‘Medyada hiç kolay adam görmedim’
Pelin Batu, “Tarihin Arka Odası” programıyla konuşuluyor son aylarda. Bu kadar ilgi çekmesinin nedeni kimi zaman konuşmaları, kimi zaman da hareketleri. Ama o bunları umursamıyor, içinden geldiği gibi davranıyor. Kendisine yönelen bu ilginin de medyanın doğasından kaynaklandığının farkında…
Pelin Batu, Habertürk’te yayımlanan Tarihin Arka Odası programının üç sunucusundan biri. Neredeyse her hafta bir olayın yaşandığı program. Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu ile girdiği polemikler, program sırasında uyuyakalması ya da ağzından çıkan bir söz Batu’yu sürekli gündeme getiriyor. Ama en çok da Bardakçı ve Afyoncu’nun ona karşı tutumu, kendi deyimiyle “ti’ye almaları” kimi zaman izleyenleri çileden çıkarıyor. O ise “Batu artık bu programdan ayrılmalı, kendisini bu kadar ezdirmemeli” diyenlere inat Tarihin Arka Odası’nda kalmaya kararlı.
– Öncelikle Tarihin Arka Odası’ndan başlayalım. İlk kez bir tarih programı bu kadar izleniyor sanırım…
– Aslında ben de çok şaşırıyorum. Program başlarken bunun niş bir seyircisi olur diyordum. Zaten tuhaf saatlerde, akşam 11’de başlıyor, sabaha kadar sürüyor. Televizyonlarda hakikaten alternatif bir program yok, ya böyle hoplayıp zıplayıp göbek atılan lay lay programlar, ya da çok sıkıcı, insanın içini bayan, didaktik programlar var. Bizimki ikisinin arasında bir yerde.
– Ben de izlediğimde çok gülüyorum bazen. Ama her pazartesi yeni bir “Pelin Batu haberi” okumak tuhaf. Sizinle uğraşıyorlar mı?
– Program bir şekilde tutulduktan sonra, insanlar aradan cımbızla almayı alışkanlık haline getirdi. Tipik bir televizyon figürü değilim, uğraşacak bir şeyler buluyorlar. Medyayı Meksika dizilerine benzetiyorum. Hani, dizide bazı karakterler belli dönemlerde ön plana çıkar, 6- 8 ay konuşulur, sonra unutulur. Medyada da topu topu 15 karakter var, arada sırada biri ön plana çıkıyor. Polemikler oluyor, o ona laf çakıyor, sonra unutuluyor.
– Sizin için en çok söylenen şey, programı bırakmanız gerektiği. “Niye bunu çekiyor?” diyorlar.
– Çekme olarak düşünmüyorum bunu. Her hafta ortalama 4 kitap okuyorum program için. Her hafta bir şey öğreniyorum. Evet çok kolay adamlar değiller. Ama medyada şimdiye kadar hangi adamla çalışsam hiç kolay olmadı zaten. En sakin, efendi insanların bile o ekrana çıkınca tuhaf, egomanyak insanlara dönüştüğünü gözlemledim bu zamana kadar. Ama sonuçta keyif aldığım bir iş yapıyorum.
– Bu programda benim yaşadığım da Türkiye’deki ataerkilliğin başka bir biçimi demişsiniz. Öyle mi hakikaten?
– Büyük cümleler kurmaktan çekiniyorum. Şimdi “toplum ataerkil, bu program da onun yansıması” demek, çok iddialı bir cümle olurdu. Ama olaylara farklı bir perspektiften bakınca, hatta topluma biraz uzak olunca böyle oluyor. Daha geniş görebildiğimi hissediyorum ama bazen de kaybolduğumu hissediyorum. Bazen tarihi olgulara şaşırdığım, anlayamadığım oluyor. Onlar da benim yabancılığımla dalga geçmek demeyeyim ama ti’ye alıyorlar. Ben alışığım, bununla dalga geçebiliyorum ama insanlar seyredince deli olduklarını da biliyorum. Bazı arkadaşlarım “kafasına kitap geçirmek istiyorum” diye mesajlar atıyor.
– Murat Bardakçı olmadan Erhan Afyoncu’yla program yapar mıydınız peki?
– Muppet Show’daki ihtiyarlar gibi oluruz yapsak. Murat Bardakçı dengeleyici programda.
– Peki bir şey sormak istiyorum, o reklamda neden oynadınız?
– Çok mu kötü? Aslında ben çok eğlendim çekerken ama. Çekerken de gülüyorduk, çok komik olacak diye.
– Erkeklerin paşam, padişahım diye büyütüldüğünü söyleyen Pelin Batu, o temada bir şeyi nasıl çeker diye düşündüm açıkçası.
– Ben tam tersine bir parodi olarak okudum o reklamı. Murat Bardakçı, gözlükleri, elinde tarih dergisiyle… Gerçi öyle de okunabilir, evet. Çok fazla ülkeden arkadaşım oldu, hiç bu kadar şımartılmış erkek varlıkları görmedim. Annelerin oğullarını padişahım, koçum, aslanım diye büyütmesi sonuçta o insanın büyüdüğünde risk almamasına, özverili davranmamasına yol açıyor. Eninde sonunda annesinin kucağı var.
Türk Sineması tatmin etmiyor
– Akademik kariyeriniz var bir yandan da. Öğretmenliği düşünüyor musunuz?
– Çok istiyorum. Okulu çok seviyorum. Sorgulayan, okumaktan haz alan insanlarla dolu oluyor çevrem. Hayatta olan biten bir sürü berbat şeyden uzaklaşmış oluyorsun. Çok daha naif, çok daha yaptığı işten mutlu insanlarla çevrili oluyorsun. Medyada, televizyonda, sinemada bu yok. Herkes birilerine pislik atıyor, herkes memnuniyetsizlik halinde, tatminsiz, o kadar boğucu ki. Kimse birbirini sevmiyor ama gülümsüyor. Okul olmasaydı, gergin ve mutsuz olurdum onu biliyorum.
– Sinemada yeni bir projeniz var mı?
– Sinema açısından çok tatmin olduğum söylenemez. Kötülediğimden değil, ama uzun zamandır bir sette “ne kadar güzel bir şey yaratıyoruz”u hissetmedim. Yaptığın işe inanmak lazım. Güzel bir şey yarattığına, dünyaya güzel bir şey bıraktığına inanmak. Benim hayatım güzel filmler, güzel müziklerle geçiyor. O kadar müteşekkir oluyorum ki onları yaratanlara. Ben de isterdim, insanların seyredince dertlerini unutabilecekleri, iyi şeyler düşünebilecekleri, hissedecekleri bir şey yaratmak.
– Yazmayı düşünüyor musunuz?
– Bir arkadaşımla yazdığımız bir senaryo var. Ama rafa kaldırdık. Çünkü hiçbirimiz kolumuzun altına senaryo alıp “hadi bu filmi çekin” diyecek insanlar değiliz. İnsanları ikna etmeye çalışmak ağırıma gidiyor. Çok saygı duyuyorum işini kovalayan insanlara, bir rol kapmak için yönetmeni ikna edenlere. Ama ben yapamıyorum.