Sözü bize, hepimize…
İnsan, ömrüne neler sığdırabilir? Bu elbette kendisine bağlı. Dile kolay tam 80 yıldan söz ediyoruz. Karşımızdaki isim Erdal Atabek. Hayatını insanı anlamaya, insanı insana anlatmaya adamış bir emekçi. Hepsinden önemlisi sorumluluğunun bilincinde bir aydın. Dolayısıyla sözünü esirgemiyor; sevgi diyor, insan, emek ve çalışma diyor. İnsanın kirletilmesine, hayatın zedelenmesine; kişinin kendisine, insana, doğaya ile dünyaya yabancılaşması ve yabancılaştırılmasına karşı çıkıyor. ‘Güzel yaşayın’ çağrısında bulunarak herkese, hepimize sesleniyor.
Kitap / Cumhuriyet– ‘Çağın tanıklığıyla sanıklığı iç içedir artık. Sanık olmayı göze almadan tanık olmak olanaksızlaşmıştır.’
‘İnsan olmanın sonu yok. İnsan olmanın sonu olmaması ne güzel. Yazarak insan olmak, okuyarak, dinleyerek, çalışarak ve insanla insan olmak, ne güzel.’
‘Özgürlük bu parmaklıkların dışında mı? Hayır, bin kere hayır. Özgürlük kafalarda, yüreklerde. Nerede olursan ol. Aklın özgürse, yüreğin özgürse, özgürsün. Aklın özgür değilse, yüreğin özgür değilse, tutsaksın. Hepsi bu.’
Erdal Atabek
Felsefeyle az biraz haşır neşir olanların zihninde kalmış olmalı: Sokrates’in en önemli buyruğu ‘kendini bil’dir. ‘Kendini bilmek’, bir yerde ‘haddini bilmek’ demek. Aynı zamanda ne bildiğini, beri yandan da (belki de asıl olarak) ne bilmediğini bilmek. Burası önemli. Çünkü ne bilmediğini bilmek insanın kendini tanımaya başlamasının ilk adımı.
Ne bilmediğini bilmek, başka insanların ne bildiğini veya bilmediğini anlamamak demek öte taraftan. Sonuçta, insan bu buyruğu yanına aldığında, hem kendini hem de başkalarını (kendi dışındakileri) anlamak için yola çıkar.
Kendini ve etrafındakileri anlamak ince bir iş. Gülten Akın, zamanında ne demişti: ‘Ah kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya…’ İnsanı anlamak da aynı incelikte. Peki, ya anlatmak? O da zaman ve emek isteyen bir şey. İnsanı anlamak zor, ama insanı insana anlatmak belki daha zor. Bu zorlu yola giren kaç kişi var çevremizde? Şöyle bir bakın, bir tanesi yıllardır size sizi; daha doğrusu bize bizi hatta bize kendimizi anlatmaya çabalıyor. Kimden mi bahsediyoruz? Erdal Atabek’ten. Yaşamöyküsüne bakmak, eserlerine ve yazılarına göz atmak bile çabalarının anlamını ortaya koyuyor.
Atabek, 1930’da Adapazarı’nda doğar. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdiğinde yıl 1948’dir. Birincilikle bitirilen lisenin ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girer. Ardından tıp doktoru olarak göreve başlar. 1965’te ilk yazısı Milliyet’te yayımlanır. Atabek o yıldan bu yana pek çok görev de üstlenir: Türk Tabipleri Birliği başkanlığı, Sosyal Güvenlik Bakanlığı müsteşarlığı, Müjdat Gezen Sanat Merkezi iletişim danışmanlığı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sosyal Psikoloji öğretim görevliliği… Tüm bu görevlerinin yanında politik duruşunun ‘ödülünü’ 12 Eylül’de Barış Derneği davası nedeniyle yargılanarak alır ve sonra diğer tüm sanıklarla beraber beraat eder.
1966’da düzenli olarak yazmaya başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını ‘2000’li Yıllarda’ isimli köşesinde sürdürüyor Atabek. Siyasal ve toplumsal konularla birlikte eğitim, gençlik ve kişisel gelişim gibi temalarla bireylere yol göstermeyi amaçlıyor. Değişen toplumsal yapı ve değerler içinde aile, ergen ve genç etkileşimleri alanlarına yoğunlaşan Atabek, yazı, kitap ve konuşmalarıyla değişen birey ile toplumu anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.
Sevgiden ve insandan yana olmak
Dedik ya anlatmak, hele insanı insana anlatmak daha zor diye; söyleyecek sözü bulunan insan olmanın da güçlükleri var. Bu, aynı zamanda bir şeylerden kaygı duymak veya rahatsız olmak demek. Elbette birilerini rahatsız etmek de…
Aslında söyleyecek sözü olmak, biraz da aydın olmanın sorumluluğunu sırtlanmak anlamına geliyor. Sesini kısmaya çalışanlara inat, konuşmak; mücadele etmek, doğru bildiğini söylemekten vazgeçmeyip insanı bağımsız birey (özne) haline getirecek yola iteklemek… Atabek’in yazı ve kitaplarını okuyup konuşmalarını dinleyenler bunlarla ne denmek istediğini hemen kavrayıverir.
Atabek’in Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık adlı kitabındaki ‘bize öğretilen yanlışlara karşı başkaldırmamız gerekiyor, söylenen yalanlara karşı da; duygularımızı korumak, geliştirmek ve açıklamak için daha çok başkaldırı gerekiyor’ deyişi de aynı aydın sorumluluğunun doğal sonucu. Çünkü Atabek’e göre ‘başkaldırı insana özgü’: ‘Başkaldıran insan, teslim olmayan, düşünen, irdeleyen, kuşku duyan, araştıran, karşı koyan insandır.’ Bunun için de ‘insan olma eğitimi’ zorunlu. Bu eğitim, ‘kişiyi düşündüren, ona güç katan ve kendini öğreten; doğayı, toplumları hayatı, dünyayı öğreten eğitimdir.’
Onun çağrısı, birey olmayı kışkırtmak en arı anlatımla. İnsanı insan, bireyi birey yapan bilinci ortaya koymak; onu harekete geçirmek, değerleri kaybetmemek… Kaygısı bu. Hayatımız ve Değerlerimiz başlıklı çalışmasında o nedenle ‘Değerlerimiz sürekli değişir mi?’, ‘Değer değişimi dünyamızı nasıl değiştirir?’, ‘İnsanlığın kalıcı değerleri yok mudur?’ gibi sorulara yoğunlaşıyor.
Sevgi ve sevmek için zar attığından olacak ‘Sevgiyi biliyor muyuz?’ diye sorup ekliyor: ‘Benim olmadığı zaman da sevmeyi biliyor muyuz? Benden olmadığı, benim gibi olmadığı zaman da sevmeyi?’ Sevgiden yana olmak, enikonu insana omuz vermek demek. Atabek’in ‘yaşamın binbir rengini istiyoruz, insan insana yaşamak istiyoruz’ seslenişi de aynı yoldaşlığın ürünü.
Sevgi ve insana yoldaş olmak Atabek’i, yaşam ve dürüstlüğün sularına çekiyor. Dürüstlüğü ‘gerçekleri kabul etmek’ diye tanımlayan Atabek’in buna düştüğü bir de dipnot var: ‘Dürüst olmak en başta cesur olmayı gerektirir.’ Bedeli ağır bu erdemi hayatın merkezine koymak günümüzde ne kadar olası? İnsan önce kendine karşı dürüst olmaktan vazgeçerse sonrasında neler yaşanır? Özsaygı yitimiyle başlayan süreç, yaşamın ayağının kayışına kadar varır.
Bunun çözümünü de sunar Atabek. Parçaları birleştirdiğinizde; yazılanları arka arkaya koyduğunuzda çözüm beliriverir: İnsan yetiştirmek… Dürüstlük Sevgili Çocuğum kitabında insan yetiştirmenin ne menem bir şey olduğunu ince ince anlatır: Yetiştirilecek insan ‘kendisinin, çevresinde olup bitenlerin farkında, kendisinde bu yaşananların sorumluluğunu duyan, yaşama kendi gücünü katabilen insan’dır.
Onun için insan yetiştirme sanatının yegâne amacı, kendini yöneten ve yönlendiren insana ulaşmak. Bu insan, Kendi Yurdunda Sürgünsün kitabına ismini veren yazıda betimlediği ‘para düzeninin sürgünü’ olmayan; hepsinden öte insana insan olduğu için değer veren; onu insan olduğu için seven kişidir.
Buradan bakınca Erdal Atabek’in gençlere neden ayrı bir parantez açtığını anlamak zor değil. Kuşatılmış gençliğe neden yaşama cesareti aşılamaya gayret ettiğini kavramak da kolaylaşır. ‘Daha çok gençsin’ sözü kulaklarda çınlarken, birden daima genç kalamadığını gören insana seslenmiş olur.
Kirlenmeyelim
Başta gençlere ve sonra ulaşabildiği herkese ‘kirlenmeyin’ çağrısı gönderiyor. Sözü, ‘insana duyarsızlaşıp’ kirlenenlere getirip ‘böyle olmayın’ diyor ve gerçeği gösteriveriyor: ‘Evet insan kirleniyor; duyguları, düşünceleri, umutları ve sevinçleri kirleniyor (…) Yaşama sevincimiz çıkarcılıkla kirleniyor; dünya herkesin kendi çıkarının peşinde koştuğu bir yaşama kavgasıyla kirletiliyor (…) Düşüncelerimiz şartlandırma ve baskılarla kirletiliyor; yaşama kavgasına düşürülmüş insan, günlük sorunlardan kurtulup da geniş ufuklara bakamıyor (…) Duygularımız önyargı, baskı ve korkularla kirletiliyor; günümüz insanı ‘duygusal davranmakla’ aşağılanıyor, duygularımızla davranmamamız gerektiği sürekli yineleniyor, duygularımıza yabancılaşıyoruz, bu duyarsızlığın adına da ‘gerçekçi olmak’ deniyor (…) Umutlarımız umutsuzlukla kirletiliyor; umut, boş beklentilerle karıştırılıyor, insanın yazgısını değiştirme gücü azaltılıyor, dünyayı değiştirme azmi kırılıyor (…) Mutluluk, yasak, tabu ve suçlulukla kirletiliyor; mutsuzluk kutsanıyor, insanlara başkalarının mutlu olmasından rahatsız olması gerektiği öğretiliyor (…) İnsan kirletiliyor, çevre kirliliği asıl burada…’
Atabek insan olmanın suçlanışını da tehlikeli buluyor. İnsan gibi yaşamanın ‘büyük bir suç’ gibi algılanışını eşelerken, bir anlamda yine düzen eleştirisine yöneliyor: ‘Ben insanım, insan gibi yaşamak istiyorum. Bu sadelikte bir amaç suçlanabilir mi? Evet suçlanabilir, belki de en bağışlanamaz suç budur. İçinde yaşadığımız düzen bu suçu şöyle tanımlar: Sen insansan ve insan gibi yaşamak istiyorsan, toplumun kurallarına boyun eğeceksin. Seni yaşatan emeğinse, çalışacaksın. Çok çalışacaksın, hep çalışacaksın ve sana verilene şükredeceksin. Daha iyi yaşamak istiyorsan, daha çok çalışacaksın (…) Sıkıntı mı çekiyorsun, kabahatli sensin (…) Aklını kullanamadın (…) İnsanım diyorsun ama insan gibi yaşamayı beceremedin, kabahatli sensin.’
Dile getirdiği bir tehlike daha var. Cehaletin sakıncası ya da ‘Tehlikeli Cehalet’: ‘Düşünmeye alışmamış beyinler oyalanıp gitmektedir, düşünen beyinlerin de bu durumu önlemeye gücü yetmemektedir. Tehlikeli cehalet, farkına varmadan bu tuzağın içine düşüp eğlenmektir. Bunu bilip de bilmezden gelen, görüp de çıkar sağlayanlar sonra da ‘işte özgürlük budur’ diyenlerse toplumun asıl belalarıdır. Bilmemiz gereken budur. Görmemiz, anlamamız gereken budur; mücadelemiz de bu olmalıdır.’
İnsanın hiçbir şeyi yoksa söyleyecek sözü olmalı. Sayfa dolsun, ağız laf yapsın diye değil, lakırdı olsun diye de. Bilgiden damıtılmış fikir burada bahsi geçen. Erdal Atabek yıllardır yazıyor, konuşuyor; bilgi ve fikirlerini paylaşıyor, uymuyor, uyarıyor; karşısındakinde bir görü yaratmak adına çabalıyor. Kısacası birden fazla söyleyecek sözü var. Zaten yıllar önce Sözüm Sanadır diyen de o değil miydi:
‘Gün gelir her şey değişir; gün gelir hapisteki insan çıkar, dışarıdaki hayata karışır (…) Gün gelir suç sayılan erdem, erdem sayılan suç olur. Gün gelir içerideki dışarıda, dışarıdaki içeride olur (…) İnsanlıktan sorumluluk duyduğu, ülkesini düşündüğü için suçlanan insanı gördüm (…) Onları suçlayanların kime hizmet ettiğini gördüm (…) Düşünmen gerekiyor, yalnız kendini değil bütün insanlığı (…) Yalnız bildiğini değil, bütün bilinenleri, seçim senin, karar senin; sen ki insansın, sözüm sanadır.’
Bize düşen, kendimizi bilerek; ne bildiğimizi ve ne bilmediğimizi tartarak Erdal Atabek’in söylediklerini anlamaya çalışmak. Bir de 80. yaşını kutlamak…