Usta gazeteci ve politikacı Altan Öymen, 2002 yılından bu yana kendi kişisel anılarıyla birlikte dönemin siyasi olaylarını ve süreci hikâye tadında okurlarıyla buluştuyor.
İlk iki cildini bir solukta okuduğumuz Altan Öymen‘in yeni kitabı Öfkeli Yıllar da çıktığı günden bu yana gündemde. İlk bir ayında sekiz baskıyı geride bıraktı. Bu yeni kitabında Öymen, Demokrat Parti’nin ilk döneminden başlayarak, nasıl da ülkeyi öfkeli yıllara taşıdığını anlatıyor. Öfkeli Yıllar’ın içinde Öymen’in gazetecilik deneyimlerine, ilk aşk kıpırtılarına da tanık oluyoruz. Altan Öymen’le yeni kitabından hareketle, günümüzde artmaya başlayan öfkeli dönem üzerine söyleştik.
Altan Bey, Bir Dönem Bir Çocuk ve Değişim Yılları’ndan sonra yeni kitabınız Öfkeli Yıllar biraz geç okurla buluştu, neden?
Tamamen pratik sebeplerden. Gazetede daha sık yazmaya başladım. Haliyle aktüaliteye girdiğiniz zaman geçmişi yazmaya ayrılan vakit daha az oluyor. Diğer yandan da, araya bazı sağlık problemleri girdi.
Bu kitap diğer ikisine nazaran daha hareketli; tabii bunda sebep, dönemin hareketli olması…
Tabii. Bundan önceki kitapta Türkiye’de ilk iktidar değişikliği gerçekleşmişti. CHP 27 yıllık iktidardan sonra seçimi kaybetmiş, yerine Demokrat Parti geçmişti. Değişim Yılları’nda o geçişi anlatmıştım. 1945 sonundan itibaren bizde demokrasi tecrübesi başlamıştır. Şimdi, ‘öfkeli yıllar’ da DP iktidarının ilk yıllarına rastlar. Orada, kitabın adındaki gibi, ‘öfke’ unsuru hızla artmaya başladı. Başta o kadar değildi gerçi’ Örneğin başlarda, basın özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlardı. İktidarı devralınca da aynı çizgide kalma ihtiyacı hissettiler. Hatta Basın Kanunu’nu biraz daha liberalleştirdiler. Ama iki sene sonra çok ağır maddelerle basın hürriyetini iyice daralttılar. Sadece basın özgürlüğü değil, iktidarın muhalefete tahammülü de azaldı. Muhalefetin yurtiçindeki propagandalarını fiilen daralttılar. Hatırlarsınız, İsmet Paşa’yı Balıkesir’e sokmadılar, halkın galeyanı adı altında, DP’lilerin çıkarttığı olaylar yüzünden!.. 1954 seçimleri geldi peşi sıra. DP, demokrasi açısından sağladığı geri gidişlere rağmen daha büyük bir zafer daha kazandı. İlk seçimde yüzde 52’ydi, yeni seçimde yüzde 57’ye çıktı. Halk beni seçti diye, şikâyetçi olduğu konularda öyle tedbirler aldı ki, bunlar demokrasiyi iyice sınırladı. Örneğin, Kırşehir’i cezalandırdı; Osman Bölükbaşı’na oy verdi diye. Yargıtay mensupları ve öğretim görevlileri dahil, hükümet tarafından emekliliğe hak kazandığı gün, yaş haddini doldurmasına gerek duymadan, bir gün içinde görevlerinden alma yetkisi tanıyan bir tasarıyı kabul etti. Yargı üstünlüğü, hukukun bağımsızlığı gün geçtikçe daha da tahrip edilmeye başlandı. Seçim Kanunu’nu kendi lehinde değiştirdi. Hal böyle olunca, iktidar-muhalefet-halk çatışmaları daha da arttı. İşte soruda sözünü ettiğiniz hareketlilikten birkaç örnek!
Bu kitapları yazarken, belli bir kesimi gözettiniz mi örneğin? Bence gazetecilik okuyan gençlerin başucu kitabı olmalı!
Haklısınız. Tabii bir de politikacıların okumasında büyük fayda var, diye düşünüyorum. Çünkü öyle örnekler var ki, bunlar geçmişteki hataların bir benzeri neredeyse! Bunların hata olduğu bugünlerden geçmişe doğru bakınca belli, aksi iddia edilemez! Çünkü iktidarın da, memleketin de bir işine yaramamış, tam tersi olayların çıkmasına sebep olmuş! Sebebi ne olursa olsun, atılan adımların sonuçlarına bakılarak ders alınmasında fayda var. Az önce sözünü ettim; Kırşehir Kanunu, olacak şey mi! Bir şehri başka bir partiye oy verdi diye cezalandırıyorsun. İl iken ilçe yapıyorsun. N’oldu sonuç? Halkın tepkisine yol açtı ve Bölükbaşı 57 seçiminde gene seçildi. Olaylar çıktı. Bunların bugün farklı şekillerde de olsa, artık tekrar edilmemesi lazım! Ama ne yazık ki, bazı hatalar tekrar edip duruyor. Bir meslektaşım sormuştu: Bugünkü yılları yazsaydınız, başlığınız ne olurdu diye? Yanıtım, Öfkeli Yıllar-2, oldu! Hakikaten, bu yeni kitabımı yazarken, bugünle bu kadar benzeşeceğini tahmin etmiyordum. Değişik zaman dilimlerinde oturup yazdım bu kitabı, yazdıktan sonra, aynı şeylerin tekrar edildiğini gördüm.
Özellikle, eski hataların yapılmaması adına, hangi politikacının okumasını istersiniz?
Sayın Başbakan’ın kitabımı okumasını isterim özellikle!
Siz, öfkeli yıllarda dönemin muhalif Ulus gazetesinde muhabirsiniz. Yaptığınız haberlerle, yükselişiniz devam ediyor. İktidarda Demokrat Parti’nin bulunmasından ötürü pek çok gazete tavır ve yön değiştirip, iktidar yanında yer alıyor. Bu durum sizi ve gazetenizi nasıl etkilemişti o yıllarda?
O zaman da bugünkü gibi bir kutuplaşma yaşandı. Basın toplantılarına herkes davet edilirken, zaman içinde ayrım yapmaya başladı iktidar. Belirli gazeteler çağrılmaya başlanmıştı. Sadece partiler arası bahar havası yaşandığı dönemde çağrılıyorduk bizler.
Sonra da Ulus gazetesi kapanıyor’
1953 Aralık’ında CHP’nin bütün malvarlığına el konunca, Ulus da kapatıldı. Biz de bir akşam gazetenin kapanışını duvarlara protesto yazıları yazarak yaptık, ertesi sabah Nihat Erim’in çıkardığı Yeni Ulus gazetesine geçtik. Küçük bir odada, gazete çıkardık. Daha sonra 1955’te Tercüman gazetesine geçip, Ankara temsilcisi olmuştum. Tercüman gazetesi muhalif değildi, beş ortaklı bir gazeteydi. Ama zamanla o da muhalif bir çizgiye geldi.
Bazı gazetelerde bugünkü gibi(!) etliye sütlüye karışmadan işleri idare ediyorlardı, değil mi?
Evet. Vaziyeti idare edenler de vardı. Gazetenin ortaklarından Cihat Baban, iktidara karşı sert yazılar yazınca, ortaklar arasında sorunlar çıktı ve Baban ayrıldı. O ayrılınca ben de Tercüman’dan ayrıldım. Baban ayrılınca yeni bir gazete kurdu, ben de o gazetede yazıişleri müdürü oldum. O gazete de muhalifti. Sonra Ulus’a geri döndüm. Anlayacağınız, kısa bir zaman dilimi hariç, sürekli muhalif gazetelerde çalıştım. Yazıişleri müdürlüğü dönemimde de haliyle adliye kapılarını arşınladım sürekli. Siz sorunca hatırladım: Bir on sene içinde hep bu düzen devam etmiş, 60’a kadar.
O dönemki en sert muhalefet de iktidara, karikatürler üzerinden yapılıyormuş sanırım?
1950’de DP iktidara gelince Basın Kanunu’nu biraz daha liberalleştirdi. Basın özgürlüğüne demokratik ilkeler kapsamında bağlı hale getirmişti. Oradan da birdenbire çark etmedi. 1954’teki kanununa kadar basın, nispi bir özgürlük içindeydi. Davalar açılıyordu ama bazı nedenlerle hapis cezasına vardırılamıyordu. Eldeki mevzuat buna izin vermezdi. Ceza Kanunu 159. Maddesi vardı, bugünkü 301. ve 161. maddeye tekabül eden. Bunlara binaen dava açıyorlardı. O maddeler biraz esnekti. Savcılar davayı açıyordu fakat bunlar mahkemeden dönüyordu. Çünkü yargıçların bağımsızlığı henüz engellenmemişti. Yargıçları emekliye sevk etme kanunu henüz çıkmamıştı. Beraat ediyordu gazeteciler, karikatüristler. Ta ki, bu işten memnun olmayan DP iktidarı, 1954’te yeni kanunlar getirdi ve gazeteciler daha sık hapse girmeye başladı. Az önce sözünü ettiğim ilk dönemde karikatürcüler tarafından Menderes, kadın kılığında da çiziliyordu.
Hatta kedi (!) kılığında bile çizilmiş, Ratip Tahir Burak tarafından!..
Tabii, ortada bir kedi, boynunda fiyonk. Diğer kediler de ona sataşıyor! Altta da çizginin konusu: Mart Cilveleri.
Ama birkaç yıl önce Musa Kart’ın kedisi cilveleşmesinin cezasını görüyordu!
Dünyadaki en masum karikatürlerden biri Musa’nınkiydi. Kızılmaması gerekirdi. Yumağa bürünmüş bir kedi! Dava bile açıldı. DP’nin tırmanma döneminin en başındaki eleştiriler çok daha ağır olduğu halde reaksiyon görmedi, şimdiyse daha hafif eleştirilere tepki gösterilmeye başlandı 2002 seçimlerinden sonra.
Peki, sizce günümüzdeki bu tahammülsüzlüğün sonu nereye varır dersiniz?
Seçim yoluyla giderler. Diğer bazı başka faktörlerin de etkisiyle iktidar partisi zaten halktan aldığı oyun büyük bir kısmını kaybetti. Anketlere bakılmasına gerek yok; seçim sonuçları her şeyin göstergesi. 2007’nin 22 Temmuz’unda yüzde 47’ye yakın oy aldılar. 2009’un 29 Mart’ında yapılan yerel seçimlerdeki oyları yüzde 38.3’e düştü. Bu, bir buçuk yıl sonra müthiş bir oy kaybı demek. Bir iktidar partisinin yerel seçimde oy kaybetmesi çok az görülmüş bir durumdu. Bu durum bir de Turgut Özal’ın başına gelmişti. O da seçmenini kızdırmıştı. İkinci zaferini kazandıktan sonra tepki uyandıran şeyler yapmıştı. Bugünkü iktidar da benzer şeyler yapıyor. Bir anayasa değiştirme meselesine takılıp kaldı, bir şey de yapmadı. Toplumun geniş kesimlerini ihmal etti. Karşılığını da yerel seçimlerde gördü! Hatta bir kısım iktidar partilerinin yaptığı gibi, ‘Beni seçmezseniz size hizmet gelmez,’ tehdidini de yaptı. Antalya’da bugünkü meclis başkanının sarf ettiği sözler var! İktidar partisinin avantajlarını kanuni yasakları da aşan bir şekilde kullandı. Eşya vb. şeyler dağıttılar biliyorsunuz. Buna rağmen oy kaybetmesi çok önemlidir. Bu iniş sürecine girdikten sonra iktidar partisinin toparlanması da kolay değildir artık! Toparlanması için bir sebep de yok! Ekonomi iyiye mi gidiyor? Kalkınma hızı sıfırın altında, işsizlik yüzde on üçlerde! Kamusal kesimin birçok bölümüyle kavga ediyor. Çifte standart uyguluyor. Kendisinin istediği istikamette hareket eden savcıları kendi savcıları gibi görüyor. Diğerlerini karşıt gibi görüyor. Bütün bu faktörlerin etkisi altında seçimi kaybedip giderler. Muhalefetin kuvvetli olup da seçime girmesi halinde bugünkü tablo hemen değişir. Ama yüzde 10 barajı söz konusu. Muhalefet partilerinin bölünmüş vaziyette olması ve barajı geçemez bir oy alması durumunda iktidar partisi yerinde kalabilir. Artık bunu da muhalefet partilerinin düşünmesi lazım.
Öfkeli yıllardaki muhalefet partisi CHP’yle, şimdiki CHP arasındaki farklar neler?
O zamanki programı, şartlar itibarıyla tutarlıydı. Demokrasiyi tam olarak gerçekleştirmek istiyordu, buna binaen ilk hedefler beyannamesi yayımlamışlardı. 57 seçimlerinden önce öteki muhalefet partileriyle birleşmeyi denedi. Kanun çıkarılarak bu önlendi! O güç birliği sırasında da hedefler vardı. Bütün muhalefet partileri aynı şeyi istiyorlardı. Neydi bunlar: Anayasayı değiştirmek, anayasa mahkemesi kurmak, hukuk üstünlüğü, basın özgürlüğü, işçi hakları! Keşke 27 Mayıs olmasaydı da DP seçimle gitseydi. Seçim sistemi farklı olsaydı zaten seçimle gidecekti. Çünkü DP’nin oy oranı, yüzde 50’nin altına düşmüştü. Muhalefet partilerinin toplam oyu da yüzde 50 üzerindeydi. 27 Mayıs’tan sonra da kurucu mecliste ilk hedefler beyannamesi uygulandı. Sonra da seçime gidildi. Bir tutarlılık vardı sonuçta. Muhalefetteyken söylediği seçim beyannamesini seçimden sonra gerçekleştirdi. CHP’nin bugünkü durumu ve politikaları da, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar bakımından tutarlı tedbirler içerir.
Parantez açarak, kuzeniniz de olan Onur Öymen’in Dersim çıkışını nasıl değerlendirdiniz?
Dersim’de hakikaten facialar yaşanmıştır. Dersim örneğiyle bugünün bir alakası yok! Örneği de vermemek lazımdı. Ama Onur Bey’in o konuşmasından sonra bu, iktidar partisi tarafından haksız derecede istismar edildi. Niyete bakar bu. CHP ve Onur Öymen’in Alevileri gücendirmek gibi bir kastı olabilir mi! Onur Bey de yanlış anlaşıldığını belirtti. Özür diledi zaten.
Kitaba dönelim biraz da. Sizin gazetecilikten yazarlığa geçme durumunuz var. Cahit Sıtkı Tarancı, bir sohbetinizde hikâye yazmanızı tavsiye ediyor’
Evet. Cahit Sıtkı Bey, gazetecilikte pek çok insan durumuyla karşılaştığımı, bunları da ayrıca hikâyeleştirmem konusunda beni telkin ediyordu. Birkaç kez denedim, ama kendisine dahi göstermeden yırttım attım, beğenmedim. Yıllar sonra işte bu anı kitaplarımla, o yolda adımlar atmış oldum.
Son olarak, Cüneyt Arcayürek’le olan büyük suç ortaklığınızdan kısaca bahseder misiniz?
Cüneyt’le biz aynı gazetedeydik. Ulus gazetesinde çalışırken, komünistliğe de ilgiliydim. Nâzım Hikmet’e de merakımız vardı. O dönem içinde Nâzım Hikmet komünistse, komünistlik de esaslı bir şey olmalı diye düşünülmüştür. Benim ve Cüneyt’in komünist arkadaşlarımız tarafından Nâzım’ın pelür kâğıda yazılmış şiirleri gelirdi. Biz de Cüneyt’le onları daktilo ederdik. Karbon kâğıtlarıyla da çoğaltırdık. Bir gün gece yazıişleri müdürümüz Nihat Subaşı yakaladı. Eyvah, n’olacak derken, bir nüsha da kendisine vermemiz karşılığında bizi affetti!
Altan Bey, Öfkeli Yıllar, 6-7 Eylül olaylarıyla son buluyor. Yeni kitap ne zaman ve ne kadarlık bir zaman dilimini anlatacak?
Yeni kitabı yazmaya başladım bile. O da diğerleri gibi beş yıllık bir dilimi anlatıp 27 Mayıs dönemine kadar gelecek; o döneme gelen süreci anlatacak!
Öfkeli Yıllar/ Altan Öymen/ Doğan Kitap/ 616 s.