“Güneşle oyun oynar gibiyim bir ilkyaz sabahında… Şairin dediği gibi duru su, baharın, ilk çiceği toprak, filiz süren sessizliğe benzer. Bir bulut derinlerde biriken pınar gibi…”
İşte Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Hikmet Çetinkaya’nın bugünkü yazısı…
Güneşle oyun oynar gibiyim bir ilkyaz sabahında… Şairin dediği gibi duru su, baharın, ilk çiceği toprak, filiz süren sessizliğe benzer. Bir bulut derinlerde biriken pınar gibi… Franz Kafka’nın “Dava”sını okudum yeniden…
Ahmet Cemal’in akıcı Türkçesiyle Can Yayınları’ndan çıkan roman, umutsuzluğun, 20. yüzyılın, korku çağının kurtarılmasının olanaksızlığını anlatır. Korkunun egemenliği… Çaresizlik… Felaketin belirtileri… Kafka, Nazi zulmünü haber veren bir yazardır… “Şato” ve “Dava” bu ortamın nasıl bir altyapıya dönüştüğünü yalın bir dille anlatır. Çürüme, korku, umutsuzluk! Milyonlarca insan toplama kamplarında can verir… Yüz binlerce insan savaşlarda ölür… Bu çılgınlığı ilk sezen Kafka’dır. Kafka’nın romanları umutsuzluğu, hüznü yaşatır insana…
Kimileri bu yüzden pek beğenmezler… Zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük! Kafka, “Dava”da Josef K’nin bir sabah tutuklanış öyküsünü anlatır. Hangi suçtan tutuklandığını bilmez. Kafka’nın romanlarını Cumhuriyet okurlarına anlatacak değilim, pek çoğu mutlaka okumuştur… İnsanın içini kuşatan alevler, savunma hakkı, hangi suçtan yattıklarını bilmeyen bireyler. Kafka’nın çok sevdiğim bir sözü var: “Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı!” Yaşamın rengini düşünüyorum yazı masamın başında… Aşkı, acıyı, hüznü, özgürlüğü, eşitliği. Çağın çürümesini, çaresizliği, umutsuzluğu! Bir ülke “korku çağı”ndan geçmemeli!
Sindirilmiş bir toplum umursamaz olur… Bir boşvermişlik başlar… Bir bakarsınız yaşamın o renkleri birden yok olmuştur. Filiz süren toprak, filiz süren sessizlik. Bir bakışta göğün altında, ürkek çocuksu gözlerle. Bir ilkyaz sabahı gözlerini açtığında, kıbleden esen yelin kemerler arasında ıslık çaldığını anlarsın Odisseus Elitis’in “Çılgın Nar Ağacı”nda… Nar dolu kahkahalar atarak aydınlıkta sıçrayan, rüzgârın inadıyla, fısıltıyla, nar ağacını dinleyeceksin. Şafakta yeşeren yaprakların ışıltısıyla, bir zafer sevincinin renklerini coşturan… Elini yüzünü yıkayıp bahçeye çıkacaksın, düşlerini çoğaltarak… Hapislik günlerini düşüneceksin, mavi göğü, bulutların şarkısını anımsayacaksınız. Atilla Keskin’in “Herkesin Bir Deniz Gezmiş Öyküsü Vardır” kitabını (Tekin Yayınevi) okuyacaksın. 68’lilerle uzun bir yolculuğa çıkacaksınız… Bir yüreğin hızla çarpışı, devrimci bir ruhun isyanı… Başını göğe çevirdiğinde kırlangıçların havada yaylar çizerek uçtuğunu göreceksin sabah sabah… Bir iç çekişi göreceksin Nedret Gürcan’ın “Aşka ve Yaşama Sunulmuş Şiirler” (Hayal Yayınları) kitabında… Kendi kendine mırıldanacaksın: “Ağaçlar gölgesini çekiyor üstümüzden Rüzgâr bulutları emziriyor Çamları okşuyor, akasyayı da Cılız yapraklar düşüyor ……… Geyikler sokuluyor yanımıza Buğulu gözleriyle bakıyorlar Birden hüzün işliyor Hüzün soluyor koca orman…” Elimde Paulo Coelho’nun “Brida”sı (Can Yayınları) var… Kendi yazgısını arayan Brida… Bir keşif yolculuğunun öyküsü… Aşk, tutku ve gizem. Korkuların üstesinden gelmek nasıl bir duygudur? İrlandalı bir kızın bilgiye erişme çabası… Ölümsüz güneşin bin bir rengine büründüğü gün, sevdalanıp denizlere açılmanın öyküsü. Oturup düşünmek bunları bir pazar sabahı… Karadeniz’de bir kıyı kasabasında… Kafka’nın “Dava”sı 1914-1915 yıllarını anlatır… Umutsuzluk ve çaresizlik! “Şato” ve “Dava” Nazi zulmünü haber verir. Eğer okumadıysanız size de bugünlerde Kafka’nın bu iki kitabını okumanızı salık veririm! Yaşamın rengi kaybolur… Ben bu yüzden Elitis’in “Çılgın Nar Ağacı”nı okurum yaşamın rengini yeniden bulmak için… Ufukta doğan bir umudu haykıran nar ağacını. Bilinmedik kıyılara uzanırım denizdeymiş gibi… Güneşin kucağına esrik kuşlarını serpen, en gizli düşlerimizin bile üstüne kanat geren, Nisan’ı severim!