ATATÜRK, İNÖNÜ, HİTLER ve ERDOĞAN
Dr. Orhan Çekiç, Maltepe Üniversitesi
Başbakan Erdoğan’ın İsmet Paşa’yı Adolf Hitler’e benzetmesi geniş bir polemiğe yol açtı. Bunun hemen ardından Başbakan Erdoğan gazetecilere bu kez Atatürk’ün İsmet Paşa’ya gönderdiği 19 Şubat 1931 tarihli bir mektuptan söz ederek, “…Aaah Atatürk ah!…asıl siz bu mektubu bir görseniz!…” anlamında bir gönderme yapınca bütün basın bu mektubun peşine düştü ve ortalık karıştı ama Başbakan Erdoğan dahil herkes değerlendirmelerinde yanıldı.
Bu yazı işte bu yanılgıya işaret etmek için kaleme alındı…
Atatürk Konya’da tetkiklerde bulunuyordu. 21 Şubat 1931 Cumartesi günü İsmet Paşa’ya gönderdiği bir telgrafla (yani 19 Şubat tarihli bir mektupla değil. Zira seyahat halindeyken kimseye mektup yazmaz, telgrafla mesaj gönderirdi), özetle şu bilgileri ve talimatı veriyordu:
“…Gezi boyunca uğradığım kentlerdeki müzelerimizi de ziyaret ettim. Büyük bir arkeolojik zenginliğe sahip olduğumuzu gördüm. Ancak bu konuda yeterli uzman elemanımızın olmadığı bilgisini aldım. Bu nedenle, yurt dışına eğitime gönderilecek talebelerin bir kısmının bu alana tahsis edilmesi yararlı olur fikrindeyim…”
Telgrafın buraya kadarını ele geçirenler buradan bir polemik çıkaramayacakları nı görünce biraz da “…ne varmış ki bunda…” anlamında soruşturmayı sürdürdüler, hatta işin aslını bana da sordular. Telgrafın devamını bulanlar ise konuyu çözer gibi olmuşlardı. Zira Atatürk telgrafında şöyle devam ediyordu:
“…Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabe içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin hakiki şaheserleri kıymette bazı mebâni (yapılar) vardır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Camii, Sahip-Ata medrese, cami ve türbesi, Sırçalı Mescid ve İnce Minare, derhal ve müstacelen (süratle) tamire muhtaç bir haldedirler. Bu tamirin gecikmesi, bu âbidelerin kâmilen (tümüyle) inhidamını mucip olacağından (çökmesine yol açacağından), evvela asker işgalinde bulunanların tahliyesinin (boşaltılmasının) ve kâffesinin mütehassıs zevat nezaretiyle tamirinin (tümünün uzman kişiler gözetiminde tamirinin) temin buyrulmasını rica ederim.”
Durum şimdi daha anlaşılır olmuştu. Bu telgrafa göre pek çok tarihî eserimiz ve camimiz asırlardır ihmal görmüş, bakımsız bırakılmıştı. Derhal onarılmazlarsa yıkılabilirlerdi. Üstelik bu eserlerin bir kısmı da askerlerce depo gibi kullanılıyordu. Bunları da asker acilen boşaltmalıydı…İşte Başbakan Erdoğan bu noktaya dikkati çekmeye çalışıyordu. Gerçekten de İkinci. Dünya Savaşı boyunca Türkiye’yi tüm baskılara rağmen savaşa sokmayan İsmet Paşa benzer eleştirilere sıkça maruz kalacak, “…camileri buğday ambarlarına çevirdiği, onu da askere yedirip halkı aç-sefil bıraktığı…” propagandası yaygın olarak aleyhine kullanılacaktı .
Belli ki Başbakan, Atatürk’ün asker konusundaki eleştirisini günümüzdeki “asker karşıtı politikalara” malzeme olarak kullanmak istiyordu. Oysa Atatürk’ün hemen ertesi gün, 22 Şubat 1931 Pazar günü Konya Ordu Evi’ni ziyareti esnasında “ordu” için yaptığı konuşmayı bilse, bu polemiğe girer miydi acaba?
Atatürk o gün, beraberinde Konya Valisi İzzet Bey ve 2. Ordu Müfettişi Fahrettin (Altay) Paşa olmak üzere, gece saat 22.00 sıralarında Ordu Evi’ne geldi.
Burada yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“…Arkadaşlar! …Bilirsiniz ki Türk Milleti, ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima pişva (önder, baş) olarak, daima yüksek millî ideali tahakkuk ettiren (gerçekleştiren) hareketlerin pişdarı (öncüsü) olarak, kendi kahraman çocuklarından mürekkep ordusunu görmüştür.
Bunun içindir ki, Türk Milleti tehlikelere karşı, elinde kılınç, yürümeye müheyya (hazır) bulunan kahraman çocuklarına derin emniyet beslemiştir. Ve bu emniyeti daima besleyecektir. Bundan sonra da Türk Milleti’nin ulvî idealinin husulü için kahraman asker evlatları hep önde gidecektir. Bütün Türk Milleti; muvaffak olduğu her hayatî şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusuna kumanda eden öz evlatlarından mürekkep zabitler heyetini, yüksek kumanda heyetini görmektedir…Bu millî tecelli ile daima iftihar edebiliriz.”
Atatürk bir taraftan askerin kullanımında olan sivil yapıların boşaltılmasını istiyordu ama diğer taraftan da ordu ve her rütbeden mensupları için işte böyle sesleniyordu.
Bu O’nun Konya’ya dokuzuncu gelişiydi. Hareketinden bir gün önce 1931 yılı bütçe görüşmesine katılarak Kabineye başkanlık etmişti. O gün de Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülmüş, eğitim için Avrupa’ya gönderilecek öğrenciler konusu ele alınmıştı. Daha sonra seyahate çıkan Atatürk gittiği her kentte müzeleri ziyaret edip, Konya’da da benzer taleple karşılaşınca, İsmet Paşa’ya yukarıdaki telgrafı çekerek, “…hazır Avrupa’ya gönderilecek öğrenciler meselesini konuşuyorsunuz. Bu öğrencilerin bir kısmını arkeoloji sahasına kaydırın. Bu konuda büyük açığımız olduğunu gözlemledim. Ayrıca bazı çok önemli sanat eserlerimiz de çökmek üzere. Üzerinde çalışmakta olduğunuz bütçede, bu eserlerin bakım ve onarımları için de pay ayırın, yoksa geç olacak…”demek istemişti ve olay sadece bundan ibaretti. Basın bu ayrıntıyı bilmediği için, muhabirler dört yana dağılmış bilgi topluyorlardı .
Ancak hiç değilse şu kadarı bilinmeliydi : Avrupa’da yükselen değerin nazizim ve faşizm olduğu dönemde, diğer ülkelerin de hızla komünizme kaydığı bir ortamda İnönü, istese diktatör olabilirdi zira O Balkanlardan, Çanakkale’den, Kafkaslardan, Suriye Cephesi’nden, İnönüler’den, Sakarya’dan, Büyük Taarruz’dan, nihayet Lozan’dan geliyordu…
İsmet Paşa’yı faşistlikle suçlayan Başbakan ise halkın içinden…Yani Kasımpaşa’dan, Rize’den, Siirt’ten…Övünülecek nokta budur.
Bu sonuç ise, demokrasinin zaferidir ve İsmet Paşa o demokrasiye giden yolun kapısını açandır. Bu gerçek değiştirilemez.
Tıpkı Anayasamızın ilk üç maddesi gibi…