Mine G. Kırıkkanat

Demokrasi terazisi, kefelerinde iktidarla muhalefetin, çoğunlukla azınlığın, aptalla akıllının, bilgelikle cehaletin, erkekle kadının ve tabii, övgüyle eleştirinin dengelediği bir ‘ölçü’ rejimidir. Hep aynı kefe ağır çekerse, ne dengeden söz edilebilir, zaten ne de ölçüden ve demokrasiden.

Türkiye’de kafalar demokrat olamadığı için mi kefeler dengesiz, yoksa terazinin ayarı bozuk olduğu için mi hep aynı kafa ağır basıyor, kararsızım.

Can Dündar’ın belgesel film çalışması Mustafa’yı 27 Ekim’de Dolmabahçe’de düzenlenen gala gecesi izledim.

Mustafa’sıyla, Kemal’iyle çerçevelenmesi çok güç bir dâhi, tarihin akışını, dünyanın niyetini ve Türklerin kısmetini değiştirmiş Atatürk’ün insan olduğunca insanüstülüğünü tek bir filme sığdırmak mümkün mü? Elbette hayır.

Can Dündar’ın belgesele çizdiği çerçeve ve odaklandığı açıdan başarılı bir çalışma yaptığını düşünüyorum.

***

Ben mi cahilim, yoksa başkaları çok bilmiş numarası mı yapıyor bilmiyorum, ama şahsen Mustafa filminden Atatürk hakkında bilmediğim pek çok ayrıntı öğrendim. Örneğin Fransızca, ‘yazım’la malul bir dildir. Çoğu Fransız, doğru konuşur, yanlış yazar. Oysa Atatürk’ün Corinne’e yazdığı mektuplarda, ekranda görebildiğim kadarıyla Fransızca yazım kusursuzluğuna hayran kaldım.

Örneğin cahil şahsımın 1985 yılında, İspanya’da ‘astrofizik’ konulu bir konferansta keşfedip benimsediği ‘Tanrı’ tanımına ve insanı Tanrı’nın bir parçası olarak kaderini değiştirmeye yetkin kılan bilince Atatürk’ün seksen küsur yıl önce varıp, olağanüstü sağlamlıkta bir mantık ifadesiyle yazıya döktüğüne, sevinçle şaşırdım!

Mustafa filminden çıktığımda, dul annesinin ikinci evliliğini içine sindiremeyen bir çocuğu, aptallık ve geriliğe tahammül edemeyen bir dehanın uğruna baş koyduğu ideale varmak için sabırsızlığını, hızına yetişemeyenlerin yanındaki kaçınılmaz yalnızlığını ve yalnızlığın kendisini ister istemez sürüklediği aşırılıkları daha çok seviyordum.

Başka bir deyişle, Atatürk’ü daha çok seviyorum artık.

***

Film hakkında tek eleştirim var, o da müziğinin Goran Bregoviç’e ısmarlanmış, ‘uçakta besleteyiverdi’ diye övünülmüş olması. Bir, böylesi iddialı bir filmin müziği şıpınişi bestelenecek kadar ciddiyetsiz olmamalıdır.

İki: Goran Bregoviç, sekiz yıldan beri yeni beste yapamıyor, zaten Mustafa’da kullanılan temalardan biri fena halde Arizona Dream kokuyor, öteki de Sezen Aksu’nun ’Düğün ve Cenaze’albümünde, üzerine Gül isimli şarkının okunduğu, zaten o şarkıya da yine Bregoviç’in eski bir ’soundtrack’inden oturtulmuş bir ’remake’.

Oysa Türkiye’de bu filme beste yapacak genç ve güçlü besteciler var. Fatih Akın’ın dünyaya ‘Crossing The Bridge’ filmiyle tanıttığı müzik potansiyeli ortadayken, Mustafa filmi için oportünist bir yaklaşımla, illa ki Boşnak ve ’dünyaca ünlü’diye Goran Bregoviç’in bayat besteciliğine başvurulmasını (herhalde tonla da para ödenmesini) pek anlayamadım.

Ama Can Dündar, “Eğer Türk besteci seçersem niye biri değil de öteki derler, başımın etini yerler,” diye düşündüyse haklıdır.

Çünkü cephe geniş: Cumhuriyetçiler ve cumhuriyet düşmanları, belki de ilk kez birleştiler, filmi yerden yere çalıyorlar. Atatürk’ün çağdaşı olsa süpürgeyle kovalayacağı adamlar (örneğin Ahmet Hakan) bile Atatürk’e dair bir filmden nasıl para kazanılmamalıymışın dersini veriyor, para konusuna girmeyenler de Atatürk’e dair film nasıl yapılmaz, nasıl yapılırı öğretiyorlar. Pes!

Oysa Atatürk’ten bir değil, bin belgesel çıkar. Can Dündar’ın Mustafa’sını beğenmeyenler Kemal, Kemal’i beğenmeyenler Atatürk filmi yapabilirler. 70 yıldır ilk girişeni taşlamak için mi beklediler?

***

8 Kasım Cumartesi günü Tüyap Kitap Fuarı Literatür standında yine okurlarımla birlikte olacak ve son romanım Destina başta, kitaplarımı, kitaplarınızı imzalayacağım.