Bir Psikiyatristin Günlüğü

Psych-Istanbul, Cinema-Philia, Tiyatroseverler ve Hayata Dair Ayrıntılar…

Çok savaş gördü bu millet…

Çömelen devleti ilk kez görüyor.

*        *       *

Her yer jammer dolu.
Sinyal kesiyorlar.
Ki, mayın filan patlamasın.
Havada üç tane Kobra var.
Tam teçhizatlı, tur atıyorlar.
Arada ısı bombası fırlatıyorlar.
Ki, roket gelirse hedefi şaşırsın.
Yüzlerce bordo bereli etrafta…
Araziye yayılmışlar, eller tetikte.
Kum çuvallarıyla çevrili siper…
Ardında, çömelmiş Başbakan.
Ve, Genelkurmay Başkanı.
Ki, mıhlamasınlar.

*        *       *

Moral vermek için yapılan ziyaretin, moral bozucu fotoğrafıdır bu.

*        *       *

Kimseyi rencide etmek maksadıyla yazmıyorum; ben de olsam, ben de çömelirim… Çünkü, elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdiğimiz Irak topraklarına, kendi topraklarımızdaki kum çuvallarının ardından çömelerek bakabiliyoruz bugün anca.

*        *       *

Ankara’da yıllardır yan gelip yatarken, dizlerinin üstüne çökmüş örgütün, yeniden ayağa kalkmasına göz yummanın neticesidir bu… Kahramanlarımıza vatan haini muamelesi yapıp, içeri tıkarken, “güzel şeyler oluyor” deyip, teröriste havai fişek fırlatmanın, şımartmanın neticesidir. Şeref madalyalı subaylarımız kendi kafasına sıkarken, utanmadan sırıtmanın… “Camilerimizi bombalayacaklar, bize suikast yapacaklar” iftirasıyla cahil cüheladan oy toplayıp, elinde roketle gezenleri gizli gizli affetmeye çalışmanın bedelidir. Adamlar harıl harıl memleketin yollarına mayın döşerken, şarkıcılarla türkücülerle şov yapmanın, 4-4-2’yle mi yoksa 3-5-2’yle mi hallederiz bu meseleyi diye, futbolcularla top sektirmenin bedelidir.

*        *       *

Bir taraftan “kardeşim” diye bağrına basacaksın Barzani’yi… Öbür taraftan “taşeron bunlar” deyip, kum çuvallarının ardından çömelerek bakacaksın Barzani’nin topraklarına.

*        *       *
    
Nasıl gezebiliriz ki ayakta?

ASKERİMİZE NEDEN MEHMETÇİK DENİR?

Türk ordusunun kahraman askerine verilen unvan olarak “Mehmetçik” simgesi kökenini İslamiyet öncesi Türk medeniyetine kadar uzanmaktadır.

 
Atalarımız daha Orta Asya’dayken belirli eşyaları cisimleri ve şekilleri belirli manalara simge yapmışlardır. Mesela “ok” Tanrı’ya bağlılığın “yay” da bu bağlılığın cihana yayılmasının simgesiydi. Keza davulun tuğun devlet şeklinde değişik anlamları vardı.
 
Doğal olarak Türk ordusu içerisinde görev yapan askerler için de bir simge geliştirilmişti.
 
Bu dönemde Türk ordusu içerisinde görev yapan askerlere “alp” alp er” “alperen” vs. gibi unvanlar verilmekte idi. Bu unvanların verilmesinin temel nedeni askeri kişiliğin bir kişiye ait olmaması tüm ulusu temsil etmesi nedeniyle olmuştur.
İslam sonrasın da Hz.Muhammed adı çok sevildi ve yaygınlaştı..Zamanla Mehmet ismine dönüşen ve çok yaygınlaşan bu ad,Türk askerinin simgesi haline geldi…

Türk askerine verilen ”MEHMETÇİK” adı aslında bir ad değil bir amaçtır, simgedir. Simge olması ise ordunun tek tek şahıslara ayrılamayacağı ve bir bütün olarak ele alınması gerektiği içindir. Hepsine tek bir ad verilmelidir. ”MEHMETÇİK”


PENCERE

İLHAN SELÇUK

Türkiye’de Asker Olmak?..

Şu günlerde asker olmak istemezdim…

Asker deyince yanlış anlamayın, Ordu, TSK, daha açık deyişle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden dem vuruyorum…

Türkiye’de asker olmak mı?..

Neuzübillah…

*

• Batı’da Ege var…

Yunan’la aramız hiç iyi değil, hava ve deniz üzerinde çatışma rizikosu gündemde… Eski deyişle 24 saat müteyakkız olmak zorundasın…

• Güney’de Kıbrıs…

Rum fırsat kolluyor…

Ada’daki Türk askeri birliğini işgalci sayıyor…

Ne zaman ve nereden vuracağı belli olmaz…

• Kuzey’de Karadeniz…

Montrö Antlaşması’yla Boğazlar’dan geçiş bir bakıma zapturapta bağlanmış; ama, Gürcistan olayında gerilim doruğa çıktı…

Karadeniz’e dikkat!..

• Kuzeydoğu’da Ermenistan…

Ne diyor Erivan?..

Kars sınırını resmen geçerli saymıyor…

• Ya Güneydoğu’da?..

PKK…

Terör yöntemini benimsemiş PKK’nin nereden vuracağı belli değil…

PKK’nin üsleri Kuzey Irak’ta…

Stratejik müttefikimiz Amerika, bizim asker teröristi vurmak için sınırı geçmek istedi mi yasak levhasını asıyor:

– Dur!..

*

Yunan..

Rum..

Ermeni..

Ve PKK..

Asker yine de tüm dünyada ilk kez olmayacak bir iş yaptı; terör savaşının koşulları içinde umut arayan düşmana umutsuzluğu tattırdı…

ABD, Irak işgaliyle PKK’nin imdadına yetişmeseydi; bu iş noktalanmıştı…

*

Şu günlerde asker olmak istemezdim…

Çünkü yalnız Rum, Ermeni, PKK ve askerin başına çuval geçiren ABD yok…

Asker düşmanlığı içerden, iktidar saflarından, F tipi polisten, F tipi yargıdan, F tipi medyadan pompalanıyor…

Piyasaya ne idüğü belirsiz bir sürü ses kaydı, zamanlaması gelince sürülüyor…

E. generaller, albaylar gözaltına alınıp tutuklanıyor…

Eski bir AKP’li Meclis Başkanı şu sözleri söyleyebiliyor:

– Emekli orgenerallerin ses kayıtları var. Aman Allahım, neler konuşmuşlar, neler söylemişler!.. Allaha çok şükrediyorum ki Türkiye bunların zamanında savaşa girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar…

*

AKP’li eski Meclis Başkanı’nın gözlerini asker düşmanlığı köreltmiş…

Yoksa bu AKP’li, yermek istediği o generallerin ilan edilmemiş bir amansız savaşta nasıl savaştıklarını bilirdi…

Düzenli bir ordunun, düzensiz bir terör savaşının her türlü olanaksızlığı içinde, generaliyle, subayıyla, eriyle nasıl savaştığını bilmeyen birinin bu süreç içinde Meclis Başkanlığı koltuğunu işgal etmesi, Türkiye’nin en büyük talihsizliğidir…

*

Asker olmak istemezdim…

Ola ki bir terör savaşında görevimi yaparken yürüttüğüm bir eylemden dolayı, yıllar sonra F tipi bir savcı beni gözaltına aldırıverirdi…

Türkiye’de askerken, teröriste karşı teyakkuz içinde yaşamak yetmiyor…

Emekliye ayrıldıktan sonra F tipi savcıya karşı da teyakkuz içinde yaşamak mı gerek?..

Evet…

Asker düşmanlığının F tipi örgütlenmesini yaşayan Türkiye’de asker olmak istemezdim…

Yol arkadaşları Selçuk’u anlattı

Cumhuriyet aydınlanmasının simge ismi koca çınar İlhan Selçuk’un vefatı yurttaşları yasa boğdu. Haberi duyanlar duyduklarına inanamadı. Yaşadığı işkenceleri bile anlatmaktan imtina eden Selçuk’un ardından ilk tepkiler…

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız

İlhan Selçuk çok çok önemli bir gazeteci olmasının yanısıra çok da önemli bir yazar kimliği vardır. Hem gazetecilik hem de siyaset anlamında bu işlerin içinde olmuştur. Çok uzun işkenceler görmüş ancak demokrasiye olan inancını hiç kaybetmemiştir. Çok üzgünüz. O herkes için bir yol göstericiydi.

Hikmet Çetinkaya

Her şey 2009 Ergenekon soruşturmasında,  85 yaşındaki bir yazarın sabaha karşı evine baskınıyla başladı. Önce kalp krizi, ardından 5 damarın değişmesi ve bunu kendine yediremeyip yaşamını yitirdi. Olayın özü bir sabaha karşı evinin basılmasıyla başlamıştır.

İlhan Selçuk demokrasi ve özgürlük peşinde koşan bir insandı. Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusuydu. Güneydoğu sorunuyla ilgili görüşleri çok açıktı. Türklerin ve Kürtlerin yüzyıllardır barış içinde yaşadığı yazılar yazdı. Demokrasiden özgürlükten yana bir yurtsever yazardı.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç

Onu, pek umutlu görmedim. Açıkçası ağlamamak için kendimi zor tuttum. Kendisiyle ilgili yaşanan süreci Silivri davaları öncesi ve sonrası diye ayırmak gerek. Selçuk, kendisine yapılan uygulamayı içine sindiremedi ve bu nedenle hayata küstüğü bir süreç yaşadı. Ama daha sonra moralinin yerine geldiği, yeniden yaşama sarıldı. Bu süreçte geçirdiği dolaşım sistemindeki rahatsızlık felç ile birleşince yaşamı çok zorlaştı. 1963 yılında Yeni Sabah gazetesinden Cumhuriyet gazetesine geçişinden bu yana Selçuk’u tanırım. Türk basını yerinin doldurulması zor bir gazeteciyi ve Türkçe ustasını kaybetti.

Mehmet Faraç

İlhan Selçuk’tan ilkeli, kararlı, namuslu olmayı öğrendim. Ne tür baskılar olursa olsun kalemin satılmaması gerektiğini öğrendim. Türk basınında rektörü İlhan Selçuk olan Cumhuriyet Üniversitesi’nin öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum. Uzun süredir yoğun bakımdaydı. Bir aydır durumu ağırlaşmıştı.

 

Ali Sirmen

İlhan Selçuk Türkiye’de aydınlanmanın öncülerinden, mücadele eden insanların önde gelen insanlarından biriydi. Bunun için bütün bir ömür verdi. Hapishanelerde büyük mücadeleler yaşadı. Son olarak kendisini Ergenekon’dan gözaltına almaya çalıştılar. Bu iddialara karşı da direndi.

Bizim tanışıklığımız 40 yıldan öncesine uzanır. Ben İlhan Selçuk’u tanırdım. İlhan Selçuk bizim idol yazarlarımızdan biriydi.

Mümtaz Soysal

İnsan böyle durumlarda ne hissederse onların hepsini hissediyorum. Herkes gidiyor, herkes gidecek, hepimiz er geç gideceğiz ama geç gidişin en kötü tarafı, gidenleri görmek. Hele bu gidenler birlikte yaşadığınız, her şeyi paylaştığınız insanlarsa onun acısı bir başka oluyor, tıpkı ana, baba, kardeş acısı gibi. Ben o yalnızlığı çok feci bir şekilde hissetmeye başladım artık. Biz aslında gitmiş gibi oluruz da gitmemiş gibi de oluruz. Bize,
yakınlarımıza, eşlerimize eziyet etmiş olanlar bunun acısını çekerek yaşarlar. Bu nedenle kolay unutulmayız. Birtakım iyi işler yaparız, kalıcı oluruz. O vesileyle de gitmemiş oluruz. Yön Dergisi’ni çıkardığımız arkadaşlarımız gitti ama geriye Türk basınında unutulmayan bir “Yön” kaldı. 1961 Anayasası’nı yazdığımız komisyondaki bütün arkadaşlarım vefat etti, bir ben kaldım. Onlarla birlikte Türkiye’nin en demokratik anayasasını yaptık, onu bıraktık. Yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz, yazdığımız yazılar var. Bunların kalması bir anlamda bir  teselli oluyor.


Fatih Altaylı

İki kardeş peşpeşe gitti. İlhan Abi, Türk basınının, Türk siyasetinin en önemli isinmlerindendi. Cumhuriyet Gazetesi’nde patron gibi bir başyazardı. Gazetenin yürüyeceği yolu belirleyen bir isimdi. Gazetenin bundan sonra ne olacağı önemli.

Serdar Turgut

Hepimizin gençlikte okuduğu, beğendiği etkilendiği, iyi bir düşünürdü. Hepimizin onunla ilgili bir hatırası vardır mutlaka, bu yüzden de unutamayacağımız değerli bir yazar olarak kalacaktır. Başımız sağ olsun.


ÇGD: Örnek bir gazeteciydi

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Başkanı Ahmet Abakay:  “İlhan Selçuk Türk basının yüz akı olarak, örnek bir gazeteci olarak ve düşün adamı olarak iz bıraktı. Türkiye’deki gazetecilerin idolü olan İlhan Selçuk’u unutmayacağız.”

Parlamento Muhabirleri Derneği

Onurlu ve dik duruşu ile meslektaşlarına örnek olan Selçuk, aynı zamanda mesleğin gelişimine de önemli katkılar yaptı. İlhan Selçuk gazeteciliğin yanı sıra bir düşünür olarak da uzun yıllar ülkesine hizmet etti. Türkiye’nin ufkunu açan sayısız makaleye imza atan Selçuk, aydınlanma devriminin yılmaz savunucuları arasında yer aldı.
 

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk’u kaybettik. Bir süredir Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gören Selçuk saat 13.15’de çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. İlhan Selçuk için Çarşamba günü İstanbul’da veda töreni yapılacak. Selçuk, Hacıbektaş’ta Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda defnedilecek.

Cumhuriyet Haber Portalı

İstanbul– Selçuk’un ölümü Cumhuriyet ailesini yasa boğdu. Cumhuriyet çalışanları gruplar halinde Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne gittiler. Yarım asırdır  Cumhuriyet’te köşe yazarlığını sürdüren Selçuk, aynı zamanda gazetenin Yayın Kurulu Başkanı’ydı. Berin Nadi‘nin 2001 yılında  ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahipliği görevini üstlenmiş, gazetesinin yaşatılabilmesi için yıllarca mücadele  vermişti.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ
Cumhuriyet okuru ona “Aydınlanmanın Bilgesi” adını takmıştı. İlhan Selçuk Atatürk ilkelerinin savunucusu bir devrimci ve yurtseverdi. Adı Cumhuriyet Gazetesi’yle özdeşleşen İlhan Selçuk Cumhuriyet okurunun her sabah bir pusula gibi doğru yönü gösterdiği inancıyla izlediği bir yazardı.

İlhan Selçuk 11 Mart 1925’te İzmir’de doğdu (Nüfusunda Aydın yazılı). Babası subaydı. Bu nedenle Aydın’da başlayan, Yıldızeli ve Keskin’de süren, Şişli 43. İlkokul’da tamamlanan ilköğreniminin ardından, ortaokul ve liseyi İstanbul Taksim, Silifke ve Adana’da okudu.

1950’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Ardından ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk ve Dolmuş mizah dergilerini yayımladı. İlk yazıları bu dergilerde yayımlandı. 1958’de Karikatür, 1959’da Taş_Karikatür dergilerinin yayıncıları arasına katıldı. Semih Balcıoğlu ile birlikte Ulus’un mizah sayfasını düzenledi.

1961’de Akşam Gazetesi’nde yazarlığa başladı. Aynı yıl Tanin’e oradan da Vatan’a geçti. 1962’de Doğan Avıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu’yla birlikte Yön’ün kurucuları arasında yer aldı ve burada da yazılar yazdı.

1962’de Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine Cumhuriyet’te köşe yazarlığına başladı.

12 Mart 1971 öncesinde Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinde de yazan İlhan Selçuk, bu tarihlerde, geniş bir kesimin büyük ilgi duyarak okuduğu bir yazardı.

12 Mart sonrasında “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle Cumhuriyet kapatıldı. İlhan Selçuk tutuklandı. Açılan davada aklandı.


Ziverbey’de İşkence

Çok geçmeden sıkıyönetimce yeniden gözaltına alındı. “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. “Madanoğlu Davası”ndan Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı ve aklandı. Yazdığı “Ziverbey Köşkü” kitabıyla, Ziverbey’deki işkence iddiaları ilk kez anlatılmış oldu. İlhan Selçuk, Ziverbey’de işkence altındayken verdiği ifadede akrostiş yöntemini kullanmıştı. İfadesinde, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında “işkence altındayım” tümcesi çıkıyordu.

Demokrasi Ödülü

1991’de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra gazetenin iflasa sürüklendiği, yazarlarının uzaklaşmak zorunda kaldıkları dönemde İlhan Selçuk, Berin Nadi ile birlikte Cumhuriyet yazarlarının bir arada tutulmasında önemli rol üstlendi. Ardından Berrin Nadi ile birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin bağımsızlığını koruyarak sürdürebilmesi için Cumhuriyet Vakfı’nı kurdu.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesi olan İlhan Selçuk, “Türk basınında demokrasi için verdiği savaşımdan” ötürü 1997’de Sertel Demokrasi Ödülü’ne değer görüldü. 1989’da Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin “Onur Ödülü”ne, 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü aldı. Yaklaşık yarım asırdır Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan İlhan Selçuk’un 15 kitabı bulunuyor.

Ergenekon’dan Gözaltı

21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında gözaltına alınan Selçuk, iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

30 Mart akşamı, göğüs ağrısıyla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne getirildi. 15 Nisan’da yaklaşık 6 saat süren bir by-pass ameliyatı geçirdi. Selçuk’un ameliyatını gerçekleştiren ekibin başı Doç. Dr. Atıf Akçevin, ameliyatın ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, İlhan Selçuk’un 1978 ve 1984 yıllarında kalp krizi geçirdiği belirterek, hastalığın son seneye kadar tıbbi tedaviyle sabit seyrettiğini söylemişti. İlhan Selçuk’un doktorlarından Oryal Gökdemir ise gazetecilerin “İlhan Selçuk’un şu anki durumunda gözaltına alınmasının bir etkisi var mıdır?” sorusuna “Etkilememiş diyemeyiz, ama ‘tek neden budur’ demek de yanlış olur” karşılığını vermişti.

25 Mayıs’ta hastaneden taburcu olan Selçuk, 14 Ağustos 2009 günü yeniden rahatsızlanarak Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde yoğun bakıma alındı. Selçuk’a ilk müdahaleyi daha önce kalp rahatsızlığı sırasında da tedavisini yapan ekipteki doktorlar Doç. Dr. Atıf Akçevin, Dr. Genco Yücel ve Dr. Zekiye Kural yaptı. İncelemeler sonucunda, Selçuk’un beyninin sağ tarafına bir kan pıhtısı gittiği ve bunun damarlarda beslenme bozukluğuna neden olduğu saptandı.

İlhan Selçuk, hastanede kaldığı süreçte okurlarıyla bağını sürdürdü. Hikmet Çetinkaya, 26 Kasım’dan başlayarak her hafta “Pazar Sohbetleriyle” Selçuk’un görüşlerini Cumhuriyet okurlarına aktardı.

Selçuk’u Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gördüğü süreçte kardeşi Ülfet
Ertel hiç yanından ayrılmadı. Ağabeyi Turhan Selçuk ve Cumhuriyet çalışanlarının yanı sıra, aralarında politikacı, gazeteci, yazar, sanatçıların da olduğu pek çok kişi ve sivil toplum örgütü Selçuk’un ziyaretine geldi. Tarık Akan, Rutkay Aziz’in yanı sıra 14 Şubat’ta CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal da Selçuk’u ziyaret edenler arasında yer
aldı.

Selçuk hastanede kaldığı sürede sıkça gazeteye gelmek istediğini söylüyordu. Hikmet Çetinkaya ile sohbetinde, “Gazetedeki çocuklarımı çok özledim. Tümünün gözlerinden öperim… Türkiye’nin önünde başka bir dönem var. Demokrasi ve temel hak ve özgürlükler mücadelesi. Onun için Deniz Baykal’ı eleştirin ama vurmayın! Bu dönemde yol haritamız demokrasi, temel hak ve özgürlükler olacaktır. Atatürk milliyetçiliği
de budur zaten.”
diyordu.

Selçuk, son olarak 23 Mart Salı günü Cumhuriyet Gazetesi’ni ziyaret etti. Yedişer sekizer kişilik gruplar halinde Selçuk’un odasına gelen Cumhuriyet çalışanlarıyla sohbet etti, şakalaştı. Bu “Aydınlanma Bilgesi”nin Cumhuriyet’i son ziyareti oldu.

Amerikan Hastanesi’nin açıklaması

Vehbi Koç Vakfı (VKV) Amerikan Hastanesi, İlhan Selçuk’un, uygulanan tüm tedavi ve girişimlere karşın ”çoklu organ yetmezliği” nedeniyle vefat ettiğini bildirdi. Amerikan Hastanesinden yapılan yazılı açıklamada, ”24 Ocak tarihinde ‘iskemik beyin hastalığı’ nedeni ile yoğun bakım ünitesine yatırılan gazeteci yazar İlhan Selçuk, uygulanan tüm tedavi ve girişimlere karşın çoklu organ yetmezliği nedeni bugün saat 13.15’te vefat etmiştir” denildi.
 

Hacıbektaş’ta defnedilecek

İlhan Selçuk için Çarşamba günü İstanbul’da veda töreni yapılacak. Cenazesi perşembe günü Hacıbektaş’a götürülecek. Selçuk, Hacıbektaş’ta,  Mahsuni Şerif ve ağabeyi Turhan Selçuk‘un mezarları ile Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre‘nin heykellerinin bulunduğu Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’na defnedilecek.

BABALAR..-Bekir COŞKUN
BEN bir yeni yetimim…
Kaç yaşına gelirseniz gelin, babanız yaşadığı sürece, asla büyüyemezsiniz.
Ama bir gün onu kaybettiğinizde… “Baba” diye seslendiğinizde yanıt alamayacağınızı anladığınızda… Bir mezarlıktan çıkarken artık yalnız olduğunuzu hissettiğinizde… Bundan böyle danışacak kimseniz olmadığını bildiğinizde… Babanıza sorulması gereken soruları gelip size sorduklarında. ..
Ve kim bilir kaç gün el ayak çekildiğinde… Aidiyet duygusunu kaybetmiş, merkezini yitirmiş…
Sessiz sessiz ağladığınızda…
Demek ki büyüdünüz…

*

Bu ülkenin babaları, yeryüzünün en şanssız babalarıdır bence…
Ekonomik açıdan diyelim…
Evin başköşesindeki televizyonlar, çocukları tüketimin en çılgınına davet ederken… Yetersiz aylıkların, güvensiz işlerin, belirsiz yarınların, zar zor sağlanmış küçük birikimlerin, ayın sonuna doğru tükenen harçlıkların kahrı içinde bocalar…
Sessizleşir…
Söylemek ister, asla söyleyemez…
İstemek ile yapamamak arasında ezilir baba…

*

Ya da; sosyal yaşamda…
Çocuklarına “iyi insan” olmayı öğretmek gibi en kutsal görevi ile yüz yüze geldiğinde…
Bir yanda kimlikli-kişilikli-onurlu-yürekli-özgür bir birey yetiştirme arzusu… Öte yanda o minik bireyi, kaypaklığın-kimliksizliğin-onursuzluğun-ikiyüzlülüğün hüküm sürdüğü bir dünyaya hazırlamanın kaçınılmazlığı…
Ezilir…
Anlatmak istese anlatamaz…
Baba susar…

Bugün  Babalar Günü…
Boyunlarına sarılın…
Koklayarak öpün babalarınızı…
Onları anlarsınız nasıl olsa, er geç bir gün büyüdüğünüzde…

************ ********* ***
Bekir Coşkun
( Habertürk )

bcoskun@htgazete. com.tr

BİZ ŞİMDİ ÖLDÜK!

Cumartesi sabahı…

Ben şimdi uyandım. 

hurriyet.com.tr

İstanbul‘da güzel bir hava… İzmir‘de pırıl pırıl bir gökyüzü…

Ben şimdi uyandım…

Sen şimdi Ankara‘da bir haftasonu programı yapıyorsun.

Bir cumartesi sabahı uyandık.

Gazeteler, kahve, çay.. Bir gün, bir hayat önünde…

Şimdi uyandık…

Ben aslında şimdi öldüm… Ve şimdi Hakkari’de, Şemdinli’de onlar uyanamadı.

11 şehit haberi Doğan Haber Ajansı’ndan önüme düşünce bende düştüm…

Biz bir cumartesi sabahı şimdi uyandık…

Onlar Hakkari’de şimdi öldüler…

Biz şimdi öldük…

Toprağın altında 35 bin vatan evladı şimdi bir daha öldü.

Zaman öldü…

11 vatan evladı şehit düştü.

Mesela sen şimdi uyanıyorsun…

Ve henüz bilmiyorsun onlar nasıl uyanamadılar…

Dağın başındaki karakolda uykunun en masum derinliğinde roket mermileri kavurdu ranzaları…

Kalkabilen kalktı, nöbetteki Mehmet rastgele ateş etti.

Zaten ihanetle pusunun kol kola gezdiği o coğrafyada düello arayamazsın, şövalye bulamazsın.

Olsa olsa sabaha karşı kahpeliğin tetiğini çeken pusucuları bulursun.

İşte saat 11.00’e geliyor..

Bir cumartesi sabahı..

Sen şimdi kahvaltıdasın…

Belki de hiçbir şeyden haberin yok…

Karadeniz’de bir balıkçı ağlarını çekiyor…

Denizli’de bir dokuma tezgahı henüz işlemeye başlıyor…

Bursa’da bir baba çocuğunu götürmek için sinemaları araştırıyor…

Bir anne ertesi günkü doğuma hazırlanıyor..

Biz şimdi bilmiyoruz… Nasıl öldük farkında değiliz…

Bir ayda 50’ye yakın şehit verdik.

Herkes soruyor: Ne oldu da yeniden başladı?

Bitmedi ki kardeşim… İki yıllık bu sessizlik, iki yıllık beklenti, silahsız çözüm hazırlıkları…

Hatırlayın ABD‘den gelen Bay Koordinatörü..

Hatırlayın bizim koordinatör Edip Başer’in atanmasını..

Televizyon haberleri, manşetler…

‘Bitti, bitiyor, eziyoruz, sıkıştırdık, parasal kaynaklarına giriyoruz’

İşte sınır ötesi harekat..

Gece Kuzey Irak‘ta yürüyen komandolar..

Boş dağları bombalayan jetler…

Genelkurmay‘ın yaptığı ”ABD ile isithbarat paylaşıyoruz. Uyumluyuz” açıklamaları..

Sonra sessizlik.

Demokratik açılım.

İki yıl süren dağdan indirme projesi.

Ama olmadı işte.

Habur’dan giriş yapan teröristleri otobüslerin üstüne alıp terörist kıyafetleri ile selamlattırnca olmadı işte kardeşim…

Sen cumartesi sabahı uyandın..

Soruyorsun: Nasıl bitecek bu? Neden yine başladı?

Böyle bitmiyor işte kardeşim.

Sabah uyanıyoruz…

Aslında uyanamıyoruz…

Çünkü onlar uyanamıyor…

İşte 11 vatan evladı daha uyanamadı.

Ben nasıl uyanırım, sen nasıl uyanırsın.

Biz niye bir türlü uyanamıyoruz.

YORUMLARINIZ İÇİN fcekirge@hurriyet.com.tr

Ben tesadüflere inanmam

Sertab Erener’in yeni albümünün adı ‘Rengârenk’. Bu albüm yeninin peşinden gidiyor. Çünkü Erener bildiğini yapmanın kolay ve güvenilirliğine sığınmıyor. Sürekli değişmenin açlığını dindirdiğini düşünüyor. Bunlar da Rengârenk’i berrak, asude ve ona inat canlı albüm yapmaya yetiyor.

Sertab Erener “Bu Böyle” ve “Açık Adres” parçalarıyla ilkbaharı karşılamıştı. Şimdi yeni albümü “Rengârenk” yayımlandı. Prodüktör Sertab Erener, düzenlemeler ise Mustafa Ceceli’nin. Oscar ödüllü “Slumdog Millionaire” filminin müziği Ringa Ringa şarkısı da Nil Karaibrahimgil’in Türkçe yazdığı sözlerle albüme adını veriyor. Şarkılarda Soner Sarıkabadayı ve Erener’in imzası var. Erener’in derdi kendini tekrar etmenin verdiği sıkıcılıktan kurtulmak. Bunu da başarıyor, zira 20 yıllık bir döneme yayılan şarkılarına baktığımızda akıllarda kalanlar hep farklı tarzlarda. Bu albüm de adı gibi “Rengârenk”

– Sertab Erener şarkılarını hayatımızın her döneminde dinledik. Dile kolay, neredeyse yirmi yılı geride bıraktınız. Ama son dönemde daha farklı biri var sanki karşımızda. Artık zamanı gelmiş miydi değişimin?

– Müziğin içindeki yolculuğumu hiç planlamadım. Çünkü yaşamın onu yönlendireceğini düşündüm. Belki de sağlığını böyle koruyacağına inandım. Hayata bakışım, algılayışım neyse o yansıyor müziğe. Bir kadının hayatı bu, aynı zamanda da bir ayna.

Hayatla didişiyorum

– Müziğin dinlenebilirliği derinin altına geçebilmesiyle orantılı. Müziğinizde bu hep vardı. Nedir derdiniz?

– Sihir, içinden geleni vermekte. Zaten cesaret isteyen de bu. Oluş halin ne kadar gerçek ve berraksa insanlar seni o kadar dinler.

– Sürekli hayatla didişir gibi bir izlenim yaratıyorsunuz bende. Var mı böyle bir kavganız?

– Hayatla didişmek evet, aynen tanımım bu. Oluruna bırakmam, kaderci değilim. İnsan gerçekten kendi kurgusunu yaşıyor, buna eminim. Korkularla yüzleşmek de buna dahil. O yüzdendir ki tesadüflere de pek inanmam. Varoluş dinamiğinde tüm bunların anlamı olduğunu düşünürüm. Çoğu zaman hayatın sağlamasını yaptığım fikrine kapılırım.

– Umutsuzluk size uzak olmalı o zaman.

– Umutsuzluk hissettiğim bir ruh hali değil, zaten kötümser de olamadım hiç. Çok analitik olduğum yerler var, ama az. Çaresiz kaldığım zamanlar en kötüleri. Çünkü benim dışımda ve müdahalemden uzak olaylar beni yoruyor.

– Müziğe dönersek “Rengârenk” albümü ses rengi ve duyum açısından farklı bir yerde.

– İnsan kendini tekrar eden bir yaratık. Çünkü bildiğini yapmak kolay ve güvenli. Yeniyi aramak belirsizlik demek. O da korku veriyor. Sürekli yenilemek, farklılaşmak. Her şey burada gizli. Kimyayı sürekli değiştirmek gerekli. Benim açlığım bu. Aynı olmaktan sıkılıyorum. Mesela, Madonna sürekli değişti. Müziği, sözleri, çalıştığı ekibi, hatta görünüşü… Dinleyiciyi şaşırtmak önemli, elbette onları kaybetmeden.

– “Rengârenk”te “İkimiz Bir Fidanın” gibi bir klasiği yorumluyorsunuz. Var mı hikâyesi?

– Pek çok insanın onunla duygusal bir bağı var. Anlatısı direkt ve net sözünü söylüyor. Zamanının en popüler şarkısı. Bu şarkı bizim evimize de girmişti. Ben de yıllardır konserlerde söylüyordum, Özge Fışkın’la düet yapıyorduk. Baktım ki hissediyorum, bu akış benim gerçeğim oldu ve yola devam ettik.

– Arabesk kanımızda var ama bunu kabullenmekten çekiniyoruz. Nasıl iş bu?

– Arabesk bu toprakların müziği. Sahiplenilmesi ve kabul edilmesi gereken bir olgu. Saçma sapan idealist yaklaşımlarla ona uzak durmayı marifet sayıyoruz. Sonuçta insanlar aidiyet noktasında çok istekliler; popçular, rockçılar, arabeskçiler… Bu da sınırları çok kesin gruplaşmalara neden oluyor. Siyasette, politikada, hayatın her alanında bunu yaşıyoruz.

Çılgın bir konser geliyor

– Demir Demirkan ile uzun yıllardır birliktesiniz. Dışarıdan da her şey yolunda görünüyor. Nedir bu ilişkiyi bu kadar dengede tutan?

– Birbirimizi değiştirmemek. Evet, buna epey çalıştık. Çünkü herkes karşısındakini mükemmel yapmak ister. Bunu bir kenara atmak gerekli. Biri seni ilk nasıl etkilerse onu öyle bırakmak gerektiğini unutuyoruz. Âşık olduğumuz kişinin, âşık olduğumuz haliyle oynuyoruz. Burada izin veren de suçlu diğeri de. İlişkilerde karşında kendini görürsün ve yansımalardan ibarettir ilişkiler. Benim ilişkimde öğrendiğim bunlardı. Bunları başardığımız için bugün buradayız. En önemlisi de değişmek gerekiyorsa gerekiyor diye değil, gerçekten doğru olduğuna inanıldığı için adım atılması gerektiği. Bir de Demir’in dürüstlüğü bu ilişkinin temeli. Yalan söylemez, “miş” gibi yapmaz. En çok âşık olduğum tarafı da dürüstlüğü. Kendine, yaşadığına saygılı. Hesapla, kitapla yürümez, yalnızca yapar, isteyerek yapar. O yüzden müziğinde de samimi ve çoksesli.

– Peki, son olarak “Rengârenk”i ne zaman canlı dinleme fırsatımız olacak?

– Rengârenk’in ilk konseri 30 Haziran’da Kuruçeşme Arena’da. Konsere kadar dinleyiciler de şarkılara alışmış olur diye umuyorum, çünkü müzik iletişimini sağlamak için seyircinin melodiye, sözlere aşina olması çok önemli. Hoş bir de fikrimiz var! Dinleyicilerin konsere rengârenk gelmelerini istiyoruz. Yani bir parti havası yaratmak derdimiz, tüm çılgınlıklara hazırız.

Babam ve BEN

4 yaş  : Babam her şeyi biliyor.
5 yaş  : Babam çok şeyi biliyor.
6 yaş  : Benim babam, senin babandan daha çok şey biliyor.
8 yaş  : Babam galiba bazı şeyleri biliyor.
10 yaş: Babamın gençliğinde, her şey çok farklıymış.
12 yaş: Aslında, babam bu konuda hiçbir şey bilmiyor.
14 yaş: Babama kulak asma! O, artık çağ dışı kaldı.
21 yaş: Babam mı? Aman Tanrım! O, hiçbir şeyden anlamaz.
25 yaş: Babam bu konuda az da olsa bir şeyler biliyor. Ama o yaştaki insanın bu konuda bir şeyler bilmesi normal zaten.
30 yaş: Bu konuda babamın fikrini alsak iyi olur. O kadar deneyimli ki…
35 yaş: Babama sormadan hiçbir şey yapmasam iyi olacak.
40 yaş: Acaba babam bu konunun nasıl üstesinden gelirdi? Ne kadar akıllı ve deneyimli bir insandı.
50 yaş: Babamın yanımda olması ve bu konu hakkında fikir vermesini çok isterdim. Onun ne kadar akıllı olduğunu hiç takdir etmemişim. Oysa, ondan çok şey öğrenebilirdim. Meğer babam her şeyi biliyormuş.                                                  

                                        

ANN Landers

 

  
 2010 Yılında Yaşamak

1. Şifrenizi yanlışlıkla mikro dalga fırınınıza girmeye çalışıyorsanız

2. Gerçek iskambil kâğıtlarıyla yıllardır fal bakmadığınızı fark ettiyseniz

3. 3 kişilik ailenize ait 15 adet telefon numaranız varsa

4. Yan masada çalışan arkadaşınıza e-mail gönderiyorsanı z

5. Arkadaşlarını ve yakınlarını arayamama sebebin e-mail adreslerinin olmamasıysa

6. Alışverişten dönerken evinizde aldıklarınıza taşımaya yardım edecek birinin olup olmadığını anlamak için cep telefonunuzu kullanıyorsanı z

7. Televizyondaki her reklâm, ekranın altında bir web adresi içeriyorsa

8. Hayatınızın ilk 20, 30 belki de 60 yılında sahip olmamanıza karşın, bugün evinizden cep telefonunuzu almadan çıkmak sizde paniğe yol açıyor ve almak için geri döndürüyorsa

10. Sabah uyandığınızda kahvaltıdan önce online oluyorsanız

11. Gülümserken başınızı yana yatırıyorsanız 🙂

12. Bu yazıyı okuyorsanız, başınızı sallıyor ve gülümsüyorsanız

13. Daha da kötüsü, bu maili kimlere forward edeceğinizi şimdiden biliyorsanız

14. Listede 9. maddenin olmadığını fark edemeyecek kadar meşgulseniz

15. Yukarı çıkıp listede 9. madenin olup olmadığını kontrol ettiyseniz
ve şu an kendi kendinize gülüyorsanız

2010 Yılında yaşıyorsunuz….

 
Güzel ve Mutlu Günler Dileklerimle 😉