Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

 

Psychologia” teriminin kökünde kadim Yunanca psukhe (kelebek) ve logos (bilim, teori) yatar. Kelimeyi ilk olarak “ruhları çağırma ilmi” anlamında kullanan ve ontoloji teriminin de mucidi olan Alman skolâstik filozofu Rudolphe Goklenius’tan (GOCLENIUS Goeckel, Rudolph Göckel veya Rudolf Goclenius 1547 – 1628) bu yana sekülarize olup, pozitivizmle buluşması yaklaşık 450 sene almıştır.

Zâten bütün dinlerde ve mistisizmlerde, folklorik inançlarda rûh anlamına gelen kelimeler ya soluk veya nefes alıp verme (rûh, Chi, Seele, Spirit), ya da uçma veya pırıldama anlamındaki kelimelerden türemiştir. Gözle görülemeyen, tasvir ve târif edilemeyen ama canın temsili olan tabiatüstü bu varlığın isminin animizme dayanan ve soyut mefhumları onlara en yakın somut kavramların isimleriyle anan yaklaşımdan neş’et almış olması hiç de şaşılacak bir şey değildir. Cin kelimesinin de benzer bir hikâyesi vardır; cinnet ve cennet lâfları cinden gelir.

 Goclenius

(Rudolf Goclenius 1547 – 1628)

Türkiye’de nedense psikoloji karşılığında “ruhbilimi”, psikiyatri karşılığında ise “ruh hastalıkları bilimi” lâfları kullanılır olmuş (doğrusu akliye), bu da tamamen dinî ve metafizik bir anlamı olan rûhla uğraştığını iddia eden ne kadar şarlatan varsa, âdeta bizleri onlarla meslekdaş kılmıştır. Meselâ Araplar psikoloji karşılığında “ilm-i nefs” demektedirler; yâni gene soluk anlamından türeme “nefs” kelimesini tercih etmişlerdir ki, doğrusu da budur. Eski Türkler’deki “tın” veya “tin” de ses çıkarabilme anlamında kullanılırdı. Bunun için psişik anlamında tinsel denmesi de, psikoloji karşılığı tin-bilim denmesi de yanlıştır.

Öte yandan, indirgeyici bir târifle psişeyi beynin işlevleri olarak tanımlamak ne kadar doğru? Beyin hakkındaki bilgilerimiz ne kadar ki? Mevcut bilgilerimiz şuûr (bilinç) anlayışı açısından yeterli ve doğru mu?

Başlarda sâdece davranışların (duygu, düşünce ve hareketlerin hepsi davranışlardır) tetkiki hedeflenmiş, çeşitli ekoller bunun nasıl yapılacağı argümanından doğmuştur.

  • Önceleri içe-bakış ve iç-gözlem (introspection) yöntemi kullanılırken, özellikle Kant buna karşı çıkarak, bir kişinin hem gözlemleyen hem de gözlemlenen olamayacağını öne sürmüştür.
  • Buna mukabele olarak ampirik psikoloji (gözleme ve deneye dayanan psikoloji) üzerinde durulur olmuştur.
  • Bu da davranışçı psikoloji (behavioral psychology), bilişsel psikoloji (cognitive psychology), deneysel psikoloji (tecrübî: experimental psychology) gibi şûbelerin doğmasına yol açmıştır.
  • Kant’ın bütün çabalarına rağmen, zamanla Sigmund Freud ve takipçileri içe-bakışı tekrar psikolojiye sokarak analitik (tahlilî) psikolojiyi gündeme getirmişlerdir. Bu paradigma da sonraları derinlikler psikolojisi (Jung), bireysel psikoloji (Adler), kendilik psikolojisi (Kohut) gibi birçok mezheplere bölünmüştür.
  • En sık rastlanan psikiyatrik hastalık olan depresyonun izahı için geliştirilen modeller devreye girmiştir.  1. Agresyonun Kişinin Kendine Çevrilmesi Modeli: Klâsik Freudiyen teoriye göre getirilen bu yaklaşım bütün depresyon vak’alarını izah edememektedir. Öfkeli, saldırganlık sergileyen depresyon hastaları buna örnek olarak gösterebiliriz. Ayrıca, bastırılmış (represe edilmiş: şuurdışında bastırılmış) veya refule edilmiş (sup­p­ression: şuurdan şuurdışına itilmiş) agresyonun ifâde edilmesinin yâni dışa vurulması­nın depresyonu iyileştirdiğine dâir gü­venilir bilimsel bilgiler de mevcut değildir. 2. Nesne Kaybı ve Depresyon: Bu model de bütün depresyon vak’alarını izah ede­me­mekte, her hastada mutlaka gerçek, sembolik veya hayâli bir nesne kaybı bulunamamaktadır. Bu mo­dele uyan hastalarda İnterpersonel Psikoterapi (İPP) daha çok faydalı olur. 3. Kendine Saygı (Özsaygı: Self-Esteem) Kaybı ve Depresyon: Egonun ulaşılamaz mâhiyetteki amaçlara ve hedeflere ulaşamamaktan dolayı narsisist zedelenmeye mâruz kal­ması, bunun da tha­nato­tik enerjiyi (klâsik psikanalizde bütün canlılarda ortak olarak bulunan yaşama içgüdüsüne Eros, ölüm içgüdüsüne de Thana­tos denir) ha­rekete geçirmesi mekanizmasını depresyonun ortaya çıkmasından sorumlu tutan bu model de kendine say­gının yüksek ol­duğu hipomanik, manik veya narsisist kişilerde belirgin bir hayat olayı yokken neden dep­res­yon gelişebildiğini yete­rince izah edememektedir. “Hakiki narsisistler asla depresyona girmez” şeklindeki klâsik dayatma da, teorilerin gözlemlere değil, gözlemlerin teorilere uydurulması çabasına bir örnektir. 4. Kognitif Model: Pensilvanya Üniversitesi’nden Aaron Beck’in ortaya koyduğu bu modele göre olumsuz düşünceler (kişinin kendisinin çaresiz, ümitsiz ve değersiz olduğunu düşünmesi gibi) klinik depresyonun temelini oluşturur. Bu, bir kognitif triada yol açar: Dep­resif hastalar kendi­lerini çâresiz hissederler, geçmiş ve mevcut olayları böyle yorumlarlar ve gelecekten bek­len­tileri de aynı olumsuzluğu taşır. Bâzı depresyon hastalarında etkili olan Kog­nitif-Davra­nışçı Psikoterapi’nin (KDP) geliştirilmesine esas teşkil etmiş olan bu mo­delin zayıf tarafları arasında zâten depresyondaki hastalarda gerçekleştirilen gözlemlere istinat etmesi ve -dolayısıy­la- yordayıcı (predictive) değerinin pek olmaması, bilhassa vejetatif belirtilerin nasıl ortaya çık­tığını izah edememesi sayılabilir. 5. Öğrenilmiş Âcizlik (Çâresizlik) Modeli: Gene Pensilvanya Üniversitesi’nden psikolog Martin Se­lig­man’ın geliştirdiği bu yaklaşımda geçmiş olumsuz yaşantıların birikimi sonucunda, yeni olumsuz durum­lar karşısında çâresiz kalmanın depresyonun sebebi olduğu ana fikri söz konusudur. Bu mo­delin de bütün depresyon hastaları için geçerli olduğunu iddia etmek güçtür fakat özellikle gene­tik yatkınlığı olan birey­lerde, zorlayıcı hayat olaylarının bu mental şemayı aktive edebileceğini öngörebilmesi açısından değerlidir. 6. Depresyon ve Pekiştirilme: Oregon’lu psikolog Peter Lewingston’un geliştirdiği bu modele göre depresif davranışların temeli uygun ve yeterli ödüllerin olmamasıdır. Bâzı ortamlar sürekli olarak kişileri ö­düllenme ve kendine olan saygısının pekişmesi fırsatından mahrum bırakmakta, bu da o kişi­leri müzmin bir sıkıntı, haz duyamama ve -kaçınılmaz ola­rak- yeis (ümitsizlik) hâline sok­mak­tadır. Bu yakla­şım daha ziyâde toplumsal bedbahtlığı açıklamakta ama depresyon için ye­terli görünmemektedir. Başka bir benzer yaklaşıma göre, hak edilmeyen ödüllere mâruz kal­ma kişinin kendine olan saygısını kaybetmesine yol açar; toplumsal becerilerin yetersizliği depresyona zemin hazırlar ve kişinin herhangi bir ortamdaki potansiyel ödüllendirmelere cevap verebilme kapasitesini kısıtlayan bu durum ken­dine olan say­gısının iyice düşmesine yol açarak depresyona sebep olur. Bu modelin zayıf ta­rafı, pekişti­rilme ek­sik­liğinin zaten depresif hastalığın kendisinin sebep olduğu toplumsal defisiti dik­kate al­mayıp, indirgeyici bir bakış açısı getirmesidir. Gene de, ödüllenme mekanizmasını işin içine so­karak, saf psikolojik modellerle biyo­lojik kavramlar arasında bir köprü oluşturmakta­dır.

Peter Lewingston’un bu yaklaşımı, beyindeki Ödüllenme Sistemi (mezolimbik sistem: nukleus akkumbens ile ventral tegmental alan arasındaki dopaminerjik ve peptiderjik devre) keşfedilince büyük değer kazanmış ve biyolojik psikoloji (biological psychology) akımı doğmuştur. John Huglings Jackson’un ve Penfield, Wilder [Graves]’ın lokalizasyon deneylerinin yerini günümüzde fMRI (functional magnetic resonance imaging) ve PET (positron emission tomography) teknikleri almış, bunu bilgisayarlı EEG ve manyetoensefalografi gibi teknikler de zenginleştirip sinir-bilimdeki (neuroscience) gelişmelerle beraber yorumlayarak değerlendiren biyolojik psikoloji hem normâl hem da anormâl akıl hâllerinin sentetik yorumunu bize sağlayan hoş bir mecra kazanmıştır. Son hâliyle de evrimsel biyolojiye sırtını dayamış bulunmaktadır.

Karl Popper’dan beri bilimin târifi “yanlışlanabilirlik” ilkesine oturtulmuştu. Son on yıllarda iyice netleşen kaos teorisi, puslu (fuzzy) mantık ve kuantum teorisi, belirsizlik ilkesi, holografik evren anlayışı, Hawking’in katkılarıyla M Teorisi ise rasyonalizmi kendine yol olarak seçmiş ortodoks bilim anlayışını derinden sarstı. Rûhanî psikoloji (spiritual psychology) anabilim dalları kurulur oldu.

Zâten hâlâ biyolojik belirteçlerden (markers) yana çok fakir ve tamama yakını uzman konsensüsleriyle (ittifakıyla) târif edilmiş “disorder”larla uğraşan, bu sebeple de yumuşak karnı a priori sırıtan psikiyatrinin işi iyice zorlaştı. Batı kültürüne göre hazırlanmış DSM ve ICD sistemleri diğer kültürler için asla yeterli olmuyor.

Çinliler kendi taksonomi ve nozolojilerini kurdular.

Üstün Hristiyan Beyaz Adam’ın bütün dünyayı kendine benzetme gayretleri tutmadığı gibi, geri de tepmekte.

Bütün bunların ortasında bunalan ve bilim olmaktan çıkıp dinleşmeye başlayan, mezhep ve tarikatları türemeye ve mevcut dinlerden, ideolojilerden artan bir ivmeyle etkilenmeye başlayan psikiyatriyi nasıl homojenize edeceğiz, nasıl önleyeceğiz bu entropiyi?

Yoksa iş zâten olacağına varacak ve hastalanmış psişenin pratisyenleri mi olacağız?

Amigdala deyince küfür sanan analitik yönelimli psikiyatrla, dinamik formülasyon deyince şaşkın şaşkın bakan biyolojik psikiyatrı nasıl yapıp da aynı lisanı konuşur hâle getireceğiz?

Psikiyatrinin bütünleyici, kucaklayıcı, negentropi yapıcı yeni bir paradigmaya ihtiyacı yok mu?

Bence var, hem de âcilen.

Yoksa danışanlarımızı, hastalarımızı elimizden kaybedeceğiz artan bir ivmeyle; ediyoruz da zâten.

İşte, evrimsel psikoloji (evolutionary psychology) ve evrimsel psikiyatri (evolutionary psychiatry) böyle bir holistik çerçeveyi bize sunar gibi gözükmektedir.

Sinirbilimini, beyin görüntülemelerini, klinik ve deskriptif psikiyatriyi, analitik ve dinamik psikiyatriyi, kültürel psikiyatriyi bütün inanç sistemlerine de saygıyı koruyarak kucaklama ihtimâlini bizlere sunmaktadır.

Randolph M. Nesse’nin ifâdesiyle (2002), “evrimsel biyoloji psikiyatrinin temel bilimi hâlini almıştır” ve evrimsel çerçeve de psikiyatrinin yeni paradigması olmuştur.

Mehmet Kerem Doksat – 13 Kasım 2006 Pazartesi

”Yüzlerimizin Ve Gözlerimizin Rengi Ne Olursa Olsun Akan Göz Yaşlarımızın Rengi Aynıdır”….

 

Çok satanlar-Türkiye


1 Sonuncu / Tahsin Yücel

Tüm ömrünü hatta servetini daha önce yazılmamışı yazmaya adayan adayan Selami Harici’nin sıradışı hikâyesi.

2 Muz Sesleri / Ece Temelkuran
Ece Temelkuran’ın deyişiyle bu kitap onun ilk aşk romanı. Yazar, kalplerin yağmalandığı yerden Ortadoğu’dan sesleniyor okurlarına.

3 Brida / Paulo Coelho
Usta romancı Paulo Coelho, çarpıcı bir aşk sunuyor bizlere. Kitap, güzel bir İrlandalı kızın ve onun bilgiye erişme çabasının tutku, gizem ve esriklik dolu hikâyesini anlatıyor.

4 Gönderilmeyen Aşk / Nermin Bezmen
Kalp Ağrısı, Halide Edib Adıvar’ın en duygusal romanlarından biri. Güçlü, çekici genç kız Zeyno ve 1900’lerin ilk yıllarında İstanbul, romanın baş kahramanları.

5 Kalp Ağrısı / Halide Edip Adıvar
Kalp Ağrısı, Halide Edib Adıvar’ın en duygusal romanlarından biri. Güçlü, çekici genç kız Zeyno ve 1900’lerin ilk yıllarında İstanbul, romanın baş kahramanları.

6 Küçük Arı / Chris Cleave
Çok satanlar listelerinde dünya çapında başarı yakalayan kitap, yaşamları kaçınılmaz bir şekilde çarpışan iki kadının ilginç hikâyesi üzerine kurulu.

7 Lâl / Ayşe Kara
“Müslümanlar kültür-sanat ve ‘aşk’tan uzak” eleştirilerine karşı aşk temelli bir estetik İslam algısı öneren bir kitap Lal.

8 Her Şeyin Sonundayım: Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları / Burak Fidan
Tezer Özlü’nün edebiyatla bütünleşmiş kişiliğinin izlerini bu kez çok yakın bir dostuna, yine edebiyatçı olan Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplarda buluyoruz.

9 227 Sayfa / Murathan Mungan
227 Sayfa, Murathan Mungan’ın okuduklarından, seyrettiklerinden, dinlediklerinden ve düşündüklerinden süzdüğü irili ufaklı notlardan oluşan keyifli bir kitap.

10 Bu Yalan Tango / Selim İleri
Kitap, usta edebiyatçının kaleminden son yüzyılın hemen her devrine tanıklık eden bir roman.
(pandora.com.tr)

ABD
1 The Shadow of Your Smile / Mary Higgins Clark
2 Oprah / Kitty Kelley
3 The Girl with the Dragon Tattoo / Stieg Larsson
4 The Help / Kathryn Stockett
5 The Big Short / Michael Lewisv
6 The Girl Who Played with Fire / Stieg Larsson
7 Changes / Jim Butcher
8 Chelsea Chelsea Bang Bang / Chelsea Handlerc
9 The Last Song / Nicholas Sparks
10 Caught / Harlan Coben
www.nytimes.com
(The New York Times)

İngiltere
1 The Pacific / Hugh Ambrose
2 The Good Man Jesus and the Scoundrel Christ / Philip Pullman
3 Against All Odds / N-DUBZ
4 Caught / Harlan Coben
5 The Big Short / Michael Lewis
6 61 Hours / Lee Child
7 1000 Years of Annoying the French / Stephen Clarke
8 9th Judgement / James Patterson, Maxine Paetro
9 Road to the Dales / Gervase Phinn
10 Solar / Ian McEwan
(The Sunday Times)

Fransa
1 Les écureuils de Central Park sont tristes le lundi / Katherine Pancol
2 La méthode Dukan illustrée / Pierre Dukan
3 Le crépuscule d’une idole / Michel Onfray
4 La fille de papier / Guillaume Musso
5 Méditer / Jon Kabat-Zinn
6 Nietzsche / Maximilien Le Roy, Michel Onfray
7 Lise et Lulu /Lise Levitzky
8 Comment j’ai liquidé le siècle / Flore Vasseur
9 On n’arrête pas la connerie, avec l’intégrale des Pensées / Jean Yanne
10 Twilight La seconde vie de Bree Tanner /Stephenie Meyer
(FNAC)

Kırmızı Şaraplı Risotto :

Malzemeler : Pirinç 400 gr Tereyağ 75 gr Rende peynir 100 gr 1/2 litre kırmızı şarap Yarım kuru soğan 3 diş sarımsak Tavuk suyu

Hazırlanışı : Sarımsağı tereyağ ile kızartıp tencerenizden çıkartın. Küp küp ince kestiğiniz soğanları yağa ilave edin ve iyice öldürün. Pirinci ilave edip, pirinçlerin ortası nerede ise transparan olana dek kavurun. Isıttığınız tavuk suyunuzu yavaş yavaş pirince ilave edin, kepçe kepçe ekleyin ve karıştırarak çektirin. Daha sonra şarabı ilave edip kaynamaya bırakın. Tüm şarabı çekince pirinç peynirinizi ilave edin, karıştırın ve servis yapın.

Şarap Soslu Gulaş :

Malzemeler :

 350 gr gulaş 1 adet kuru soğan 6 adet domates 2 çay bardağı kırmızı şarap süslemek için taze maydanoz 1 tatlı kaşığı kırmızı biber 2 tatlı kaşığı sıvı yağ

Hazırlanışı : Etin 2 yüzü hafif kızarana kadar sıvı yağda çevrilerek soğanlarla kızartılır. Çekirdekleri çıkarılmış rendelenmiş domates, şarap, kırmızı biberler tencereye konur , et eklenir ve et yumuşayıncaya kadar pişirilir,servis sırasında üzerine doğranmış maydanoz serpilir.

Kırmızı Şarap Soslu Karides :

 Malzemeler : 1 kg jumbo karides 3 çorba kaşığı sızma zeytinyağı 6 diş sarımsak (Datça sarımsağı tavsiye ediliyor) 1 kg domates 1 su bardağı kırmızı şarap Maydanoz, birer tutam kekik, nane, kırmızıbiber Bira

Hazırlanışı : Karidesleri ayıklamadan bütün olarak yıkayın. Sonra biranın içine yatırıp 30 dakika bekletin. Büyük dişli Datça sarımsaklarını kalınca dilimleyin. Domateslerin kabuklarını soyup küp küp doğrayın. Derince bir tavaya zeytinyağını koyun. Sarımsakları ekleyip, 1 dakikaya yakın karıştırarak pişirin. Domatesleri ilave edin. Birkaç dakika sonra birada bekletilmiş karidesleri içine yerleştirin. Üzerine bir su bardağı kırmızı şarabı ekleyip 30 dakika kadar pişirin. Maydanoz yapraklarıyla süsleyip, servis yapın.

Dana Böbreği Şarap Soslu :

Malzemeler : 1 kg Dana Böbreği (yağları temizlenip yıkanmış ve dilimlenmiş) 1 Soğan (ince doğranmış) 1 Limonun Suyu ve Rendelenmiş Kabuğu 1 Tatlı Kaşığı Tuz 1 Çay Kaşığı Karabiber 1 Su Bardağı Hafif Tatlı Şarap 30 gr (2 çorba kaşığı) Tereyağı 250 gr Mantar (temizlenmiş) 125 gr (1/2 su bardağı) Acı Krema Baharat Torbası: 8 Sap Maydanoz 1 Fiske Kekik 1 Defne Yaprağı

 Hazırlanışı : Şarapta pişmiş mantarla hazırlanan şarap soslu dana böbreği, patates püresi ve sote taze fasulye ile servis edilir. Böbrek dilimlerini ateşe dayanıklı bir cam tencereye koyup üstüne soğan, limon kabuğu rendesi, tuz ve biberi koyup, limon suyunu, baharat torbasını ve şarabı ekleyiniz. Tencereyi harlı ateşe oturtup, ara sıra karıştırarak ısıtınız. Kaynamaya başlayınca ateşi kısıp yemeği 30 dakika pişiriniz. Bu arada, küçük bir tavada tereyağı eritiniz, köpükleri sönüp yağ kızınca, mantarları ekleyiniz ve karıştırarak 3-4 dakika kızartınız. Sonra tavayı ateşten alınız. Böbrekler pişince mantarları tencereye katıp karıştırarak kremayı ekleyiniz. Ara sıra karıştırarak, 5 dakika daha pişiriniz. Tencereyi ateşten alıp baharat torbasını çıkartıp atınız. Yemeği, içinde piştiği tencereyle servis ediniz.

Kırmızı Şarap Soslu Biftek :

Malzemeler : Et icin: 1 kg biftek 1 adet sogan 2 yemek kasigi salca 250 ml kirmizi sarap 250 ml su Margarin, sivi yag, tuz ve un Ispanakli Garnitur icin: Yarim kg ispanak 250 gr mantar 100 gram kasar peyniri Tuz ve karabiber

Hazırlanışı : Etlere tuz ve karabiber serperek,kizgin yagda kizartin.Pistikten sonra etleri tavadan alin.Ince ince dogradiginiz soganlari etlerden arta kalan yagda soteleyin.Uzerine un ve salcayi ekleyerek karistirin.Su ve kirmizi sarabida katin.Etleri tencerenin icine tekrar yerlestirin ve tencerenin kapagini kapatin.Kisik ateste iki saat kadar agir agir pisirin. Ispanaklari haslanmis suda birkac dakika bekletin.Daha sonra suzup hemen buzlu suyun icine atin.Mantarlari ince ince dograyin,margarinde soteleyin,tuz ve biber ekleyin.Ispanaklari ikiye ayirin.Ilk olarak ispanaklari firin tepsisine koyun.Uzerine mantarli karisimdan ekleyin,tekrar ispanakla kapatin.En uste kasar peyniri serpin.220 derecede 30 dakika kadar pisirin. Etleri hazirladiginiz ispanak ve patates puresi ile servis yapin.Afiyet olsun…

Şarap Soslu Bonfile :

 Malzemeler : 600 Gr Bonfile (4 parça) 2 Çorba Kaşığı Zeytniyağı 4 Patates (küçük) 4 Dal Fesleğen (kıyılmış) 1 Su Bardağı Süt 1 Tatlı Kaşığı Tereyağı Tuz Karabiber

Hazırlanışı : Etlerin pişmesi kısa süreceği için önce sosu hazırlayın. Sosun pişmesine yakın bir tavada zeytinyağı ile etleri kızartın. Şarap Sos: 1 Su Bardağı Kırmızı Şarap, 1 Çay Bardağı Soya Sosu, 1 Çay Kaşığı Bal. Şarabı bir tencerede kaynatın. Soya sosa bir çay kaşığı balı ilave ederek karıştırın ve şaraba ekleyin. Yaklaşık 20 dk kısık ateşte kaynatın. Patatesleri haşlayın. Haşlandıktan sonra kabuklarını soyup bir tencerede ezin, tereyağı, süt, tuz, karabiberi ekleyip 2 – 3 dk karıştırarak pişirin, ateşten alın. Fesleğeni ekleyip tekrar karıştırın. Tabaklara ikişer kaşık şarap sosu, üzerine patates püresini ve en üste bonfileleri koyun. Kalan sosu ( yaklaşık 2 çorba kaşığı ) bonfilelerin üzerine dökerek servis yapın.

Sote levrek, pazı şeritleri, kremalı Narince sosu :

Malzemeler : 4 levrek filetosu, kılçıkları ayrılmış ve derisi üzerinde 20 adet pazı yaprağı Şarap sosu için: 2 çorba kaşığı tereyağı 2 çorba kaşığı çok ince doğranmış kuru soğan 1/2 çay kaşığı dövülmüş sarımsak Bir bardak beyaz (Narince veya Chardonnay) şarap Bir bardak taze çiğ krema Bir tutam safran Tuz ve taze çekilmiş beyaz biber.

Hazırlanışı : Önce sosu hazırlayın. Orta boy bir tavada tereyağını eritin ve soğanlarla sarmısakları bu yağda yumuşayıncaya kadar iki dakika pişirin. Şarabı ilave edin ve yüksek ateşte sadece iki çorba kaşığı şarap kalana dek suyunu uçurun. Kremayı ve safranı ekleyip kaynatın, altını kısarak beş dakika daha kaynatın. Beyaz biberi ve tuzu ekleyin. Bu arada pazı yapraklarının ortalarındaki sert kısmı bıçakla iki tarafından keserek çıkarın. Pazıları birer parmak kalınlığında şeritler halinde doğrayın. Bir tel süzgece koyup eviye içinde üzerlerine iki bardak kaynar su dökün. Levrek filetoları káğıt havlu ile kurulayın ve derili yüzlerine tuz serpin. Büyük boy bir yapışmaz tavayı kızdırdıktan hemen sonra içine çok az zeytinyağı dökün. Levrekleri derili yüzleri önce olacak şekilde tavada dört dakika pişirin, sonra çevirip diğer yüzlerini de bir dakika pişirin. Servis için: Önceden ısıttığınız tabakların ortasına pazı şeritlerinden bir tomak yapıp yerleştirin. Etrafına kremalı şarap sosunu gezdirin. Pazıların üzerine derili yüzleri yukarıya bakacak şekilde birer adet balık filetosu oturtun. Sosun üzerine taze dereotu yaprakları ve soyulmuş domates küpleriyle dekor yapın. Kullanacağınız şarabın kaliteli olması önemli, zira sosun hakim tadını verecek malzeme şarabın kendisi. İçmeyeceğiniz şarabı kesinlikle sosta da kullanmayın.

 Fesleğenli Mozzarella Salatası

Malzemeler: 1 paket mozzarella peyniri 2 adet domates 1/2 demet taze fesleğen 1/2 çay bardağı sızma zeytinyağı 1/2 limon suyu 1-2 diş sarımsak Tuz

Hazırlanışı: Çok basit. Peynirleri ve domatesleri halka halka dilimleyin. Fesleğeni çok ince kıyın. Sarımsakları ezin. Zeytinyağı, sarımsak, limon suyu, tuz ve kıyılmış fesleğeni karıştırıp domates ve peynir dilimlerinin üzerinde gezdirin.

Ö.Burak Küçükebe MD

Bilim dünyası erkekler için alarmda… En büyük neden stres ve çevre kirliliği…

 Son zamanlarda bilim adamları kendi deyimleriyle ‘küresel ısınma kadar ciddi’ olan bir konuyu tartışıyor. Tartışma konusu erkek neslinin geleceği.

Araştırmalara göre 1950’lerde erkekteki sperm sayısı 250 milyonken çevre kirliliği, stres ve tarımda kullanılan hormonlar nedeniyle 20 milyona düştü.

Üstelik yapılan araştırmalar 18-25 yaşları arasındaki her 5 erkekten birinin spermlerinin sağlıklı olmadığı hatta bu durumun kısırlığa gittiğini gösteriyor.

Kısırlık artıyor

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelindeki çiftlerin yüzde 40’ı kısırlık tedavisi görüyor. Bunların yanı sıra DNA’larda erkek cinsiyetini belirleyen ‘y kromozomu’ da gittikçe küçülüyor.

Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi Profesörü Niels Skakkebaek “Tüm bu veriler erkek neslinin tükenmeye doğru yol aldığını gösteriyor. Böyle giderse birkaç nesil sonra dünyada erkek kalmayacak” dedi.

Badem, fındık ve cevizin kolesterol oranının düşmesine katkı sağladığı bildirildi.

  Archives of Internal Medicine adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, içeriğinde bitkisel protein, mineraller, çinko, kalsiyum, vitamin, antioksidan ve magnezyum bulunan bu kabuklu 3 kuru yemiş insan sağlığı için son derece faydalı.

Araştırma fındık, ceviz ve badem gibi kuru yemişlerin vücutta yağ alımını artırdığını, ancak bu yağların diğer yağlardan farklı olduğundan kolesterol içermediğini ve böylece vücuttaki kolesterolün düşmesine de katkı sağladığını ifade ediyor.

Araştırma, 7 ülkede, kolesterolü yüksek veya düşük 583 kadın ve erkekte yapılan deneyleri kapsıyor.

Araştırmaya göre, deneye tabi tutulan ve kolesterol düşürücü statin grubundan ilaç almayan kişiler, ortalama 67 gram badem, ceviz gibi kabuklu yemiş tükettiler.
Sonuçta, bu kişilerin kanındaki LDL veya “kötü kolesterol” ortalama yüzde 7,4 azalırken, HDL veya “iyi kolesterolün” yüzde 8,3 artığı tespit edildi.
 

Gereksiz alınan mide ilaçlarının, milyonlarca kişiyi bu ilaçların yol açtığı önemli yan etki riskiyle karşı karşıya bıraktığı bildirildi.

 Daily Mail’in haberine göre, milyonlarca kişi ciddi yan etkileri olan pahalı mide ilaçlarıyla tedavi ediliyor.

Ülser, reflü, gastrit ve mide yanmasının tedavisinde kullanılan PPI (proton pompası inhibitörleri) türü ilaçların yan etkileri üzerine yapılan araştırmalar, yazılan reçetelerin yarısı ila üçte ikisinin “gereksiz” olduğunu gösteriyor.

Araştırmalar, PPI’ler çeşitli vakalarda etkili olsa bile, yan etkisi daha az olan ucuz bazı başka ilaçlar da aynı neticeyi verebileceği halde PPI’lerin aşırı kullanıldığına dikkat çekiyor.
Bu tür ilaçların zatürree, osteoporoz, kemik kırılması ve böbrek sorunları riskini artırabileceği belirtiliyor.

 

“Cephanelikteki en üstün silah”

British Medical Journal’da yayımlanan bir rapor, doktorların “cephanelikteki en üstün silahı” kullanma düşüncesiyle hafif derecede mide hastalığı olanlara dahi evvela bu ilaçları yazdıklarına dikkat çekiyor.

San Francisco Halk Sağlığı Dairesi’nden Dr. Mitchell Katz da “Archives of Internal Medicine” dergisindeki yazısında, PPI’lerin aşırı kullanımının önemli bir problem teşkil ettiğini belirtti.

Katz, “Proton pompası inhibitörleri, sindirim güçlüğüne tartışmasız iyi gelir ama ne pahasına? Burada bahsettiğim para değil” dedi.

 

Araştırmalar

ABD’de yapılan bir araştırmada, PPI’lerin yan etkilerine dikkati çeken araştırmalar incelendi.

50-79 yaş arası 162 bin kadın arasında yapılan 8 yıllık araştırma, ilaçların omurga ve el bileği başta olmak üzere kırık riskini artırdığını ortaya koydu.

PPI’lerin midenin asit salgısını azaltmasının, vücudun kalsiyum emilimini düşürdüğü, bunun da kemiklerin zayıflamasına yol açtığı düşünülüyor.

Bir diğer araştırma, Clostridium Difficile (C.diff) koliti tedavisi gören 1200 hastanın yüzde 42’sinde, PPI’lerin kullanılması halinde hastalığın tekerrür etme riskinin bulunduğunu ortaya koydu.

Son 5 yılda hastanelerden taburcu olan 100 bin hasta üzerindeki bir başka araştırma da PPI’lerin yüzde 74 oranında C.diff enfeksiyonunun artmasına yol açtığını gösterdi.
Doktorlar, PPI’lerin mide asidini azaltmak için kullanılmalarının, kolitin midede daha kolay hayat bulmasını sağladığını belirtiyor.

Bir başka araştırma da PPI’lerin bakterilerin yol açtığı zatürree riskini artırdığını ortaya koydu.

Ayşe Kulin’in Prof. Dr. Türkan Saylan’ın hayatından bir kesiti kaleme aldığı ”Tek ve Tek Başına Türkan” romanı, tiyatro eserine dönüştürülecek.

İstanbul– Romanın tiyatro eserine dönüştürülmesi projesi kapsamında Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde bir toplantı düzenlendi. Toplantıya katılan tiyatro oyuncusu Dilek Türker, ”Türkan Saylan’ın hayatını anlatan Ayşe Kulin’in eserini tiyatrolaştırmak ve hayata geçirmek için bir araya geldik. İsterim ki; Türkiye’de Türkan hocayı tanımayan kimse kalmasın. İnşallah onun sevgi dolu hikayesini herkese anlatabiliriz” diye konuştu.

”Tek ve Tek Başına Türkan” projesinde farklı enerjilerin buluştuğunu söyleyen Türker, ”Bu eserin dünya prömiyerini 29 Ekim’de Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yapacağız” dedi.

Türker, sahneye konulacak oyunun uzun yıllar oynayacak sürprizlerle dolu iddialı bir proje olduğunu, oyunda dans, müzik ve görsel efektlerin kullanılacağını, kendi oyunculuk serüveninde de bu rolün bambaşka anlamlar taşıdığını sözlerine ekledi. Romanın yazarı Ayşe Kulin de ”Türkan Saylan gibi hissederek hayata katılmak hepimiz için ilaç olacaktır” dedi. Toplantıya, yönetmen Hakan Altıner ile metin yazarı İpek Altıner ve Maltepe Belediye Başkanı Mustafa Zengin de katıldı.



Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’nın Akademisyenlerin askerlik hizmeti verirken sadece bulunduğu bölgede değil, ihtiyaç duyulan yere giderek eğitim vermesi şartıyla askerlik hizmetini tamamlaması konusunda yeni bir çalışma başlatmasını olumlu bir adım olarak karşılıyorum.

YÖK başkanı her fırsatta öğretim üyesi ihtiyacı olduğunu söylemektedir. Bu uygulama ile ihtiyacın bir kısmı geçici bir sürede olsa karşılanabilir. Yeni kurulan tıp Fakültelerindeki öğretim üyesi ihtiyacının karşılanması için Mart 2009’da öğretim üyelerine rotasyon önerilmiş, bu girişim ciddi tepkiler almış ve danıştay tarafından da yürütmesi durdurulmuştu.

Bir taraftan yeni kurulan tıp fakültelerindeki öğretim üyesi ihtiyacının karşılanması için formüller üretilirken, diğer taraftan 18 Temmuz 2009 tarihinde yayınlanan uzmanlık ve yan dal uzmanlık tüzüğüne göre daha önce yan dal eğitimi almış halen üniversitelerde öğretim üyesi (Doç veya Yrd.Doç) olan doktorlar Sağlık Bakanlığı Tarafından Devlet Hizmet Yükümlüsü olarak devlet Hastanelerine veya eğitim araştırma hastanelerine atanmaktadırlar. Sağlık Bakanlığının bu atamalarda adil davrandığı da söylemez, bazı öğretim üyeleri kendi üniversitelerine Devlet Hizmet Yükümlülüsü olarak atanmakta iken bazıları Sağlık bakanlığı hastanelerine atanmaktadır. Sağlık Bakanlığı kadrolarına geçen öğretim üyelerinin hem özlük haklarında kötüleşme olmakta hem de hastaneleri alt yapısı yeterli olmadığı için verimlilikleri düşmektedir. Henüz öğretim üyesi olarak atanmamış fakat akademisyen olmak için tüm şartları yerine getirmiş olan çok sayıda uzman veya yan dal uzmanı da zorunu olarak devlet hizmet yükünlülüsü olarak atanmaktadır. YÖK’ün bir taraftan tıp Fakültelerine öğretim üyesi bulmanın formüllerini ararken diğer taraftan mevcut öğretim üyelerine ve öğretim üyesi olmak isteyen uzman/yan dalı uzmanı doktorlara sahip çıkmaması enterasandır.

Sağlık Bakanlığının halen uygulamakta olduğu ”Devlet Hizmet Hükümlüğü” uygulaması nedeniyle 19-20 yaşında tıp fakültesine giren bir öğrencinin tıp eğitimi, uzmanlık eğitimi, yapmış ise yan dal uzmanlık eğitimi, bu eğitimlerin her biri için ayrı ayrı olarak yaptığı devlet hizmet yükümlülükleri ve erkek ise askerlik hizmeti ile birlikte Yrd. Doç atanabilme yaşı yaklaşık 40-42’yi bulmaktadır. Artık tam gün uygulaması ile öğretim üyelerinin tatmin edici bir para kazamayacakları da dikkate alınır ise kimsenin bu yaştan sonra öğretim üyesi olmak isteği kalmayacaktır. Ayrıca, 42 yaşından sonra akademik hayata atılmak ve verimli olmak mümkün de değildir.

YÖK’ün askerlikle ilgili adımını olumlu karşılamakla birlikte aynı uygulamanın ”devlet hizmet yükümlüsü” olan öğretim üyeleri ve öğretim üyesi olmayı düşünün uzman doktorlar içinde yapılması için girişimde bulunulması gerektiğini düşünüyorum. Öğretim üyeleri devlet hizmet yükümlülüklerini üniversitelerde yapmalılardır, bu hak tüm öğretim üyelerine yönetmelik değişikliği veya genelge ile eşit şekilde tanınmalıdır. Sağlık bakanlığının insiyatifine bırakılır ise (halen bu şekilde uygulanmakta) adaletsiz atamalar yapılmaktadır.

Akademisyenlerin veya akademisyen olmak isteyenlerin kendi üniversitlerinde (veya kadrosu kendi üniversitesinde kalmak şartı ile ihtiyaç duyulan üniversitelerde) devlet hizmet yükümlülüklerini yerine getirmeleri mevcut öğretim üyesi ihtiyacının azaltılmasına katkıda bulunabilir, mevcut akademisyenlerin üniversitelerde kalmasını sağlar, akademisyen olmak isteyen kişi sayısının artmasına neden olabilir.

Yrd. Doç Dr Veli YAZISIZ

Hasta bir numaralı önceliğe sahiptir. Onun yararlarını öncelikle gözet.
Hastanın rahatlığı ve güvenliğini temin et.
Amaç, hastaya hizmet etmektir, hukuksal güvence sağlamak değil.
Hastaya devamlı cevap ver.
Sorduğu her soruyu cevapla.
Hem duygusal hem olaylara ilişkin sorularını cevapla.
Sormasa bile hastaya her şeyi anlat.
Kötü haberleri duymak istemiyorsa, hastayı bunları duymaya zorlama. Ancak bunları bilahare onunla tartışmaya gayret et.
Bilgi akışı, hastadan aileye doğru olmalı, tersine değil. Öncelikle hasta bilgilendirilmeli, o da ailesini bilgilendirmelidir.
Sadece kısmi bilgin varsa, bilginin kısmi olduğunu söyle.
Hasta ile ilişkinin daima süreceği esasından hareket et ve uzun süreli dostluk kur.
Göz teması kur.
Ne yaptığını anlat.
Meslektaşlarınla değil, hasta ile konuş.
Hastanın rahat oturmasını, yakın ilişki içinde olmasını sağla.
Büyük masalardan uzak dur.
Mümkünse hem hasta hem de hekim konuşurken oturmalıdır.
Dinle, karşılık ver, cesaretlendir.
Genel olarak, hastanın konuşmasını sağlamak, hekimin konuşmasından daha iyidir.
Senden önce hastanın konuşması için zaman ayır.
Buyurmaktan ziyade, görüş.
Tedavi, hekimin emri ile değil, uzlaşmanın sonucu olmalıdır.
Hastanın, hekimin gösterdiği seçenekler arasında seçim yaptığını hatırla. Notlar al ve yeni durumları aktar.
Durum değiştikçe, plan ve hedefleri değiştir.
Yeni bilgiler, durmana ve yeniden değerlendirme yapmana neden olmalıdır.
Ataletin etkisi altında kalma.
Asla yalan söyleme.
Ne hastaya ne yakınlarına ne de sigorta şirketine.
Sorumluluk al. Sorumluluğu hemşireye, asistanlara veya intörnlere yükleme.
Hata yaparsan, hastaya durumu anlat.
Düzeltilmiş olsa ve hasta sonuçta iyi olsa bile, hatayı saklama.
Bir meslektaşını korumak için hile yapma, aldatma.
Asla hastanı bir başkasına yükleme.
Ancak, kendi uzmanlığının yeterli olmadığı anda, hastayı bir başka hekime havale et.
Empati oluştur, kontrolü ver.
Kızgın ve sinirlenmiş hasta ve yakınlarıyla muhatap olduğunda, buna önem ver.
Çözümü bulmadan önce, sorun üzerinde uzlaş.
Hastaya tedavi önerisinde bulunmadan önce, kendi algılarını ve sonuçlarını anlat.
Aydınlatılmış onam, hastanın neyin yanlış olduğunu anlamasını sağlamalıdır.
Müdahale etmeden önce, hastanın ne anlattığından ve anladığın konusunda emin ol.
Harekete geçmeden önce mümkün olduğunca çok bilgi topla.
Çözüm önermeden önce, bazı detayları öğren.
Uygun olmayan tedaviyi seçme.
Hasta tedaviyi seçer, ancak kendisine gösterilen seçeneklerden birini seçmek durumundadır.
Hasta uygun olmayan, ancak bir şekilde duyduğu bir ilacı isterse, hastaya neden uygun olmadığını anlat ve başka bir alternatif öner.
Hastanın hastalığa yönelik ve dini inançlarına saygı göster.
Zararsız geleneksel uygulamaları kabul et. Onları tahmin et.
Görevin hastayı rahatlatmaktı r. Din de bunun bir aracıdır.
Araştırmalar, dua (ibadet) eden hastaların daha çabuk iyileştiğini göstermektedir.
Emin değilseniz, hastaya inancını sorunuz.
Aslolan ne kadar yaptığından ziyade, nasıl yaptığındır.
Doğru seçimler, insani, hassas ve hastanın yararını ön planda tutan seçimlerdir. Hastanın yakınlarına da kibar davran. Ancak hasta arzu ve yararlarının daha ön planda olduğunu unutma.
Önemli olan, hekimlerin gerçekten ne yaptığı değil, ideal bir hekimin ne yapması gerektiğidir.