Canım garip şeyler de çekiyor
Serdar Turgut, Akşam gazetesinden Habertürk’e transfer olduktan sonra bir de televizyon programına başladı. Popüler kültürü seviyor. Televizyon için acemi olduğunu söylüyor.
Hınzır ve arıza şeyler düşünmek ise onun için ayrı bir keyif. Derdi yazmak, yazabilmek. Başka bir şey değil. Son dönemde Fethullah Gülen ve cemaatler üzerine yazılarıyla dikkat çekiyor. Eleştirilere cevapları hazır. Demokratik açılım ve artan teröre de farklı bir perspektiften bakıyor. İşte anlattıkları…
– İlk aklıma geleni hemen sormak istiyorum ki o da Zaman gazetesine verdiğiniz bir röportajda kullandığınız “kültürel solculuk” kavramı. Buna ne anlam yüklüyorsunuz?
– Marksizmin yöntemine inanıp, Marksist siyasi mücadelenin içinde olmamak demek bu. Marksizm bilimsel bir yöntem, Batı’nın ürünü. Birçok sosyal olayı çözümlemek için kullanılabilir. Kültürel solculuk kısmını da ben uydurmadım.
– Her şeyi yazıyorsunuz. Sanırım haftada sekiz yazınız var. Siyaset, politika, magazin özellikle de popüler kültür. Dengeyi nasıl tutturuyorsunuz?
– Öyle bir derdim yok. Popüler kültürü seviyorum, okuyorum. Ciddi birikimim var, tarihini bilirim. Politik yazılarıma da popüler anekdotlar koyup, okumayı daha akıcı hale getirdiğimi düşünüyorum. Suya sabuna dokunmayan yazılar yazmak da ciddi emek, beceri ister. Bir işe inanırsanız onun hakkını verme kaygınız olur, bu da işinizden keyif almanız anlamına gelir.
– Cinselliğe epey takmıştınız. Müstehcenlik sınırında espriler yazıyordunuz. Sonra bıraktınız. Tepki mi geldi, sıkıldınız mı?
– Sıkıldım. O yönde espri yapmak artık kolay geliyor. Yeni şeyler deniyorum. Daha zor konularda mizahımı sınıyorum.
– Oluyor mu?
– Bazen, tam değil. Çalışıyorum…
– Televizyon programı da yapıyorsunuz.
Az sonra gideceğim maalesef.
– Niye maalesef?
– Bana uygun değil aslında. Yani bir konu hakkında yazmadan önce düşünme ve kurma fırsatınız var. Yazının yalnızlığı ve ıssızlığı içinde bir hikâye örgüsüyle bütünleşirsiniz. Televizyon ise anlık, tüketiliyor. Düşünme zamanı yok. Elbette pek düşünmeye ihtiyacınız da yok. Canlı yayın tehlikeli. Ama kendimizi tutuyoruz.
– Ne kadar kavga o kadar reyting ama?
– Tartışma programları hoş değil. Tuhaf bir gerginlik solunuyor, konuşmalar dengesiz. Bir de enteresan olmak ister, doğru veya yanlış çarpıcı laf söyleme derdine düşerseniz vay halinize. Yani iş sidik yarışına dönüyor.
– Bu bir çeşit entelektüel cehalet değil mi?
– Televizyonda konuşmak için söylediğiniz şeyin arkasında düşünce olmasına gerek. Hiç bilmediğimiz bir konuda enteresan olabiliyorsunuz. “Bu bir cehalet demek mi?” derseniz bence değil, başka bir şey.
Cumhuriyet çocuğuyum
– Öyle bir yerdesiniz ki anlayamıyorum. Yeni Şafak, Zaman gazetesinde röportajlarınız çıkıyor. Cumhuriyet rejiminin eksiklerinden bahsediyorsunuz.
– Bu tamamen analizlerim sonucu ulaştığım nokta. Ciddi eksiklikler var. Bu eksikliğin giderilmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum. Çünkü gidermezsek onu kaybedeceğiz.
– Neler o eksiklikler?
– Cumhuriyetin inançla bağlantısının kopması mesela. Bakın din demiyorum inanç diyorum. Bunun ekonomik temelleri uzun bir hikâye. Cumhuriyet ilk döneminde kaynak kullanımı için köylüleri sömürdü, çünkü sömürülecek başka sınıf yoktu. Sanayi zaten çok uzaktaydı. Kalkınma için gereken değeri köylüler yarattı, kaynak sağladılar. Tüm bunlar olurken köyle sistem yabancılaştı ve inanç değeri yıprandı, eksik kaldı. Bu çatal günümüze kadar da darbeler, sağ-sol derken keskinleşerek açıldı. Şimdi ben özellikle CHP’nin inançla kopan bağı sağlamlaştıracağını düşünüyorum, yani arzuluyorum. Laik cumuhuriyetçiler buna tepki gösteriyor ama benim derdim laik Cumhuriyeti kurtarma ve uzun ömürlü yapabilmekten fazlası değil.
– “Cumhuriyet bir başarısızlıktır” demeniz de bu yüzden mi?
– Evet bu konuda başarısız. Bir diğer konu da elbette ki Kürtler. Terör durmuyor, kan akıyor, korkarım ki akacak da. Mesela ben Doğu Karadeniz’de saldırıların artmasını bekliyorum.
– Neden?
Biz, Karadeniz’in güvenliği için Rusya ile bir ortaklık kurduk. Amerika buna kızıyor. Bölgenin karışması gerekiyor bu yüzden. PKK’nin bundan sonraki saldırılarının Doğu Karadeniz’de olacağı kanısı var bende. Demokratik açılım deseniz yeterli ve gerçek bir şey yok ortada. Bu insanlar niye dağda, güçlü Türk ordusu niye bunları bitiremiyor diye sorup durursanız işe samimi yaklaşmazsınız. Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesi gerekli. Kürtler ne istediklerini biliyor. Dertleri de bu ülkeyi bölmek değil. Özerklik konusunda konuşulması gerekli. Sorunsuz yaşayabiliriz, yeter ki isteyelim. Bir de Türkiye terörü gerçekten bitirmek istiyor mu bunu da bilemiyorum. Soru işaretlerim var. Sürekli dağları taşları döven savaş görüntülerini izliyoruz. Bunlar sorunun çözülmesine hizmet etmiyor. Oturup konuşmak gerekli
– “Teröristlerle masaya oturmak” olur mu?
– Tüm dünya bunu yaptı. Konuşmadan, öldürerek çözemiyorsunuz işte, ortada her şey… Güçlüyken konuşacaksınız, kozlar elindeyken konuşacaksınız. Diğer türlü korkak durumuna düşersiniz.
– Peki, ya Gülen ve cemaatlere yakınlaşmanız. Bunu nasıl açıklıyorsunuz kendinize?
– Bu bir yakınlaşma değil. Gülen’in bu değişimde yeri olacağını düşünüyorum. Umarım yanılmıyorumdur. Yani onu okudum, kritik anlarda açıklamalarına baktım. Rejime karşı tutumlarında dengeliler. Elbette kafalarındaki hedefe ulaşırlarsa her şeyi değiştirebilirler. Dinci tarafta sert ve keskin zihniyetler korkutucu. Ama daha yaşanabilir bir hayat için belki bu onlar denenebilir diyorum. Ben Cumhuriyet çocuğuyum, derdim Cumhuriyetin zarar görmesinin önüne geçmek. Benim yazıları bir bütün olarak okumuyor insanlar. Başını okumadan sonuna bakarsanız olmaz. İçinden bir cümle çekip sözü söylemek istediğiniz yere getirdiniz mi orada bir riyakârlık var demektir. Diyorlar ki “yaşı ilerledi ölüm korkusu mu sardı?” Yok canım! Yaşım düşünmemde olgunluk yaşı; 55. Her şeyi sentezlediğim bir yaştayım. Ölüm korkum olsa dindar olurdum ki hiç değilim.
Arıza şeyler düşünmek beni rahatlatıyor
– Rojin’e hakaret davası sonuçlandı. Hapis cezası aldınız, para cezasına çevrildi. Şimdi dönüp baktığınızda ne düşünüyorsunuz?
– Kesinlikle yanlış anlaşıldım. Bir militan hikâyesi yazıyordum, eşkıya davranışını betimliyordum. En büyük hatam ona bir isim koymaktı. Aklımda hakaret yoktu. Olayı bazı örgütler devir aldı. Kendini demokrat sunan örgütler bunu kadına karşı bir saldırı, etnik kökeni bir taciz olarak değerlendirdiler. Bundan keyif alanlar da oldu.
– Sormadan edemiyorum. Helin Avşar röportajınız vardı, pedikür falan… Bir an o sahne geldi aklıma. Neden, gerek var mıydı?
– Ben en ciddiyi yaparken bile kafamın bir kompartımanında hınzırlığımı tutuyorum. Helin’i de kırmadım. Ayak fetişisti teması üzerinde pedikürü benim yapmam bile söz konusuydu. Az daha bu teklifi de kabul edecektim. Belki başka zaman! Arıza şeyler düşünmek beni rahatlatıyor.
– Bu hoşunuza gidiyor yani?
– Ben de insanım, düşünce üretmek üzerine varolan bir hayvan değilim. Canım böyle garip şeyler de çekiyor. Daha neler var aklımda neler ama sürpriz olsun…
– YÖK’te de çalıştınız, medyayı da iyi biliyorsunuz. İkisinin ortak noktaları neler?
– İkisi de cadı kazanı. Dedikodu seven, ölümcül rekabetle büyüyen yerler. Çok da fazla ciddiye almamak gerekli onları. Ben bir dönem çok zarar görüyordum. Şimdi yerim sağlam, canım yanmıyor da sıkılmıyor da… Eşek gibi çalışıyorum. Derdim yazmak, yazabilmek. Başka bir şey değil…