El ele tutuşup koştuk taş sokaklardan, aşağı doğru…

Üzerlerimizde bayram giysilerimiz, ceplerimizde küçük sarı şekerler, ayaklarımızda yeni ama dar ayakkabılar…

Düşüp de dizimizi kanatmak dışında hiçbir şey ağlatmadı bizi…

Geçim meselesi, yaşam derdi, hastalık-mastalık, savaşlar ya da açlıklardan habersizdik.

Hatırlıyorum; avuçlarımızda bayram harçlığı 2.5 kuruşluklar…

Ortası delik…

*

Dar taş sokaklardan koştuk…

Ne kadar güzeldi dünya, ne kadar büyük ve eğlenceli. Ve bizler ne kadar da mutluyduk, ne kadar umursamaz… Kıyamet kopsa dünyada keyfimiz kaçmazdı. İş sorunları, maaşlar, ekmek parası, geçim-meçim, kimin umurunda kimin?..

Yeter ki dizimiz kanamasın…

Bir de yeter ki kimse saçını çekmesin Nermin’in…

*

Sonra…

Sonra büyüyor çocuklar…

Ne taş sokaklar kalmıştır artık koşacak, ne o küçük sarı şekerlerden var, ne bayram giysileri eskisi kadar anlamlı…

Ne de eskisi gibi; bayram sabahları…

Düşmeden ve dizi kanamadan da ağlıyormuş insan…

Büyüdükçe yalnızlaşıyor ve dalıp dalıp anılarla yetiniyoruz… Dar taş sokaktan koşuyoruz sadece hayallerimizde aşağı doğru, avuçlarımızda birer 2.5 kuruşluk…

Delik ortası…

*

Olsun…

Bugün bayram…

Ülkemiz için, çocuklarımız için korkusuz, endişesiz, aydınlık zamanlar dileyin… Toplumları ve ülkeleri ile gurur duyacakları, başlarını önlerine eğmeden yaşayacakları, bu ilkel ve çağdışı kelepçelerden uzak günler isteyin…

Bu günleri de çocuklar büyüdüklerinde hatırlayacaklardır; pilli oyuncaklarını, doluşup gittikleri babalarının küçük arabalarını, geniş çikolata tabaklarını, kâğıt bayram harçlıklarını…

Unutmayacaklardır; kendi bayram sabahlarını…