”NE OLUR BENİ KURTAR KOMUTANIM”

Bu öyküyü ezbere bilirim. Çünkü ben yaşadım. İnsanın kendi hayatı dışında bir hayatın sorumluluğunu almasının ne demek olduğunu hekimliğim bana çoğu kereler öğretti. Ama bu sefer başkaydı sorumluluğun ve acının tarifi.

Asker hekimler bir çok dramatik öykü yaşamışlardır. Bizler orduya emanet edilmiş gencecik  insanların (ana kuzularının) sağlığından sorumluyuz. Emanet önemlidir. Kendi gözümüz gibi sakınırız onları. Bazen çabalarımızın yetmediği zamanlar olur. İşte bu öykü öyle bir zamanın öyküsü.

Diyarbakır Asker Hastanesinde dört yıl psikiyatri uzmanı olarak görev yaptım. İnanılmaz iş yoğunluğu gibi zorluklar bize pek dokunmazdı çünkü dağlarda ülke için çatışan insanlardan sorumluyduk. Onlar hayatlarını ortaya koymuşken biz iş çok diye düşünemezdik bile. Nitekim vaktinin çoğunu acilde, ameliyathanede, yoğun bakımda geçiren cerrahlar anestezistler yaptıkları işten hiç şikayet etmediler.

Günlerce hastaneden çıkmadan ameliyat yapan cerrah, ona eşlik eden anestezi uzmanı, hemşire, sağlık astsubayı, sıhhiye erler canla başla çalışırlardı.

Hastanemizin imamı bile çoğu kez yanımızdaydı. Tam bir takımdık. İyi bir takımdık üstelik. Bağlı, bilgili, sorumluluk sahibi.

Kendimin ve meslektaşlarımın öyküsünü yazarken bazen abartılı bulunur mu? Diye korkuyorum. Gerçekleri bir santim saptırmadan yazıyorum oysa.

Neyse o acı olaya, o güne dönelim biz.

 Acil servis nöbetlerimden birinde mayına basma sonucu bazı personelimizin yaralandığı haberini aldık.  Hemen gerekli hazırlıklara giriştik. Acil servisi, müdahale ekipmanımızı tekrar gözden geçirdik. İhtiyaç duyulması muhtemel tüm doktor, hemşire ve personeli de çağırdık. Bu arada yaralıları helikopterden almaları içinde bir ekip görevlendirdik. Ambulanslarımızın yaygarasını bilirdik. Hepsi birbirinin peşi sıra hastane kapısından girmeye başladılar. Dört yaralı delikanlı içeri alındı. Hepsinin müdahalelerine başladık. O sırada bir tanesiyle göz göze geldik. Mayın nedeniyle iki bacağı da diz altından kopmuştu. Kan revan içindeydi. Muhtemel 185 boylarında olmalıydı. O koca adam gözlerime bakarak “ne olur kurtar beni komutanım” dedi. Hemen onun olduğu yöne geçtim. Ortalıkta bir koşuşturmaca vardı. Cerrah arkadaşlar, hemşireler, sağlık astsubaylarımız, erlerimiz herkes bir şeyler yapabilmek için çırpınıyordu. İki hekim bir hemşiremizle birlikte bu çoçuğu hayatta tutabilmek için uğraşıyorduk. Çok kan kaybetmişti. Diğer vakalar teker teker ameliyathaneye götürülüyordu. Bizde O’nu hazırladık ancak birden kalbi durdu. Ona kurtaracağım sözü vermemiştim ama yardım isteğini duymuştum ve göz göze gelmiştik. Artık evladım gibi sorumluluğu vardı üzerimde. Onu geri döndürebilmek için kırk beş dakika uğraştık. Olmadı. Sanki tüm acil servis üzerime yıkılmıştı. Darmadağın bir halde eldivenlerimi çıkardım. Herkes ameliyathanelere gittiğinden acilin nöbetçi heyeti ve o delikanlı bir odada baş başa kalmıştık. Birden bir sessizlik oldu. Hepimiz tuhaf bir halde köşelerimize çekilmiş, göz göze gelmemeye çalışıyorduk. Hepimiz içimizdeki acıyı yatıştırmaya çalışıyorduk ancak mümkün değildi. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında tüm ekibin gözlerindeki damlaları gördüm. Sessiz ve sakin damlalar yüreğimizden gelen öz suyu gibiydi. Evladımızı kaybetmiştik. Bu genç şehide veda ederken  ağlamamak mümkün değildi. Bizden yardım istemişti. Mayınla parçalanan iki bacağına rağmen yaşamak istemişti ama biz onu yaşatamamıştık. Dakikalarca, sessizlik içinde olanlar sanki kabusmuş ta şimdi uyanacağız ve bitecek diye bekledik.

Sonra hastanemizin imamı geldi ve kahramanı aşağıya morga indirdi. Her zamanki titizliğiyle şehidi yıkadı son yolculuğuna hazır hale getirdi. Tabutu hazırladı. Tabutun üzerine Türk bayrağını özenle kapladı ve önüne şehidin ismini yazdı. Ben olanları bir töreni izliyormuş gibi izledim. Acil servisten içeri girdiğinde soluk tenine rağmen yardım isteyen gözleri aklımda çakılı kalmıştı.

Şehitler için öncelikle Diyarbakır Asker Hastanesi’nin bahçesinde tören düzenlenirdi. Ertesi gün O’nun için uğurlama yapılacaktı. Denetlemeler veya karşılamalar dışında yapmadığım bir şeyi yaptım ve beyaz önlüklerimi değil tören kıyafetlerimi giyerek güne başladım. Uğurlamada ilk safta yerimi aldım. Hayatımdaki en büyüleyici en içten şehit duasını o gün duydum. Tüm tören boyunca yanaklarımdan süzülen göz yaşlarıma engel olamadım. İnsan hayatını bunca değerli gören, birini yaşatabilmek için her şeyi göze alan bizler gözümüzün önünden geçip giden o tabutu durduramamıştık.

Hala kulağımda o ses bazen bana derki” ne olur kurtar beni komutanım”. Yürekten bir selam dururum o sese ve derim ki, keşke yapabilseydim.