen ürünleri, sisteme bir deaktivasyon (sarf) bildirimi ile fatura edilen ilaçları yine serbest eczaneler gibi satış olarak bildireceklerdir. Kamu hastanelerinde ihale ile alınan ilaçların kabul şartları arasında ‘karekodlu ilaçların İlaç Takip Sistemi’ne bildirilmiş olması’ şartı bulunmalıdır” ifadesini kullandı.

Eczanelerin ”karekod”lu ilaçların satışı esnasında mutlaka İlaç Takip Sistemi’ne satış bildirimi yapacaklarını belirten Tosun, hem elden hem de geri ödeme kurumlarına satışları sisteme bildirilecek ilaçların, hastaya sistemden onay alındıktan sonra teslim edilmesi gerektiğini bildirdi. Tosun, ”Ürünlerin eczaneye girişinde kontrol amacıyla mal alım onayı bildirimi yapılması ilaç güvenliliği açısından zorunlu olduğu gibi, esasen eczacıların doğru alım yaptıklarını görmeleri açısından da büyük bir yarar sağlamaktadır” vurgusu yaptı.

Eczanelerin Sağlık Bakanlığı’nca tanımlanması, kayıtlarının tutulması ve kayıtların benzersizliğinin sağlanması amacıyla Global Yer Tanımlayıcısı (GLN numarası) kullanılmasına karar verildiğini belirten Tosun, ”Eczanelerin GLN numaraları Bakanlığımızca tahsis edilmiş olup, İlaç Takip Sistemi’nde tüm birimler GLN ile tanımlanacak ve çalışma yapacaklardır. GLN numaraları Genel Müdürlük internet sayfalarında ilan edilmektedir” açıklamasında bulundu.

 

İlaç kutularının üzerinde fiyat olabilecek

Fiyat konusunun, İlaç Takip Sistemi ile doğrudan ilgili bir konu olmadığına işaret eden Tosun, şunları kaydetti: ”Üreticiler ürünler üzerine fiyat koyabilirler. Özellikle elden satışlarda tüketicilerle eczacıların sorun yaşamamaları içİn fiyatın ürünler üzerine konulması tavsiye edilmektedir. Ancak artık mevzuatımızdan ‘kupür’ kaldırılmış olduğu için, fiyatın konulması kupür konulması anlamına gelmemektedir. Karekod konulan ürünlerde kupür bulunmayacak, eski ambalajlardaki kupürler, karekod konulmuşsa mutlaka iptal edilecektir. Karekod konulmuş olsa bile, kupürü iptal edilmemiş ürünler sisteme bildirilmeyecek ve bu ürünler sadece kupürle satılacak, üretici ya da ithalatçı firmalar ürünlerin geri ödeme kurumlarınca ikinci kez ödenmesini ortaya çıkaracak herhangi bir duruma yol açmayacaklardır.”

İlaç Takip Sisteminin, ilaç güvenliğinin sağlanmasında rol oynayacağını vurgulayan Tosun, ”İlaç güvenliliğinin en önemli muhatabı olan eczacılarımızın karekodlu ilaçların satışına ağırlık vererek ilaç güvenliliğinin iyileştirilmesine katkıda bulunmaları beklenmektedir İlaç Takip Sistemi uygulamasında mevzuata uygun olarak, belirlenen süreler içinde ürünlerin karekodlu olarak piyasaya sürülmesi için gerekli çalışmaların ve duyuruların yapılması hususunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim” ifadesini kullandı.

 

İlaç Takip Sistemi nedir?

Sağlık Bakanlığı’nın uygulamaya koyduğu İlaç Takip Sistemi, birer numara verilen ürünlerin, üretim aşamasından hastaya ulaşıncaya kadar her aşamada takip edilmesine olanak sağlayacak. Bu şekilde sisteme kaydedilen ilacın satışı sırasında öncelikle onay alınacak. Sistemin onay vermesi halinde satış gerçekleştirilebilecek. Aksi halde sisteme kayıtlı olmayan ilacın satışı yapılamayacak. Böylece sahte ilaç da önlenebilecek.