Mimarlık ve sinema tarihimizin ilkleriyle anılan en büyük yapıtı Beyoğlu Emek Sineması’nın kapatılması üzerine tepkiler çığ gibi büyüyor.
TMMO’sının açtığı davanın ardından 29.Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açıldığı ilk günde sanatseverler gece 21.00’den itibaren gece yarısına kadar sinema önünde toplandılar. Kurdukları perdede sessiz film “Kamelyalı Adam”ı gösterdiler, imza topladılar ardından müzik eşliğinde dans ederek seslerini duyurdular.
Festival sinemaları çıkışlarında “Emek Benim/İstabul Benim/Yıktırmıyorum!” yazan el broşürleri dağıtıldı.
Sinemaseverler; “Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin ya da öncesinde Sinema Günleri’nin bütün önemli etkinliklerinin gerçekleştirildiği Emek Sineması’nın son sekiz aydır kapalı olmasına İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı başta olmak üzere tüm “sanat” çevresinin sessiz kalışına isyanım var!
Yıkanların, yıkımı gizleyenlerin, bütün bunlara şahit olup da susanların cepleri kentsel dönüşümün rantıyla dolu. AKP hükümetinin 2002’den bu yana küresel kent olma yolundaki İstanbul’da kentsel dönüşüm, yenileme, yeniden canlandırma kavramları arkasına gizlemeye çalıştığı tüm uygulamaları kamu yararına aykırı bulduğum için Emek Sineması’nın yıkılmasına karşıyım.” diye haykırırken, sinemacılar; “Ülkede bakkallar, Beyoğlu’nda AKM, Devlet Tiyatroları şimdi sıra sinemalarda. Her gün yerli yabancı binlerce insanın akın ettiği Beyoğlu’nun yok etmek istiyorlar.” diye durumu özetliyor. Festivale gelen ve Emek sinemasının durumunu ilk kez fark eden İstanbullu sanatseverler şaşkın, hüzünlü; “Dehşete düştük. İnanmak istemiyoruz. Sebep ne?” sözleriyle olan biteni anlamaya çalışıyorlar.
Binlerce anısı olan sanatçıların içi kan ağlıyor. Bunlardan biri de festivallerde Şakir Eczacıbaşı’yla birlikte defalarca sahneye çıkan tiyatro sanatçısı Tilbe Saran. Sanatçı, Emek Sineması ile ilk tanışmasını anlatıyor;
“Emek sinemasına -sanırım- ilk kez 4 yaşındayken Ayşe annemle gitmiştim. Annem perdeye yansıyacak büyülü görüntüleri ancak karanlıkta görebileceğimi, sessizce oturursam o ışıgın içinden beyaz perdeye akacak hikayeyi izleyerek çok eğleneceğimi söyledi sonra da Ayşe anneme acıkırsa muzunu yedirirsin diyerek bizi yolcu etti. Sabahtı, hava güneşli ama soğuktu.Teşvikiye’den Beyoğlu’na nasıl gittiğimizi hatırlamıyorum.
Masal kitaplarındaki kraliçe saraylarına benzer kocaman salona, kadife perdeye, altın yaldızlı çerçevesine koltukta büzülerek baktığımı anımsıyorum. Koltuk çok büyük ben çok ufaktım. Işıklar yavaş yavaş sönüp o kalın perde hafif hafif sallanarak iki yana ayrılırken Ayşe anneme yapıştığımı ve onun “korkma, bak annen ne dedi, şimdi sihirli görüntüler başlayacak” diye yumuşacık sesi ve tombul kollarıyla beni sarmaladığını, elimi tuttuğunu ve perdeyi daha rahat görebilmem için paltosunu katlayıp altıma yerleştirdiğini anımsıyorum….
Sonra Tom ve Jerry başladı. Kocaman ekranda oradan oraya koşuşturan komik hayvanlar…Ayşe annenin elini ne zaman gevşettiğimi ve koltuğa bağdaş kurduğumu anımsamıyorum. Derken fareleri kovalayan kedi ve farelerin kediye uyguladığı şiddet bana hiç de komik gelmemeğe başladı. Oysa o kocaman bir dürbün gibi büyülü ışık hüzmesinin içinde çok komik şeyler saklı olduğunu söylemişti annem. Ama beyaz perdedeki hayvanlara olanlar annemin söz verdiği gibi hiç de komik değidi.
Kediye içim acımaya başladı bir süre sonra gözlerimden akan yaşlara hıçkırıklarımda eklenince Ayşe annem “evladım orada olanlar gerçek değil” diye beni teskin etmeğe uğraştı. Ne o yumuşacık sesi ne o tombul kolları beni yatıştıramadı ve giderek içimde uyanan isyanı bastıramadı. Kollarından kurtulup koltuğun üzerine hangi ara çıktığımı hangi ara yumruğumu sallayarak “eşşoğlueşşek fareler” diye basbas bağırmaya başladığımı anımsamıyorum. Hangi ara Ayşe anne benim ağzıma muzu tıktı hangi ara biz o kocaman salondan çıktık anımsamıyorum.
Tek anımsadığım,içimi çeke çeke ağzımdaki kocaman muzu yutmaya çalışırken Ayşe annemin kırmızı paltomun düğmelerini çekiştire çekiştire ilklemeğe çalışması ve o muzun tadının tuzlu olduğu…
Şimdi Emek sinemasını yıkacaklarmış…Çocukluğum, gençliğim eyvah! Eyvah onca açılışta, kapanışta beraber olduğum dostlar…. Artık muzlar hep tuzlu olacak….”
Emek isimli, Paris’in günümüzdeki en büyük sineması 2800 kişilik kapasitesi ile Le Grand Rex’i hatırlanan, bu sinema klasiğinin perdesini, sahnesini, koltuğunu yaşamış Tilbe Saran ve onlarca sanatçı, müze gibi sinema olarak korunmasını beklerken, el üstü tutulmasını umarken yok edilmesini kabul edilemez buluyor.