Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Dördüncü kez düzenlenen sanat fuarına farklı disiplinlerden 301 sanatçı ve 73 sanat galerisi katılacak.

“Contemporary Istanbul” (CI) yerli ve yabancı 301 sanatçı ve 73 galerinin katılımıyla 3- 6 Aralık tarihleri arasında İstanbul’da yapılacak. The Sofa Hotel’de dün düzenlenen basın toplantısında konuşan CI Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, tüm sektörlerde olduğu gibi sanat ve çağdaş sanatta da daralma yaşandığını ancak Türkiye’de çağdaş sanatın giderek değer kazandığını ve koleksiyoner sayısının arttığını söyledi.

Güreli, bunun için de devlet desteğinin önemli olduğunu belirtti. Akbank Genel Müdür Yardımcısı Fikret Önder ise finans ve sanat dünyasının en önemli işbirliklerinden birini oluşturmanın gururunu yaşadıklarının altını çizdi.

Akbank Private Banking’in desteklediği, Lütfi Kırdar Kongre ve Sarayı’nda yapılacak etkinliğin açılışı, 2 Aralık’ta Aydın Teker’in koreografisinde düzenlenen “aKabı” adlı performansla başlayacak.

Farklı sanatların izlenebilmesi için bu yıl daha çok bölge odaklı bir strateji izleyen CI, açtığı ‘Yeni Ufuklar” adlı bölümüyle her yıl farklı bir ülkeye yer verecek. İlk konuk ülke ise “Suriye”.

Yerli ve yabancı birçok sanatçının resim, heykel, fotoğraf, enstalasyon, video art, dijital sanat yapıtının yer aldığı etkinlikte aralarında İKSV, Akbank Sanat, Sakıp Sabancı Müzesi, Pera Müzesi ve İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin de bulunduğu 12 kuruluş da kendilerini tanıtacak.

Berlin ve İstanbul’un kardeş şehir ilanının 20. yılı kapsamında, Berlin Senatosu’nun desteği ile Berlin’den gelen 6 galeriden sanatçıların eserleri de özel bir bölümde sergilenecek.

Bu yıl ayrıca çocuklar için özel bir alan ve onları güncel örnekleri ile buluşturacak bir eğitim programı da yapılacak. Önceki yıllardan daha büyük bir katılımın planlandığı etkinlikte sanatçıların ve sanat galerilerinin yanı sıra sanat yayınlarına da yer verilecek. CI, ayrıca 2008’de başlattığı “Dialogues” adlı “Kozmopolitlik” temalı konferans dizisinin ikincisini Berlin’de, üçüncüsünü ise baharda New York’ta gerçekleştirecek.

Büyük Önder Atatürk’ün hayatının anlatıldığı, Zülfü Livaneli’nin yapım, senaryo yazarlığı ve yönetmenliğini üstlendiği ”Veda” filminin çekimleri sürüyor. Filmin müzikleri de Livaneli’nin imzasını taşıyor.

Çekimleri değişik mekanlarda bir süredir devam eden “Veda” filmi için ekip, İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı Bademli beldesine geldi.Zülfü Livaneli ve ekibi, film hakkında ayrıntılı bilgi vermekten kaçınırken, başrol oyuncusunun da halen gizlendiği öğrenildi.

Filmin, Can Dündar‘ın belgesel nitelikli ”Mustafa” filmine alternatif olduğu yolundaki iddiaları yalanlayan ekip, bunun Atatürk‘ün hayatı ile ilgili ilk sinema filmi olduğunu belirtti.
Veda’nın TRT tarafından çekilmediği de bildirildi.

Bademli’deki çekimlerin, Atatürk’ün çocukluğu ve mahalle mektebi bölümünü kapsadığı, okul arkadaşlarını oynayan figüran çocukların da Ödemiş’teki özel bir okulun öğrencilerinden seçildiği öğrenildi.

Atatürk’ün 6 yaşından beri arkadaşı olan Salih Bozok’un anıları temel alınarak çekilen filmin, bahar aylarında vizyona gireceği, filmde rol alan sanatçıların tamamının Türk olduğu belirtildi.
Tire ilçesinde geçen günlerde Karakadı Camisi’nde yapılan çekimlere, Atatürk ve Zübeyde Hanım rollerini canlandıran sanatçıların katıldığı öğrenildi. Ancak sanatçıların kimlikleri açıklanmadı.

Domuz gribi konusunda dünyada ve Türkiye’de tam bir bilgi kirliliği yaşanıyor.

Bilen bilmeyen herkesin fikir yürüttüğü bu ortamda, insanlar kime ve neye inanacaklarını şaşırmış durumda. Bu karmaşa içinde pek çok soru da yanıt bekliyor: Aşı olmalı mı olmamalı mı? Gripten korunmak için ne gibi önlemler almalı? Hastalık nasıl tedavi ediliyor? Kimler risk altında? İngiltere’nin saygın bilim dergisi New Scientist son sayısında, -Debora McKenzie imzalı makale- doğru olarak bilinen yanlışlara değinerek, bilimsel verilerin ışığı altında gerçekleri açıklıyor.

Domuz gribi salgınının ikinci dalgası kuzey yarıkürede hükmünü sürdürürken, vaka sayısı sürekli artıyor. Pek çok ülkede aşılama kampanyaları başlamış durumda.

Peki bu telaş niye? Virüs korkulduğu gibi bir canavara dönüşmüş değil; ayrıca vakaların pek çoğu da hafif seyrediyor. Öyleyse yaratılan bu panik havası yalnızca aşı ve antiviral ilaç üreticilerinin bir oyunu olmasın?

Ne var ki dünyanın dört bir yanından gelen grip haberleri, bu salgının hiç de göründüğü kadar masum seyretmediğini gösteriyor. Sağlıklı görünen çocukların birden bire soluk alamama sorunu ile hastaneye kaldırıldığı ve bir hafta içinde yaşamlarını yitirdikleri bir ortamda domuz gribinin hafife alınması aymazlık olmaz mı?

Kesin olan şu ki bu salgın en kötü senaryonun uzağında, ancak normal grip gibi seyretmediği de ortada. Bu yıl normalden fazla sayıda insan gribe yakalanacak. Bunların çoğu sağlıklarına kavuşacak, ancak çoğunluğu gençlerden oluşan bir miktar insan ölecek. H1N1 gribi konusundaki son gelişmeleri izleyerek kendinizi ve aile üyelerini koruyabilirsiniz. İşte doğru sandığınız yanılgılar:
 
Domuz gribi aslında iki ayrı hastalıktır!
1.Yanlış: Domuz gribi orta şiddette seyreden gripten başka bir şey değildir. Ölüm oranı normal gripten daha düşüktür.

Bugüne dek dünyada 5.000 kişinin domuz gribinden öldüğü biliniyor. Fakat yalnızca ABD’de her yıl kış aylarında ortalama 36.000 kişi gribe bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor. Bu rakamlar baz alındığında, pek çok insan domuz gribinin, normal mevsimsel gripten daha tehlikesiz olduğunu düşünüyor.

Bir kere bu rakamları karşılaştırmak yanlış. 36.000 rakamı epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen bir veri. Washington DC’deki George Washington Üniversitesi’nden Lone Simonsen, grip salgınlarının zamanlamasının yıldan yıla farklılık gösterdiğine dikkat çekerek, herhangi bir ay içindeki normal ölümlerin, grip patlamasının yaşandığı dönemde aynı ay içindeki ölümler ile karşılaştırılması gerektiğini söylüyor. Bu tür çalışmalar, her yıl grip sezonu sırasında veya hemen sonrasındaki ölüm oranlarındaki artışları gösteriyor. Ölümlerin pek çoğunun kaynağı açıkça grip veya gripten sonra ortaya çıkan akciğer enfeksiyonlarıdır. Ne var ki bu ölümlerin yarısından fazlası grip ile ilgili olmayabilir, çünkü grip çoğunlukla kalp krizini veya inmeleri tetikleyerek dolaylı yollardan can alır.

Oysa domuz gribinin neden olduğu düşünülen ölümler doğrudan, virüs kaynaklı solunum yolları enfeksiyonuna bağlıdır. Dolaylı ölümler –normal grip için hesaplanan 36.000 ölümün çoğunluğu- hesaba katılmamıştır. Sonuç olarak 2009 yılı içinde H1N1 gribinden ölenlerin sayısına ilişkin bir tahminde bulunmak olanaksız görünüyor. Belki de normalden daha az sayıda ölüm vakası olacaktır, çünkü kalp krizi gibi ikincil nedenlere bağlı olarak daha yüksek bir riske maruz kalan yaşlılar, virüse karşı bir tür bağışıklık kazanmış olabilir. Ne var ki toplam sayı, büyük bir olasılıkla daha yüksekmiş gibi görünecektir, çünkü virüs normalin üzerinde insanı etkileyecek ve çoğunlukla doğrudan ölümlere neden olacaktır.

Kaldı ki domuz gribi salgınının etkisi yalnızca ölü sayısı ile ölçülemez. Bu salgın, daha öncekiler gibi yaşlıları değil daha çok genç insanları öldürüyor (Bknz: Şekil 1). Ekim ayının ilk günlerinde yalnızca ABD’de 76 çocuk ve ergen domuz gribinden öldü. Bu rakam normal kış rakamlarından oldukça yüksek. Kaldı ki kış daha yeni başladı.

Bir de şöyle düşünün. 2009 H1N1 gribi aslında iki hastalıktır.. Biri pek çok kişi için normal grip; diğeri az sayıda insan için öldürücü nitelikte bir akciğer hastalığıdır. Ağır vakaların pek çoğu bebeklerde görülürken, etkilenen yetişkinlerin yaşı 20 ile 50 arasındadır.

2. Yanlış: Sağlıklı olduğunuz sürece grip size dokunmaz. Yalnızca hasta ve zayıf kişiler gribe yakalanır.

Nüfusun yaklaşık üçte birinin H1N1 gribine yakalanması bekleniyor, çünkü az sayıda insan virüse karşı etkili antikor proteinine sahip. Çok fazla insanın aynı anda hastalanması durumunda ikinci dalga hastanelerin dolup taşmasına ve kamu ve özel sektörde hizmetlerin aksamasına yol açacak. Dolayısıyla domuz gribine yakalanmasanız bile, bu hastalığın olumsuz etkilerinden nasibinizi alacaksınız.

Aslında endişenin esas kaynağı hastalığın ağır seyreden şeklidir. Bu da virüsün doğrudan akciğerlere saldırması şeklinde kendini gösterir. Bazı özel koşullar virüsün akciğerleri tutmasına zemin hazırlar. Örneğin akciğerleri hasarlı –astım ve sigaraya bağlı kapasite düşüklüğü-, bağışıklığı baskılanmış –hamileler-, enflamasyon yıkımına maruz kalmış–obezite, diyabet, kalp/damar hastalıkları- kişiler risk grubunu oluşturur. Ne var ki hastalığın ağır seyrettiği vakaların pek çoğunda bu özel koşullar söz konusu değildir. O halde H1N1 virüsü niçin bazı kişilerde ölümcül akciğer tutulumuna yol açarken, bazılarında hafif grip belirtileri ile geçiştiriliyor?

Bu sorunun yanıtı, kısmen bazılarımızın bir miktar bağışıklık korunması altında olmamızdır. Vücut gribe karşı kendini iki koldan savunur. Biri, antikor denilen proteinlerin virüslere bağlanarak çoğalmalarını engellemesidir. Diğeri, bağışıklık hücrelerinin enfekte olmuş hücreleri avlaması ve yok etmesi şeklinde kendini gösterir. Antikorlardan farklı olarak hücre bazında faaliyet gösteren bağışıklık, sizin hasta olmanızı engellemez, ancak hastalığın ağırlaşmasını önler.

Eğer 50 yaşının üzerinde iseniz, büyük bir olasılıkla H1N1 gribine karşı etkili antikorlara sahipsinizdir. Çünkü vücudunuz H1N1 virüsünden çok da farklı olmayan virüslere daha önce maruz kalmıştır. İşte bu nedenle görece olarak daha az sayıda yaşlı insan, domuz gribinin ağır seyreden türüne yakalanır.
 
Vakaların yarısında ateş görülmez

3. Yanlış: Semptomlar normal gribe benzer. Ateşiniz yoksa domuz gribine yakalanmamışsınız demektir.

2009 H1N1 gribinin semptomları normal gribinkilere benzeyebilir, fakat genellikle farklılık gösterir. Hastada, genel grip semptomlarının yanı sıra mide bulantısı, mide krampları ve ishal görülebilir. Ve vakaların yarısında ateşin yükseldiği görülmez.

Bu şaşırtıcı gelmemeli. Geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre deney amacıyla H1N1 ile enfekte edilen insanlarda ateşin yükseldiği görülmedi. 2009 gribinin ağır seyreden türlerinde dahi ateş söz konusu olmadı. Kanada’daki Manitoba Üniversitesi’nden Anand Kumar, “Hastaneye yatırılan hastaların %10’unda ateş tespit edilmedi” diyor. İşin acıklı yönü bu mesajın doktorların tümüne ve sağlık hizmetlilerine ulaşmamış olması. Pek çok vakada resmi rapor şöyledir: Eğer ateşiniz yoksa gribe yakalanmamışsınız demektir.

Bu çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir, çünkü domuz gribine yakalandığınızın farkında değilseniz, ağır seyreden türünün belirtilerini gözden kaçırabilirsiniz. Bu belirtiler soluk almakta zorlanma, göğüs ağrısı veya dudakların morarmasıdır. Kumar, bu belirtilerin iki günden daha uzun sürmesi durumunda Tamiflu gibi antiviral ilaçlara hemen başlanması gerektiğini söylüyor. Ve bu ilacın 5 gün boyunca kesintisiz alınması gerekiyor.
 
Gripten korunmak için sağlıklı yaşam

4.Yanlış: Eğer organik gıdalarla beslenirsem, vitamin alırsam, maske takarsam, ellerimi yıkarsam ve bol bol sıvı alırsam bana hiçbir şey olmaz!

Sağlımızı korumak hafif seyreden grip vakalarında hastalığın daha da hafif atlatılmasını sağlar. Sigara içmemek, aşırı kilolardan kurtulmak, aşırı içki içmemek, salgının ağır geçirilme riskini azaltır.

Ancak organik gıdalara yönelmek ile gribin kolay atlatılması arasında herhangi bir ilişkinin bulunduğu yönünde bilimsel bir kanıt söz konusu değil. Son yapılan bir araştırma D vitamininin koruyucu olduğu iddiasının doğrulamadı. Bilimsel çalışmalar bol sıvı tüketilmesi önerisini de desteklemiyor. Kaldı ki aşırı sıvı almanın zatürreeye iyi gelmediği biliniyor.

Pek çok insan maskenin kendilerini koruduğuna inanıyor, ancak viral parçacıkların çoğuna karşı koruma sağlayan N95 maskelerini kullanan Kanadalı hemşirelerin, normal bez maske takanlarla aynı oranda gribe yakalanması, maskenin, nasıl olursa olsun, koruyucu etkisinin olmadığını gösteriyor. Şaşırtıcı olan el yıkamanın da yararlı olduğunu gösteren çok az sayıda kanıtın olması. Bu alışkanlık yalnızca çocuklarda yararlı.

Yetersiz uyku, bağışıklık sisteminin optimum çalışmasını engellediği için, hastalığa yakalanmamak için uykusuz kalmamaya dikkat etmek gerekir. Benzer şekilde rafine şeker ve bu şekerle yapılmış yiyeceklerden de uzak durmakta fayda var, çünkü şekerin fazlası da bağışıklık sistemini baskılayabiliyor. O zaman koruyucu olarak geriye tek bir yöntem kalıyor. O da aşılanmak.

5. Yanlış: Aşı üretildiğine göre artık korkacak bir şey kalmadı!

H1N1 aşısının sizi ve aile üyelerini virüse karşı koruması gerekir. Ancak insanlar aşıya aylarca ulaşamayabilir. Belki de ulaşma şansları hiç olmayabilir. Aralarında ABD ve İngiltere’nin de bulunduğu bazı ülkeler herkesin aşılanmasına yetecek kadar aşı ısmarladılar. Ne var ki siparişler parti parti teslim ediliyor. Çünkü aşı virüsünün gelişmesi zaman alıyor ve aşı üreten fabrikaların sayısı az.

Yoksul ülkelerin çoğu, çok az sayıda aşıya sahip olacak; belki de hiç olamayacak. Zengin ülkelerde ise aşılanıncaya kadar çok sayıda insan yine hastalanacak; bazıları ölecek.

ABD’deki anababaların yaklaşık yarısı çocuklarını aşılatma konusunda kararsızlar. Bunun nedeni aşının yan etkileri ile ilgili ortada dolaşan, temelsiz dedikodular. Oysa çocuklar genel olarak aşılanması öncelikli risk grubunu oluşturuyor.

Şu anda piyasada hem salgın grip türüne karşı, hem de normal gribe karşı aşı bulunuyor. Şimdi insanlar hem normal grip aşısını, hem de domuz gribi aşısını olmak zorunda mı? Bu soruya kimse kesin bir yanıt veremiyor. Daha önceki salgınlarda, yeni virüs daha önceki, etrafta dolaşan virüsün yerine yerleşiyordu. 2009 gribinin istilası altında olduğumuz şu günlerde grip vakalarının yalnızca %1’i eski virüs türünden kaynaklanıyor. Bazı uzmanlar eski H3N2 virüs tipinin kış mevsiminin sonlarına doğru yeniden güçleneceğinden korkuyor. Bu nedenle normal, mevsimsel grip aşısını olmamızı tavsiye ediyorlar.
Aşılanma, aşılanmamaktan daha güvenli
6. Yanlış: Aşılar güvenilir değil. Acele bir şekilde hazırlanan ve piyasaya sürülen bu aşıların güvenilirliği büyük tartışma yaratıyor. Özellikle bu aşıların yol açabileceği yan etkilerin domuz gribinden daha tehlikeli olabileceğine dair yorumlar yapılıyor. Bu kadar hafif seyreden bir grip için bu yan etkileri göze almak gereksiz!

Bu grip her zaman hafif geçmeyebiliyor; genç ve sağlıklı insanlar için ölümcül olabiliyor. Siz de bu şanssız insanlardan biri olabilirsiniz. Hatta siz gribi hafif atlatsanız bile, ailenizin bir üyesine veya arkadaşınıza bulaştırdığınız hastalık onlarda çok ağır bir seyir izleyebilir.

Aşıya gelince.. İnsanların aşı konusundaki hassasiyetleri geçmişteki talihsiz olaylardan kaynaklanıyor. 1976 yılında, 1918 salgınının vahim sonuçlarının tekrarlamasından korkulduğu için 48 milyon Amerikalı aşılandı. Bunların 532’sinde, Guillain-Barre sendromu denilen ve bazı başıboş antikorların sinir hücrelerine saldırması sonucu ortaya çıkan felç durumu gelişti. Bunların çoğu iyileşti, yalnızca 25’i ya öldü ya da sakat kaldı.

1976’da yapılan aşının yan etkisi 1 milyonda 10 oranında görülürken, normal grip aşısında başka nedenlerle Guillain-Barre hastalığına yakalanma oranından bir vaka fazlası ortaya çıkıyor.

Bu tablo aşılanmamanın daha güvenliği olduğu anlamına mı geliyor? Kesinlikle gelmiyor. İlk başta domuz gribinin insanları öldürme riski var. İkincisi, çok az insanın bildiği bir gerçek var. O da gribin kendisinin Guillain-Barre sendromuna yol açma riskinin herhangi bir grip aşısından daha fazla olması. 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre gribe yakalanan her milyonda 40-70 kişide Guillain-Barre hastalığı görülüyor. Dolayısıyla Guillain-Barre hastalığına yakalanmamanın en uygun yolu grip aşısı olmak.

Aşılarla ilgili bir diğer kaygı nedeni de adjuvan denilen bağışıklığı uyarıcı kimyasallar. Bunlar bazı aşılara ilave ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) salgın aşılarına adjuvan ilave edilmesini istiyor. Şu anda ABD’de üretilen aşılarda adjuvan bulunmamakla birlikte Avrupa’da üretilenlerde var.

Pandemik aşılarının tümü kendi güvenlik testlerinden geçiriliyor ve hemen hemen hepsi mevsimsel grip aşılar baz alınarak üretiliyor. Çok nadir yan etkiler milyonlarca insan kullandığı zaman ortaya çıkabiliyor. Adjuvan içeren mevsimsel grip aşıları çoğunlukla yaşlı insanlara yapılıyor. Dolayısıyla bunların nadir görülen yan etkilerinin gençlerde ortaya çıkıp çıkmayacağını bilemiyoruz.

Aşı nedeniyle Guillain-Barre hastalığına yakalanma riski milyonda birden azdır. Bu hastalığa grip nedeniyle yakalanma riski ise milyonda 40’tır. Domuz gribinin ABD’de yaklaşık 800 kişinin ölümüne yol açtığı belirtiliyor. Bu da milyonda 2 kişi anlamına geliyor. Domuz gribinin ilk dalgasında ABD’deki yaşı 4 ve altında olan 20.000 çocuktan yalnızca biri hastanelik hale geldi. Bu durumda aşılanmamanın daha güvenli olduğunu hâlâ düşünüyor musunuz?

7.Yanlış: Virüs daha kötüye evrilmiyor!

Yaygın bir görüşe göre patojenlerin etkisi her zaman türden türe atlarken azalır. Ancak bazı durumlarda mikropların güçlendiği de görülmüştür. H1N1 virüsü söz konusu olduğunda kimse virüsün ileride bu süreçten güçlenerek mi, yoksa zayıflayarak mı çıkacağını bilmiyor.

Bu aşamada söylenecek tek şey bugün virüsün domuz gribinin tek ilacı olduğu düşünülen Tamiflu’ya karşı dirençli bir türe dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda fikir beyan etmek. Bugüne de Tamiflu’ya dirençli bir türüne rastlandı, ancak bu tür panik uyandıracak kadar yaygın değil.

Ayrıca domuz gribi geçiren insanların çoğu bağışıklık kazanıyor. Bu bağışıklığı yıkabilecek güçte olan yeni bir virüs türü halihazırdaki türün yerine geçebilir. Şimdi bu yeni çıkan tür daha mı güçlü, yoksa daha mı zayıf mı olacak?

Daha önceki salgınlarda ikinci dalga bazen ilkinden daha da kötü olmuştu. Bunun nedenleri konusunda kesin bir değerlendirme yapılamıyor. Bu, virüsteki genetik değişikliklerden kaynaklanabildiği gibi, hava koşulları gibi başka faktörlerden de kaynaklanmış olabilir. Amerikan Sağlık Enstitüsü’nden (NIH) Jeffery Taubenberger, 1918 gribinin bu kadar ölümcül olmasını, zayıflamış akciğerleri enfekte etmiş olan bakterilere karşı antibiyotiklerin olmamasına bağlıyor. Eğer haklı ise, 1918 gribinin kış aylarında ortaya çıkan ikinci dalgası daha ölümcüldü ve bunun nedeni viral evrim değil, bakteriyel enfeksiyonların kış aylarında daha yaygın olmasıydı.

8. Bu salgın sona erdiği zaman birkaç 10 yıl daha rahat edebileceğiz!

Bundan bir sonraki salgın 2059 yılında da ortaya çıkabilir, gelecek yıl da. Grip salgınları belirli bir şablon izlemez. Bugüne dek tespit edilen salgınlar şu yıllarda ortaya çıktı: 1580, 1729, 1781, 1830, 1847, 1889, 1918, 1957, 1968 ve 2009. Ancak bu sonuncusunun ortaya çıkış şekline baktığımızda yeni salgının çok da uzakta olmadığı ortaya çıkar.

 

Yeni bir salgını olabildiğince geciktirmenin de yolları var. Griplerin yoğun çiftçilik faaliyetlerinin bir ürünü olduğu düşünüldüğünde, bu yollardan biri büyükbaş hayvanlardaki virüsleri yakından izlemek. Bunlar aşılanmış hayvanlar da olabilir. Çünkü bazı grip türleri aşılanmış hayvanlarda da evrilip yayılabilir.

Gelişmeler aslında umut verici. Bilim insanları rekor hızda aşı üretebiliyorlar. Ancak grip virüsü enfekte ettiği hastaların yarısını öldürürse başımız belada demektir. Şimdiki grip salgını, tüm grip virüslerine karşı etkili tek bir aşı üretilmedikçe, aşıları daha hızlı üretmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.

Son aylarda Türkiye’de domuz gribinin hızla yayılması, jel, çamaşır suyu, doğal bitkiler, maske ve mendil gibi ürünleri içine alan dev bir ”grip” pazarı oluşmasına yol açtı.

Mevsimsel gribe oranla daha hızlı yayılan ancak öldürme oranı daha az olan domuz gribi, özellikle birkaç aydır ülkede büyük paniğe yol açtı. İnsanların eve girerken ve çıkarken, toplu taşıma araçlarına iniş-binişlerde daha dikkatli hareket etmesi, ilk etapta antibakteriyel jel satışlarında patlamaya yol açtı, ardından doğal bitkilere olan talepte ciddi artışlar oldu. Kısa süre içinde jel, çamaşır suyu doğal bitkiler, maske, antibakteriyel mendil, özel sabunlar gibi ürünleri içine alan dev bir pazar oluştu.

Semt pazarlarında bile domuz gribine karşı etkili olduğu belirtilen sarımsak, ıhlamur, adaçayı, limon, zencefil gibi ürünlerin satıldığı ”domuz gribi” stantları oluşturuldu. Bu ürünler, pazarda da büyük ilgi gördü. Aktarlar son yılların en yoğun dönemini yaşarken, büyük marketlerde bile doğal bitkiler ve jellerin satışa sunulduğu reyonlar kuruldu.
 

Domuz gribi reklam aracı oldu

Oluşan pazara internet siteleri de dahil oldu. Domuz gribi ürünlerinin satıldığı internet siteleri son dönemlerde en fazla tıklananlar arasına girmeyi başardı. Siteler de dahil olmak üzere birçok firma, domuz gribine karşı hazırladıkları özel paketlerden satıyor. Bu paketlerde maske, jel, sıvı sabun, antibakteriyel mendil gibi ürünler bulunuyor. Yurttaşlar, korunmak için genellikle paketlere yöneliyor.

Domuz gribi ve ürünleri, yoğun ilgi görmesi nedeniyle reklam aracı bile oldu. İnternet sitelerinde domuz gribinin belirtileri, önlemleri konusunda açılan bilgilendirme siteleri yoğun reklam almaya başladı. Bazı kamu kurum ve kuruluşları, bina girişlerine, ellerde hijyeni sağladığı belirtilen sıvıların bulunduğu bazı küçük cihazlar yerleştirdi. Çalışanlar, çalıştıkları yere girerken öncelikle bu sıvılarla ellerinde temizliği sağlıyor.

Okullar, otobüsler, stadyumlar, metrolar, alışveriş merkezleri, iş yerleri, fabrikalar gibi insanların yoğun olarak bulunduğu ve domuz gribinin daha fazla yayılma gösterebileceği yerlerde kullanılan dezenfektan ürünleri de oluşan dev pazarda önemli pay alıyor. Bazı firmalar, gelen talebi zaman zaman karşılamakta güçlük çekiyor.
 

Panik, üretim ve satış rakamlarını giderek artırıyor

Viking Temizlik ve Kozmetik A.Ş’nin Pazarlama ve İletişim Müdürü Fatih Yüzbaşıoğlu, domuz gribinden ölümlerin olmasıyla birlikte panik havası oluştuğunu söyledi. Ailelerin genellikle çocuklarından korktuğunu dile getiren Yüzbaşıoğlu, şunları kaydetti: ”Okullar için tüketim grubu oluştu. Taleplerimiz sürekli yükseliyor. Vardiya artırma yoluyla talebi karşılamaya çalışıyoruz. Üretimimizde 5 ay öncesine göre yüzde 300’lük artış oldu. Jelimiz 1,5 yıllık ürün ancak satışları ciddi boyutlara ulaştı. Yurt dışına farklı markalar adı altında bizim ürünümüz satılıyor. Yurt dışından da yoğun talep alıyoruz. Genel anlamda temizlik sektörü, domuz gribinin etkisiyle inanılmaz büyüdü. Domuz gribinin oluşturduğu dev pazar tahmin edilemeyecek rakamlara ulaştı.”
 

Her 100 kişiden 90’ı jel kullanıyor

Yüzbaşıoğlu, temizlik sektöründe en fazla jele talep olduğunu dile getirerek, ”Türkiye’de her 100 kişiden 90’ı jel kullanıyor. Bu inanılmaz bir rakam. Jel ile sıvı sabuna yardımcı yan bir pazar oluştu. Hemen her yerde hizmet ediyor” dedi. Firma olarak yakında antibakteriyel sıvı sabunu piyasaya sunacaklarını belirten Yüzbaşıoğlu, ”Mendil, sıvı sabunlar, jel, çamaşır suyu kullanımı daha önceleri azdı ama hastalıkla birlikte bu ürünler insanların hayatına tamamen girmiş oldu. Burada bilinç de çok önemli. İnsanlar artık, temizlik konusunda daha fazla bilgi sahibi” diye konuştu.

Türk Sağlık-Sen’in, sağlıkçıların domuz gribi aşısına yaklaşımlarını belirlemek amacıyla yaptığı ankete göre, domuz gribi aşısı yaptırmayı düşünmeyenlerin yarısı, buna gerekçe olarak ”aşı ile ilgili tartışmalardan duydukları tedirginliği” gösterdi.

 
Türk Sağlık-Sen’in açıklamasında, sağlık çalışanlarının domuz gribi aşısı ile ilgili tereddütlerini belirlemek amacıyla internet üzerinden yapılan ankete, aşı yaptırmayı düşünmeyen 545 sağlıkçının katıldığı bildirildi.
 
Buna göre, ankete katılanların yüzde 50’si, aşı yaptırmamaları na gerekçe olarak, ”Aşıyla ilgili tartışmalardan duydukları tedirginliği” gösterdi.
 
 
Katılımcıların yüzde 34’ü ”Aşının zararlı olabileceği”, yüzde 13’ü ”Faydası olmadığı’‘, yüzde 2’si ise ”özel sebeplerle” aşı olmayı düşünmediğini belirtti. Yüzde 1’i de herhangi bir sebep göstermedi.
 
Anketle sağlık çalışanlarının domuz gribi aşısı ile ilgili bilgilendirilip bilgilendirilmedikl eri de araştırıldı.
 
Buna göre, katılımcıların yüzde 18’i ‘‘yeteri kadar bilgilendirildiğini”, yüzde 48’i ”yeteri kadar bilgilendirilmediğini”, yüzde 34’ü de ”kısmen bilgilendirildiğini” ifade etti.
Ankete katılanların yüzde 44’ü ”domuz gribinden korunmak için aşının yeterli olmayacağını”, yüzde 30’u ”kısmen yeterli olacağını”, yüzde 6’sı ”yeterli olacağını” düşünürken, yüzde 20’sinin bu konuda bir fikri yok.
 
Ankete katılanların hastanelerdeki hijyen ile ilgili düşünceleri de soruldu.
Katılımcıların yüzde 63’ü ”Hastanelerin domuz gribine karşı hijyenik olmadığını”, yüzde 31’i ‘‘kısmen hijyenik olduğunu”, yüzde 6’sı ‘‘hijyenik olduğunu’‘ dile getirdi.
Anket sonuçlarını değerlendiren Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, sağlık çalışanlarının aşı ile ilgili tereddütlerinin giderilmediğini savundu.
 
Sağlık çalışanlarının aşı ile ilgili tedirgin olduğunu kaydeden Kahveci, ”Özellikle Başbakan’ın ‘aşı olmayacağına’ yönelik açıklamaları ve ‘Sağlık Bakanı ile aynı düşünmediğini’ ifade etmesi, çalışanların kararlarında etkili olmuştur. Yaşanan bu olaylar çalışanları aşı konusuna kararsızlığa, tereddüte ve aşı olmamaya yöneltmiştir” ifadesini kullandı.
 
 
Kahveci, hastanelerde idari hizmetlerde görevli memurlar, hizmetliler ve taşeron isçilerine aşı yapılmadığına dair bilgiler geldiğini ifade ederek, ”Bu kişiler de hastanelerde görev yapmaktadırlar ve risk grubundadırlar. Risk grubunda olan, hastanede görev yapan ve aşı olmak isteyenlere bu aşının yapılması şarttır. Bu sorununda çözülmesini talep ediyoruz” görüşünü dile getirdi.

Deniz yolculuklarında, vapurların güverteleri oyun alanlarına dönüşür. Güneşli havalarda güvertede halka atılır, satranç ya da seksek oynanır. Dalgalar arasında salınan bir gemide salıncağa binmenin tadı ise apayrıdır.

 Sunay Akın

Günlerdir Haliç’te bekletilen Ege vapuru bir hurdacı tarafından satın alındığında, söküm işinde çalışan bir işçi güvertedeki salıncak karşısında duraksar bir süre… Akşam eve döndüğünde, bahçeye çağırdığı çocukları, bir ağacın dalına asılı Ege vapurundan sökülen salıncağı görünce sevinç çığlıkları atarlar ve ilk binen olmak amacıyla koşuşurlar!
Ege vapurunun seferde olduğu 1930 yılının 28 Kasım günü, içindeki çocuğun sesini dinleyen bir yolcu salıncağa oturur ve yerden keser ayaklarını… Salıncağın salınımları, çocukluğunun bir döneminin geçtiği köye götürür onu…
On altı yoksul çocukla birlikte sünnet edildiği günü yeniden yaşamaktadır. Karagöz’ün karşısında gülerken, eve süslenerek getirilen koçların kavrulan etlerinin taşındığı tepsilere takılır gözü. Kıyafetine bakar; kendisi de süsler içindedir.
– Ah babacığım!
Sünnetçinin karşısındaki acı dolu bu haykırışı üzerine annesi, kısa bir süre önce kaybettiği eşini anımsar ve gözyaşlarını gizlemek için davetliler arasından kuytu bir köşeye doğru uzaklaşır. Sünnet töreninin ardından hokkabazın gösterilerine başlamasıyla neşelerine kavuşur çocuklar yeniden.
Ege vapurunun yolcusu salıncakta değil, bir duvar saatinin sarkacında oturmaktadır sanki. Zaman denilen o kıyısız denizdeki yolculuğunda, toprağı kazıyarak yaptığı oyuncak evdedir bu sefer. Burası bir sığınaktır onun için. Taşlardan yaptığı ocakta pişirdiği yemekleri kız kardeşi ve Çingene çocuklarla paylaşmaktadır. Bir gün, “Aziz” adlı arkadaşı ocağı yakmak isterken otlar aniden tutuşur ve oyuncak ev yanmaya başlar. Alevler arasından zorlukla dışarı çıkarır kız kardeşini…
Oyunlarında bir prenses gibi sakınır kardeşi Makbule’yi. Dallardan bir kulübe yapmak için yeniden kolları sıvar. Üç basamaklı bir merdiveni olan kulübe tamamlandığında kız kardeşini içine oturtur ve koşarak uzaklaşır… Geri döndüğünde bir karpuz vardır ellerinde. Karpuzu dilimler ve kardeşine uzatır. Sonra, kulübenin duvarına yaslanır ve gülümseyerek Makbule’nin karbuzu iştahla yemesini seyreder.
Daniel Defoe’nun ölümsüz kahramanı Robinson Crusoe gibi davranmaktadı r oyunlarında; O da, hiç sevmediği, canının alabildiğine sıkıldığı köy günlerinde, ıssız bir adaya düşmüş gibi kulübeler yapmaktadır ağaç dallarından.
Jean Jacques Rousseau, Robinson’daki bireyciliği mutlak yalnızlık olarak değil, doğanın yeniden altedilmesi ve uygarlığın yeniden üretilmesinin bir başarısı olarak görür. Fransız düşünürün bu değerlendirmesi, Ege vapurunun salıncağında çocukluk günlerine dönen yolcu için tüm yaşamının bir özetidir sanki!
Salıncaktaki adam, martı çığlıklarıyla kendine gelir… Yolcuların bir kısmı ekmek atmaktadır deniz kuşlarına. Onun da güvercinleri vardı çocukluğunda. Kümes bile yapmıştı onlara. Dallardan, tahtalardan oyuncaklar üretmekte ustaydı. Hatta, bir tanbura bile yapmış, üzerine teller takıp çalarak tüm arkadaşlarını eğlendirmişti.
Mustafa Kemal’dir salıncakta oturan yolcunun adı. Kulübeler yaptığı yer de, babasının ölümünün ardından annesi Zübeyda Hanım’ın isteği üzerine gitmek zorunda kaldığı, dayısı Hüseyin Efendi’nin Langaza’daki çiftliğidir. Mustafa Kemal’in, büyük bir göl kenarında olan Langaza’daki günleri, onun hayat ve okuldan uzaklaştığı bir dönem olarak görülse de, burada oynadığı oyunlar gelecekteki başarısının bir habercisidir aslında. Oyunlarıyla benzeştiği roman kahramanı olan Robinson Crusoe’da şöyle bir bölüm vardır: “Ekini biçmek için bir orak ya da tırpan yokluğu çekiyordum. Tek yapabildiğim şey gemiden kurtardığım silahlardan büyük bir kılıcı tırpan yerine kullanmak oldu.”
Kılıç ve sapan… Mustafa Kemal Atatürk’ün de söyleyeceği vardır bu konuda: “Kılıçla toprak ele geçirenler, sabanla toprak ele geçirenlere yenilmekten, sonunda bulundukları yerleri bırakmaktan kurtulamazlar.”
Bağımsızlığın, özgürlüğün emeğe dayalı politikalarla korunabileceğini çok iyi bilen Atatürk, zorbalığa, sömürüye karşı emeğin yanındadır. Sonunda kazananın emekçilerin olacağını şu sözleriyle açıklar: “Kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lakin sapan kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikç e daha çok toprağa sahip olur.”
İstanbul Oyuncak Müzesi’nin bahçesi için bir Atatürk heykeli düşünüyorum: Bir ağaç dalına asılı salıncakta oturmuş, gülümsüyor… Tıpkı, 28 Kasım 1930’da, Ege vapurunun güvertesinde çekilen fotoğrafındaki gibi…
Salıncaktaki Atatürk’ü sallamak için ağacın ve dolayısıyla heykelin bulunduğu alana yalnızca çocuklar girebilir.
Çocukların salladığı bir Atatürk heykeli…
Çocuklar dedim, çünkü bir onların elleri kaldı kirlenmemiş!

Avrupa’nın en büyük müzik ödül töreni olarak kabul edilen MTV Avrupa Müzik Ödülleri, Almanya’nın başkenti Berlin’de dağıtıldı.

MTV Avrupa Müzik Ödülleri töreninde, ”Avrupa’nın En İyi Sanatçısı Ödülü’‘nü Türk rock müzik grubu Manga alırken, ”Single Lady” videosuyla ”En İyi Video” ve ”Halo” şarkısıyla ”En iyi şarkı” kategorilerinde ödül alan Beyonce, aynı zamanda ”En İyi Kadın sanatçı Ödülü”nü de alarak törenden 3 ödülle birden ayrıldı.

MTV Avrupa Müzik Ödülleri kapsamında Türk rock müzik grubu Manga ”Avrupa’nın En İyi Sanatçısı Ödülü”nü aldı.

”En iyi erkek sanatçı ödülü” Eminem, ”En İyi Müzik Grubu Ödülü””Tokio Hotel”, ”En İyi Rock Grubu Ödülü”Green Day kazanırken, ”En iyi çıkış yapan sanatçı Ödülü”Lady Gaga, ”En iyi canlı performans gösteren grup ödülü”nü İrlandalı grup U2 ve ”En iyi sahne performansı” kategorisinde de Linkin Park ödül aldı.

İrlandalı rock grubu U2, törenden önce Berlin Duvarı’nın yıkılışının 20. yıldönümü nedeniyle tarihi Brandenburg Kapısı (Brandenburger Tor) önünde bir konser verdi. Konseri, çok sayıda U2 hayranı izledi.

Tüm dünyayı etkisi altına alan domuz gribinde en riskli grubun şişmanlar olduğu ortaya çıktı.

New York– ABD’nin Kaliforniya eyaletinde yapılan bir araştırma, domuz gribinin sadece küçük yaştakiler üzerinde değil, her yaştan insan üzerinde etkili olduğunu ortaya koydu.

Aynı araştırma, domuz gribine karşı en tehlikede olan grubun ise obezler olduğu sonucuna vardı. Amerikan Tıp Derneği Dergisi’nde yayınlanan araştıma, bu yılın 23 Nisan ile 1 Ağustos tarihleri arasında, hastanelerin acil servislerine giden 1088 domuz gribi hastasından elde edilen verilere dayanıyor.

Araştırmayı gerçekleştiren California Halk Sağlığı Bölümü’nden Doktor Janice Louie, küçük yaştaki çocuklar kadar, yaşlı nüfusun da domuz gribine karşı dayanıksız olduğunu, çocuk ve yaşlıların domuz gribine yakalanmaları durumunda ölme olasılıklarının da hemen hemen aynı olduğunu açıkladı. Doktor Louie, domuz gribine yakalanma durumunda ölme riskinin ise en çok obezlerde olduğunu açıkladı.

Araştırmada, genel olarak domuz gribi teşhisiyle hastaneye kaldırılanların yüzde 11’inin yaşamını yitirdiği, ancak 50 yaşından büyüklerde bu oranın yüzde 20 civarında olduğu belirtildi. Sözkonusu araştırmaya göre, obezlik, domuz gribine yakalanma durumunda zatürre ve solunum yolları hastalıklarından daha çok ölüm nedeni olabiliyor. Aynı araştırma, domuz gribinin şiddetlenmesinde en etkili neden olarak yine obezliği gösteriyor.

Ayşe Kulin’in Türkan Saylan’ın hayatını anlattığı “Türkan, Tek ve Tek Başına” kitabı Everest Yayınları’ndan çıktı.

Anılarını, mektuplarını ona emanet etti. Ayşe Kulin’in kaleminden bir Türkan Saylan kitabı.

Bir ülkeden cüzzamı kovdu. Türk, Kürt, Süryani demeden, kırsalın evlere hapsedilmiş kızlarına kapıları araladı, ışık tuttu yollarına…

 

Hırpaladılar, yerden yere vurdular, ne gâvurluğu kaldı ne Kürtçülüğü, ne de komünistliği. Ömrünün son döneminde de darbeci yerine kondu. Umurunda bile olmadı.

Çünkü o sadece yüreği insan sevgisiyle dolu bir hekimdi… Hayatı boyunca tek isteği, iyi ve dürüst bir insan olmaktı.

“Tüm insanlığın aklın ve vicdanın aydınlattığı yolda yürümeyi seçeceği gün er veya geç gelecekti. Buna bütün kalbimle inanıyordum. Sabrımı ve sükunetimi bu inançtan alıyordum. O güne kadar, başa gelen çekilecek! Oyunun kuralı böyle! Yaşam oyununun!

Ne demiş şair: ‘Yaşamak şakaya gelmez…’”

 

“Bütün işlerimi tamamladım. Konser gecesini de atlattıktan sonra, kemoterapiyi kestireceğim. Yolcu yolunda gerek!”

 

Türkiye’nin en sevilen yazarı Ayşe Kulin, Türkiye’nin en çok tartışılan kadınını yazdı.

‘Nefes’ filmi gösterimdeki ikinci haftasının sonunda 1 milyon 200 binden fazla izleyiciye ulaştı…
.
Levent Semerci’nin yönettiği ‘Nefes: Vatan Sağolsun’ filmi gösterime girdiği ikinci haftanın sonunda 1 milyon 215 bin 146 kişilik izleyici sayısına ulaştı. Film, geçen günlerde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a devlet adamlarının da ilgisiyle karşılaştı. 

Bu arada film dünyanın en prestijli sinema sitesi imdb’nin ‘En İyi Savaş Filmi’ listesinde zirveye oturdu. ‘Nefes’ 10 üzerinden 9 puanla ‘Schindler’in Listesi’ (8.9), ‘Kıyamet’, (8.6) ‘Zafer Yolları’ (8.6) ve ‘Arabistanlı Lawrence’ (8.6) gibi kült savaş filmlerini geride bıraktı.

Filmde Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki komando tugayında bulunan ve bir röle istasyonunu korumakla görevli bir yüzbaşı komutasındaki 40 askerin hikayesi anlatılıyor.