Woody usulü aşk dörtgeni
Son yıllarda izlemeyi epeyce ihmal ettiğim Woody Allen filmlerinin Barcelona Barcelona adıyla gösterime giren sonuncusu Vicky Cristina Barcelona’yı geç de olsa görmeden yapamadım bu hafta.
Sungu Çapan
1970-80 ve 90’lı yıllarda ışığına kapıldığımız seçkin yazar-yönetmenlerimden olan, yazıp çektiği, kendi âlemlerindeki sorunlarla kıstırılmış New York-Manhattan’lı entelektüeller üstüne sofistike komedileriyle belleğimize yerleşerek tüm dünyada gitgide markalaşan bir güldürü ustası olduğu kadar her fırsatta filmlerinden çokça etkilendiğini belirttiği ustası Ingmar Bergman’ın izinden giden, aydın işi, psikolojik dramalar da üreten ama sonradan kendini tekrarlamaya koyulmasıyla gözümüzden düşen, son 40 yılın hınzır sinemacısı Woody Allen son dönemde New York-ABD dışında, Avrupa’da dilediğince çalışmayı yeğliyor malum. İngiltere’de çektiği son üç filmini (Maç Sayısı, Scoop, Kassandra’nın Rüyası) çeşitli nedenlerle peş peşe es geçtiğim ama artık girdiği olgunluk döneminde, doğrusu kocamış mızmız muamelesini pek de hak etmeyen, hâlâ her yıl bir film attırmaktan da geri durmayan, 70’li yaşlarının yarısındaki Woody Allen’in enerjisine ve çalışma azmine şapka çıkarmamak ne mümkün.
Aşk, kadın – erkek ilişkileri
İlk filmlerinde aşk ve kadın-erkek ilişkilerinin ıcığını cıcığını çıkarmış üstadın bizi yeniden üçlü (hatta dörtlü), karmaşık ilişki girdaplarına sokarak iyi bildiği sulara yelken açtığı bu son filmi, adından da anlaşılacağı gibi Barcelona’da geçiyor. Bir anlatıcı sesi de, edebi tonlarda, esprili ifadelerle hikâyeye yer yer müdahale ediyor. Barcelona gibi filme adını veren Vicky ile Cristina ise zengin mimari örnekleriyle donatılmış, bu güzelim Katalan kentine yaz mevsimini geçirmeye gelen, çok yakın arkadaş olan ama aşk konusunda birbirlerinden akla kara kadar farklı iki Amerikalı fıstık. Gaudi hayranı, gitarı ve İspanyol müziğini seven, zaten tutkunu olduğu Katalan kimliği üstüne tez yazan Vicky (ilk kez seyrettiğimiz ve gözümüzü alamadığımız Rebecca Hall filmin hoş sürprizi), ciddi, gerçekçi ve borsacı Doug’la (Chris Messina) nişanlı, geleceğini programlamış, dalyan gibi, güzel bir genç kadın. Kankası Cristina’ysa (Maç Sayısı’ndan beri Allen’in gözdeleri arasına katılmış Scarlett Johansson), çektiği 12 dakikalık bir kısa filmden hoşnut kalmamış, bir sanat ya da zenaat aracılığıyla kendini ifade etmekte zorlanıp sonuçta fotoğrafçılığa yönelen, kronik tatminsizlikten muzdarip, bitirdiği bir ilişkinin hüznünü yeni cinsel serüven arayışlarıyla geçiştiren, özgür ve uçarı bir sarışın. Şu kısacık hayatta en iyisi, yiyip içip, güzel şarapların tadına bakarak güzel güzel sevişmektir ilkesini benimsemiş İspanyol bohem ressam Juan Antonio Gonzalo (Javier Bardem) tanışır tanışmaz hadi bu hafta sonu, Oviedo’daki evime gelin ve bir güzel üçlü (sandviç) yapalım diye iki turist kızı doğrudan yoldan, yatağa davet edince tutucu Vicky’de şafak atıyor. Bu çok açık ama densiz, erotik öneriye çok sıcak bakan, şehvetli dudaklara sahip Cristina’ysa Juan’la her çeşit maceraya zaten çoktan hazır. Ama şarap Cristina’nın ülserini azdırınca nişanlısını filan unutup latin erkeğinin çekimine kapılan Vicky’nin ruhsal durumu altüst oluyor Juan’la geçirdiği ateşli aşk gecesinin ardından. İki kıza eşlik eden Juan’ı vaktiyle bıçaklayıp ayrılmış ve dile düşmüş, eski fıttırık karısı, ressam ve müzisyen Maria Elena (Gitgide Sophia Loren’in ince, uzun haline dönüşen, yönetmen Bigas Luna’nın 1992’de Jamon Jamon filmiyle keşfettiği Penelope Cruz oynuyor bu tutkulu, deli kadını.) da hikâyeye karışınca bu üçlü-dörtlü ilişki yumağı karmakarışık bir hal alıyor…
Alaycı ve eğlenceli
Ünlü mimar Gaudi’nin eserleriyle bezeli (bu arada dikilmiş bir de Joan Miro heykelini gördük kısacık bir çekimde) Barcelona’da gezmiş kadar olarak çıktığımız filmde bildik aşk ve cinsellik klişelerini tersine çeviren Allen her kahramanının ipliğini pazara çıkarıyor, zayıf yanlarını gözümüze sokarak. Öteden beri Avrupa kültürü takıntılı üstadın gelgitli kadın erkek ilişkilerine alaycı ve eğlenceli bakışının ürünü olan ve uzun planlardan oluşan Barcelona Barcelona tüm klişe yüzeyselliğine karşın zevkle seyredilen, Woody Allen usulü, hafif ve uçarı bir romantik komedi (parodi) denemesi. Görkemli mekânları, kültürü, müziği ve coşkulu insanlarıyla tüm Barcelona kentinin de katkısı ve desteği sonucu oluşturulmuş son filminde denenmiş formülleri ve alışılmış durumları tersine çeviren Allen, rahatça tüketilen, şenlikli-şamatalı ve alaycı bir ilişkiler güldürüsü (ya da seks komedisi) ortaya koymuş bu kez. İki insanın birlikte mutlu olup olamayacağına ilişkin temel sorunsalı çevresinde, bütün filmografisi boyunca dolanıp durmuş olan Allen, orta sınıf Amerikan ahlakçılığından beylik Akdenizli bohem ressam figürüne, ahlaki sınırlamalardan sadakata ilişkin suçluluk duygusuna kadar her şeyle dalgasını geçerek günümüz ilişkilerinin hüzünlü bir parodisini önümüze sürüyor Katalan kültürü dekorunda.
Romantik aşk komedisi
Kimi zaman karikatürize edilmiş kahramanlarının afalladıkları durumlarda verdikleri tepkilerden kaynaklanan keskin bir mizah öğesi de barındıran filmde özellikle Rebecca Hall’la Javier Bardem’in önlerine katıp sürüklediği oyuncu kadrosu da epeyce göz alıyor. Üstadın eski başyapıtlarından, sözgelimi bir Kocalar ve Karıları’nın İspanyada geçen hafif bir versiyonu gibi algılanan bu sivri dörtgen ilişki çeşitlemesi, ( Maria Elena’yla kuması Cristina’nın öpüştüğü) lezbiyenliğe, biseksüelliğe davetiye çıkaran sahneleriyle de oldukça ileri görüşlü sayılabilir. Almodovar’ın usta kameramanı Javier Aguirresarobe’un saptadığı, kırmızı filtreli, kimi sevişme sahneleri de 74’lük Allen’den umulmayacak ateşlilikte. İspanya beklentileri farklı iki Amerikalı kızın yaz tatili serüvenlerini konu edinen ve meraklısınca kaçırılmayacak nitelikteki bu Woody Allen’vari romantik aşk komedisi, gişede de parlak bir başarıya aday görünüyor şimdiden.