Bir insan neden gazeteci olur? Bu sorunun kişiye göre değişen birçok cevabı vardır elbette. Uğur Mumcu çalışma yaşamına Ankara Hukuk Fakültesi’nde idare hukuku kürsüsünde asistan olarak başladı.
12 Mart dönemi… Yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklandı, yargılandı; bu süreç içinde askere alındı, sakıncalı piyade er çıkarıldı. Sonuçta beraat etti. Üniversiteye dönebilir akademik kariyerine devam edebilirdi. Dönmedi. Yaşadığı olaylar ona, gerçekleri en iyi şekilde halka ileteceği yerin gazete olacağını düşündürdü ve bu duyguyla gazeteci olmaya karar verdi. Türk Solu, Devrim, Yeni Ortam gibi gazetelerde kısa sürelerle yazdıktan sonra 1975 yılından öldürüldüğü 24 Ocak 1993 gününe kadar -Milliyet gazetesinde zorunlu olarak yazması dışında- hep Cumhuriyet gazetesinde yazdı. Akademik anlamda hukukçuluğu, araştırıcı yanı; gazetecilik yaşamı boyunca kendisini izledi.
‘Bütün teklifleri reddetti’
Yıllar boyunca kendisine yapılan teklifleri reddederek Cumhuriyet gazetesinde yazmayı sürdürdü. Neden Cumhuriyet gazetesinde yazmayı seçtiğini 8 Mayıs 1984 tarihli yazısında Uğur Mumcu şöyle anlatır:
“Gazetelerin varlık nedenlerini ve amaçlarını bu gazetelerin doğuş koşulları belirler. Cumhuriyet; Kurtuluş Savaşımızın kan ve barut kokan o kutsal kavgaları içinde doğmuş, o günden bugüne ulusal kurtuluş bilincini, Atatürk devrimlerini ve çağdaş özgürlükleri savunagelmiştir. Gazetemizin kökeninde soylu duyguların, özverilerin ve yurtseverlik bilincinin o görkemli harcı yatmaktadır.
…Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesindeki ilk başyazısında koyduğu ilkeler bugün de geçerli değil midir?
Cumhuriyet, ne hükümet ne parti gazetesidir. Cumhuriyet, yalnızca cumhuriyetin, daha bilimsel ve yaygın tanımı ile demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi düşüncesi ve esaslarını çiğneyen ve yıkan, yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele edecektir.” (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1984 )
Cumhuriyet gazetesinin kuruluş ilkeleri onun gazetecilik yaşamı boyunca önem verdiği değerler olmuştur.
Uğur Mumcu gazeteciliği, 1961 Anayasası’nın tanıdığı özgürlük ortamında benliğini bulmuştur. Devrim dergisi ile olgunlaşmaya başlayan, anti-emperyalist, bağımsızlıkçı, devrimci ve toplumcu bir gazeteci benliğidir bu. Bu açıdan bakıldığında, Uğur Mumcu gazeteciliği işlevselcidir, toplumu bilgilendirme ve aydınlatma sorumluluğu üzerinde temellenir. Ona göre, bir gazeteci varsayımlarla uğraşmamalı ve ideolojik ya da siyasal saplantılarla gerçekleri ve olayları çarptırmamalıdır. Böyle bir yolu bir gazeteci için hiç de güvenli bulmaz. Bir gazetecinin her şeyi bilemeyeceğini; bilgi ve haber kaynaklarına ulaşıp bu kaynaklardan topladığı bilgi ve haberleri okurlarına sunması gerektiğini ve yorumlarını da gerçeklere, olaylara, olgulara dayandırırsa, inandırıcı olacağını söyler.
Belgesiz yazmadı
Uğur Mumcu, İpekçi cinayetinin yaklaşık beş bin sayfayı bulan dava dosyasının silik kopyalarını gözünün bir numara artması pahasına defalarca okuyarak cinayetin işlendiği olay yerinde Ağca’nın yalnız olmadığını, İpekçi’ye çapraz ateş edildiğinin bilgisini elde etmiş ve bu bulgularını kamuoyu ile paylaşmıştır. Belgelere dayalı yazdığı bu yazılar sonucu, İpekçi cinayetinin ikinci davası açılmıştır. Bu konuyla ilgili Ağca Dosyası ve Papa Mafya Ağca adıyla iki araştırma kitabı yayımlamıştı. Papa Mafya Ağca kitabında, Ağca’nın olay yerinde Oral Çelik’le beraber bulunduğunu, cinayeti Oral Çelik ve Mehmet Şener’in birlikte planladığını, Ağca’nın bu ikilinin emrinde görev yapan bir militan olduğunu yazmıştır.
Tüm bu çalışmaları yaparken üzerinde araştırma yaptığı birçok konuda olduğu gibi, İpekçi konusunu sıkça gündeme getirince, “başka konu yok mu” diye eleştirilerle karşılaşmıştı.
Oysa “fikri takip”in gazeteciliğin önemli bir yöntemi olduğunu biliyordu:
“Eskilerin ‘fikri takip’ dedikleri, olayları izleme yöntemi vardır. Bir olayı yazdınız, sonra ne oldu? Olay nasıl sonuçlandı? Olaya kimler, ne ölçüde karıştı?
Bu soruları sormaya ve ipuçlarını bu soruları sorup ele geçirmeye başladınız mı, olaylar yavaş yavaş aydınlanır. Olay aydınlanınca da birçok kişi tedirgin olur.
Bu konuları köşenizde sık sık yazarsanız okuyucu sıkılır. Ve haklı olarak ‘Başka konu yok mu?’ diye söylenir. Köşe yazarı bu durumda peşine düştüğü olayı bir yana bırakacak mıdır? Hayır bırakmayacaktı r.” (Cumhuriyet, 20 Kasım 1985)
Mumcu gazeteciliği
12 Mart döneminde bizzat kendisinin de yaşadığı gözaltına alınma, tutuklanma, yargılanma ve sakıncalı askerlik gibi baskıcı uygulamalar Mumcu gazeteciliğinde var olan sorgulayıcılığı, araştırıcılığı kamçılamış ve ince eleştirel zekâsını da beceriyle kullanmasına yol açmıştır. Zaman zaman çok sert ve ödünsüz yazılar, kimi kez alayla karışık kara mizaha dönüşüverir. Ancak her tür yazı biçeminin amacı tektir: İvedilikle demokratik yönetime ve basın özgürlüğüne kavuşmak. Uğur Mumcu şöyle der: “Basın özgürlüğü, demokrasinin temellerinden biridir. Kamuoyunu oluşturan ve ifade eden basın, tarihin her devrinde tartışma konusu olmuştur. Basın özgürlüğünün kısıtlandığı dönemlerde demok-ratik gelişim durmuş, totaliter eğilimler güçlenmiştir. Basın özgürlüğünün gelişimi ile demokratik ilkelerin yerleşmesi arasında zorunlu bir bağ vardır.” (Cumhuriyet, 16 Mart 1980)
1970’li yılların ortasından başlayarak giderek yoğunlaşan kanlı ortam, Uğur Mumcu gazeteciliğinin işlevselci, araştırmacı yanının güçlenmesine yol açar. 1 Mayıs gibi, Kahramanmaraş gibi katliam boyutuna ulaşan olaylar, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi gibi toplumu sarsan olaylar da bu cinayetlerin derinlemesine araştırılmasını getirir. Mumcu gazeteciliği o dönemi söyle sorgular: “Bir yanda binlerce silah ve milyonlarca mermi, öte yanda ‘sıkıyönetim, silah kaçakçılığı davalarına bakamaz’ diyen yüksek yargı kararları… Bir yanda sosyete cinayetlerinde konuşturulan hünerli gazetecilik, öte yanda silah kaçakçılığı karşısında susan, ağzını açmayan basın ahlakı…” (Cumhuriyet, 4 Temmuz 1980)