Kelaynaklar gibiyiz neslimiz tükeniyor

Bu yıl Fikret Hakan, sanat hayatındaki 60. yılını kutluyor. Onca yıllık emeği de arşiv niteliğinde bir kitapla, ‘Türk Sinema Tarihi’ ile taçlandırıyor. Artık onun için 70’inden sonrası yeni bir dönem. Üretimini yazın dünyasına kaydırdığı ve kendini yenilediği bir devir. Hayat onun için şimdi başlıyor.

Zuhal Aytolun

 Fikret Hakan, sanatta 60 yılını devirdi. 60 yıl içinde sinemaya büyük emek harcayan, 200’ü aşkın filmde oynayan Fikret Hakan, işin mutfağında acısını da yaşamış tatlısını da. Yarı yolda bırakanları da tanımış, sözde “dürüst”leri de. Anlatacak çok şeyi var, sözlerinden ve gözlerinden belli oluyor. “Biz Sizin Çocuklarınızla Büyüdük” adıyla yazacağı anı kitabına saklıyor asıl söyleyeceklerini.

Şimdilerde akademik bir yayınla karşımızda Fikret Hakan. “Türk Sinema Tarihi” adıyla yayımladığı, 60 yıldır arşivlediği belgelerle düzenlediği yaklaşık bin sayfalık arşiv niteliğinde bir kitapla. Üç yıl boyunca gece gündüz çalışarak ortaya çıkardığı bu kitap 1914-1996 yılları arasında, 82 yıl içinde sinema tarihiyle beraber Türkiye’nin de bir dönemine ışık tutuyor. “Bağrına taş basıp gerçekleri, tarafsız bir şekilde ortaya koyacaksın. Bu akademik bir kitap. Ama daha söyleyecek çok sözüm var” diyor Hakan.

Edebiyatçı yönüyle de tanıdığımız Hakan yazıyor, yazmaya da devam edecek. 1950’li yıllarda Türkiye’deki sınıf atlama savaşını veren kadınların öyküleri üzerine kurduğu Gece Limanı romanı yayın evinde. Yakın zamanda da üçlü bir nehir romana başlayacak. Onun için artık varsa yoksa mürekkep ve kağıt. Yıllardır ertelediklerini hayata geçiriyor ve diyor ki “Hayat 70’inde başlar.” İşte Hakan’ın yeni bir enerjiyle başladığı yeni dönemi… Anlatıyor.

– Türk Sinema Tarihi kitabını yazmaya nasıl başladınız? – 1952 yılında tiyatrodan sinemaya geçtim. O yıllarda baktım ki başı boş ve gelişmekte olan bir sinema var. Birtakım belgeleri arşivlemek gerektiğini düşündüm.

– O yıllarda çok da gençsiniz.

– Daha önce Abdi İpekçi’nin çıkardığı İstanbul Express gazetesinde öykülerim ve küçük röportajlarım çıkıyordu. Gençtim ama edebiyatçılıktan gelmenin vermiş olduğu bir uyanıklık vardı. O yıllarda başladım şirket şirket dolaşarak belge toparlamaya. Kitaba karar verdiğimde ise öğretim üyeliği yapıyordum ve öğrencilerin bilgi çaresizliğinin farkındaydım. O yüzden de akademik bir kaynak olarak hazırladım.

– En hassas olduğunuz nokta neydi kitabı hazırlarken?

– Akademik bir kitap yazmak için tarafsız olmak gerekiyor. Sanıyorum bunu yapabildim. Hırslarımı, küfürlerimi ve övgülerimi bir sonraki anı kitabıma saklıyorum.

– Donanımlı bir sanatçısınız. Sinema tarihinin 60 yılını da bizzat içinde yaşadınız. Ancak sinemada alaylısınız. Bu çalışma sizin için nasıl bir serüven oldu?

– 1968 yılında bir dergide çok ünlü Fransız bir yazarın günah çıkardığı bir makaleyi okudum. Yunanlıların ünlü drama oyuncusu Katina Paxinou ile görüşüyor. Yazar, Katina’ya Fransız ukalalığı içinde “alaylı olduğunuz söyleniyor, siz hangi akademiden mezunsunuz?” diye soruyor. Kadın gülümsüyor, “Atina’da akademiyi ben kurdum” diyor. Yazar, yazısında utancından nasıl yerlere düştüğünü anlatmıştı. Baktığınız zaman akademik yapıları alaylıların kurduğunu görürsünüz. Bu kitabı yazabilecek o kadar çok akademisyen varken, ben yazdım. Demek ki onların zamanları yoktu.

– Bu çalışmanın sizin için bir yenilenme süreci olduğundan da söz edebilir miyiz?

Her ne kadar ayakta kalmak için Yeşilçam’ın bazı kurallarına boyun eğip harcı alem bir yığın film yapmış isem de hiçbir zaman o edebiyatçı ve şair yönümü bırakmadım. Olaylara onların ışığında baktım. O yıllar benden sadece bir şey çaldı. Yazmam gereken ürünlere engel oldu. Şimdi de yazabildiğim için yenilendiğimi hissediyorum.

– Peki sinema uğruna erteledikleriniz için pişmanlık duyuyor musunuz?

– Kesinlikle hayır. Çünkü beni yoğuran onlardı. Türk yazınında, sineması ve tiyatrosunda işin mutfağının hem pisliğini hem de güzelliklerini gördüm. O kayıp, yitik diye gördüğüm yıllar aslında benim karanlıklarıma ışık tuttu.

– Kitapta son sözlere baktığımızda büyük bir kızgınlık, kırgınlık ve öfke çıkıyor satırlarınızdan.

– O kadar da olacak. Türk sineması, evet kabuk değiştirdi. Yeşilçam, işletmeci tezgâhına dayanan garip bir sinemaydı ve 1996 yılında bitti. 96-2000 arası da geçiş dönemi oldu. Gençler film yapmaya başladı. Ama bunlar hep bireysel kaldı. O süreç, Türkiye’deki izleyicinin daha önce yapılan parkalı sahtekârlıklardan bıktığı dönemdi. Zaten 80 kuşağı da apolitize edilmişti. O yüzden şimdilerde bireysel filmler ön planda. Çünkü yetişme tarzları içinde sosyolojik endişeler, öğretiler yok. Bunları da söylemeden geçemezdim.

– Peki bu da mı bir geçiş süreci?

– Çok fazla film çekiliyor diye seviniyoruz. Aralarında bireysel sinemanın çok güzel örnekleri olsa da, salt bireysel sinemayla bu iş olmaz. 1980 ile 2010 arasında, yani 30 yılda Türkiye’de çok şey değişti. Ama toplumsal sorunları kimse irdelemiyor. Tek kollu bir insandan dünyanın en büyük savaşçısı olmasını bekleyemezsiniz, değil mi?

– Tüm bunlara bir etken de sinemanın yıllar içinde sektörleşememesi değil mi?

– “Adam olacak çocuk b…dan belli olur” Araştırıp yapsalardı.

Eleştirmenler bize savaş açtı

– Bu yıl sanattaki 60. yılınız. Dünü konuştuk ama yarına baktığınızda nasıl bir duygu kalıyor size?

– Kelaynaklar gibiyiz, neslimiz tükeniyor. Ay geçmiyor ki bizden birini musalla taşına yollamayalım. Geriye dönüp baktığımda bürokratlar, politikacılar, bizim yıllarımızı nasıl yediler, buna nasıl izin verildi diye düşünüyorum. Ülkeyi bu hale onlar getirdi. Türkiye’de komik bir şekilde demokrasi adı altında faşizan düzenler kurdular.

– Peki ya sanat dünyası?

– Eleştirmenler bize savaş açtı diyorum, kızıyorlar. Ben onları eleştirmiyorum ki. Önce sınıflandırma yapmak gerek. Eleştirmen, tenkitçi, münekkit. Eleştirmenler aynaya baksın ve kendini hangisinin sınıfına koyabildiğine namuslu bir şekilde karar versin. Kendisiyle hesaplaşırken “ben sadece eleştirmenim” diyorsa, onu alkışlarım. Ama geçen yıllar içinde yabancı sinemacıların borazanını çal, Türk sinemasını yok say, ondan sonra kahramanlık yap. Ne güzel memleket!

– Siz hep düşüncelerinizi net ve sert bir şekilde ifade ettiniz. Bu konuda da epey eleştiriliyorsunuz.

– Açık açık söylüyorum çünkü. İnsanlar doğruyu duymak istemiyor. Eleştiren varsa çıksın, hesaplaşalım. Herhangi bir canlı yayında her kim olursa dokümanlarla karşı karşıya gelir, hesaplaşırım. Yürek ister.