Çoğumuz büyüme süreci içinde karşımıza çıkan belli durumlarda, sorunlarla yüzleştiğimizde kendimize olan güven duygumuzda sarsıntılar hissetmişizdir ya da en azından yapmak istediğimiz birşeyi gerçekleştirme konusunda yeterliliğimizden kuşku duyduğumuz olmuştur. Böylesi anlarda olaya olan yaklaşımımız sonucunda yeniden kendimize ilişkin olumlu duygular yaşamaya başlayabiliriz. Bazılarımız için ise hissedilen kendine güvensizlik, kalıcı bir duygu haline dönüşüp, gün geçtikçe daha yıpratıcı bir duruma gelebilir. Şunu bilmeliyiz ki : Farkına varmadan nasıl kendimize güvenmemeyi öğrendiysek, kendimize olan güvenimizi artırmayı da öğrenebiliriz. Bunu yapabilmek için öncelikle kendine güvenememenin nedenleri üzerinde duralım.

Çoğunlukla, kendimize olan güvensizliğimizden bulunduğumuz ortamı, çevremizi sorumlu tutma eğilimimiz vardır. Ancak, şu bir gerçek ki kendimize güvenimizi arttırırsak, çevremize ilişkin algımız da değişir. Bu değişim nasıl olmakta ? Biz hiçbir zaman çevreyi doğrudan değiştiremeyebiliriz, ya da olup bitenleri etkileyemeyebiliriz. Değişiklik çevrede değil bizim çevreyi nasıl yorumladığımızda, algıladığımızdadır. Özetle, kendimize olan güvensizliğimizi sürdürmemiz kişisel algılarımız nedeniyledir.

Kendinize saygınızı olumsuz etkileyen özel durumlar şunlardır:

  1. Kendinize koyduğunuz katı kurallar ve “olmalı”lar .
  2. Mükemmeliyetçilik (Kendinize koyduğunuz yüksek, erişilmez standartlar).
  3. Eleştiriye aşırı duyarlılık.
  4. Atılgan olamama: Kendini, duygularını ve düşüncelerini açıkça ifade edememe.

Tüm bu durumlarla iç içe giden bir zehirlenme söz konusudur. Zehirin temel kaynağı ise “hastalıklı eleştiri” dir. Bu sizin kendi kendinize yaptığınız, kendi kendinize sessizce sürdürdüğünüz bir konuşmadır.

Bu hastalıklı eleştiri türü…

  1. Sizi sürekli başkalarıyla kıyaslar onların başarılarını ve yeteneklerini gözünüze sokar.
  2. Ulaşılmaz yüksek standartlar koyar ve en ufak hatanızda sizi kırbaçlar.
  3. Hatalarınızın dosyasını tutar, ama hiçbir zaman güçlü yanlarınızı ve yeterli olduğunuz durumları hatırlatmaz. Onları kaynatır, eritir.
  4. Nasıl yaşamanız gerektiğine dair size hazır öyküler sunar. Bu yaşama kurallarının dışına çıktığınızda, hatalı ve beceriksiz olduğunuzu haykırır.
  5. En iyi olmanızı söyler, olamadığınızda sizi aptallık, çirkinlik, zayıflık ile yargılar.
  6. Arkadaşlarınızın, dostlarınızın beynini okur ve onların sizden sıkıldığına, onlara itici geldiğinize sizi ikna eder.
  7. Zayıflıklarınızı abartır. Bir yerde yanlış davrandıysanız “hep aptal olduğunuzu” söyler.

Hastalıklı eleştirinin sesi yaşamınızdaki normal akışı bozar, belli durumları yaşarken kafanızdan geçenleri, duygularınızı ezer geçer.

Örneğin: Biriyle çıktığınızda onun yanında hissettiklerinizi, yaşadıklarınızı yakalayıp inceleyemezsiniz. Bunun yerine “Benim oradaki hareketimi gördü, aptal olduğumu düşündü. Sevimsiz olduğuma karar verdi. Beni bir daha görmek istemez” dersiniz.

“Hastalıklı eleştiri” yaşayacağınız herhangi bir acıdan çok daha tehlikeli ve zehirleyicidir. Çünkü acıların hepsi bir zaman sonra geçer, ancak bu eleştiri hep sizinledir. Bu tarz bir kendi kendinizi yerme, zihninizin kontrolünü sizden alır ve hükmeder.

Birlikte büyüdüğünüz değerler ve kurallar “olmalı”lara dönüşebilir: “Hata yapmamalısın”; “Ona şöyle davranmamalısın”; “Sınavdan şu notu almalısın”… gibi. Bu da hastalıklı eleştirinin en önemli silahlarından biridir. Kendinize verdiğiniz bu emirlerin altında ezilirsiniz.

HASTALIKLI ELEŞTİRİNİN KAYNAĞI:

  1. Çocukların kişisel gereksinimleri için, kendilerini daha güvende ve iyi hissetmek için yaptıkları, Örneğin: Sık sık arkadaşları ile birlikte olmak istemesi; Belli bir saç kesimini tercih etmesi; Belli bir giyim tarzını tercih etmesi, ebeveynleri ya da yakın çevresindeki otorite figürleri (öğretmenleri gibi) tarafından “bencilce”, “kötü”, “serserilik” olarak adlandırılabilir. Bu durumlar gerçekte tümüyle kişisel zevklere ve tercihlere bağlı durumlardır. Ancak, çocuk bu yargılar nedeniyle ahlak dışı, kötü, hatalı birşeyler yaptığını düşünür. Hatta bir zaman sonra bu yargıların hangi duruma özgü söylendiği bağlantısı zihninde kaybolur ve yalnızca yargıları özümser: kötüsün, bencilsin, serserisin gibi…dolayısıyla kendine olan saygısı darbe alır. “Bende bir eksiklik var.”
  2. Ebeveynler ve diğer otorite figürleri hatalı davranışla kişiliği birbirine karıştırabilir ve yargılarını bu şekilde ifade edebilirler. Örneğin: “Bu davranışın çevreye zarar verebiliyor” – yerine – “Sen ne yaramaz çocuksun gibi…”.
  3. “Bende bir eksiklik var” ebeveynlerin ilk eleştirisi ile geliştirilen bir şey değildir. Sık sık tekrarlanması sonucunda gelişir. Sıklıkla duyduğunuz olumsuz bir yargıyı farkına varmadan içselleştirebilirsiniz.
  4. Ebeveynlerin eleştirileri tutarsızlaştığında, (Örneğin: Bir gün çocuk bir davranışta bulundu ve ebeveynlerinden sert bir tepki aldı: “Ne beter çocuksun ” Başka bir zaman benzer bir davranışa ise böyle bir tepki gelmedi. Daha başka bir zaman ise aynı davranış nedeniyle yine olumsuz yargılandı.) bu durum çocuğun şöyle düşünmesine neden olabilir: “Yaptığım davranış değil (çünkü o bazen doğru bazen yanlış) ben kendim kötüyüm.
  5. Eğer yargı ebeveynlerin aşırı öfkesi ya da terketme tehditi, veya gerçekten çocukla geçici de olsa ilişkilerini koparmaları ile birleşiyorsa, bu durum çocuk tarafından “Sen kötüsün ve ben seni reddediyorum” olarak algılanır ve ‘kötü olduğum için terkediliyorum’ şeklinde kodlanır.

Peki bu yollarla geliştirilmiş benlik algısı sonradan neden devam ettiriliyor?

Çünkü “eleştirinin” kafanızın içinde sürekli canlı kalmasına neden olan bir pekiştireç sistemi oluşabiliyor. Bakalım hangi motivasyonlar doğrultusunda ‘hastalıklı eleştiri’ pekişiyor ve gittikçe artan bir biçimde sürdürülüyor?

  1. Doğruyu yapma gereksiniminiz: İçinizdeki o katı kurallar ve değer yargıları listesine hatalı davranmamanın bir güvencesi gibi yapışıyorsunuz. “Böyle bir değer sistemine sahip olmazsam ya da bu değer sistemini gevşetirsem hatalarım gün geçtikçe artar”. Böylelikle, doğru davranma konusundaki kontrolünüzün bu “eleştiri” sayesinde kurulduğunu sanıyorsunuz.
  2. “Doğru” olduğunuzu hissetme gereksiniminiz: Zaman zaman bu “hastalıklı eleştiri” size çok kısa süre için bir üstünlük duygusu yaşatabilir.

    Standartlarınız gerçekte ulaşılmaz, mükemmeliyetçi standartlar olduğu için kendinizi sürekli başkalarıyla kıyaslarsınız (Zekànızı, başarınızı, çekiciliğinizi, yeterliliğinizi…, özetle kendi benliğinizin değerini). Çoğu zaman da kendinize yetersizlik damgasını vurur ve yetersiz hissedersiniz. Ancak çok ender, kendinizi birilerinden daha üstün bulduğunuz anlar olur ve aşırı ancak kısa süreli bir doyum yaşarsınız. Sırf bu geçici doyum uğruna bu “eleştiriye” iyice yapışırsınız.

    Ya da “eleştirinin öngördüğü ulaşılmaz standartlar nedeniyle hiçbirşeyi “yapılması gereken” biçimde yapamadığınız için, çoğunlukla yetersizlik duygusu yaşarsınız. Ancak, bir kez mükemmel gibi görünen bir durumu yakaladığınızı varsayalım, bu durum kısa süre içinde mükemmel olmadığını belli eder, ancak ilk ulaşıldığında öyle gibi görünür. Bir kez bulup da kaybettiğinizi düşündüğünüz, size geçici harikalık duygusu yaşatan bu durumun peşinde koşmayı sürdürürsünüz.

  3. Eleştirici anne-babaya yaranma… kabul görme gereksiniminizden dolayı onların kurallarını devralıp o kurallara göre kendinizi “eleştirdiğinizde”, onlara layık bir yaklaşıma sahip olduğunuz için kendinizi onlara daha bir yakın hissediyor ve kendinize saygınızı artırıyorsunuz. Bu da amansız eleştiriyi sürdürmenizi pekiştiriyor.
  4. Başarma gereksiniminiz oldukça yüksek olduğundan, mükemmele ulaşamasanız da, önünüzde size sürekli bir başarı ideali çizen bu hastalıklı eleştiriye yapışıyorsunuz. “Hani bir ulaşsanız müthiş bir şey olacak” dolayısıyla bu ideali gözünüzün önünden bir türlü itemiyorsunuz. Böylelikle, sürekli “başarının” yolunda ilerlediğinizi sanıyorsunuz.
  5. Acı veren duygularınızı kontrol etme gereksiniminize de yapay bir biçimde destek vermektedir.