Van’da yağan kar ile birlikte bir beyaz resitaline dönen kentten çıkıyor ve kendimi etrafta ki dağların göründüğü göl kıyısına atıyorum. Bembeyaz olmuş Süphan, Erek ve Artos dağını bu dağların ortasında duran masmavi bir göl ve bu gölün ortasında duran Tamara adası. Akdamar adası diyorlar şimdi. Kasabaların, köylerin, çocukların ismini değiştiren devlet Tamara adasının ismini de Akdamar adası yaptı. Oysa gerçek bu gölün dalgalarına yenik düşen hazin bir aşkın öyküsünde gizli. Güzeller güzeli Ermeni kızı Tamara ile karşı kıyıda oturan çoban birbirine aşık olurlar. Her gün batımında çoban adaya yüzerek gelir. Tamara’da fenerle sevgilisine yön gösterirmiş. Durumu fark eden keşiş fırtınalı bir akşamda kızının dışarı çıkmasını engeller ve eline bir fener alarak çobanı beklemeye başlar. Ancak bunu yaparken sinirden volta atmaya başlar. Fenerin ışığını gören çoban her zaman ki gibi hedefe doğru yüzmeye başlar, ancak fırtınayla boğuştuğu için yorulur ve dalgalara yenik düşer. Daha fazla yol katetmeye hali kalmamıştır ve başlar bağırmaya” Ah Tamara Ah Tamara…!” diye… Çobanın sesini duyan Tamara ona ulaşmak için kaçıp göle atar kendisini. Şöyle bir zirve bulabilseydim bugünlerde çıkıp oraya bu manzarayı Gözlerimi hiç ayırmadan bütün gün boyunca izlemek isterdim. Bilmiyorum bu kentte yaşayan bizler ne kadar farkındayız içinde bulunduğumuz güzelliğin. Ne kadarını hissedebiliyoruz. Tüm günümüzü günlük çıkarlarımız için heba ederken kaçımızın aklına geliyor bu müthiş görüntüye bakmak. Tüm yaşamımız betonlaşmış ve yeşilliği tamamen tahrip edilmiş kentin daracık sokaklarında geçerken, Van Gölü yalnız bırakılmış, terkedilmiş gibi hüzünlü bir biçimde yanı başımızda bekliyor. Düşünüyorum da bir Nazım Hikmet, bir Ahmet Arif bu güzelliği görse ne şiirler yazmıştı şimdi. Onlardan iyi herhalde kimse anlatamazdı bu manzarayı. Ömürlerinin büyük kısmını 4 duvar arasında ve sürgünde geçirmiş bu büyük şairlerin ömrü yetmedi bu güzellikleri yazmaya. Oysa Ahmet Arif imkansızlıklar içinde dahi ne güzel anlattı bu dağları. Bu dağ Mengene dağıdır Tanyeri atanda Van’da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı Firari güvercinler su başlarında Ve karaca sürüsü, Keklik takımı… Van Gölünün bu eşsiz manzarasına bakarken dilimde Ahmet Arif’in bu dizelerini mırıldanıyorum. Bugünkü yazarlarımız, şairlerimiz bunu neden yazmıyor diye isyan ediyor, Şiir yazma duygusundan ve yeteneğinden yoksun olan kendime sitem ediyor, kalbimi kırıyorum. Her gün ölüm ağıtlarının yükseldiği yükseldiği bu ülkenin güzelliklerini göremiyoruz. Bu müthiş güzellikler savaşın ve ölümlerin gölgesinde kalıyor maalesef. İnsanlar Artos’un, Süphanı’ın, Ağrı Dağı’nın müthiş güzelliklerini değil o dağlardan gelen ölümlerini konuşuyor. Bir hayat var oysa buralarda, Halaylarla bezenmiş bir hayat. Van Gölü’nün kıyısında duran herkes bu hayatı fark edecektir. Bu toprakların müthiş güzelliği ve yaşanılası coğrafyası daha keşfedilmemiş gibi ve keşfedilmeyi bekliyor.