SAATLER
 

 Leyla İpekçi-Dilek’le gelen…

Demokratik açılım sürecine sıkışarak siyasileştirilmemesi gereken adaletsizliklerden biri TMK mağduru çocukların yargılanma biçimi. Polise zafer işareti yaptığı için veya arbede çıktığında oradan geçmekte olduğu için, ya da yüzünü örtüp taş attığı için terörle mücadele kapsamında yetişkinler gibi yargılanan 18 yaş altındaki çocuklar sözkonusu olduğunda: Bir sıkıntı başgösteriyor herkeste.

Bu konuyu duymamak, bu meseleye uzaktan bakmak, mümkünse hiç bakmamak daha fazla tercih ediliyor. Durduk yerde kimsenin yapabileceği çok somut bir şey olmadığı için belki görmezden gelmek daha kolay oluyor.

Belki de kimini PKK’nın suça ittiği söylenen bu çocukları koruyarak aslında PKK’yı onaylıyor gibi bir duruma düşmekten çekiniyorlar. İdeolojik ürküntülerden kaynaklanan suskunluk, vicdanı donduruyor. Susarak ve çocukların giderek masumiyetlerini yitirişine seyirci kalarak, onları suça itiyoruz bilmeden. Çocuklardan koparılan masumiyette, yetişkin olarak hepimizin günahı asılı kalıyor.

Medyanın hedef kitlesi olanların çoğu bu çocukların neden ve nasıl suça itildiğine dair ipuçları barındıran o ‘saklı’ dünyaya yabancı kalmayı yeğliyor. Etnik ayrımcılık yaptıklarını fark dahi etmeden, Kürtlerin çok çocuk doğurmasını eleştiriyorlar sözgelimi. Savaşın, mağduriyet ve yoksulluğun süregeldiği bir yerde ayakta kalabilmenin koşullarını hiç düşünmedikleri için olsa gerek…

Tabii medyada da bu konuda çıkan haberlerin pek çoğunda çocukların mahremiyeti korunmuyor, masumiyet hakkı zedeleniyor, daha da vahimi, direkt ya da dolaylı olarak ideolojik kamplaşmaların hedefi haline getiriliyorlar.

Çocuklar ister ellerine para sıkıştırılarak PKK tarafından taş atmaya teşvik edilsinler, isterse kanundaki adaletsiz düzenlemeyi sürdürmek için türlü asılsız bahane üreten muhalefet partileri tarafından sabote edilsinler, isterse de medyada afişe oldukları için mağdur olsunlar: Nihayetinde birileri tarafından suça teşvik ediliyorlar durmadan.

Haklarında hiçbir somut kanıt olmasa da tutuklu olarak yargılanmayı bekleyen çocuklar da var. Bir gün suçsuz oldukları anlaşılır da beraat ederlerse bile, artık onların bu zulüm karşısında büyük bir öfke ve nefretle dolmayacaklarının ve dağın yolunu tutmayacaklarının garantisi yok.

***


Sonra Doktor Dilek Yeşilbaş
geliyor Hakkâri’ye. Bir buçuk yıl kadar önce. Psikiyatr olarak zorunlu hizmetinde. Daha ilk günlerde radyoda bir program yapıyor, hemen ardından bir yerel internet sitesinde vicdanımızı harekete geçirecek yazılar yayınlıyor.

Hayat Hakkâri’nin dağlarla çevrili coğrafyasında çığlıklarını yankılatırken Dilek’in başka seslerle avunması mümkün değildir. Baran Yetenek Avcısı adlı derneği kurarak çalışmalarını hızlandıracaktır.

Kimi zaman emniyet güçlerine çocukların psikolojisi üzerine seminerler verir, kimi zaman üniversite rektörüyle, valiyle, yerel yetkililerle biraraya gelerek ortak projeler üretir. Hemen herkesi çalışmalarına katarak hakikatin dilini konuşmaya çalışır Dilek.

Hakkâri’de 25 yıl sonra ilk kez bir sinema açarlar. İlk kez çocuklara ÖSS danışmanlığı verilir. Özellikle kadın ve çocukları sosyal hayata katmak için projeler hayata geçirirler.

Kamuoyunda panzerin ezdiği çocukların sesi pek duyulmaz. Gözaltında kaybolanların kemikleri peşinde koşanların, kayıp evlatları için her haftasonu toplanan anaların sesi de fazla duyulmaz. Küçücük yaşlarında öldürülen 342 çocuğun masum olduğunu bilenlerimiz de çok değildir.

Ama yüzü kanlar içindeki bir çocuk, sivil polisler tarafından yerde sürüklenirken dahi siyasetin üretebileceği dilin çok ilerisinde, kuşatıcı ve bütüncül bir ses vardır hayatta: Mücadeleyi bırakmayan ve umudun bitmediğini müjdeleyen Dilek ve onun gibilerin sesi.

Yeşilbaş’ın son projelerinden biri de Hakkârili çocukları Almanya’da yapılacak futbol turnuvasına götürmek. Çocuklarla futbol takımı kurma fikrini, daha önce Ağrı’da kurulan Anadolu Futbol Akademisi ile ortaklaşa bir projeyle hayata geçirmeye çalışıyor.

Geçtiğimiz günlerde, Hakkâri’de seçmeler yapılırken Dilek’ten bir mail aldım: “Hakkâri’de güzel şeyler de oluyor” diyordu.

Çoğunluğun susturulduğu ve seyirci olmayı kanıksadığı bir dönemde başkalarını yaşatmak için mücadele edenler sayesinde hayat ‘diri’, hikâyeler ‘canlı’, vicdan ‘açık’ kalıyor.

lipekci@yahoo.com