Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

İngiliz sinema dergisi “Empire”ın düzenlediği okur anketinde, Amerikalı aktör George Clooney’nin “Batman ve Robin” filmi, tüm zamanların en kötü filmi seçildi.

Ankara– Amerikalı aktör George Clooney‘nin yanı sıra Alicia Silverstone ve Arnold Schwarzenegger’in de rol aldığı 1997 yapımı film, John Travolta‘nın fantastik macera filmi “Battlefield Earth”den 3 kat daha fazla oy alarak ilk sıraya yerleşti.

Mike Myers’ın rol aldığı 2008 yapımı komedi filmi “The Love Guru”nun üçüncü, Clive Cussler’ın aynı adlı kitabından uyarlanan “Raise the Titanic” filminin ise dördüncü sırada yer aldığı listede, ilk 10’a giren filmler şöyle:

  1. Batman ve Robin (1997)
  2. Battaglia per la Terra (Savaşçı) (2000) John
    Travolta, Forest Whitaker
  3. Love guru (Aşk Gurusu) (2008)
  4. Raise the Titanic (1980)
  5. Epic movie (Destansı Bir Film) (2007)
  6. Heaven’s gate (Cennetin Kapısı) (1980)
  7. Sex lives of the potato men (2004)
  8. The happening (Mistik Olay) (2008)
  9. Highlander 2: The Quickening (İskoçyalı-2) (1991)
  10. The room (Oda) (2003)

Bu hafta biri yerli, üç yeni film sinema sevenlerle buluşacak. Filmler arasında Ketche’nin yönettiği ve Cemal Hünal, Engin Altan Düzyatan, Gürgen Öz ile Sedef Avcı’nın oynadığı ”Romantik Komedi” adlı Türk filmi de yer alıyor.

 Ketche’nin yönettiği ve Cemal Hünal, Engin Altan Düzyatan, Gürgen Öz ile Sedef Avcı‘nın oynadığı ”Romantik Komedi”, metropollerde yaşayan kadın ve erkek ilişkilerini anlatan eğlenceli ve samimi bir dile sahip.

Arkadaşlığın ve aşkın hayattaki yerini vurgulayan, hayata ve aşka dair umut dağıtan filmin konusu şöyle: ”Esra, Didem ve Zeynep, üç yakın arkadaştır. Zeynep’in düğünü sürprizlere neden olacaktır. İstemediği bir işte yıllardır çalışan Esra istifa eder, kötü giden ilişkisini sona erdirir. Reklam ajansında çalışmaya başlayan Esra, ajansın kreatif direktörü Mert ile yakınlaşırken, Didem de Mert’in arkadaşı aktör Cem Sezgin’den etkilenir. Üç arkadaşın kararları hayatlarını değiştirecektir.”

”Eli”nin kuralları

Albert Hughes ile Allen Hughes’in yönettiği ve Denzel Washington, Gary Oldman, Mila Kunis ile Ray Stevenson’un oynadığı ”Tanrının Kitabı/The Book of Eli” içerdiği şiddet ve dil unsurlarından dolayı Amerika’da ”R” kategorisinde sınıflandırıldı.

Mahvolmuş insanlığa yardım etmeye çalışan Eli’nin hikayesini anlatan filmin konusu özetle şöyle: ”Seçtiği için değil, öyle gerektiği için savaşçı olmuş Eli, sadece huzur arıyor ama zorlanırsa, yaptıkları ölümcül hatayı anlama fırsatı vermeden rakiplerini alaşağı ediyor. Şiddetle koruduğu şeyse hayatı değil, geleceğe dair umudu. 30 yıldır taşıyıp koruduğu ve gerçekleştirmeye kararlı olduğu bir umut. Bu adanmışlıkla hareket eden Eli’nin, yıkılmış dünyada elinden tutan ve onu ele geçirmeye kararlı olan tek kişi hırsızlar ve silahşörlerden oluşan derme çatma bir kasabada hükümdarlığını ilan eden Carnegie’dir. Bu sırada, Carnegie’nin evlatlık kızı Solara, başka bir nedenden ötürü Eli ile ilgileniyordur. Ama ikisi de onu yolundan döndürmenin kolay olmadığını görür.”

Ailenizi ne kadar tanıyorsunuz?

Kirk Jones’un yönettiği ve Robert Deniro, Drew Barrymore, Kate Beskinsale ile Sam Rockwell’in oynadığı ”Herkesin Keyfi Yerinde/Everybody’s Fine” zengin oyuncu kadrosu ile haftanın öne çıkan yapımlarından.

”Mükemmel aile yoktur” teması üzerine kurulmuş filmin konusu şöyle: ”Frank Goode ailesini ayakta tutabilmek için her saat çalışmış, 60 yaşına geldiğinde, zamanın geçip gittiğini ve çocuklarının büyüdüğünü göremediğini fark etmiştir. Zamanı geri döndürüp çocuklarıyla tekrar bir araya gelme hevesiyle Frank, ani bir yolculuğa çıkar. Ancak kısa sürede karısının ona çocukların durumlarıyla ilgili bilgi verirken, kötü haberleri atladığını ve iyi haberleri abarttığını fark eder.”

Sağlık Bakanlığı, durumları aciliyet gerektirmeyen, hastanelere mesai saatleri dışında başvuracak hastalar için ”mesai dışı poliklinik” uygulaması başlatacak.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Nihat Tosun, yayınladığı genelgede, bakanlığa bağlı yataklı tedavi kurumlarında sağlık hizmetlerinin ihtiyaç ve talepler doğrultusunda daha etkin, kaliteli, ulaşılabilir ve zamanında verilmesinin öncelikli hedeflerinden olduğunu bildirdi.

Sağlık Bakanlığına bağlı yataklı tedavi kurumları bünyesindeki acil servislere mesai saatleri haricinde, genel ve resmi tatil günlerinde, acil müdahale gerektirmeyen ve ayaktan tedavisi sağlanabilecek durumdaki hasta başvurusunun yüksek olduğuna dikkati çeken Tosun, bu hastaların ertesi gün tekrar muayene, tetkik ve tahlil için branş polikliniklerine müracaat ettiklerini kaydetti.

Buna bağlı olarak acillerde gereksiz bir yoğunluk yaşandığı için durumları acil olan hastalara zamanında müdahalede aksaklıklar görüldüğünü anlatan Tosun, bunun önlenmesine yönelik yeni düzenlemelere gidileceğini bildirdi.

Buna göre, durumları aciliyet taşımayan, ancak çeşitli sebeplerle mesai harici veya genel ve resmi tatil günlerinde hastanelere başvuran hastaların muayene, tetkik, tahlil ve tedavi taleplerinin karşılanabilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan il ve ilçelerde mesai dışı poliklinik uygulamasına geçilecek.

Bu çerçevede, mesai saatleri dışında hekim ve gerektiğinde uzman hekim düzeyinde poliklinik hizmeti vermek üzere hastanelerin bünyesindeki mevcut poliklinik odaları veya acil servise yakın uygun mekanlar mesai dışı poliklinik hizmetleri için görevlendirilen hekimlerin kullanımına tahsis edilecek.

Mesai dışı poliklinik uygulaması için, aktif olarak çalışan pratisyen hekim sayısının yeterli olması halinde öncelikle bu hekimlerden görevlendirme yapılacak.

Kurumdaki hekim sayısının yetersiz kalması durumunda ise hastanenin bulunduğu belediye mücavir alanı içerisindeki birinci basamak sağlık kuruluşlarından, asli görevlerini aksatmamak kaydıyla görevlendirme yapılacak.

Mesai dışı poliklinik uygulamasına yönelik, hafta içerisinde hasta müracaatının en yoğun olduğu mesai saati bitiminden 24.00’e kadar, hafta sonu ve resmi tatil günlerinde ise 08.00-24.00 saatleri arasında, hasta yoğunluğu ve tabip mevcudu dikkate alınarak yeterli sayıda hekim ve ihtiyaç duyulan diğer sağlık personeli için 8 veya 16 saatlik çalışma süresi düzenlenecek biçimde planlama yapılacak.

Kurum dışından yapılacak görevlendirmeler için ilgili hastane başhekimi ile istişare edilerek il sağlık müdürlüğünce aylık çizelgeler oluşturulup vilayet onayı alınacak.

Mesai dışı poliklinik uygulaması için birinci basamak sağlık kuruluşlarından görevlendirilecek hekimlere ve diğer sağlık personeline, bakanlığın ek ödeme mevzuatı hükümlerine uygun olarak ve ek ödeme miktarları tavanı aşmayacak şekilde, görevlendirildikleri hastane döner sermayesinden ek ödeme yapılabilecek.

Birden fazla müstakil hastane baştabipliği vasıtasıyla sağlık hizmeti sunulan bazı yerleşim yerlerinde, birleştirme yapılarak tek yönetim çatısı altında hizmet sunumu sağlanan il ve ilçelerde de sistem şu şekilde işleyecek:

-Hizmet birleştirmesinin amaç ve esaslarına uygun olarak yoğun bakım, yeni doğan, acil, ameliyathane ve benzeri hayati önemi haiz birimlerin hizmetin ve nitelikli sağlık insan gücünün bölünerek kullanımına mahal verilmeyecek şekilde ana hizmet binalarında planlanma ve yapılandırmaya gidilecek.

-Hizmet birleştirmesi sonrasında mesafe olarak birbirinden uzakta ve birden fazla hizmet binasında hizmet vermek durumunda kalan, birleştirmeye bağlı olarak ek hizmet binası konumuna gelen hastanelerdeki acil servisler kaldırılarak mesai dışı poliklinik yapılacak.

-Bu uygulamalar konusunda vatandaşlar bilgilendirilecek.

-Mesai dışı poliklinik, vardiya uygulamalarından farklı olduğu için, vardiya uygulaması yapan hastanelerdeki mesai dışı poliklinik uygulaması ayrıca planlanarak yürütülecek.
 

Farklı çalışma saatleri uygulanabilecek

Yataklı tedavi kurumlarında mesai başlama ve bitiş saatlerinin hizmetin ve mahallin özelliği, sosyo-ekonomik ve kültürel etkenler, iklim şartları, personel sayısı gibi hususlar göz önüne alınarak valiliklerce belirlenebildiğine dikkati çeken Tosun, hastane başhekimlerince lüzum görüldüğü takdirde, sağlık hizmetlerinin sürekliliği ve kesintiye uğramaması, yoğunluğun azaltılması amacıyla vardiya ve nöbet gibi hizmetler için farklı çalışma saatleri saptanabileceğini hatırlattı.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Tosun, bu çerçevede, özellikle polikliniklerde hasta yoğunluğunun yüksek olduğu sabah ve öğle saatlerinde kırsal kesimden gelen hastaların ulaşım sorunları veya diğer bölgesel etkenler göz önünde bulundurularak hastane başhekimliklerince poliklinik muayenesine başlama saatinin 08.00’den önceye çekilmesinin, bitiş saatinin de buna göre ayarlanmasının mümkün olabileceğini belirtti.

Tosun, eğitim ve araştırma hastaneleri dışındaki bakanlık hastanelerinde uygulamanın bu genelgeye uygun olarak yürütülmesini istedi.

82. Oscar ödüllerinin adayları açıklandı. “Avatar” ve “The Hurt Locker” filmleri 9 dalda ödüle aday gösterildi. “En iyi film” dalında bu yıl 5 yerine 10 aday ortaya çıktı.

82. Oscar ödüllerinin adayları açıklandı. Açıklamaya göre,  “Avatar” ve“The Hurt Locker” filmleri 9 dalda ödüle aday gösterildi. “En iyi film” dalında bu yıl 5 yerine 10 aday ortaya çıktı.

Ödüller 7 Mart’ta Los Angeles’taki Kodak Tiyatrosunda Steve Martin ve Alec Baldwin‘in sunuculuğunu yapacağı törenle dağıtılacak.
 

82. Oscar ödülleri adayları:

En iyi film

“Avatar”, “The Blind Side”, “District 9”, “The Hurt Locker”, “Inglourious Basterds”, “Precious: Based on the Novel ‘Push’ By Sapphire”, “Up”, “A Serious Man”, “Up in The Air” ve “An Education”.

Erkek oyuncu

Jeff Bridges (Crazy Heart), George Clooney (Up in the Air), Colin Firth (A Single Man), Morgan Freeman (Invictus), Jeremy Renner (The Hurt Locker).
 

Yardımcı erkek oyuncu

Matt Damon (Invictus), Woody Harrelson (The Messenger), Christopher Plummer (The Last Station), Stanley Tucci (The Lovely Bones), Christoph Waltz (Inglourious Basterds),
 

Kadın oyuncu

Sandra Bullock (The Blind Side), Helen Mirren (The Last Station), Carey Mulligan (An Education), Gabourey Sidibe (Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire), Meryl Streep (Julie & Julia),

Yardımcı kadın oyuncu

Penélope Cruz (Nine), Vera Farmiga (Up in the Air), Maggie Gyllenhaal (Crazy Heart), Anna Kendrick (Up in the Air), Mo’Nique (Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire)
 

Yönetmen

James Cameron (Avatar), Kathryn Bigelow (The Hurt Locker), Quentin Tarantino (Inglourious Basterds), Lee Daniels (Precious: Based on the Novel ‘Push’ By Sapphire) ve Jason Reitman (Up in the Air)
 

Özgün senaryo

“The Hurt Locker” (Mark Boal), “Inglourious Basterds” (Quentin Tarantino), “The Messenger” (Alessandro Camon ve Oren Moverman), “A Serious Man” (Joel Coen ve Ethan Coen), “Up” (Bob Peterson, Pete Docter).
 

Yabancı film

“Ajami” (İsrail), “El Secreto de Sus Ojos” (Arjantin), “The Milk of Sorrow” (Peru), “Un Prophete” (Fransa) ve “The White Ribbon” (Almanya)
 

Animasyon

“Coraline”, “Fantastic Mr. Fox”, “The Princess and the Frog”, “The Secret of Kells”, “Up”.
 

Sanat yönetmeni

“Avatar” (Sanat yönetmenleri Rick Carter ve Robert Stromberg, sahne dekorasyonu Kim Sinclair), “The Imaginarium of Doctor Parnassus” (Sanat yönetmeni Dave Warren ve Anastasia Masaro; sahne dekorasyonu Caroline Smith), “Nine” (Sanat yönetmeni John Myhre, sahne dekorasyonu Gordon Sim), “Sherlock Holmes” (Sanat yönetmeni Sarah Greenwood, sahne dekorasyonu Katie Spencer), “The Young Victoria” (Sanat yönetmeni Patrice Vermette, sahne dekorasyonu Maggie Gray)
 

Görüntü yönetmeni

“Avatar” (Mauro Fiore), “Harry Potter and the Half-Blood Prince” (Bruno Delbonnel), “The Hurt Locker” (Barry Ackroyd), “Inglourious Basterds” (Robert Richardson), “The White Ribbon” (Christian Berger).

Kostüm tasarımı

“Bright Star” (Janet Patterson), “Coco Before Chanel” (Catherine Leterrier), “The Imaginarium of Doctor Parnassus” (Monique Prudhomme), “Nine” (Colleen Atwood), “The Young Victoria” (Sandy Powell).

Uzun metrajlı belgesel

“Burma VJ” (Anders Ostergaard ve Lise Lense-Moller), “The Cove” (aday sonra bildirilecek), “Food, Inc.” (Robert Kenner ve Elise Pearlstein), “The Most Dangerous Man in America: Daniel Ellsberg and the Pentagon Papers” (Judith Ehrlich ve Rick Goldsmith) ve “Which Way Home” (Rebecca Cammisa).

Kısa metrajlı belgesel

“China’s Unnatural Disaster: The Tears of Sichuan Province” (Jon Alpert ve Matthew O’Neill), “The Last Campaign of Governor Booth Gardner” (Daniel Junge ve Henry Ansbacher), “The Last Truck: Closing of a GM Plant” (Steven Bognar ve Julia Reichert), “Music by Prudence” (Roger Ross Williams ve Elinor Burkett), “Rabbit à la Berlin” (Bartek Konopka ve Anna Wydra).

Montaj

“Avatar” (Stephen Rivkin, John Refoua ve James Cameron), “District 9” (Julian Clarke), “The Hurt Locker” (Bob Murawski ve Chris Innis), “Inglourious Basterds” (Sally Menke), “Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire” (Joe Klotz).

Makyaj

“Il Divo” (Aldo Signoretti ve Vittorio Sodano), “Star Trek” (Barney Burman, Mindy Hall ve Joel Harlow), “The Young Victoria” (Jon Henry Gordon ve Jenny Shircore).

Özgün beste

“Avatar” (James Horner), “Fantastic Mr. Fox” (Alexandre Desplat), “The Hurt Locker” (Marco Beltrami ve Buck Sanders), “Sherlock Holmes” (Hans Zimmer), “Up” (Michael Giacchino).

Özgün şarkı

“Almost There” (The Princess and the Frog filmi için yazan ve besteleyen Randy Newman), “Down in New Orleans” (The Princess and the Frog filmi için yazan ve besteleyen Randy Newman), “Loin de Paname” (Paris 36 filmi için besteleyen Reinhardt Wagner, yazan Frank Thomas), “Take It All” (Nine filmi için yazan ve besteleyen Maury Yeston), “The Weary Kind” (Crazy Heart filmi için müzik ve beste Ryan Bingham ve Bone Burnett)

Kısa çizgi film

“French Roast” (Fabrice O. Joubert), “Granny O’Grimm’s Sleeping Beauty” (Nicky Phelan ve Darragh O’Connell), “The Lady and the Reaper” (Javier Recio Gracia), “Logorama” (Nicolas Schmerkin), “A Matter of Loaf and Death” (Nick Park).

Ses

“Avatar”, “The Hurt Locker” (Paul N.J. Ottosson), “Inglourious Basterds” (Wylie Stateman), “Star Trek” (Mark Stoeckinger ve Alan Rankin), “Up” ( Michael Silvers ve Tom Myers).

Görsel efekt

“Avatar” (Joe Letteri, Stephen Rosenbaum, Richard Baneham ve Andrew R. Jones), “District 9” (Dan Kaufman, Peter Muyzers, Robert Habros ve Matt Aitken), “Star Trek” (Roger Guyett, Russell Earl, Paul Kavanagh ve Burt Dalton).

Uyarlama senaryo

“District 9” (Neill Blomkamp ve Terri Tatchell), “An Education” (Nick Hornby), “In the Loop” (Jesse Armstrong, Simon Blackwell, Armando Iannucci, Tony Roche), “Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire” (Geoffrey Fletcher), “Up in the Air” (Jason Reitman ve Sheldon Turner).

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Hikmet Çetinkaya, gazetenin İmtiyaz Sahibi ve yazarı İlhan Selçuk ile son yaptığı görüşmeyi okuyucularıyla paylaştı…

Hikmet Çetinkaya

Yağmur ve ılık bir İstanbul sabahı…

Gazeteleri okuyup televizyonlarda haberleri izledim.

Günlerdir Balyoz, darbe üzerine konuşuluyor, tartışılıyor. Televizyon ekranlarında 12 Eylül’de Kenan Evren’i alkışlayanlar, darbeci paşalara “imam bayıldı nasıl yapılır” tarifi yapanlar, bugünlerde sapına kadar demokrat ve özgürlükçü.

Her neyse!

Giyinip yola çıktım ve İlhan Selçuk’a uğradım…

Kız kardeşi Ülfet Ertel, İlhan Ağabey ve ben, “Türkiye nereye gidiyor” sorusuna yanıt aradık…

İlhan Ağabey, bir ara “Bu hafta gazeteye geleyim, çünkü çocuklarımı çok özledim” dedi. Ülfet Hanım, “Ağabey doktoruna soralım, izin verirse gidersin” deyip ekledi:
“Yeni bir ilaç veriliyor, fizik tedavinin de hiç aksatmadan yapılması gerekiyor.”
İlhan Ağabey, “fizik tedavi denilince” konuyu hemen değiştiriyor. Gözlerini bakıyorum, hınzırca bir gülümseme.
İlhan Ağabey bir ara şöyle dedi:
“İşin şakası bir yana… Bir iktidar ordunun üzerine bu kadar gitmez. Bu ordu, asker, yani Türk Silahlı Kuvvetleri bizim, işgalci bir yabancı ordu değil. Elbet eleştirelim ama saldırmayalım. Benim gördüğüm, hükümet, askeri ‘darbe yapacak’ gibi gösteriyor kamuoyuna. Bazı çevreler de Türk ordusunu karşı düşmanca davranıyorlar.
Daha önce söyledim, bir kez daha altını çizeyim. Darbeler dönemi artık bitti. Ali Baransel’in söylediği gibi, ABD’siz ve NATO’suz darbe yapılmaz. Darbe geliyor diyerek siyaset yapanlar, önce şu demokratik açılımı yapsınlar, görelim.
Neredeyse 8 aydır bir açılımdır gidiyor. Ortada hiçbir şey yok. 12 Eylül askeri faşist döneminde çıkarılan Siyasi Partiler ve Seçim Yasası neden değiştirilmiyor? Sen de bu konuyu yazıyorsun sık sık. Önce bu yasalar değiştirilsin ve ilk adım atılsın…”
 

***
 

İlhan Ağabey’in keyfi yerindeydi dün pazar günü…
Anlatmaya devam etti:
“Yeryüzünde üç görkemli devrim, insanlık tarihini değiştiren üç büyük olgudur:
1789… 1917… 1923…
1789, içeriğinde aydınlanmayı, laikliği, cumhuriyeti, uluslaşmayı, demokrasiyi, insan haklarını taşıyor; bu kavramlar birbirleriyle hısım akrabadır ve bütün dünyanın gündemini oluşturuyorlar.

1917, kapitalizmin sömürüsüne karşı bir sosyalist deneyimdi; başarı kazanamadı ama sosyalist fikirlerin ve sosyal adalet bilincinin yeryüzüne yayılmasında işlevi azımsanamaz. Ayrıca her sosyalist devrim, yapısında aydınlanmayı da taşıdığından 1917, Orta Asya İslam toplumuna çağ atlatmıştır.”

İlhan Selçuk, “1923’e gelince” dedikten sonra ekliyor:
“1923, aydınlanma felsefesinin tarihte ilk kez bir İslam toplumunda devrime dönüşmesidir. Elbet bir sanayi devrimi değildir. Bugün bir milyarı aşkın Müslüman dünyasında aydınlamacılarla karanlıkçılar çatışmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, bu dünyanın önüne laik demokratik Atatürk Cumhuriyetiyle bir model koydu.
Orta Asya Türklüğü bu modeli benimsiyor.”

İlhan Ağabey, kökü dışarıdan kaynaklanan saldırganlara gönderilen paraların çok büyük olduğunu söyledikten sonra bir saptama yapıyor:
“Kökü dışarıda ‘petrodolar’ların desteğinde palazlanan Cumhuriyet düşmanlığı, ekonomik toplumsal temellerini ülkemizde gün geçtikçe genişletiyor.
1980’lerde devlet ideolojisi Türk-İslam sentezinin faşist odakları, sola karşı İslamcıları beslediğinden, 1990’larda şeriatçılık cumhuriyet tarihimizde görülmemiş biçimde hortladı.
2000’lerde ABD Irak’ı işgal etti, Müslümanları öldürdü. Bizim Müslümanlar ise bu işgali ‘Irak’a demokrasi geliyor’ diyerek destekledi. ABD güdümüne giren bir siyasal iktidar var  bugün karşımızda.”
 

***
 

İlhan Ağabey, “1923 devrimi gülsuyuyla yapılmadı; bir Lavoisier olayı da yaşanmadı” diyor.
İlhan Selçuk, 1789’u benimseyip 1923’ü dışlamanın, çağdaş bir insan için tutarsız ve olanaksız olduğunu söyledikten sonra şöyle diyor:
“2010 yılına girdik. Biz hâlâ demokrasiyi,  temel hak ve özgürlükleri arıyoruz. Faili meçhul cinayetler bu ülkede sürüyor. Nerede Hrant Dink’i öldürenler. Üç-beş tetikçi mi yoksa, devlet içinde yuvalanmış silahlı güçler mi?

Hablemitoğlu cinayetinin arkasındaki güçler kimler? Bakın hâlâ tetikçileri bile bulunamadı.

Lafta demokrasi ve özgürlük olmaz. Demokrasi bir yaşam biçimidir, hayatım boyunca bunu savundum.

Bugün AKP’nin karşısında güçlü, halkla tümleşmiş bir muhalefet olsa AKP ilk seçimde, iktidardan geldiği gibi gider.

Şimdi bir darbedir diye tutturmuşlar. Ekonomi ne âlemde? İşadamları ve sanayiciler suspus olmuş, sesleri solukları çıkmıyor.

Çünkü korkuyorlar. Konuşursak başımıza bir şey gelir mi, diye susuyorlar!

Hani ülkede demokrasi ve özgürlükler olacaktı?”

İlhan Ağabey’le sohbetimiz uzun sürdü…

Bu haftalık bu kadar!

Prof. Dr. Ayşe Yüksel

Ülkemizde lepra hastalığı ve hastalar için yaptıklarınız, başardıklarınız size ulusal ve uluslararası ödüller kazandırdı. Ama sizin için asıl ödül lepra hastalarını iyileştirmeniz, onlara ve ailelerine kazandırdığınız sosyal haklar, güzellikler idi.

Her yıl ocak ayının son pazar günü, özellikle lepra hastalığının görüldüğü ülkelerde Dünya Lepra Günü olarak anılmaktadır. Geçmişte, ülkemizde hastalık yanlış bilindiğinden, olmaması gereken düşünce ve yaklaşımlar yaşanmış, hastalar kendilerini gizlemek durumunda kalmışlardır. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin en uzak köşesindeki 28. serviste kendi kendilerine kalan, arada bir astronot gibi giyinip gelen doktorların ilaçlarını bıraktığı hastaların bu görüntüsü, henüz bir tıp öğrencisi iken Türkan Saylan’ı çok incitmiştir. İnsan haklarına aykırı bu durumu düzeltmek için, yıllar sonra kollarını sıvamasına neden olmuştur.

İlk iş olarak yurtdışında lepra eğitimi almış, 1976 yılında Cüzamla Savaş Derneği’ni kurmuş ve Sağlık Bakanlığı onayı ile lepra konusunda çalışmaya başlamıştır. 1981 yılında 28. servis, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cüzamla Savaş Derneği arasında yapılan protokol ile özel dal hastanesine dönüştürülmüştür.

Evdeki tedavi

Heyecanla, istekle, gönüllülükle, akılcı, bilimsel yaklaşımlarla çalışan ekibin başarısı ile her geçen yıl tanı konulan yeni vakalar azalmış, tedavisi tamamlanmış lepralı hastalarda fiziksel ve sosyal rehabilitasyonları için Bakırköy’deki bu şirin hastaneye gelmişlerdir. Ne yazık ki Lepra Hastanesi kapatılıp Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi’ne bağlandı. Burası cildiye servisi olacak, sonrasında da yanına başka başka klinikler açılacak. Lepralı hastaların durumu şimdi ne olacak? Ben de, 1980-2001 yılları arasında, Türkan Hoca ile birlikte çalıştım. Hekimler, hemşireler, gönüllüler onun önderliğinde hem hastanede hem de ülkemizin her yöresinde yaşayan hastalarımızın evlerinde, aileleri ile birlikte muayene edilmesi, tedavi ve rehabilitasyonlarının planlanması için çalıştı.

Yıllar içinde ondan ne çok şey öğrendik; sevgili hocam, sizinle lepra hastanesine gittiğim ilk gün, hastalarla iletişiminiz, onlara dokunmanız, hastanın en güzel yanını görüp onu dile getirmeniz beni çok etkilemişti.

Güven duygusu

Hastalığın erken tedavi edilememesi nedeni ile sakatlıklarının çok fazla olduğu Sinem Hanım’a, elleri sizin avucunuzda iken, ona cildin ne kadar güzel demeniz birdenbire hastanın yüzünde güller açtırmıştı, ben de şaşırmıştım. Bizler genç, yeni mezun, deneyimsiz idik ama siz bizlere o kadar çok güveniyordunuz ki, verdiğiniz görevleri başarı ile gerçekleştirmek istememiz, kendi düşüncemizi, planımızı uygulamamız için yönlendirmeniz, cesaretlendirmeniz sonucu değerlendirmemiz hep sizden öğrendiklerimiz.

Haftada üç gün Lepra Hastanesi’nde çalışıyordunuz, sizin geleceğiniz günleri iple çekiyorduk, sizinle çalışırken her birimiz büyüyor, güçleniyor, başarıyı tadıyorduk.

Kurduğunuz bu ekip, dayanışmayı, kendini geliştirmeyi, öğrenmeyi, üretken ve yararlı olmayı hep istekle, heyecanla gerçekleştirdi.

Lepra konusu ile yalnızca ulusal düzeyde ilgilenmiyordunuz; çalışmalarımıza maddi destek sağlamak, ülkemizde lepranın durumunu ilgili kuruluşlarla paylaşmak, çözümler üretmek, bizlerin lepra konusunda kapsamlı eğitim görmesini sağlamak için başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası lepra organizasyonları ile de iletişim kuruyordunuz. Bizler de dünyaya açılıyor, başka ülkelerde lepra konusunda neler olup bittiğini öğreniyorduk.

Sizinle çalışmaya başladığım ilk yıllarda, hastanemizin küçük salonunda Dünya Lepra Gününü anıyorduk. Birden beni de, içimden geldiği gibi konuyla ilgili konuşma yapmam için davet ettiniz. Benim kalabalık önünde ve bir amaca yönelik yaptığım ilk konuşmaydı, ne kadar heyecanlanmıştım. Her yıl bu günü daha da geliştirerek anma etkinlikleri düzenledik.

Bu yıl da 31 Ocak Pazar gününü 57. Dünya Lepra Günü olarak anıyoruz. Ne yazık ki siz fiziksel olarak bizimle değilsiniz. Öğrettikleriniz, gerçekleştirdikleriniz, bıraktıklarınız, sevginiz, güzelliğiniz hep içimizde, hep bizimle. Siz hep bizimlesiniz, bizimle kalacaksınız.

Yaşamın birçok alanında iz bıraktınız, eserler yarattınız. Cüzamla Savaş Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olarak Merhaba Yaşamak-Türkan Saylanın Yaşama Kattıkları sempozyumunun ilkini hazırladık. Bu yılki konularımız sizin tıbba, lepraya ve hukuka kattıklarınız olacak.

Sizin sayenizde, lepra hastalığı ülkemiz için artık önemli bir sağlık sorunu değil çok şükür. Gerçekleştirdiğiniz korunma, tedavi ve rehabilitasyona yönelik hizmetler ile yeni vakalar yok denecek kadar azaldı. Var olan lepradan etkilenmiş kişilerin yaş ortalamaları epey yüksek, onların gereksinimi yaşamlarının sonuna kadar hem tıbbi hem de sosyal açıdan refah içinde yaşamaları.

Hastalar, sizin varlığınızda hak ettikleri bu yaşama sahip oldular. Şimdi onlar bize emanet, devletimizin güvencesinde, bizlerin desteği ile onlar sağlıklı ve insan haklarına uygun bir şekilde yaşamalılar.

Cüzamla Savaş Derneği, onu destekleyen duyarlı, yürekli dostlarının maddi ve manevi destekleri ile bunu başarabilecektir. Siz dokunulmadık bir hastalığa dokundunuz, öğrencilerinizi, sağlıkçıları dokundurdunuz, bu hastalığın kökünün kazınmasında çok önemli bir rol oynadınız, başardınız. Başka süreğen hastalıklara da örnek olacak bir yol haritası belirlediniz. Eğer ondan yararlanabilirsek birçok hastalığın sosyal tıp anlayışı ile çözümlenmesine yeniden tanık olabiliriz.

Ülkemizde lepra hastalığı ve hastalar için yaptıklarınız, başardıklarınız size ulusal ve uluslararası ödüller kazandırdı. Ama sizin için asıl ödül lepra hastalarını iyileştirmeniz, onlara ve ailelerine kazandırdığınız sosyal haklar, güzellikler idi.

Ufkun ötesini görebilme yetiniz, öngörünüz ile gerçekleştirdikleriniz bugün lepra konusunda sorunlu ülkeler tarafından örnek alınarak hayata geçiriliyor. Bir gün bu çalışmalar meyvelerini verecek, Leprasız bir dünya gerçekleşecek. Size, yaptıklarınıza, çalışmalarınıza yüreklerden kopan sevgi ve saygı gönderiyoruz.

Işık içinde uyuyun bizim sevgili hocamız.

Prof. Dr. Ayşe Yüksel-Cüzamla Savaş Derneği Genel Başkanı

Sinema dergilerinin açılıp açılıp kapandığı Türkiye’de 15 yıldır aralıksız yayımlanan Sinema dergisi, 1500’den fazla okurunun katılımıyla ‘son 15 yılın en iyi 100 filmi’ni belirledi.

Listenin ilk sırasında David Fincher’ın kült eseri ‘Dövüş Kulübü’ var. Frank Darabont’un Tim Robbins’lı filmi ‘Esaretin Bedeli’, ünlü sitesi imdb’nin ‘tüm zamanların en iyileri’ listesinde olduğu gibi ikinci sırada kendine yer bulmuş. Wachowski’lerin tüm dünyada ses getiren filmi ‘Matrix’ün üçüncü olduğu listenin dördüncü sırasında ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin son filmi ‘Kralın Dönüşü’ var. Sinema dergisine yazan sinema yazarlarının ‘15 yılın en iyi 15 filmi’ listesinin ilk sırasında yer alan Tarantino klasiği ‘Ucuz Roman’, okur listesinin beşinci sırasında.
Christopher Nolan’ın Batman uyarlaması ‘Kara Şövalye’ altıncı, ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin ikinci filmi ‘Yüzük Kardeşliği’ yedinci, Türkiye’de en çok izlenen yabancı film ‘Braveheart’ sekizinci sırada yer aldı. David Fincher’ın Brad Pitt’li bir başka başyapıtı ‘Se7en’ın dokuzuncu olduğu listenin 10’uncu sırasında Tom Hanks’in rol aldığı ‘Forrest Gump’ var.
Yerli-yabancı ayrımı yapılmayan oylamada ilk 20’ye hiçbir yerli yapım giremedi, 100’lük listede sadece dokuz yerli yapım yer aldı. Çağan Irmak’ın ‘Babam ve Oğlum’u 21’inci sırada kendine yer bulurken Yavuz Turgul’un destansı filmi ‘Eşkıya’ 24’üncü oldu. Zeki Demirkubuz’un başyapıtı ‘Masumiyet’ 60’ıncı, bir başka Demirkubuz filmi ‘Kader’ ise 84’üncü sıradan listeye girdi. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Uzak’la 70’inci, ‘Üç Maymun’la 88’inci olduğu listede, son yılların çok ses getiren filmi ‘Issız Adam’ 63’üncü, ‘Duvara Karşı’ 93’üncü, ‘Sonbahar’ ise 98’inci sırada yer aldı.
Son 15 yılın en iyi 100 filminin yanı sıra ‘Sinema’ yazarlarının son 15 yılı değerlendirdiği yazılarına yer veren Sinema 15. yıl özel sayısı 10 liradan satılıyor. Ayrıca son 22 sayının yer aldığı arşiv DVD’si de hediye.

TAMGÜN… TAM GÜM…

Lisede şen şakrak yıllar geçirmek varken, gece gündüz çalıştı…

Ailesinin dar olanakları ile hafta sonları da dershaneye gitti.

Tıp Fakültesi’ne gidip doktor olmak istiyordu.

Hem yararlı, geçerli bir işi olacaktı, hem de geçim kaygısı yaşamayacağını umuyordu.

Bir milyon öğrencinin arasından sıyrılarak tıp fakültesine girdi.

Arkadaşları 4 yılda mezun olurken, o 6 yıl gece gündüz yine ders çalıştı. Son 2-3 yılı gece nöbetleri dahil hastanede sabahladı.

Başka fakültedeki arkadaşları gençliğin coşkusu ile üniversitenin keyifli yanlarını yaşarken, o hep hastanede “bedava işçiydi”…

Herkes bir harç öderken, onun ailesi üç ödedi… Kitapları hep pahalıydı. Babası her yıl ev kirası gibi kitap parası ödedi… Ailesinin olanakları olmayanlar gece başka işlerde çalıştı.

6 yıl bitti… ”Doktor oldum” diye sevinemedi… Okumasında devletin hiç maddi katkısı olmamasına rağmen, “mecburi hizmete” gönderildi. Gittiği köyde, kasabada bazen tek üniversite mezunu olarak yoklukla, zorlukla çalıştı.

Mesaisi yoktu… 24 saat görevde olmak zorundaydı. Özel hayatı olamazdı, görev “kutsaldı”… Acıkmaz, hasta olamaz, derdi, tasası kimseyi ırgalamazdı… O dert ve sorun çözen kişi olarak, kusursuz ve mükemmel olmak zorundaydı. Zaten “insan” değil “android” muamelesi yapılıyordu…

Oysa o hem gece-gündüz normal işi dışında gene ders çalışmak zorundaydı. Çünkü uzman olmak için TUS sınavını kazanması gerekliydi. Bu nedenle gittiği mecburi hizmette sosyal hayat ve gündemden habersizdi.

İdealist ise, pratisyen olarak kalmaya karar verirse, yaşam boyu devletin, müdürlerin, özel sektörün her eziyetine katlanacağım demekti… “Angarya anayasaya göre suçtur” ama sağlık sisteminin tüm eksikliklerinden kaynaklanan “angaryası” bir ömür boyu bu isimsiz kahramanların sırtındadır…

40 YAŞINA KADAR ÖZGÜR OLAMAZSIN…

Binlerce kişi arasından uzmanlık sınavını kazandı. Bilmediği, istemediği bir başka kentte tekrar düzen kurmalıydı. Beş ila 7 yıl süren uzmanlık tam bir eziyet olmuştu…. Bir tür mecburi hizmet aslında… Her hocanın ayrı kaprisi, yönetim sıkıntıları, bakanlık mevzuatı, günaşırı nöbet, haftada 90-100 saat çalışma… Hafta sonu, hak getire… Tatil, o da ne? Bayramlar, asıl çalışma zamanı… Yılbaşı gecesi, nöbet…

7 yıl tamamlandı… Sağlığını, saçlarını kaybetti ama artık “uzman” olmuştu…

Bu kez “uzman” olduğu için tekrar “mecburi hizmet”… Tekrar taşın… Tekrar düzen kur… Zavallı annesi- babası hep onunla taşınıyor. Onların da hayatı karardı. Hep soruyorlar “evladım ne zaman kendi başına yaşayacaksın, ne zaman bizden harçlık almayacaksın?”

Tam “özgürüm” derken askere aldılar… Yine “mecburi hizmet” yine taşınma… Askerlik bitti…

37 yaşına geldi… Tayin bekliyor… Devlet bir hastaneye görevlendirirse, artık evini, düzenini kuracak… Evlenmediyse evlenecek… Evliyse hele eşi de doktorsa yandı… Çünkü eşi ile aynı yere tayin olması mucize… Eşi de uzmanlık yapıyorsa en az 5-7 yıl bir araya gelemezler…( zaten çoğunlukla boşanma ile biter bu evlilikler!)

Eğer kadın isen bu zorlukları iki ile çarp… Fırsat bulup arada derede evlenemezsen “evde kalmışlık”  derdi, ”bir çocuk sahibi olmamanın” acısı tarif edilemez… “Kadın doktor olacaksan, hem kariyer yaparım, hem de çocuk” ancak şarkılarda olur…

Tayin oldu… Çok şükür artık kendi kliniğini yönetecek ve hastalarına bakacak… Gerçi evinden çok uzaklara, uzmanlık olanaklarının olmadığı, alet-edevatın olmadığı bir yere atadılar ama olsun idealist…

Şimdi mesleğini, kendini gösterme zamanı… Hala genç, atak…

Heyecanla başladı… Ameliyathane yok, varsa da yeterince alet yok… Alet varsa personel eksik… Ekip oluşturacak diğer dallar ya yok ya da eksik… Olsun çalışacak, yıllardır bekliyor… İdari görevler, ameliyatlar, poliklinik, gece nöbetleri, hafta sonu nöbetleri, tatil çalışması bitmedi…

Maaşı 1500 TL… Nöbet ücreti 16 lira… Ailesinden para almak istemiyor… Kitaplar hala pahalı, mesleki olarak geri kalmamak için kongre ve toplantılara gitmesi gerek… Kira var, çocuklar da büyüdü…

DOKTOR YORULMAZ, UYUMAZ, ACIKMAZ…

Halkın kafasında bir doktor kalıbı var… Temiz olacak, şık giyinecek… Gece acil çağrıldı, arabası olacak… Kanamalı hasta için çağırdılar, belediye otobüsü ile nasıl yetişecek?

Yeni yayınları izleyecek, kongreye gidecek, her şeyden haberdar olacak, 24 saat arandı bulunacak…

O acıkmaz, o yorulmaz, o uyumaz… Düşün… Gece aramışsın annen hasta, eşin kusuyor, çocuğunun ateşi çıkmış… Telefonu kapalı olamaz… “Yorgunum, gelemem diyemez” , “hastayım başkasını ara diyemez” , “benim de çocuğum hasta onun başındayım diyemez”…

Hasta iyileşmez ise “o suçlu”… Hastalık ilerlerse “ o suçlu”… Bir düşün, her şeyin çaresi olsa, onun anası, babası hastalıktan ölmezdi… Onu hep “ilah” olarak gördün, “insan” olduğunu unuttun…

O senin gibi insan… Yorulur, acıkır, hasta olur… Her şeyi bilemez… Her bildiğini tam uygulamak için sağlıklı alt yapıya, teknolojiye, alete-edevata ihtiyacı var… En önemlisi “bilinçli hasta ve hasta yakınlarına”…

Eleştirilecek yanları yok mu? Hiç yanlışları, hataları olmaz mı? Olur… Unutma insan o… Senin gibi…

Ona her şeyi tam olarak sundun, tüm olanakları sağladın da o mu tam yapamadı… Sağlık sistemin “İsveçli de” , doktorun “Bangladeşli mi?”… Halkın ve sen neysen “doktorun” o… Uzaydan gelmediler… Öğretmen, mühendis, mimar, fırıncı, kebapçı işini nasıl yapıyorsa, o da o kadar yapıyor?

Ve dayanamayıp 40 yaşında istifa eder devletten… Memleketine gidip, muayenehane açıp veya bir sağlık kuruluşunda çalışıp sakin bir hayatın hayalini kurar… Lise arkadaşları emekli olurken, o daha kendisi için çalışmaya yeni başlayacak.

Muayene soyut bir iştir… Elle tutulur bir şey vermediğiniz için,  her hastanın gözlerinden okur “ bu doktor şimdi 150 liralık ne yaptı ki? “ sorusunu…

Oysa düşünmez o ücretin içinde 40 yıl var… Yaşanmamış gençlik var… Ailenle yaşayamadığın yıllar, hafta sonları, tatiller var… Hastasının başında nöbette iken gidemediği toplantılar, geziler, misafirlikler var… Çalıştığı yerdeki aletlerin yatırımı, çalışan personelin maaşı, giderler daha da önemlisi duvarlarda kâğıt parçası olarak duran “diplomaları” var…

SAĞLIK HİZMETİ  “LÜKS OLUR” VE “O LÜKSE HERKES LAYIKTIR”…

Diplomasız onca meslek sahibine ücret öderken, teksilticisi, müteahhidi, işadamı kazanırken hiç sorgulamayan bu insanlar, doktor kazanırken rahatsız olurlar. Oysa iyi sağlık hizmeti her zaman, dünyanın her yerinde pahalıdır. Çünkü iyi, çünkü “sağlık en değerli şey ise sağlık lüks olarak sunulması gereken, ama herkesin bu lüksten eşit ve mutlak faydalanması geren bir hizmettir”

Bu toplumun bilenleri, okuyanları sorumludur, sorunludur… Çünkü toplum eğitime, bilgiye gereken saygı ve sevgiyi göstermiyor… Bu nedenle öğretmeni de,  yargıcı da, savcısı da, mimarı da, eczacısı da, mühendisi de, avukatı da, doktoru da dertli, mutsuz…

40 yaşına kadar hayatını yaşayamayan, düzenini kuramayan 1500 lira maaşla çalışan, 24 saat hizmet beklenen doktorlara ve 900-1200 liraya çalışan sağlık personelin bugünlerde saldırmak hem moda oldu, hem de toplumsal psikotik bir hezeyan halini aldı…

“Tamgün Yasası” bahane edilerek sağlık çalışanlarının hayat tarzları, seçimleri dayatılıyor… Sosyal adalete inanan tüm hekimler,  TTB, “Tamgün Yasası”na karşı değildir.  Aklı başında hiçbir hekim de bu yasaya karşı çıkmaz… Ama bu yasa “tamgün “ adı ve gölgesinde, bir mesleğe devlet eliyle “zorbalıktır”…

Başka hiçbir meslek grubuna veya profesyonel iş koluna bu kadar dayatma yoktur. Devlet, eğitim masraflarını kendisi veya ailesi tarafından karşılayan doktorlara zorunlu eğitimleri, yasaları, mecburi hizmeti, yasal kısıtlamaları, özel sektörde de çalışma koşullarını dayatmaktadır…

Hükümet halkı “muayenehaneleri kapatıyoruz” teranesi ile yanıltmaktadır. Bugün zaten doktorların yüzde 80-90’ı tamgün çalışmaktadır…

Sağlık kamusal bir hizmettir… Herkesin eşit ve tam olarak alması gereken bir hizmettir. Yıllarca sağlığa “güdük” bütçeler ayıran devlet, bir uçak parası ile tüm ülkedeki hastanelere bir ultrason ve tomografi alabilecekken, tercihini “sağlıkta ve barıştan” yana değil “savaştan ve silahtan” yana kullandı…

ELEŞTİRİN AMA VİCDANLI OLUN…

Hastalara, hastanelere, doktorlara, sağlığa yatırım yapılmazken hiç sesini çıkarmayan halk, doktorlar ve sağlık çalışanlarına fatura edilen tüm eksiklik ve çarpıklıklarda acımasızca saldırıyor… Bunca yıl gece-gündüz, şehirde, köyde, mezrada size ve yakınlarına koşan bu 100 bin doktor tüm yokluk ve olanaksızlara karşın elinden geldiğince, yetebildiğince hizmet etmeye çalışmıştır… Memnun olmayabilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz…

Ama vicdanlı olun… Art niyetli, isteyerek ve bilerek zarar vermeye çalışan kaç sağlık çalışanı ile karşılaştınız? Bu sayı öğretmen, esnaf, memur, işçi, mühendis veya siyasetçiden daha yüksek bir oranda mı ?

Adalette, eğitimde, emniyette, gümrükte, belediyede karşılaştığın muamele, aldığın hizmeti, yaşanan aksaklıkları hatırla… Sağlıkta yaşadıklarından daha mı farklı?

Bugün sağlık çalışanlarına reva görülen bu dayatma ve sıkıntıların faturası kısa vadede yine halka çıkacaktır.

Geçim derdine düşmüş, gelecek kaygısı yaşayan, aklı sizde değil kendi derdinde olan, sizin ameliyatınızı değil de ay sonunu düşünen sağlık çalışanlarının ne kadar tehlikeli olduğunu zaman gösterecek…

Sağlık çalışanlarının mutlu olmadığı bir sistemde, hastaların asla mutlu olmayacağına emin olabilirsiniz.

Doktor ve sağlık sistemi hasta olursa, hastalara kim bakacak?

Doktor

Kız verirken…

Kocaya varırken…

Otomobil alırken…
“Doktor civanım.”
Muayene ücretine gelince…
“Hepsi şerefsiz!”

*

(Harala gürele yüzünden yazmaya fırsat bulamadık, şu tam gün yasasını… Hazır, yeni bir darbe planı çıkmadan, fırsat bu fırsat, aradan çıkarıvereyim bari.)

*

Deniyor ki:
“Başbakan kadar maaş alacaklar.”

*

Safra kesesi ameliyatı yapabilir mi başbakan? Böbrek nakli? Pansuman bile yapamaz… Ama, çok sıradan bademcik ameliyatını yapabilen bir hekim, gayet güzel başbakanlık yapabilir.
Refik Saydam mesela, hekimdi…
O halde, hekimlerin maaşını siyasilerin maaşıyla niye kıyaslayalım ki?

*

Komada geliyorsun, bacağını kesiyor, damar çıkarıp, kalbine bağlıyor, gebermekten kurtuluyorsun. Sonra da “Çok para aldı” diyorsun. Kaç para ki senin hayat? O kadar etmez mi?

*

Gece yarısı ateşi 40’a vuran evladını Azrail’in elinden almanın, hızara kaptırdığın parmağını yerine dikmenin, görmeyen gözünü gördürmenin, kanserini erken yakalamanın fiyatı nedir?

*

12 sene üniversite okuyor. Boru değil. 18 yaşında girdi, geldi 30’una, hâlâ kafa patlatıyor. İki kapılı handa, yolun yarısı eder… Lütfedip, müsaade edelim de,
biraz para kazansın bu ülkede.

*

Karaktersiz hekim yok mu? Var elbette… Ne kadar karaktersiz gazeteci, ne kadar karaktersiz avukat, ne kadar karaktersiz esnaf varsa, o kadar karaktersiz hekim var… Ama, Rabbim herkese “Cleveland” demiyor… Parası olmayana bakan vicdanlı hekim de var bu ülkede.

*

Tahmininizden çok.

*

Üstelik, silah zoruyla ameliyata alınan hastayı hiç duymadım ben… Yeşil kartlı bile olsan, seçme şansın var. Paragöze gitme, öbürüne git. Diyeceksiniz ki, “Kuyruk oluyor, yeterli hastane yok…” Müteahhit midir hekim?

*

Peki nedir? Aslanı kediye, eğitimliyi cahile kırdırma projesidir bu…

*

Hakkını alamayanlar kendisinden hesap sormasın diye, “Bak şunlar senden fazla alıyor” diye hedef göstermektir. “Sen az kazandığına itiraz etme, onunkini de indirelim” demektir. Refahı paylaştıracağına, yoksulluğu paylaşmayı doğruymuş gibi göstermektir.

*

Kendi suçunu örtbas etmek için, suçlu yaratma projesidir.. . Hekimlerin durup dururken başına gelen budur.

Kaynana olmak sanattır…

Genç bir çocuk heyecanla annesine gelir ve aşık olduğunu, evlenmek istedigini ve tanıştırmak istedigini söyler.

Ama sadece eglence olsun diye eve 3 kız getirecegini ve annesinin evleneceği kızı tahmin etmesini ister.

Ertesi gün 3 güzel kızla eve gelir.

Otururlar, bir süre sohbet ederler. Bir süre sonra çocuk heyecanla annesine sorar:

‘- Tahmin ettin mi’ diye.

Anne duraksamadan cevap verir:

‘- Ortadaki kızılsaçlı.’

Oğlan hayretle annesine sorar: ‘- İnanılmaz, nasıl bildin?..’

Anne cevap verir:

‘- Bir tek ondan hoşlanmadım…’

*****

Kadınlara şaka yapmaya gelmez…

Kadının bir süreliğine iş seyahati için İngiltere’ye gitmesi gerekmektedir.

Kocası eşini havaalanına kadar götürür.

Kadın:
‘- Teşekkür ederim kocacığım, senin için İngiltere’den ne getirmemi istersin?’ diye sorar.

Adam güler ve yanıtlar:
‘- Bir İngiliz kızı istiyorum hayatım…’

Kadın sessiz bir şekilde kocasından ayrılır ve yola çıkar.

2 hafta sonra adam karısını tekrar havaalanından almaya gider ve sorar:
‘- Hayatım gezin nasıldı?’

Kadın:
-‘Teşekkur ederim hayatım çok güzeldi.’

Adam:
-‘Peki hediyem nerede?’

Kadın:
-‘Ne hediyesi?’

Adam:
-‘Hani bir İngiliz kız istemiştim ya…’

Kadın:
-‘Haa hatırladım, evet elimden geleni yaptım, şimdi biraz beklememiz lazım kız olup olmayacağını görmek için!!!’

*****

Boşanma sebebi

Adam, boşanma davası için yargıcın karşısına çıkmış ve şikayetlerini
anlatmaya başlamıştır:

– ‘Karım üç yıldan beri ne bulursa bana fırlatıyor hakim bey!..’

Hakim adamın bu şikayetinden sonra hemen sözünü kesip merakla sorar:

– ‘Be adam, o zaman bu davayı açmak için niye üç yıl bekledin?’

Adam büyük bir saflık içinde cevap verir:

– ‘Hakim bey, çünkü a rtık isabet ettirmeye başladı.’

*****

Bush ve Powell

Başkan Bush ve Colin Powell bir barda oturuyorlarmis. İçeri bir adam girmis; onları görünce yanlarına gitmiş:

‘- Sizi görmek büyük bir onur. Ne yapıyorsunuz burada?’

‘- İran operasyonunu planlıyoruz’ demiş Bush.

‘- Gerçekten mi? Peki neler olacak İran’da?’

Bush: ‘- Bu kez birkaç milyon İranlı ve iri göğüsleri olan bir sarışın öldüreceğiz’ diye cevap vermiş.
< BR>’Bir sarışın mı? Öldürmek mi? Neden büyük göğüslü bir sarışın öldüreceksiniz? ‘ diye bağırmış adam şaşkınlıkla…

Bush, Powell’a dönmüş:

‘- Gördün mü bak, ben sana söylemiştim, 17 milyon İranlı kimsenin umurunda değil diye.’

*****

Berber ve Adam

Adam en yoğun saattte berbere girip sorar:

‘- Ne zaman bana sıra gelir?’

Berber, ‘- İki saat sonra’ der.

Adam çıkar, gider. Üç gün sonra aynı adam berbere girip sorar:

‘- Ne zaman bana sıra gelir?’

Berber, ‘- Bir buçuk saat kadar’ der…

Adam çıkar, gider. Bir hafta sonra yine aynı manzara:

‘- Ne zaman bana sıra gelir?’

Berber: ‘- En az bir saat.’

Adam çıkar, gider. Son seferinde berber dayanamaz. Adamın ardından çırağını gönderir:

‘- Bak bakalım bu herif nereye gidiyor?’

Bir süre sonra çırak döner:

‘- Adamı izledim usta.’

Berber merakla sorar: ‘- Eeee, nereye gidiyor buradan çıkınca?..’

Çırak Ali, yanıt verir:

‘- Sizin eve usta!..’

Benzerlik

İki emekli parkta güvercinlere yem atıyorlarmış.

Birincisi: ‘- Şu güvercinlere ne zaman yem atsam siyaset adamlarımızı hatırlıyorum’ demiş.

Diğeri ‘- Neden?’ diye sorunca eklemiş:

‘- Yerde dolaşırlarken elimizden yiyorlar. Havalanınca da kafamıza ediyorlar… ‘